Fulya Öztürk, CNN Türk Özel Haberler Şefi. 16 yıldır bu meslekte. Çok uzun yıllardır saha muhabirliği yapıyor. Pek çok acıya tanık oldu. Objektifliğini hep korudu.
46 binden fazla insanımızın hayatını kaybetttiği deprem felaketinin ilk gününden beri bölgede. Var gücüyle bize yaşanan felaketi aktarmaya çalışıyor. “Dilim döndüğünce, olup biteni anlatmaya uğraşıyorum ama ne yaparsam yapayım, sanki az kalıyormuş, felaketin gerçek boyutlarını gösteremiyormuşum gibi geliyor” diyor Fulya.
Başarılı olduğunu ve çok zor bir şeyin altından kalktığını düşünüyorum.
DİLİM DÖNDÜĞÜNCE, OLUP BİTENİ ANLATMAYA ÇALIŞIYORUM AMA NE YAPARSAM YAPAYIM, SANKİ AZ KALIYORMUŞ, FELAKETİN GERÇEK BOYUTLARINI GÖSTEREMİYORMUŞUM GİBİ GELİYOR
Fulya seni tebrik ediyorum. Başarılı bir habercilik yaptın, halen de yapıyorsun. Var gücünle bize yaşanan felaketi aktarmaya çalışıyorsun. Büyük bir sorumluluk bu. Çok zor bir şeyin altından kalkıyorsun…
-Çok sağ olun.
Öncelikle sen nasılsın? Bu yaşanan felaket seni nasıl etkiledi?
-“Nasılım” sorusuna cevap verebilmem zor. 23 gün geçmiş ama hala şok içindeyim. Zaten “23 günde, 23 yıl yaşlandı!” yazıyorlar, belki de öyledir. Benim de doğup büyüdüğüm coğrafya burası. Doğma büyüme Adanalıyım. Ailem için de endişelendim. Onlar da büyük bir korku yaşadı. Halen eve giremiyorlar. Her gün bölgeden yayın yapıyorum. Dilim döndüğünce, olup biteni anlatıyorum ama ne yaparsam yapayım, sanki az kalıyormuş, felaketin gerçek boyutlarını gösteremiyormuşum gibi geliyor. İçimde kocaman bir yara var. Kabuk tutması zaman alacak. Belki de hiç kapanmayacak!
23 GÜN ÖNCE ALDIĞIM O TELEFONUN ŞOKUNDAYIM HALEN. HEMEN ATLAYIP GELDİM BURAYA. GELİŞ O GELİŞ. O GÜNDEN BERİ BÖLGEDEYİM
Depremden nasıl haberdar oldun?
-Deprem 04.17’de oldu. Beni 04.25 gibi Hatay’daki akrabalarım, ahbaplarım feryat figan aradı, “Hatay yıkıldı!” “Adana yıkıldı!” diye. Hemen aileme ulaşmaya çalıştım. Bir süre ulaşamadım. Ağlama krizine girdim. Sonra babama ulaştım. Beni sakinleştirdi. “Korkma, biz iyiyiz” dedi. Ben hala 23 gün önce aldığım o telefonun şokundayım. Sonra hemen atlayıp, geldim buraya. Geliş o geliş. O günden beri bölgedeyim.
Travma devam ediyor, sen bir taraftan da büyük bir sorumluluk üstlenmiş durumdasın. İlk günden beri sürekli kayıplara tanık oluyorsun. Böyle bir acıya alışmak mümkün mü?
-Tabii ki değil.
N’aptın peki?
