Memorial Sağlık Grubu’yla gerçekleştirdiğimiz “sosyal proje”nin ikinci ayağı için yine Ankara’ydaydık…
Ve karşımda, Memorial Ankara Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölüm BaşkanıProf. Dr. Cem Yorgancıoğlu.
Bence müthiş bir kişilik.
Onu “sakin güç” olarak tanımlayabilirim.
İnsanı yatıştıran, inanılmaz güven veren bir hekim.
Engin bir bilgisi var…
Ve anlatabileceği sonsuz hikayeleri…
“Hasta, kalp ameliyatı sırasında gözünü açtı!” diye anlatıyor mesela…
Siz de şaşkınlık içinde dinliyorsunuz…
Kalp ve damar cerrahisinde…
Özellikle de kapak tamirleri ve anevrizma cerrahisinde uzmanlaşmış bir isim o…
Kendi alanında bir star…
Gelin Cem Yorgancıoğlu Hoca’ya kulak verelim…
Hekim olmanızın özel bir sebebi var mı?
-Var, kuzenim Turgay. Yani Profesör Turguy Dalkara. Ben ortaokuldayken, o tıp öğrencisiydi. Ben Ankara Atatürk Lisesi’nde okuyordum, o Hacettepe’de. Hayrandım ona! Onun peşinden ben de Hacettepe’ye Okurken da kalp ve damar cerrahisine ilgi duydum…
Neden? Daha zor bir alan olduğu için mi?
-Belki de. Kalp cerrahlarının çoğu, az biraz megalomandır. Bundan da etkilenmiş olabilirim. Ama hep beni heyecanlandıran bir alan oldu. Asistanlığımda 2 aylığına İsviçre’ye gözlemci olarak gittim. Orada, dünya çapındaki cerrahlardan biri, bir ameliyata girecekti. Benden başka iki gözlemci daha vardı. Onlar, ameliyatı daha iyi görebilmek için, cerrahın asistanın arkasına geçtiler. Ama o taraftan istedikleri gibi görünmesi mümkün değildi. Sadece cerrahın tarafından görülebiliyordu. Hoca da 1.90…
Ee ne yaptınız?
– Bir tabure buldum, üzerine çıktım. Hocanın hemen arkasından ameliyatı izleyebilecek bir pozisyon buldum. Hoşuna gitti hocanın. “Sen daha önce bu ameliyatı izledin ve asiste ettin değil mi?” dedi. “Evet” dedim. “Zaten doğru yeri bir tek sen aldın!” dedi ve ertesi günden itibaren iki ay boyunca beni asistan olarak yanına alıp, ameliyatlara katılmamı sağladı…
Ooooo iyi bir başlangıç olmuş…
-Hem de nasıl!
Bu iş, belli bir kişilik yapısı gerektiriyor mu?
-Disiplin ve programlı bir çalışma gerektiriyor. Ayrıca sabır ve sebat…
Ve çelik gibi irade…
-E tabii. “Doktor olayım ama rahat da çalışayım!” derseniz, ıh ıh, cerrahi size göre değil. Hele kalp damar cerrahisi ya da beyin cerrahisi… Asla değil! Çünkü ne gündünüz ne de geceniz var. Kadın doğum uzmanları da bizim gibidir. Onların da yoktur.
Sakin birisisiniz. Bana deseniz ki, “Orkestra şefiyim!” İnanabilirim…
-Klasik müzikle ilgileniyorum. Ama orkestrayı yönetecek kabiliyetim yok!
Enerjiniz, sakinleştiriyor insanı. Sanki deli bir işiniz yok gibi duruyor…
-Bu meslekte kendinizi sakin olmaya eğitmeniz gerekiyor. Ameliyathanede, en kıdemli cerrah kimse, kontrol de ona aittir. Hasta onundur o sırada. Dolayısıyla o ne kadar sakin ve kontrollü olursa, ekip de o kadar huzurlu olur! Hata yapma riski o kadar azalır ve ameliyat başarıyla tamamlanır.
Siz, hiç paniğe kapılmaz mısınız?
