Bugün beni darmaduman eden bir hikâye okuyacaksınız.
Adalete güvenimi iyice sarsan bir hikâye.
“Gerçekten kelle koltukta yaşıyoruz” dedirten bir hikâye.
Üstelik Nilay Özçulcu’nun başına gelenler “hikâye” filan değil, gerçek.
İnsanın kanını donduracak kadar gerçek…
*
Elimde kahve, gazeteleri okurken denk geldiğim öylesine bir haberdi.
Bir üçüncü sayfa haberi.
Diğer haberlerin arasına sıkışmış minicik bir haber.
Başlığı biraz arabeskti: “Kader kurbanı”.
Bazı gazeteler, “Kaybolan yıllar” diye de verdi.
Nilay üç çocuk annesi.
36 yaşında.
Antalya’da yaşıyor.
Hayatlarının karardığı yıl 2002.
Erkek kardeşi Oktay Savaş, Konya’da bir cinayet işliyor. Ama aynı gün telefonla kız kardeşini aradığı için, Nilay ve annesi Hüsne Savaş da tutuklanıyor.
Anne-kız, suçsuz olduklarını anlatamadıkları için 30’ar yıl ceza alıyorlar.
Oysa cinayet Konya’da işlenirken, onlar Antalya’da.
Bu arada kardeş de tek sorumlu olarak suçunu itiraf ediyor, ama işte yargı mekanizmasını ikna edemedikleri için sonuç değişmiyor.
Anne-kız, cezaevini boyluyor.
Dile kolay, 7 yıla yakın hapis!
Sonunda Yargıtay beraat etmelerine karar veriyor, mahkeme de karara uyuyor, bir başka deyişle devlet, anne-kızı haksız yere 7 yıl hapiste tuttuğunu kabul ediyor, Nilay ve annesi özgürlüğüne kavuşuyor.
Bir yanlışlık olmuş yani!
Onların, o cinayetle alakası yokmuş yani!
Bundan daha absürd, daha acayip, daha ürkütücü, daha moral bozucu ne olabilir?
Ama felaket, tek başına gelmiyor.
Nilay’ın annesi cezaevinde hastalanıyor. Şeker hastası olarak girdiği cezaevinde, şartlardan dolayı, tansiyon hastası oluyor, kalp hastası oluyor, kalp krizi geçiriyor, akciğer rahatsızlığı yaşıyor, böbrekleri iflas ediyor…
51 yaşında cezaevine giren kadın, 35 kiloya düşüyor ve yatalak oluyor.
Zaten beraatından hemen sonra da beyin felci geçirerek ölüyor.
Durun, bitmedi!
Nilay içerideyken verem oluyor, iki ay başkalarına bulaştırmasın diye hücrede tutuluyor. Kocası, o içerideyken, “Ortada, evlilik mevlilik kalmadı, eşim zaten cinayetten tutuklu” diye boşanma davası açıyor.
Yine bitmedi!
Baba, sadece eşini değil, çocuklarını da boşuyor, onlarla ilgilenmiyor, geride kalan üç çocuk perişan oluyor.
Kız 2, küçük oğlan 6, büyük oğlan 9 yaşında.
Üçünün de hayatı kayıyor.
Nilay’ın kız kardeşi elinden geldiğince onlara göz kulak oluyor ama kim bir annenin yerini tutabilir ki?
Çocuklarına “Ben suçsuzum” diyor, “Evet anne biliyoruz ama ne zaman çıkacaksın?” diyorlar.
O da bilmiyor ki…
Çocuklar da çok zor şeyler yaşıyorlar.
Kimselere, “katilin çocuğu” olmadıklarını inandıramıyorlar.
Defalarca okul değiştiriyorlar, psikolojik tedavi görüyorlar.
En büyük oğlan sonunda okulu bırakıyor.
Küçük oğlan kimselerle konuşmaz oluyor, sakinleştirici ilaçlarla yaşıyor.
Anlayacağınız aile tamamen darmadağın oluyor.
*
Nilay Özçulcu 28’inci Yarım Kalan Hayat.
Bugün hurriyet.com.tr’de okuyabilirisiniz İtameks’in düzenlediği “Çocuk Güvenlik Koltuğu Kullanımının Önemi” panelinde moderatör oldum. İtameks CEO ‘su İsmail Delemen, Dünya Sağlık Örgütü’nün Türkiye’deki yol güvenlik danışmanı Ahmet Utlu ve Bilgi Üniversitesi psikoloji bölümü yardımcı doçentlerinden İdil Işık’a sahnede sorular sordum.
Ve İtameks’ten gelen 20 bin lira Nilay’ın hesabına yattı.
Antalya’da karşımda çok sakin bir kadın duruyor.
Biraz şaşırıyorum, ben onun yerinde olsam öfkeli olurdum, intikam ateşiyle yanardım, elime borazanı alıp, “Biliyor musunuz başıma neler geldi…” diye bağırmak isterdim.
Bir de kapı gibi beraat kararı var elinde.
Basbayağı suçsuzlar yani.
Boş yere yatmışlar yani.
Ama Nilay öyle değil.
“En azından çocuklarıma kavuştum” diyor, “Onlarla birlikte uyumanın mutluğu hiçbir şeyle ölçülemez” diyor.
Bir tek annesinden söz edilince, sürekli ağlıyor.
Tuhaf bir bilgeliği de var.
“Seni ne ayakta tuttu?” diyorum. “İnanç” diyor.
“Ben hep çıkacağımıza inandım” diyor, “Suçsuzluğumuzun bir şekilde kanıtlanacağına, adaletin yerini bulacağına… Adalet topal olabilir ama yürür… İçeride benim gibi pek çok insan var. Suçlu da var, ama bir başkasının suçunu haksız yere çeken de var. Yapacak bir şey yok. Ben inandım. Ve kendimi sanki orada değilmişim gibi soyutladım…”
“Nasıl?” diyorum.
“Okuyarak” diyor.
“İnsan, iki ay tek başına bir hücrede olunca, aklını kaçırmamak için okuyor, okuyor, okuyor… Eline ne geçerse, kaç tane kitap bitirdiğimi hatırlamıyorum bile… O kitapların, cümlelerin, kelimelerin içinde kaybolup gidiyordum…”
Nilay 36 yaşında ama kalp hastası. Çünkü cezaevinde o da rahatsızlanıyor.
Halen tedavisi sürüyor.
Ama yine de içinde nefret, öfken, kin yok.
Hikâyenin geri kalanını yarın onun ağzından okursunuz…