-Acımı içimde bir yere kilitledim. Ben fiziki olarak çok güçlü bir yapıya sahibim ama ruhen çok hassas ve duygusalım. Zaten o kadar fena ki buralar, taş olsan dağılırsın! Acı tavan! Ekran önünde veya insanların yanında ağlamamak için çaba sarf ediyorum, kendimi tutuyorum. Kontrollü olmaya çalışıyorum. Ama geçenlerde bir Azerbaycan kanalıyla konuşurken birden kontrolümü kaybettim. İnsan kardeşinin omzunda ağlar ya, salya sümük ağlamaya başladım. Ama kendimi tutmam gerekiyor. Sağduyulu, aklı başında bir kardeş, bir abla olmam lazım. Zaten buradaki insanlar felaket durumda. Kendimi bırakamam. Olmaz yani.
ÇOK BÜYÜK BİR KEDER… TARİFİ OLMAYAN BİR KEDER!!!
Üzüntü, çaresizlik, öfke, kızgınlık, haksızlığa uğramış olma… İçinde hangi duygu ağır basıyor?
-Pek çok ölü bedene denk geldim. Ceset kokusu soludum. Hem umut hem umutsuzluk bir arada yaşandı burada. En ağır basan duygu keder. Çok büyük bir keder… Tarifi olmayan bir keder!
ARKAMIZDA CANSIZ BEDENLER GÖZÜKÜYORMUŞ. FARK EDİNCE, ŞOK İÇİNDE UZAKLAŞTIM. DARMADUMAN OLDUM. ASLINDA HEP DARMADUMANIM
“Dayanamıyorum artık!” dediğin, koşup kaçmak istediğin oldu mu?
-Oldu. Mesela bir enkazın önünde yayın yapıyorduk. Ben ilk başta algılayamamışım Arkamızda bir yerde cansız bedenler gözüküyormuş. Fark edince, şok içinde uzaklaştım. Darmaduman oldum. Aslında hep darmadumanım. O ilk telefonu aldığım andan beri şok ve yoğun bir acı içindeyim. O şok hali geçmedi bende. Ben hala o yataktan fırladığım andayım. Hala oradayım. Deprem haberini alır almaz CNN Türk’teki haber müdürlerimizi aradım, “Adana mı olur, Adıyaman mı, nereye gidebilirim bilmiyorum ama ben gidiyorum!” dedim. Sağ olsun müdürlerimiz, “Fulya tamam hazırlan ve çık! Ama lütfen sakin ol” dediler. Arama kurtarma ekiplerini de taşıyan bir uçağa bindim. Depremin ilk günü, sabah 10 buçukta bölgeye ulaştım. Sonra ikinci büyük deprem oldu.
Sen ikinci depremde neredeydin?
-Adıyaman’da. Ne telefon çekiyor ne internet var, delireceğim. Yayın yapmak anlatmak istiyorum anlatamıyorum. İstanbul’la görüşemiyorum. Önümüzde binalar yıkılıyor. Bir yandan, o insanlara kahroluyorum, bir yandan “ailem acaba ne durumda” diyorum. Aileme de ulaşamıyorum. Kaçışırken çantamdan bayağı bir eşya düşürdüm, ayakta bile durmakta zorlandık, çok büyük bir depremdi 7.6. Sonra yine bir ağlama krizi. Hiç unutmuyorum, bir baba geldi elinde bebeğiyle. Enkazdan bebeğini çıkarmış. 8-9 aylık bir bebek. “Ne olur ambulans çağır!” dedi bana. Telefon çekmiyor ki iletişim sıfır. Çevrede ambulans yok, hiç kimse yok. İşin fenası, kucağındaki bebek ölmüş. Ama o farkında değil. Dedim ki, “Gel abi, arabaya bin!” 5 kişilik arabada 8-9 kişiyiz. Arkaya da kucağında bebeğiyle babayı oturttuk. Nasıl ağlıyor. “Ne olur ölme!” diyor bebeğine. Nasıl acıydı anlatamam, kameraman arkadaşlar her anı kaydetmiş. Onu istediği yere götürdük. Elimden geldiğince teselli etmeye çalıştım. Ama evladını kaybeden birini nasıl teselli edeceksin? Bunun gibi o kadar çok acıya tanık olduk ki.