-Hepimizin paniğe kapıldığı anlar oluyordur. Aksi mümkün değil. Ama paniğe kapılmak, işleri sadece zorlaştırır. Mümkün olabildiğince sakin davranmaya çalışırsanız, ameliyat esnasında ekibinize, pozitif enerji verir, onlardan da aynı şekilde pozitif enerji alırsınız.
Kariyerinize yurt dışında devam etmeyi, hazır gitmişken orada kalmayı hiç düşünmediniz mi?
-İsviçre’deki hocam, referans oldu aslında. İsviçre hükümeti de burs verdi. Fakat askerlikle ilgili bir takım sıkıntılar oldu. Bu sıkıntılar ortadan kalksaydı da o dönem, orada kalmamı teşvik edecek bir davranışla karşılaşmadım. Şimdi gençler teşvik ediliyor ama bizim dönemimizde, “Gideceksen istifa et, git. Ama döndüğünde kadro olur mu bilemeyiz ” deniyordu. Askerlik durumunu tam olarak halledememişken, bir de istifa edip gitmek riskli olacaktı. Bu nedenle gitmedim, gidemedim…
Devamında neler oldu?
-Hacettepe’de Kalp ve Damar Cerrahisi ihtisasımı tamamladıktan sonra, hocam Yüksel Bozer kalmamı istedi. Biz üç arkadaş kaldık. Ama bir buçuk yıl sonra Bayındır’ın kuruluşu gündeme geldi. Bizden büyük iki abimiz Bayındır’a geçince, ben de o ekipte yer aldım, Bayındır’a geçtim. 11 yıl da orada çalıştım. Yanlış bilmiyorsam, özel sektörden doçentlik alan ilk kişi ben oldum. Ama o dönem bu duruma pek sempatik bakılmıyordu. Hacettepe’den Prof. Dr. Erkan Ülker hocam, üniversiteye tekrar dönüp dönemeyeceğimi sordu. Kabul ettim ve 7 yıl tekrar Hacettepe’de çalıştım. Ardından da özel bir hastane grubu açıldı, ben de orada, onlarla çalışmaya karar verdim…
DAMAR CERRAHİSİ İNCE İŞ
Ne kadar incelik gerektiriyor yaptığınız iş?
-Çok. Kalp ve damar cerrahisinde, koroner ve kapak cerrahisi var. Temelde de zaten, erişkin ve çocuk diye ayrılıyor. Biz, Hacettepe’de aldığımız eğitimle her ikisini de yapabiliyoruz…
Koroner cerrahide, yani bypass ameliyatlarında çok ince çalışmanız gerekiyor değil mi?
-Evet. En fazla 3-4 milimetrelik bir alanda, tıkalı olan kalp damarını çıkarıp, yerine yenisini dikiyorsunuz. Bunun için 20 dikiş filan atılır. 3 milimetrelik bir alanda, gözlüğünüze monte edilmiş büyütücü gözlüklerle bu ince çalışmayı gerçekleştiriyorsunuz.
Damarı dikebilmek için, el yatkınlığı gerekiyor mu?
-Elbette! Benim elim yatkınmış demek ki. Yapa yapa, zaman içinde gelişiyor ama herkes aynı beceriye ve yatkınlığa sahip olamıyor…
KAPAĞI DEĞİŞTİRMEKTENSE TAMİR EDELİM
Sizin kapak tamirleri ve anevrizma cerrahisinde uzmanlaşmanızın özel bir sebebi var mı?
-Eskiden iyi çalışan yapay kapaklar üretilemediği için, hastanın kendi kalp kapağı tamir edilmeye çalışılıyordu. Yıllar içinde teknoloji gelişti. Artık “biyolojik kapak” denilen, hayvanlardan, özellikle de sığırdan elde edilen kapaklarla, mekanik kapaklar kullanılıyor. Kapak değişim ameliyatları, bu teknolojinin gelişmesiyle birlikte başarıyla yapılıyor. Ancak günümüzde kapak tamirlerinin önemi de yeniden gündeme geldi. Çünkü kapakları değişen hastaların uzun süreli ya da ömür boyu kan sulandırıcı ilaç kullanmaları gerekiyor. Tamir sonrası, kapak yeniden deforme olarak ikinci bir ameliyat da gerekebiliyor. Ama ameliyatların riski de teknolojiyle birlikte o kadar azaldı ki artık şöyle düşünüyoruz; “Hastanın kapağını değiştirmektense tamir edelim ve ona 10 yıl kazandıralım!”
