Gülsün Kanat Dinç
Günden güne de artıyor.
Biz konuşuyoruz, “Bir şeyler yapmak lazım” diyoruz.
Ama biliyor musunuz, biz konuşurken, ‘bir şeyler
yapanlar’ var.
Mor Çatı Gönüllüleri.
Uzun zamandır kimseyi kıskanmamıştım.
Galiba ben en çok, bir amaca gönül verenlerini kıskanıyorum.
Bakın, onları kıskandım.
Müthişler!
Bir kere hepsi çok iyi eğitimli ve ne yaptıklarını biliyorlar.
Kadın dayanışmasıyla bir kadın politikası yürütmeye çalışıyorlar.
Onların sözlüğünde, ‘kurtarmak, sahip çıkmak, kollamak, korumak’ gibi hiyerarşi yaratan fiiller yok. “Ne alakası var kimseden üstün değiliz, o kadınlar özgürleştikçe biz de özgürleşiyoruz, o kadınlar güçlendikçe biz de güçleniyoruz” diyorlar.
Pek alışık olduğumuz bir örgütlenmeleri yok, insan biraz şaşırıyor.
Üst- ast ilişkileri yok, bir müdür, müdür yardımcısı, sekreter yok.
Kolektif bir yapı.
Ve mücevher gibi bir kadın sığınakları var.
Kocan seni dövüyorsa, psikolojik ya da fiziksel şiddet uyguluyorsa, annen baban da,“Sen gel ama çocukların kalsın” diyorsa, toplumun çoğunluğu, “Gelinliğinle gittiğin yerden kefeninle çıkarsın” anlayışındaysa, senin de dayanacak gücün kalmadıysa, maddi olanakların da yeterli değilse…
Söyleyin n’aparsınız?
Kurtuluş, işte o kadın sığınma evlerinde.
Böyle sorunları olmayanların kolay kolay anlayabileceği, empati yapabileceği bir şey değilbu. Zaten yapabilseydik eğer, kadın dayanışması çok daha ileri seviyelerde olabilirdi bu memlekette…
Hem devletin hem belediyenin sığınma evleri var.
Ama Mor Çatı’ninkiyle arasında dağlar kadar fark var.
Siz de okuyunca göreceksiniz.
Bu haber için Mor Çatı gönüllüsü Gülsun Kanat Dinç’le ve yine bir başka gönüllü psikolog Feride Yıldırım Güneri’yle ve şiddete uğramış kadınlarla konuştum.
İnsanı dehşete düşüren hikayeler dinledim.
Bu haber aynı zamanda Yarım Kalan Hayatlar 19 ve 20.
Sizinle birlikte oluşturduğumuz Magnum Mini Hazlar projesinden gelen para şu an Mor Çatı sığınma evinde yaşayan 12 kadın ve 8 çocuğa gitti.
Böyle güzel bir davaya katkılarından dolayı
Magnum’a da teşekkür ederim.
Adım Gülsun Kanat Dinç. 9 yıldır Mor Çatı gönüllüsüyüm. 18 yaşımdan beri feministim.
Kendinizi feminist olarak tanımlamanızın özel bir sebebi var mı?
Olmaz mı? İki abim, iki ablam var. Çok küçük yaşlarda fark ettim ki, erkeklik ve kadınlık rolleri farklı. Erkeklere tanınan haklar ve fırsatlar da farklı. Solla ilgili bir seminere gitmek istediğimde mesela, ben gidemezdim abim gidebilirdi. Abimin bana karışma hakkı vardı.Sokakta yürürken gülmemeliydim, kot pantolon giymemeliydim, seçeceğim iş alanları için“Kızlara şunlar uygun, şunlar değil” denirdi. Ben de her şeyi sorgulayan bir çocuktum ve şanslıydım; feminizmle ilgili kitaplar okuyan bir ablam vardı. 80 sonrası feminist çeviriler artmaya başladı, kadın yayınları, kadın hareketleri, tabii ben de etkilendim. İngiltere’de sosyal hizmetler eğitimi aldıktan sonra, gönüllü olarak çalışmak istedim, Çocuk Esirgeme Kurumu’na başvurdum, geri dönmediler, Mor Çatı’da arkadaşlarım vardı, “Gel bizimle çalış” dediler, 2002’den beri Mor Çatı’dayım.