BENİM İÇİN ÖNCE İNSANİ DEĞERLER, SONRA MESLEĞİM
Yaşam savaşı verilen bir yerden haber geçerken, izleyiciyle neleri paylaşıp, paylaşmayacağın da çok ince bir ayrım…
-Evet. Buna çok dikkat etmeye çalıştık. Ben şu konuda çok netim, benim için önce insani değerler, sonra mesleğim geliyor.
Ben 5 çocuklu bir ailede büyüdüm. Annem, babam hassas ve vicdanlı insanlar. Değerleri olan bir aile. Şimdiki dünya düzeninde, belki ben fazlasıyla geleneksel kalıyorum. Ama bundan şikayetçi değilim. Ortada bir acı varsa, -elimden geliyorsa- önce yardımcı olmak isterim. Çünkü önce insan, sonra gazeteciyim. Yayın yapmak, ikinci plandadır benim için. Empati kurmak da beni ben yapan değerlerden biri. Bu depremde yaptığımız yayıncılıktan dolayı tebrik edenler var. Aslında şaşırıyorum, daha önce yaptığım yayınlardan farklı bir şey yapmıyorum ki. Ben hep aynı Fulya’yım. Elazığ Depremi’nde de aynı şekilde yayıncılık yapıyordum, şimdi de öyle. Sağduyu önemli benim için empati yapabilmek önemli, insan olabilmek önemli…
ELİMDEN GELDİĞİNCE İNSANLARIN DERDİNE, ACISINA ORTAK OLMAYA ÇALIŞIRIM. ONLARI DİNLERİM. VE BANA YASLANSINLAR DİYE YANLARINDA DUVAR GİBİ DURURUM
Kesintisiz anlatabiliyorsun gördüklerini, teklemeden, duraksamadan…
-O da yapı herhalde. Çocukluğumda da hiç susmazdım ben. Annem-babam bazen illallah ederdi, “Çenebaz!” derdi bana. Belki de 5 kardeş arasında, her kafadan bir ses çıkıyor ya, düzgün cümlelerle uzun uzun kendini ifade edebilmen gerekiyordu, oradan kalma bir alışkanlık olabilir…
İnsanların derdine hep ortak olan biri miydin?
-Öyle galiba. 13-14 yaşındaydım, büyük babam vefat etmişti, halam çok ağlıyordu. Ben yanına gidip, saatlerce teselli etmiştim. Hala anlatır. Elimden geldiğince insanların derdine, acısına ortak olmaya çalışırım. Onları dinlerim. Ve bana yaslansınlar diye yanlarında duvar gibi dururum.
Depremden etkilenen bütün şehirlere gittin. Seni en sarsan şehir hangisi oldu…
-Bütün illerde büyük acı var, bütün illerde yıkım var ama Antakya fena… Antakya diye bir yer kalmamış! Sokaklarından geçerken tutamıyorum kendimi. Ayakta kalmış duvarlarına da “Umudunu kaybetme… Geri döneceğiz Antakya!” yazmışlar. Daha da fena oluyorum, ağlıyorum. Ama içime ağladığım zaman daha çok. Ruhumla ağlıyorum burada…
O kadar çok acıya tanık oluyorsundur ki… Alışıyor mu insan bu görüntülere?
-Ben hiç alışamıyorum. Alışmayayım da. Kimse alışmasın!
ARKAMDA, ENKAZ ALTINDA YÜZLERCE İNSAN BIRAKTIM. YARDIM ÇAĞIRMAK İSTİYORDUM, GÖRDÜKLERİMİ ANLATMAK İSTİYORDUM AMA OLMADI. ÇÜNKÜ TELEFONLAR ÇEKMİYORDU!!!
İnsanlar, “Yardımlar geç geldi. Organizasyon eksikliği vardı. İnsanlar ölüme terk edildi” diyor. Sen ne diyeceksin bu konuda?