Hani bazı erkekler, tamir konusunda çok beceriklidir ya, bir sürü şeyi tamir edebilir. Evde fırın bozulur onu bile tamir ederler. Bazısının da elinden hiçbir şey gelmez…
-Ben her şeyi olmasa da, tamir etmeye çalışırım. Problem çözücü bir tarafım var. Babam da tamirata pek hevesliydi, mühendisti…
ALLAHTAN EŞİM DE DOKTOR
Sizinki çok meşakkatli, ölümle kalım arasında bir iş. Bu mesleği yapmak ne kadar sıkıntılı ve riskli?
-E zor. Sonuçları da günlük hayatınıza mutlaka yansıyor. Allahtan eşim de doktor…
O ne doktoru?
-Kadın doğum.
İki doktor anlaşıyor?
-Bence çok iyi! Çünkü başka türlü, iki tarafın da bu tempoyu tolere edebilmesi mümkün olmazda. Evde destek yoksa da yürümez…
Her ameliyatta heyecanlanır mısınız?
-Evet. Büyük, küçük her ameliyat için geçerli bu. Çünkü ne yapacağınızı düşünüyorsunuz, hasta için en doğru tedavi yolunu bulmaya çalışıyorsunuz. Yıllar içinde edindiğiniz tecrübeler tabii ki işinize yarıyor ama o adrenalim hep var…
Peki çocuk hastalar?
-Ben çocuk hastalardan çok etkilenen bir cerrahım. Erişkinle birlikte, çocuk kalp ve damar cerrahisi de yapıyorum. Her şey yolunda giderse çok iyi. Ama çocuk cerrahisinde, işlerin ters gitme riski biraz daha fazla. İşte o zaman çok üzülüyorum!
BY PASS KİŞİLİK DEĞİŞİMİNE YOL AÇAR MI?
Sizin yaptığınız ameliyatlarda eskiden ne oluyordu? Şimdi ne oluyor? Nereden nereye geldi iş?
-Kalp ve damar cerrahisinde, gelişen teknolojiler sayesinde, ameliyatlar artık eskisi kadar zor ve korkulacak düzeyde değil. Geçmişte, halk arasında “Hasta, ameliyat sonrası kişilik değiştirdi!” diye konuşulurdu mesela…
Bypass ameliyatlarından sonra “kişilik değiştirme” denilen şey, hastanın, ölümün kıyısından döndüğü için, artık hayatı kendisi için yaşaması mı? Daha bencil olması mı…
-Evet, bu da var. Ama geçmişte, mikro emboliler, yani pıhtılar oluşuyordu. Beyinde çok küçük ve gözle görülmeyecek kadar küçük noktasal emboliler. Bunun sonucunda hasta, felç olmuyordu ama beynin, kişilikle ilgili kısmında bir takım hücresel bazda değişiklikler gerçekleşiyordu.
Peki gerçekten kişilikleri değişiyor muydu?
-Evet. Ama artık bu duruma eskisi kadar çok tanık olmuyoruz.
BAŞARI ORANI YÜZDE 98-99
Ameliyat yaparken hastanın kalbini durdurmak nasıl bir şey…
-Ameliyatı, kalbi durdurarak yapıyorsanız, kanı bir cihaza alıyorsunuz. O cihazda oksijenlendikten sonra tekrar vücuda veriyorsunuz. Yani cihaz, kalp akciğer makinesi görevini görüyor. Tabi vücutta bir yabancı cisim reaksiyonu oluşabiliyor. Çünkü vücut plastik ya da metal bir takım şeylerle karşılaşıyor. Bunun için artık özel önlemler alınıyor ve bu reaksiyonlar da önleniyor. Dolayısıyla açık kalp ameliyatlarının sonuçları gün geçtikçe çok daha başarılı oluyor.
