Neden cerrah oldunuz?
Dayım yüzünden! Hacettepe Tıp Fakültesi’nde görevli bir teknisyendi, fakülteye giderken bazen beni de yanı alırdı. Bambaşka bir dünya vardı orada. Hiç beyin cerrahı görmemiş ve tanımamış olmama rağmen, Orta 2’de, beyin ve sinir cerrahı olmaya karar verdim. Okulun da en iyi öğrencilerindendim. Aynı zamanda futbola meraklıydım. Gençlerbirliği Genç Takımı’nın takım kaptanlığını yapıyordum. Ama cerrahiye duyduğum aşk, futbol aşkımdan ağır bastı…
Siz, hep iddialı biriydiniz?
Galiba. Zor işleri severim ben. İşimi de en iyi şekilde yapmak isterim. O zamanlar da, tıpta en zor branşlardan biri, beyin ve sinir cerrahisiydi. Ama cerrah olmak istememin bir sebebi daha var…
Nedir?
Yine ortaokul yıllarında, babama, hipofiz bezi adenomu teşhisi konuldu. Bu beni çok sarstı. Babama bir şey olacak diye çok korktum. Hacettepe Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi’nde ameliyat oldu. Ve o cerrahlar, babamı kurtardı. O günden sonra da, cerrah olmak benim için şart oldu!
Hacettepeli olmak sizin meslekte bir ayrıcalık galiba…
Evet, orada çok şey öğrendim. Eğer şu anda beyin ve sinir cerrahisinde her türlü ameliyatı yapabiliyorsam, bunu kişisel yeteneklerimin yanı sıra, üniversitemin verdiği eğitime borçluyum. “İş disiplini nedir? Hastanın tedavisi ya da ameliyatı sırasında beklenmedik bir şey olduğunda n’apılır? Kriz nasıl yönetilir? Hastanın komplikasyon riski en aza nasıl indirilir? Hastaya nasıl davranılır?” gibi şeyleri ben hep Hacettepe’de öğrendim. Gerisi de benim cerrahi yeteneğim, görgüm, bilgim, becerim ve Allah vergisi özelliklerimle ilgili. Ama sonra, üniversitemden ayrılarak özel sektöre adım attım. Şu an da Türkiye’nin en etik ve büyük kurumlarından biri olan Memorial’da çalışmanın gururunu taşıyorum.
Siz, insana güven veren cerrahlardansınız…
Teşekkür ederim, ben de kendime güveniyorum. Çünkü tecrübem sayesinde bazı olumsuzlukların üstesinden gelebiliyorum.
Sizin bir de Toronto tecrübeniz de var değil mi?
Evet. Bir sürü önce, Charles Theater adında çok değerli bir bilim adamı, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne gelerek, omurilik yaralanmalarında kök hücre tedavisiyle ilgili bir konferans verdi. Konferansın sonunda yanına gittim ve yurt dışında çalışmak istediğimi söyledim. Kartını verdi, kendisine yazmamı istedi. Yazıştık. Sonra beni aradı ve Kanada’ya davet etti. Kanada maceram işte bu şekilde başlamış oldu. Toronto benim için eşsiz bir deneyimdi…
Kaç yaşındaydınız?
Hem ne nasıl! Ben 40’lı yaşlardaydım. Keşke daha erken gitseymişim. O yüzden şu anki gençler çok şanslı. Kesinlikle yurt dışına açılsınlar, önlerine gelen fırsatları değerlendirsinler ya da kendileri fırsat yaratsınlar…
YÜRÜYEMEYEN BİRİNİN KÖK HÜCRE TEDAVİSİYLE YÜRÜYEBİLMESİ ŞİMDİLİK MÜMKÜN DEĞİL
Kanada’da kök hücre üzerine de çalıştınız. O dönem Türkiye’de olmayan şeyler gördünüz. Şimdi ne noktaya gelindi kök hücrede? Ne tür gelişmeler var?
-Kök hücrenin doğuşu Kanada ağırlıklı. Amerika olarak bilinir ama bu işin öncüleri Kanada ve Amerika. Hakikaten Kanada’da her türlü branşa yönelik çalışmalar artık kök hücre alanına kaymış durumda. Çok iyi deneysel çalışmalar var. Ancak ne yazık ki insan üzerinde değil…
Nasıl yani?
-Yani beyin ve sinir cerrahisine yönelik olarak insan üzerinde elde edilen bir sonuç yok. Omurilik yaralanması ve beyin travması gibi durumlarda, kök hücreden şimdilik yararlanılamıyor. Bazı kan hastalıklarında ve ALS gibi hastalıklarda kök hücre kullanımında bir takım sonuçlar alınıyor.
Yani yürüyemeyen birinin kök hücre tedavisiyle yürüyebilmesi şimdilik mümkün değil…
-Evet değil. Tek başına kök hücrenin çözüm olabileceğini de inanmıyorum ben.
Peki kök hücre, suiistimale açık bir mesele mi?
-Kesinlikle!