-Ben sabahın 10’unda oradaydım. Doğrudur, özellikle ilk günlerde eksiklikler vardı. Biz bunu yayınlarda da söyledik, “Ekip gerekiyor, ekipman gerekiyor!” dedik. Öyle korkunç bir durum söz konusuydu ki; internet çekmiyor, telefon yok. Adıyaman’a ilk gittiğimde, yayın yapmak, gördüklerimi anlatmak istiyordum, ama telefon çekmiyordu. Maraş’a doğru giderken, yol kenarında bir sinyal yakaladım, Skype bağlantısı yaptım ve “Arkamda, enkaz altında yüzlerce insan bıraktım. Yardıma ihtiyaçları var. Ben de gördüklerimi anlatmak istiyorum ama anlatamıyorum çünkü telefon çekmiyor. Lütfen baz istasyonu kurulsun, rica ediyoruz!” dedim.
SİNYAL BULUNCA, “YALVARIYORUM BAZ İSTASYONU KURUN!” DİYE AÇIK ÇAĞRI YAPIYORDUM. BEN HALA O GSM ŞİRKETLERİNE KIZGINIM!
Delirmiyor mu insan o sırada?
-Delirmez mi? O gün delirdim Adıyaman’da! İnsanların çaresizliklerini görmüşüm, enkaz altında kalanlara tanık olmuşum, bir yandan depreme yakalanmışım -7.6 depremi yaşamak ürkütücü- korkmuşum, bir yandan ailemi düşünüyorum ne durumdalar acaba diye… Ulaşamıyorum onlara… Telefon çekmiyor… İnsanlar önümde ağlıyor, bağırıyor… Binalar çökmüş. Anlatmak istiyorum. “Buraya acilen destek lazım” demek istiyorum ama telefon yok! “Nerede sinyal varsa oraya gidiyorduk.” Yollar felaket, yarık çatlak… Sinyal bulunca, “Yalvarıyorum baz istasyonu kurun!” diye çağrı yapıyordum. Hala o GSM şirketlerine kızgınım.
HAVA MUHALEFETİNDEN DOLAYI İSTANBUL’DAN UÇAKLAR KALKAMIYORDU. BAZI PİSTLERDE SORUN VARDI. İLK 2-3 GÜN EKİP-EKİPMAN SIKINTISI ÇOK FAZLAYDI
Türkiye genelinde bir öfke hakim…
-Dediğim gibi iletişim kurulamadı. Vatandaşlar ne olduğunu anlayamadı, telefonlaşamadı. Birbirinden destek isteyemedi. Korkunçtu. Bir yandan yollar çökmüştü. Hava muhalefetinden dolayı İstanbul’dan uçaklar kalkamıyordu. Bazı şehirlerin pistlerinde sorun vardı. İlk 2-3 gün ekip-ekipman sıkıntısı çok fazlaydı.
Senin en çok öfkelendiğin ne oldu?
-En başta iletişim. İletişim yoksa, hayat yok. İlk birkaç gün, kimse bir şey yapamadı. İlk gün Adıyaman’dan Maraş’a geçtim ya, Maraş’ta tesadüfen bir sokağa girdim. Bir de ne göreyim. 14 yaşında bir çocuk, 8 katlı bir binanın enkazı altında. Sesi geliyor ama vücudunun yarısı betonun altına sıkışmış. Önünde de bir perde var. Diyorum ki, “Ablam, beni duyuyorsan el salla!” Perdenin arkasından elini oynatıyor. Çok çok fenaydı. Ben o çocuğu gördüm, delirecek gibi oldum Allah’ım bu nasıl bir an diyorum. “Ablam iyi misin?” diyorum “Kendini yorma, el hareketi yap!” diyorum perdenin arkasından çocuk el hareketi yapıyor. Var ya aklımı oynatacağım. Dedim ki, “Ben şimdi telefonla kimi arayacağım?” Ama sinyal yok. Sonra tekrar Maraş’ta sinyalin olduğu bir yere gittim. Orada dedim ki, “Ya bu AFAD’ın bir kriz merkezi vardır, nerede o?” Öğrendim, karanlığın içinde yolları bilmiyorum ama sora sora bir şekilde gittim. Dedim ki, “Bir çocukla karşılaştım, şu an kurtarılmayı bekliyor. Ne olur bana ekip verin.” AFAD’dan arkadaşlarla yola çıktık, jandarma arama kurtarma ekipleri de geldi. 6 saat sonra o çocuğu kurtardık. Çocukla görüşüyoruz, şimdi Konya’da. Ama annesini kaybetti. Annesi mesela; ne enkazdan çıktı ne hastaneden. Nerede olduğu bilinmiyor.