Başka…
-Ameliyat sonrası hasta bakımı da artık çok önemli. Bunu da çok daha iyi yapıyoruz ve komplikasyon riskini en aza indiriyoruz. Hastanın ateşinin yükselmesi ve vücudunun verdiği reaksiyon gibi riskler neredeyse tamamen ortadan kaldırılıyor. Artık teknolojinin nimetlerinden olabildiğince yararlanıyoruz.
Eskiden bypass ameliyatlarının başarı oranı da düşüktü değil mi?
-Evet. Hastanın kalp dışında ek bir hastalığı yoksa, ileri yaştaki hastalar bile artık başarıyla ameliyat edilebiliyor. Eskiden 70 sınır olarak kabul edilirdi, şimdi çok daha ileri yaşlardaki hastalarımız var…
Dünyanın sonu değil yani bypass olmak?
-Hiç değil! Bugünlerde 65-70 yaşın altında, başarı oranımız yüzde 98-99’larda. Yüzde 1 ya da 2 oranında risk, apandisit ameliyatında da var. Çünkü anestezi alınıyor…
Tam nerede kaçak var?
Ne tip bir kaçak?
Tamirata uygun mu?
Artık kalp kapağı edilebiliyorsa, tamiri tercih ediyorsunuz. Kapalı ameliyat mı yapıyorsunuz?
-Hayır. Hastanın göğüs kafesi açılıyor.
Siz, her seferinde bir kalp gördüğünüzde “İşte şimdi yine karşılaştık!” diyor musunuz?
-(Gülüyor) Kalple aramızda bir bağlantı var! Ama birinin göz göze gelme gibi bir şey değil bu. Kalp içeride bir organ. Yani dışarıdan görünmüyor. Ancak içini açıp bakarsanız, görebiliyorsunuz. Bir süre sonra da kanıksıyorsunuz. Kalple ilgili bir bilgi vereyim: Kalbin iki tarafı var. Biri temiz kan tarafı, biri de kirli kan tarafı. Her iki tarafta da, ikişer kapak var ve toplam 4 kapaktan oluşuyor. Ağırlıklı olarak temiz kan tarafındaki kapaklar rahatsızlanıyor…
Neden peki?
-Kişi, romatizmal bir hastalık geçirmiş olabilir. “Beta hemolitik streptokoka” bağlı olarak, akut eklem romatizması denilen bir durum oluşuyor. Bu da kalpte bir tutuluma sebep oluyor. Yani kapaklardan birine temas ettiğinde, onun deformasyonuna, işlevinin bozulmasına ve kireçlenmesine yol açıyor. Yıllar içinde kireçlenen kapağın tamiri de zorlaşıyor. Çoğunlukla “mitral kapak” denilen ve kanın, temiz kan tarafındaki kulakçık, karıncık arasındaki kapakta tamir işleri ön plana çıkmaya başladı. Aynı şekilde kirli kan tarafında bulunan ve aort denilen ana damara girişte de son yıllarda tamir gündemde. Ancak yetmezlik durumlarında tamir yerine kapağı değiştirmeyi tercih ediyoruz…
Tamirat daha çok dikilerek mi yapılıyor?
-“Mitral kapak” dediğimiz kulakçık ve karıncık arasındaki her iki kapakta, paraşüt benzeri ipçiklerle tutunan bir yapı var. Aşağıdan kan basıncı geldiği zaman, o ipçikler gerilip, kapağın kanı yukarı doğru kaçırmasını engelliyor. Bazen de ipçik kopması olabiliyor. Ya da o kapağı tutan ve iskelet olarak adlandırılan fibröz halka, kalbin büyümesine bağlı olarak genişleyebiliyor. İki kapaklı bir dolap düşünün. Kasayı genişletirseniz, kapaklar birbirine kavuşmaz ve orada bir boşluk olur. O bölgeden de kan kaçışı gerçekleşir. Kişinin geçirmiş olduğu kalp krizlerine bağlı olarak kalbin o bölgesi iyi kasılamıyorsa ve eğer o ipçik geriliyor, aşağı doğru çekiyorsa, o bölgede boşluk oluşabiliyor…
Siz teorik olarak mı biliyorsunuz yoksa göğüs kafesi açıldığında bütün bunlar görülebiliyor mu?