Bütün Mor Çatı gönüllüleri, kadın, sol kökenli ve feminist mi?
Feminizm tamam ama hepimiz sol kökenli değiliz. Ne var ki, buradaki herkesin hedefi aynı: Kadın dayanışması ve kadının özgürleşmesi.
Toplumda ‘feminizm eşittir erkeklerden nefret’ gibi algılanıyor. Ne kadar doğru…
Devletin ve medyanın yaklaşımı erkek egemen olunca, söyledikleriniz doğru bir şekilde aktarılmıyor. O zaman da erkek düşmanı olarak algılanıyoruz. Ben gençken feministler çirkin ve agresif olarak değerlendirilirdi. Gerçi bazıları için hâlâ öyle ya. Hele bir de saçlar kıvırcıksa. Türkiye’ye döndüğümde, Mor Çatı’yı temsilen televizyonlara filan çağrıldığımda fark ettim ki, saçlarımı fönleterek gidiyorum, çünkü düz olmasını istiyorum. Farkında olmadan o girdabın arasında kalmışım. Şimdi tabii dokunmuyorum saçlarıma. Bu, bizim üzerimize yıkılan bir şey. Doğru değil; ne çirkiniz ne de erkek düşmanı.
Genç insanlar için ‘erkek egemen toplum’, ‘feminist’ gibi laflar eski değil mi?
Dünyaya baktığınızda, kadına şiddet azalmış değil, mal varlıklarına baktığınızda ise kadınlar hâlâ çok gerilerde. Demek ki benim, henüz bir erkekle eşit olmam sağlanabilmiş değil. Kadının özgürleşmesi, dayanışması gerekiyor.
Siz nasıl değerlendiriyorsunuz, kadınların yaşadığı şiddet azılıyor mu, artıyor mu?
Azalmıyor, aksine artıyor. Ama şu oluyor: Kadınlar artık konuşabiliyor, yaşadıklarını anlatabiliyor. Problem ‘görünür’ oldu, farkındalıkları arttı, eskisi gibi sineye çekmiyorlar,“Senden ayrılacağım, kendi ayaklarımın üzerinde duracağım, çocuklarımı da alıp gideceğim” diyorlar, o yüzden de öldürülüyorlar! Her gün üç kadın öldürülüyor bu ülkede.Hatta bazı kaynaklara göre beş. Daha bugün bir kadınla konuştum, şiddet görüyor,hayati riski var, evinden çıkmak istiyor, adam çocuklara da saldırıyor, aileden destek yok, “Sen gel ama çocuklarını bırak” diyorlar, 4320 koruma kararını da aldırmış, ama uygulanmıyor. Adam, “Seni de, çocukları da öldüreceğim!” diyor. Durum o kadar vahim ki, her an gazetelerde bu kadının öldürüldüğünü okuyabiliriz.
Neden devletin sığınaklarına gitmiyor? Elinde kapı gibi koruma kararı varken.
Gidemiyor. Çocukların yaşı 12’den büyük…
E ne olmuş?
Devlet 12 yaşından büyük erkek çocuklarını sığınaklara almıyor, onları ‘erkek’ olarak kabul ediyor. Hatta bazıları sekiz yaşından büyükleri almıyor. Yönetmelikleri böyle. E kadın da haklı olarak çocuklarından ayrılmak istemiyor, onları yetiştirme yurduna göndermekten kaçınıyor, gidebileceği bir yer de yok; şiddet görmeye ve o evde oturmaya devam ediyor.
Sizin sığınağınızda durum farklı mı?