TELEFON NUMARAM BÜTÜN KAHRAMANMARAŞ HALKININ CEBİNDEYDİ. TELEFONUM HİÇ SUSMADI
İlk günden beri oradasın. Nerede uyudun? Tuvalet, vs. gibi ihtiyaçlarını nasıl hallettin?
-İlk hafta arabada kaldık. Lavabo ihtiyacına gelince, ancak uygun bir yer bulursak… Arazi şartlarında, uygun formüllerle… Sonra baktık olmuyor çünkü bir yandan vücut da düşüyor… Maraş’tan Antep’e geçtik. Dediler ki, “Antep’te bir otel var, en azından gelin bir banyonuzu yapın.” Gittik ama su yoktu! Şimdi Antep’te sağlam bir otele gidip geliyoruz.
Yayında çağrılar yaptınız, adresler verdiniz…
-Evet, telefon numaram bütün Kahramanmaraş halkının cebindeydi. Telefonum hiç susmadı. İlk 10-12 gün, hep ihbarlar geldi. Hepsini arkadaşlara ilettim. Pek çok arama kurtarma ekibinin telefonu da ben de vardı. Elimden gelen her şeyi yaptım.
BEN BİR ABLA GİBİ BİR KARDEŞ GİBİ YAKLAŞMAYA ÇALIŞTIM
Bu haberleri yaparken çok ince bir ayrımda yürüyorsun. Çok dikkatli olman gerekiyor… İnsanlar haklı olarak kızgın, öfkeli… Bu kadar sinirler gerginken, bu yayınları yapmak çok zor olsa gerek…
-Kolay değil, doğru. Olanı biteni tarafsız ve objektif bir şekilde yansıtmaya çalıştım. İnsanlar, tarifsiz acılar yaşıyor. Ben olayları daha da kızıştırırsam bu olmaz, görmezden gelsem de olmaz. Ben bir abla, bir kardeş gibi yaklaşmaya çalıştım. Bir anne, evladını yeri gelir eleştirir, yeri gelir hak verir ya, öyle. İnsanlar da sanırım bunu hissettiler. Mesela bir amca bağırdı, “Buraya kimse yardıma gelmedi!” diye. “Gel amcam” dedim, “Haklısın. Adresini verelim.” Yardımcı olmaya çalıştım. Şefkatle yaklaştım insanlara. Onları görmezden gelemezsin, bu zaten olmaz.
Bir taraftan da insanların en yakınları, enkaz altında. Oraya ekipman ve kurtarma ekipleri gelmiyor ya da gelen ekipler, “Tepeme düşer bina, giremem buraya, tehlikeli!” diyor. Adamın da evladı göçük altında!
-Doğru. Ne yazık ki arama kurtarma ekiplerinin de giremeyeceği riskli enkazlar vardı. Diyor ki, “Eğer makinayı çalıştırırsak, bu bina devrilebilir!” Onlar da kendi bilgi ve deneyimlerine göre bir matematik yapıyor. “Ben kepçeyi sokarsam, burası yıkılabilir!” diyor. Artçı sarsıntılar da devam ediyor o arada. Ben herkesle empati yapmaya çalıştım. Ama tabii ki benim yakınım olsa enkazın altında, kafayı yerdim.
