10 Bin Adım nefis bir dizi her bölüm sadece 10 dakika!! Mutlaka izleyin…

Yoksa siz hala Gain’i indirmediniz mi telefonunuza???? Aman diyeyim, hemen yapın. Bir de, belli bi süre ücretsiz. Bu yeni dijital medya platformunu çok yaratıcı buluyorum, başarılı olmalarını diliyorum. İçerikleri özgün ve kısa. Baymıyor, gebertmiyor. Geleceğin sesi onlar. Üstelik bağımsızlar. Şahane yani. Günlük haber akışı iyi, kısa belgeseller, spor, müzik, eğlence programları var.
.
Ben bi mini diziye âşık oldum orda. Henüz 4 bölümünü izledim. Çarşambaları yeni bölümü yayınlanıyor, heyecanla bekliyorum. Adı, 10 Bin Adım.

Yaratıcıları Devin Özgür Çınar ve Engin Günaydın. Gerçekten büyük alkış… 10 dakikalık ‘hap’ bir dizi yapmışlar. Türünün ilk örneği. Bayıldım. İki eski sevgili, her gün buluşup 10 bin adım atıyorlar. Hehehe bu da yeni gerçeğimiz ya, 10 bin adım atmazsak öleceğiz. Bunlar da öyle. Hem yürüyorlar hem konuşuyorlar. İkisinin hayatından küçük anlar. Nasıl sahici, nasıl samimi. Süper proje. Devin yazmış, ikisi oynuyor. 80 kişilik bi ekip çekmiş. Valla emeği geçen herkesi kutlarım.

Ben iki usta oyuncuyla da konuştum. İki post halinde paylaşıyorum, önce huzurlarınızda Devin Özgür Çınar

ELİNİZDEKİ TELEFONA GAIN MEDYA APLİKASYONU İNDİRİRSENİZ HERHANGİ BİR YERDE İZLEYEBİLİRSİNİZ

10 Bin Adım nedir?
-Mini bir dizi. Herhangi bir yerde, elinizdeki telefondan 10 dakikalık bir bölümünü izleyebilirsiniz. Tek şart, Gain Medya’nın uygulamasını telefonunuza indirmiş olmanız.

İlk kez denediğiniz bir şey mi?
-Kısa bir içerik olması sebebiyle, evet ilk. Yıllardır yapmak istiyordum, doğru koşullar bu işte oluştu…

BU 10 BİN ADIM MESELESİNE KAFAYI TAKMIŞTIM BEN. HER GÜN YÜRÜYORDUM. ENGİN’LE DE BİRKAÇ KEZ YÜRÜDÜK. “BÖYLE BİR İŞ YAPSAK NASIL OLUR?” DİYE KONUŞTUK

Nasıl doğdu?
-Valla, bu 10 bin adım meselesini kafaya takmıştım ben. Her gün, 10 bin adım atıyordum. Hele 15 bin adım atmışsam, Nobel almış filan gibi hissediyordum! Engin’le de çok eski arkadaşız. Birkaç yürüyüşe, o da katıldı. İşte o yürüyüşlerin birinde, “Böyle bir iş yapsak nasıl olur?” diye konuştuk. Hoşumuza gitti. Faruk (Özerten) ve Nisan (Ceren) da bu fikri çok sevdi. Derken, Cem Aydın ve Gain Medya da işe yükseldi. Böyle doğdu. Bir çatışmaya ihtiyacımız vardı. İki eski sevgili meselesi de öyle çıktı. Ben oturup bölümleri yazdım ama hep Engin’le paslaşarak. Bazen çok iyi bir fikir ya da espri söylüyordu, onu da ekliyordum.

“Yürüyüş” ne ifade ediyor?
-İnsanın kendi zihninden çıkması için iyi bir alışkanlık. Beni sakinleştiriyor. Dışarda akan bir dünya olduğunu fark ediyorum. Sıkılarak, sıkıntılarımdan kurtulamayacağımı da. Beni hayata davet ediyor yürüyüş. Cadde ya da deniz kıyısında fark etmiyor. İlle de iyi bir güzergâh olması şart değil yani. Yürürken bir şeylere bakıyorsun, bir şeyler fark ediyorsun, daha iyi düşünüyorsun, müzik dinliyorsun, podcast dinliyorsun, eve kesinlikle daha hayat dolu bir şekilde dönüyorsun.