-Daha önceden tespit etmemiz mümkün. Ekokardiyografi dediğimiz, kalbin ultrasonografisiyle zaten teşhis konuluyor. Son yıllarda bu 4 boyutlu ultrason ekokardiyografilerle de, “Tam nerede kaçak var? Ne tip bir kaçak? Tamirata uygun mu? Değil mi?” diye kabaca zaten biz yüzde 70-80 ameliyata girerken ne yapabileceğimizi biliyoruz…
Yabancı maddelerin vücuda girmesinin getireceği riskler var yok mu peki?
-O nedenle kapakları tamir etmeye çalışıyoruz ya! Kapak değişimi yaptığımızda mekanik kapak kullanırsak, hasta, ömür boyu kan sulandırıcı ilaç kullanmak zorunda kalıyor. Biyolojik kapakta ise 2-3 ay gibi belli bir süre sonucunda ilaçlar kesilebiliyor. Tıpkı kapak tamiri ameliyatında olduğu gibi… Ama onların ömrü 7-10 seneyle kısıtlı oluyor. Kısaca, tamirle 7-10 sene kazanırsak, biyolojik kapak değişimi yapılmış gibi oluyor. Eğer kapak tamiri başarılı bir şekilde yapılmışsa, hastaların önemli bir bölümü, uzun yıllar sorunsuz ve sağlıklı bir şekilde yaşamlarını sürdürebiliyor.
TECRÜBE ÖNEMLİ
Tecrübe, yapılan ameliyatla mı kazanılıyor?
– Elbette! 10 ameliyat yapmış bir hekimle, 100 ya da 1000 tane yapmış hekim arasında elbette çok büyük fark vardır. Tecrübe önemlidir. Hepimiz, hastalar için elinizden geleni yapıyoruz. Bazen bütün doğruları uygulasanız bile, aksilik olabiliyor. O zaman geriye yönelik analiz yapıyorsunuz. Bazen ekip halinde, “Hata yaptık mı?”, “Nerede yaptık?” diye sorguluyoruz. Hiçbir hata yapmamış olsak bile, “Acaba böyle yapsak daha mı iyi olurdu?” diye kendinizi eleştiriyoruz.
İnsan vücudu nasıl bir özellik taşıyor ki bütün bu düzeltmeler sonucunda iyileşerek eski haline gelebiliyor?
-İnsan vücudu gerçekten büyüleyici! Hem çok sağlam hem de çok kırılgan. Bir bakıyorsunuz, kişi kaldırımda yürürken düşüp ayağını burkup ve ölüyor. Bir bakıyorsunuz ölümden dönüyor, çok ağır tablolardan sapasağlam çıkıyor…
BİR SAATTEN FAZLA KALP MASAJI YAPILIP GERİ DÖNEN HASTALAR GÖRDÜM
Kalbi durdurunca nasıl koruyorsunuz?
-Son yıllarda kalbi koruma yöntemleri inanılmaz gelişti. Soğuk, temel koruma yöntemlerinden biri. Soğutuyoruz hastayı. Vücut ısısını 30 dereceye düşürüyoruz. Bazı hastalarda daha derin soğutma yapıyor ve 18 dereceye kadar vücudunu soğutuyoruz.
Peki kalp ne kadar durabilir ve geri döndüğünde hasar görmemiş olabilir mi?
-Ben 1 saatten fazla masaj yapılıp geri dönen hastalar gördüm.
1 saat boyunca ona masaj yaparken ne veriyorsunuz oksijen mi?