MİLLET OLARAK İNANILMAZIZ. DEPREMZEDELERİN CANI SARMA ÇEKER DİYE SARMA BİLE GÖNDERENLER VARDI
Yardım dayanışması için ne diyeceksin?
-Yardımlar anında geldi buraya. Hala geliyor. Millet olarak inanılmazız. Depremzedelerin canı sarma çeker diye sarma bile gönderenler vardı. Benim tek korkum: Hızlıca alışacakmışız gibi geliyor. Nasıl diyeyim? Sanki bu yaşanan acıları unutup, normal hayatımıza dönecekmişiz gibi… Bu olmamalı!
Hayata bakışın değişti mi? Şimdi, depremden öncekinden farklı bir Fulya mısın?
-Aslında şöyle; böylesi büyük bir afeti daha önce yaşamadım. Kimse yaşamadı. Cumhuriyet tarihinin en büyük afeti bu. Dünyada bile, en büyük iç deprem olarak adlandırıyorlar. 2 büyük deprem, çok az bir zaman diliminde, üst üste yaşandı. Farklı bir Fulya’yım elbette. Daha önce de acılar, savaşlar, afetler gördüm ama böylesini görmedim. Sadece dış görünümüme değil, ruhuma da bir şey oldu. Tam anlatamıyorum. Olgunlaşmak mı, büyümek mi, yaşlanmak mı bilmiyorum. Adını koyamıyorum. Buradan bir yere gitsem mesela, kendimi suçlu hissedeceğim gibi. Plan yapmıyorum. Burada ne kadar kalacağım, onu da bilmiyorum. 2 ay, 3 ay… Hiç önemli değil. Kalmaya devam!
ZATEN BU SÜREÇTE HERKES UZMAN OLDU. “ABLA, SES DİNLESİNLER!” “ABLA, CİHAZI GETİRSİNLER!” KAÇ DERECEDE BİR CANLININ OLUP OLMADIĞINI, O HASSAS BURUNLU KÖPEKLERİN, NEREDE VERİMLİ ÇALIŞABİLDİĞİNİ HERKES ARTIK O KADAR İYİ BİLİYORDU Kİ… HERKES BİR UMUDA TUTUNMAYA ÇALIŞIYORDU
Enkazlardan gelen sesleri duyup, hiçbir şey yapamamak ne kadar büyük bir çaresizlik? Ve sonra o seslerin kesilmesi…
-Çok büyük çaresizlik. Oradaki insanlar, “Abla, gel ısı alınmış buradan!” diyorlardı. Zaten bu süreçte herkes uzman oldu. “Abla ses dinlesinler!” “Abla, cihazı getirsinler!” Kaç derecede bir canlının olup olmadığını, o hassas burunlu köpeklerin, nerede verimli çalışabildiğini herkes artık o kadar iyi biliyordu ki… Herkes bir umuda tutunmaya çalışıyordu… Beni en çok yıkan şeylerden biri: Cansız bedenler çıkarılıyor, ceset torbalarına konuluyor… Herkes bir anda koşuyordu, “Acaba benim yakınım mı çıktı?” diye yüzlerinden teşhis etmeye çalışıyorlardı… O da çok acıydı işte…
NORMAL HAYATA DÖNMEYİ ŞU AN KABUL EDEMİYORUM
Bugüne kadar yaşanan felaketler arasında seni en çok sarsan bu muydu?
-Evet! Böyle bir acı yok! Burada tanık olduklarımdan sonra, İstanbul’a gidip, normal hayatıma dönersem çok ayıp olacak gibi hissediyorum. Utanacakmışım gibi. Normal hayata dönmeyi şu an kabul edemiyorum.