Peki 10 bin adım şart mıdır? Siz bu saplantımızla dalga mı geçiyorsunuz?
-Yoo hayır, dalga geçmiyorum, bizzat fanıyım! 9500 atmışsam, son 500 adımı evde attığımı biliyorum. Sanırım küçük de olsa, bir hedef koyup ona ulaşmak hepimize iyi geliyor. Ben 10 bin adım atamadığım günler, acayip huzursuz oluyorum. İçimdeki başöğretmen vırvır etmeye başlıyor: “Niye yürümedin? Hadi bak çık dışarı, bari beş bin adım at!” Günün birinde on bin adım atmanın aslında hiçbir faydası yokmuş diye bilimsel bir yazı okursam, çökerim! Hata, sağlık örgütlerine dava açarım! Böyle bir gerçek varsa da, bilmek istemiyorum. Ben hep yürüyeceğim. Çünkü çok seviyorum.

80 KİŞİLİK BİR EKİPLE GERÇEKLEŞTİRDİK ÇEKİMLERİ

Kaç kişilik bir ekipsiniz?
-Çekimlerimiz bitti. Yaklaşık 80 kişilik bir ekiptik. Pandemi koşullarında olabilecek en iyi önlemlerin alındığı bir sette, 20 gün kadar çalıştık. Elimizde kolonya ve dezenfektanlarla, sanki hep maskeliymişiz gibi -biz hariç tabii, ekipten söz ediyorum- çekimleri yaptık. Son gün, ekip fotoğrafı çektirdiğimizde hepimizin yüzünde maskeler vardı, kimin kim olduğu anlaşılmıyor.

10 DAKİKALIK DİZİ HER ANLAMDA DAHA KONFORLU

İroni olmuş aslında, bir tarafta 3 saatlik diziler, bir tarafta 10 dakikalık bir dizi…
-Evet. 10 dakikalık dizi her anlamda daha konforlu tabii. Umarım dijital platformlar sayesinde, insanların dizi izleme alışkanlıkları eski haline döner ve bu süreler kısalır. Sanki yakın zamanlarda olacak gibi. Çünkü bundan memnun olan kimseyi görmedim. Yapımcısından en küçük birime kadar. Ama bizim dışımızda bir iradenin gün gelip, bu sektörü düzenleyeceği bekleniyor sanırım. Bu kadar yorucu ve yıpratıcı bir işi, daha insani şartlara getirmeye, “Hayır! Bu iş böyle olmaz. Şu süreler için bir şey yapılmalı” diyecek merci, irade kim hala aranıyor. Bu iradenin de aslında bizde olduğunu idrak edene kadar maalesef hepimiz bu koşullarda çalışmaya devam edeceğiz.

ÖNEMSİZ OLAYLARDAN BAHSEDEN BİR SENARYO YAZMAK GÜZEL ÖNEMLİ ANLARDAN, DUYGULARDAN, DURUMLARDAN FENALIK GELDİ!

Peki neden 10 dakika? “Daha uzarsa sıkar” diye mi?
-Bazen de kısa bir şey anlatmak istersin. Çok uzatmadan. Bazı hikayelerin çok uzaması gerekmez. Bu da öyle bir iş, on bin adım atan iki kişinin hayatından küçük anlar.

“Yeni ve farklı” bir şey yapıyor gibi mi hissediyorsunuz?
-Evet. Çünkü farklı bir şey yapıyoruz. Benim için, önemsiz olaylardan bahseden bir senaryo yazmak güzel. Önemli anlardan, duygulardan, durumlardan fenalık geldi. Önemsiz anların içinde anlatmaya değer bir şeyler bulmak güzel. Pek çok zaafı olan ve kısmen de olsa bunları kabullenmiş karakterler yazmak da oynamak da güzel. Büyük duygular, hayatın içinde sürekli olmuyor. Çok majör olaylar yaşadığınızda ancak oluyor. Onun dışında, insan, kendi içinde hep küçücük şeylerle ilgileniyor. Günlük küçük zaferlerle mutlu oluyor. Bir daha hiç görmeyeceğin bir insana ağzının payını vermemiş olmak mesela, içinde büyüyor, büyüyor. O duyguyla baş etmeye çalışıyorsun ama bir yandan da hayat sürerken, bir yetişkin gibi davranmaya çalışıyorsun. Toplantıda havalı havalı konuşuyorsun ama hala bir yandan o günler içinde en büyük derdin bu olabiliyor. Bu çatışmalar beni çok ilgilendiriyor. Gündelik hayatın aleladeliğini izlemek, insanların karakterleriyle ilgili kendimce ipuçları toplamak, sonra bunları birilerine anlatmak ya da yazmak çok sevdiğim bir şey. Tam da bunları yapabileceğim bir iş olduğunu düşünüyorum 10 Bin Adım’ın.

BEKLEDİĞİMİZDEN DAHA ÇOK İLGİ GÖRDÜ

Nasıl geri dönüşler alıyorsunuz?
-Valla süper. Beklediğimizden daha daha çok ilgi gördü. Gelen mesajlar harika. Dizinin kısalığından şikâyet eden, çok daha fazla bölüm isteyenler var. Bu da bir bağ kurduklarını gösteriyor. Çok mutlu oluyorum. Attıkları adım sayılarını gönderiyor insanlar, ben de onlara, o günkü adım performansımı yolluyorum. Böyle bir ritüel oluştu aramızda.