-Tabii! Kalbe dışarıdan masajla, beyin kan akımını sağlamaya çalışıyoruz. Çünkü beyin dayanmaz. Siz dışarıdan kalbe masaj yaparak, içinde kan olan o topun kasılmasını sağlamaya çalışıyorsunuz. Ya kendisi kasılacak ya da dışarıdan siz sıkıştırarak, pompa vazifesi sağlamaya çalışacaksınız…
Siz bazen şöyle hissediyor musunuz: “Her şey benim elimde değil. Kader denile bir şey var. Ölecekse ölüyor…”
-Aynen öyle! Ameliyat sırasında çok fazla bu tür şeyler düşünmüyorsunuz tabii. Sonuçta işinize konsantre olmanız gerekiyor. Ama dediğiniz gibi. “Yaşama şansı düşük” dediğiniz hastaya bir bakıyorsunuz her şey yolunda gidiyor, 4’üncü, 5’inci gün taburcu olacak hale geliyor…
TEMPOLU YÜRÜYÜŞ
Koşarak tabi ki daha fazla zorluyoruz bedenimizi. Kimsenin 40 yaşından sonra maratoncu olması gerekmiyor. Bir anlamı yok. Tempolu yürüyüş olabilir. Hafifçe ter atacak kadar sporu neyle yapıyorsanız yeterli.
DEDELERİMİZ YORGANI YETENEĞİMİZ ORADAN GELİYOR
Siz, anevrizma ameliyatları da yapıyorsunuz. Ağrılardan, anevrizma teşhisini nasıl koyuyorsunuz?
– Anevrizma belli bir büyüklüğe kadar fark edilmeyebilir. Sırt ağrısı olur, bel ağrısı olur. Kalpten çıktığı noktadan başlayan tüm atar damar hatları boyunca olabilir…
O sırada hasta onu kas ağrısı falan mı sanıyor?
-Evet. Halkımızın terimlediği şekilde, kulunç ağrısı, yan ağrısı, bel ağrısı, karın ağrısı…
Aslında o sırada hastaneye yetişmesi gerekiyor…
-Evet. Genellikle da bir başka tetkik sırasında ortaya çıkar. Maalesef bazen doktor arkadaşlar bile atlayabiliyor. Bel ağrısı diye fizik tedaviye gönderdikleri oluyor…
Peki diyelim ki evde yırtıldı. Hastaneye gelecek kadar yaşama şansı var mı, yolda mı ölecek?
-Yetişen hastalar var. Ama kaybedilen hastalar da oluyor. Göğüs boşluğu içindeki yırtıklar biraz daha riskli.
Siz bu kadar incelikli kalp dikişleri yapabildiğinize göre, dünyanın en acayip elbisesini de dikebilirsiniz…
-Valla soyadımız da Yorgancı. Dedeler yorgan dikermiş, benim yetenek de muhtemelen oradan geliyor…
BAŞTAN BÜTÜN RİSKLERİ SÖYLÜYORUZ
Hastaları kaybedilince, hasta yakınları, “Elinden geleni yapmıştır!” diye kalp cerrahlarına daha mı anlayışlı davranıyor?
-Evet. Eğer sizin hakikatten elinizden geleni yaptığınızı, hastayla düzgün ilgilendiğinizi görmüşlerse, üzülüyorlar ama anlayışla karşılıyorlar.
Siz ne kadar açık bir hekimsiniz? Baştan bütün riskleri söylüyor musunuz…
-Evet mutlaka söylüyoruz. Zaten son 5 senedir bilgilendirme formları zorunlu hale geldi. Anlamadığı bir şey varsa, biz de her türlü ayrıntıyı anlatıyoruz.
ANEZTESİ DİYE BİR FİLM VARDI O GERÇEK
Kalp durunca, o insan nereye gidiyor?
-O alete bağlıyken, gözünü açan, etrafa bakan hasta gördüm ben. Bir film vardı “Anestezi” diye, gerçekten de ben kalp ameliyatı sırasında gözünü açan hasta gördüm…
Nasıl yani?
-Kalbi durmuş ama dolaşım devam ediyor. Biz dolaşımı devam ettiriyoruz. Kalp dışındaki bütün dolaşımı…
Kalbi durmuş gözünü mü açıyor, öyle mi?