Ne oluyor, insanlar hep bir umut yürümeyi bekliyor değil mi…
-Aynen öyle! Kanada’da bulunduğum yıllardan bir örnek vereyim. 2006’da birlikte çalıştığım Dr. Charles Theater bir televizyon programına katıldı. Yürüyemeyen durumda iki genç vardı, trafik kazasında geçirmişlerdi. Kök hücre tedavisi ile bu çocukların yürüyüp yürüyemeyeceği üzerinden tartışma başladı. Theater hiçbir yorum yapmadan ve polemiğe girmeden, “Kanada yasaları buna müsait değil. Biz insanlara kök hücre tedavisi uygulayamayız” dedi. İnsanlar, hep bir umut arayışı içinde. Tıbben tedavisi mümkün olmasa bile, çaresiz oldukları için iyileşebilmenin başka formüllerini arıyorlar. Bunu çok iyi anlıyorum ama bilim insanları olarak bizim onları yanlış yönlendirmemiz gerekiyor.
N’aptı peki o kaza geçiren o iki genç?
-Kanada Devleti’nden aldıkları parayla Çin sınırında bir yerde, bu kök hücre tedavisini yaptırdılar. Göbekten ve burun mukozasındaki sinir hücrelerinden alınan ve deneysel ortamda çoğaltılmış kök hücreleri enjekte ettirdiler. Onları 3 ay sonra gördüğümde hiçbir değişiklik yoktu. Duyduğum kadarıyla 1 sene sonra da hiçbir değişiklik olmamış. Yani ne yazık ki şimdilik bir sonuç yok!
BEYİN AMELİYATLARINI HASTA UYANIKKEN YAPIYORUZ
Tıbbın sizi de şaşırttığı oluyor mu? Mesleğe başladığınızda neler imkansızdı mesela, şimdi neler mümkün?
-Beyin ve sinir cerrahisinde, günümüzde gerçekleştirilen ameliyatların tekniklerine ve sonuçlarına baktığımızda çok ciddi bir yol kat edildiğini söyleyebilirim. 60’lı, 70’li yıllarda görüntüleme tekniklerinin neredeyse hiçbiri yoktu. Ama o dönemdeki hocalarımız o kadar değerli ve başarılı hekimlerdi ki, sadece hastayı muayene ederek sorunu bulup tedavi edebiliyorlardı. Üstelik bunu görüntüleme teknikleri olmadan yapabiliyorlardı. Şimdi bu ileri teknolojiler sayesinde, hastaya daha doğru tanı konulabiliyor.
Artık elinizde mikroskop, ultrason, navigasyon ve elektrotlar da var, öyle değil mi?
-Aynen öyle! Beyin ameliyatlarını, hasta uyanıkken yapabiliyoruz. Hasta hem hastalığından kurtulmuş oluyor, hem de sağlıklı olarak ameliyattan çıkabiliyor. “Minimal invaziv” adını verdiğimiz, küçük küçük cerrahi kesilerle büyük ameliyatlar gerçekleştirebiliyoruz.
ARTIK ÇOĞU AMELİYATTA KAFATASI AÇILMIYOR
Beyin ameliyatı deyince benim hala aklım uçuyor! Çok incelikli bir işiniz var. En çok hangi ameliyatları yapmaktan heyecan duyuyorsunuz?
-Kişisel olarak ben beyin tümörleriyle uğraşmayı çok seviyorum. Zor ve komplike işlemler beni etkiliyor. Ben o zor vakalarda, iyi sonuçlar alarak hastalarımın yeniden yaşama bağlanmasından büyük bir mutluluk duyuyorum.
Hazzı, hastayı kurtardıktan sonra yaşıyorsunuz yani…
-Elbette! Beyinde sonradan oluşmuş ve hastanın yaşamını tehlikeye atabilecek bir şeyi çıkarıp atıyorsunuz, hastayı ondan kurtarıyorsunuz. Bence işin en müthiş yanı bu… Mesela benim için girdaplı tümörlerin ameliyatını yapmak heyecan verici. Ama tabi, cerrahın sınırını ve durması gereken noktayı da iyi bilmesi gerekir. Ben o konuda biraz sınırlarımı zorluyorum ve tümörü alabilmek için sürekli mücadele ediyorum…
Nasıl yani?
-Tümörü çıkartıncaya kadar kovalıyorum! Ve ondan kurtulmak için elimden geleni yapıyorum…
Hangi ameliyatlar, kafa açılmadan gerçekleşiyor?
-Artık çoğu ameliyatta, kafatası açılmıyor! Kafa kaidesinde oluşan tümörlere, burundan girilerek günümüzde çok gelişmiş endoskop teknolojisinden yararlanarak müdahale ediyoruz. Endoskop teknolojisi sayesinde hipofiz tümörlerini de alabiliyoruz. Bazı tümörlere de burundaki bazı boşluklardan yararlanıyoruz, o boşluklardaki kemikleri alıp, o bölgeleri açarak operasyon yapıyoruz.