ÜÇ HOLLANDA BÜYÜKLÜĞÜNDE BİR ALADAN SÖZ EDİYORUZ
Hem bir gazeteci hem de bir insan olarak mücadele ediyorsun. Pek çok insanın kurtarılmasına da yardımcı oldun, aracılık ettin. Daha fazla ne yapılabilirdi? Ne olsa, bu acı tablo biraz farklı olurdu?
– 11 ilde, binlerce bina yıkıldı. Çok büyük bir alan söz konusu. “Üç Hollanda büyüklüğünde” diyorlar. Eğer daha çok ekip ve ekipman olsaydı, hava ve yol şartları uygun olsaydı tablo farklı olabilirdi. Fiziki şartlar da zorladı. Ama tabii binaları adamakıllı yapsaydık. Esas bunu konuşmak lazım.
BANA KİMSE İLETİŞİM DERSİ VERMEYE KALKMASIN!
Seni eleştirenler de var. Depremzede çocuğa mikrofon uzatıp, “Neyi unutamıyorsun?” ya da “Korkuyor musun?” diye sormana kızanlar oldu. “Reying için yapılan çocuk istismarı” diyenler bile oldu. Ne cevap vermek istersin?
-Orada da ben aslında çocuğun yanına gitmedim. Ben bir çadırın önünde, bir teyzeyle röportaj yaparken, arkada çocuklar oynuyormuş. Ben görmüyorum, sırtım dönük. Stüdyodan dediler ki, “Fulya, arkadaki çocuklar ne yapıyor bir bakar mısın onlara?” Ben de döndüm arkaya, “Çocuklar nasılsınız, ne yapıyorsunuz?” diye yanlarına gittim. Yüzleri gülüyordu ama tabii ki hepsinin psikolojisi bozuk. Küçük bir çocukla konuştum, yanında annesi vardı. “13 numaralı oda var. Orada bize oyuncak veriyorlar. Bizimle oyunlar oynuyorlar. Ama unutamıyorum…” dedi bir anda çocuk. Bir anda “unutamıyorum” deyince, “Neyi ablacım?” dedim. Yemin ediyorum bunu kötü niyetle, art niyetle sormadım. “Depremi” dedi ve ağladı bir anda. Ben de “Tamam ablacım, geçecek” dedim, uzaklaştım oradan. Ama insanlar başka kanallarda neler yapmışlar, ben utandım. Bir gazeteci çocuğa, “Enkazda kaç saat kaldın? Ne yaptın orada” dedi. Gitsinler onu eleştirsinler. Bana kimse iletişim dersi vermeye kalkmasın! Saniyelik bir şey. Ayrıca burada nereye baksam gözyaşı var. Neyi saklıyorsunuz? Çocukların da psikolojisi bozuk, büyüklerin de. Gerçek bu. İnsanlar ağlıyor burada. Biz her şeyi tüm gerçekliğiyle göstereceğim ki ne olup bittiği anlaşılsın. Ben kimsenin acısı üzerinden istismar yapmadım. Neyle karşılaştıysam, neler gördüysem onu yayınladım.
HEPİMİZİN BU SÜREÇTE ŞAPKAMIZI ÖNÜMÜZE KOYUP, YAŞADIKLARIMIZI DEĞERLENDİRMEMİZ VE
DERS ÇIKARMAMIZ LAZIM!
‘Biz ülkece bir sınavdan geçtik. Ve aslında sınıfta kaldık! Yardımlaşma, dayanışma anlamında sınavı verdik ama yönetim sınavı geçemedi’ diyenler var. Sen ne diyeceksin?
-Ben şöyle diyorum: Evet, millet olarak çok kenetlendik. Acayip bir seferberlik var. Ama bu süreçte, hepimizin şapkamızı önümüze koyup, yaşadıklarımızı değerlendirmemiz lazım. Eksiğiyle gediğiyle… Ne yaptık ne yapamadık… Neleri doğru yaptık, neleri yanlış yaptık… Bunlardan dersler çıkarmamız lazım.