-Evet. Ayağını oynat deyince de oynatıyor.
Anlıyor mu nerede olduğunu?
-Onu bilmiyorum.
Kalbi duran biri bunları nasıl yapıyor?
-Onu yapan beyin. Beyin dolaşımı devam ettiği sürece mümkün yani. Ama sadece bir kişi gördüm…
O sırada siz işlem halinde miydiniz?
-Bizim hocamız işlem halindeydi. Kalp ameliyatı devam ediyordu…
Ağrı hissetmiyor mu?
-Sanmıyorum. Ağrı, anestezik ilaçlarla baskılanıyor zaten. Ama o film gerçek, öyle hastalar var. Fakat o uyanıklık fark edilir edilmez, tekrar tedbir alınır. O durumdaki hastaların büyük bir çoğunluğu alkol ya da ilaç bağımlısı olabilir. Verilen anestezi, yeterli etkiyi bu nedenle göstermemiş olabilir. Bir kısmı tamamen enzimatik yani doğuştan olan bir takım bağışıklık nedeniyle verilen ilacı çabucak harcıyordur. Normalde yarım saat sonra ilacın etkisinin ortadan kalkması beklenirken 5 dakika sonra kalkıyordur.
AŞKIN KALPLE İLGİSİ YOK
Birini gördünüz, heyecanlandınız, aşık oldunuz, kalbiniz çarpıyor, pırpır ediyor. Ancak bunun kalp ile ilgisi yok. Aşık olduğunuz kişiyi görünce kalbinizin hızla atmasının en büyük nedeni hormonal faktörler. Bir kısmı da beyinden kaynaklanıyor.
KALP AMELİYATI OLAN KENDİNİ YARIM İNSAN ZANNEDİYOR
Kalbi yenilenen biri kendini nasıl hissediyor? Süpermen gibi mi? Yoksa her an kırılacak cam adam gibi mi?
-Yeni kalp takıldıktan veya kalp ameliyatı olduktan sonra, kişilerin kendini nasıl hissedeceği doktorların eğitimine ve kardiyak rehabilitasyon programlarına bağlı. Ancak bu programlar Türkiye’de çok az. Yurtdışında özellikle de Almanya bu konuda çok gelişmiş durumda. Biz de burada kurmayı planlıyoruz.
Ne yapmak lazım?
-Kalp ameliyatı olduğu zaman çoğu insan kendini yarım insan gibi hissediyor. Böyle bir psikoloji var. Hastaya, yarım insan olmadığını hissettirmek lazım. Ameliyat olmadan önce kalbi hastaydı. Ameliyat olduktan sonra kalbi belki sıfırlanmadı ama ameliyattan önceki durumuna göre çok daha iyi. Bir kere buna inandırmak lazım hastayı. Biz cerrah olarak ne kadar onu inandırabiliriz bilmiyorum ama kardiyak rehabilitasyon programlarında psikologlar da var. Ve bu, çok önemli bir konu…
DOĞRULUK PAYI VAR
Gelelim kalp ve Viagra ilişkisine… “Kalbime adam gibi baktırmadan kullanırsam başım belaya girer” bir şehir efsanesi mi?
-Aslında değil. Doğruluk payı var tabi ki. Çünkü damar genişletici özelliği var bu ilaçların. Bazı hastalarda tedavi amaçlı ilaç olarak kullanıyoruz, bazı hastalarda da tansiyon düşmesine yol açabiliyor.
AŞK TESADÜFLERİ SEVER DE OYNADI
Siz bir de filmde oynadınız…
-Evet. “Aşk Tesadüfleri Sever”de. Senaryoyu kontrol etmemi istediler. Bir takım tıbbi hatalar vardı, onlarda değişiklik yaptım. Sonra Ömer Faruk Sorak, “Hocam siz de oynar mısınız?” dedi, kırmadım. 3-4 ay önce yine aradı. “Hayırdır, film teklifi mi var?” dedim. “Yok, hocam hastam var!” dedi. “Hemen yolla, ama film olunca da ara” dedim!
Fotoğraflar: Emre Yunusoğlu