YAZMAK MI? OYNAMAK MI?

Yazarken mi daha çok eğleniyorsunuz, oynarken mi?
-Yazmak çok eğlenceli değil. Tek başına kaldığın, yalnız olduğun bir yer. Ama o süreci de seviyorum. Oynarken ise, sette arkadaşların oluyor, goy goy yapıyorsun, gülüyorsun. Oyunculuk özlenen bir şey, eğer sevdiğin bir işte çalışıyorsan. Ama oyunculuk yapmasaydım zaten yazamazdım diye düşünüyorum. Benim için yazmak, oynadığım karakterlerin dünyasını düşünmek, hayal etmek sonra onların etrafına bir dünya inşa etmekle başladı.

BİR BAKIYORSUN, BEYNİN ÇOKTAN KURGUYU YAPMIŞ, SENİN HABERİN YOK

Eski Sevgili, Yalan, İlişkiler Koçu, Ayrılık Çantası… Şimdilik yayınlanan 4 bölüm bu… Hepsi günümüz ilişkilerini anlatıyor… Nasıl geliyor hikâyeler aklınıza?
-Bazen etrafımda gördüğüm olayları karakterlere uyarlayarak, bazen de sadece karakterleri düşünerek. Ya da söz etmek istediğim bir mevzuyu bir hikâyenin içine yedirerek ama bazen de hiçbiri… Bir bakıyorsun, beynin çoktan kurguyu yapmış senin haberin yok. Ama bunun ortaya çıkması için biraz sabırlı olmak gerekiyor. Boş boş ekrana bakmaya alışman, bilgisayar kucağında o koltuktan o koltuğa geçmen, kaytarmak için bir anda ütü yapma arzusuyla baş etmeyi bilmen ama tüm sürecin geçeceğini kabul etmen gerekiyor.

Bir erkekte tahammül edemediğiniz şey…
– Erkek-kadın fark etmez. Kendine hayran insanlara tahammül edemiyorum. Etrafında ne olup bittiğine hiç bakmadan, kimseyi dinlemeden ortalığı domine eden tipler… Onlarla konuşacak bir şey bulamıyorum. Bağ kuramıyorum. Onlara zaten sadece moderasyon yapmanız icap ediyor, konuları açmalısınız ki, rahat rahat anlatabilsinler! Bu tür ilişkilerden, duygusal olarak şiddet uygulayanlardan, bucak bucak kaçıyorum!

GÖNÜL YARASI’NDA OYNAMAK HARİKA BİR HEDİYEDİR!

Gönül Yarası’nda Şener Şen’le oynadığınız efsane bir sahne var. Herkes hep ondan söz ediyor. Nasıl bi şey bir oyuncu için bu kadar unutulmaz bir sahne çekmiş olmak?
-Çok sevdiğim bir filmdir. Çok sevdiğim insanlarla çalıştığım bir filmdir. O filmi nerde görsem, anında gözüm dolar. Ben sadece, o çok güzel yazılmış rolün hakkını vermek için çırpındığımı hatırlıyorum. O sahne, ne Yavuz Abi’nin ne benim düşündüğümüz gibi oldu. Ama Yavuz Abi, o halini de sevdi. Sanırım o sahne için yaşadığım bin bir çeşit duygu, ıstırap, o sahnedeki anları zenginleştirdi. Ve bana çok şey öğretti. Belki dört yıl okusam, anlayamayacağım şeyleri hızlandırılmış bir kurs gibi öğretti. Yavuz Abi de, bende olanı, benden çıkanı kabul etti ve zorlamadı. Bende ne var ona baktı. Yönetmen olarak bu tercihi yapması ve beni zorlamaması hep çok etkilenerek anlattığım bir şeydir. Sahnenin bu kadar sevilmesi ise harika bir hediyedir. Gönül yarasında oynamak da öyle.

“Oynadığı her rolün hakkını veren, yetenekli, kendine has tarzıyla geleceği parlak bir karakter oyuncusu. Yapmacık olmayan oyunculuğuyla, perdede sahici bir insanı izlediğin hissini yaratıyor. Zor olan bu, ağdalı oyunculuk değil…” Bu tanımlamalar sizi yansıtıyor mu?
-“Evet, ben böyle biriyim!” diyecek kadar aklımı kaybetmedim henüz. Umarım da kaybetmem. Ama şunu söyleyebilirim, kendim hakkında buna yakın şeyler düşünmüyorum. Biz hep münakaşa halindeyiz kendimle.

Yorum Bırak