Evet. Bizde anne-çocuk, aynı çatı altında yaşayabiliyor, 18 yaşına kadar kabul ediyoruz. Biz kadının, kendi gücünü yeniden fark etmesi için çalışıyoruz. Çünkü kadın çok güçlü bir varlık, belki de bu yüzden bu kadar şiddete maruz kalıyor. O ya da bu şekilde yıkılmıyor, adam dövüyor, sövüyor, her şeyi yapıyor, kadın yine ayakta, kendi içsel gücü sayesinde bunu başarıyor. Bizler, tekrar o güce kavuşmaları için onlara destek veriyoruz. O yüzdende şunu savunuyoruz: Kadınlar mağdur oldukları, zayıf oldukları için şiddet görmüyorlar,kadın oldukları için görüyorlar. Biz onların cep telefonlarını ellerinden almıyoruz, “Sen kendini koruyamadın, ben seni koruyacağım” diye üzerlerine kilit vurmuyoruz. Bizim sığınma evimizde özgürler. Onlar adına karar vermiyoruz, giriş çıkış saatlerini kendileri belirliyor, onların evi burası, haftalık mutfak bütçeleri var, 12 kadın, 8 çocuk kalıyor şuanda…
Müthişsiniz!
Yoo olması gereken bu. Ancak bu şekilde güçlenebilirler. Ve sadece onlar güçlenmiyor yanlış anlaşılmasın, bizler de onlarla birlikte dayanışma yaparak güçleniyoruz. Birbirimize öğretiyoruz. Devlet almıyor ama biz, şiddete uğrayan psikiyatrik tanı almış kadınların bir kısmını da alıyoruz.
Peki topu topu 12 kadın az değil mi?
Sığınıkların büyük olması tercih edilen bir şey değil. O zaman dayanışma sistemini yaratamayabilirsiniz.
Mor Çatı’dan kaç kadın geldi geçti…
Binlerce…
Ne kadar süre kalıyorlar?
İhtiyaçlarına göre değişiyor. Bazen üç ay, bazen iki buçuk yıl. Bizim için bütün kadınlar biricik, dolayısıyla hepsinin desteği ve ihtiyacı farklı.
Bütün bu anlattıklarınız olağanüstü, keşke size finans bulunsa ve bu tür sığınakları çoğaltsanız ve siz işletseniz…
– Biz sosyal servis kurumu değiliz. Biz burada kadın politikası üretiyoruz. Bunu örnekleştirip, yaygınlaştırıyoruz. “Dayanışma böyle olmalı” diyoruz. Yoksa, “Ben bunu herkesten daha iyi yaparım, Türkiye’deki bütün sığınakları biz açalım” değil. Evet, bizim sığınakların nasıl çalışması, neler yapılması gerektiği konusunda, deneyimlerimiz var, yıllar içinde öğrendik, bunları dileyen herkesle paylaşırız. Nitekim Türkiye’nin her yerindeki kadın örgütleriyle işbirliği içindeyiz. Biz, devletin ve belediyelerin yapması gereken şeyleri yapmamalıyız. Zaten bizim böyle bir niyetimiz de yok.
BEŞ ÇOCUĞUMLA İKİ SENE MOR ÇATI’DA YAŞADIM
Necmiye S.
… O kadar çok seviyordum ki, kocama kaçtım. Ailem de beni evlatlıktan reddetti. Yine de mutluydum, ta ki uğruna her şeyi feda ettiğim adam, “Seni satacağım” diyene kadar. Bu çirkin tekliflerini hep reddettim. Derken ilk çocuğuma hamile kaldım, bize hiç bakmadı,sürekli dayak kıyamet, sırf işkence olsun diye korunmama izin vermiyordu, üst üste tam beş çocuğum oldu, bu sefer de iftira atmaya başladı: “Bu çocukların hepsi benden değil, sen başkalarından peydahladın!” diye. Tamamen kontrol edilemez hale geldi, bıçakla saldırmalar, silahla tehdit etmeler, yatağa zincirleyip, evine içine kapatmalar, zorla uyuşturucu içirmeler, sabahlara kadar sandalyeye bağlayıp hesap sormalar, “Eğer uyursan seni öldürürüm!” demeler, çocukların önünde cinsel ilişkiye zorlamalar, daha hatırlamak istemediğim bir sürü işkence. Vücudumu görseniz ağlarsınız, o kadar fena. İnsan değildi, daha ne diyeyim? En son, annesinin, polise şikayet etmesiyle, “Kurtarın bu kızı!” demesiyle, polis bizi gelip evden aldı da, hayatımız kurtuldu. Beni Mor Çatı’ya,çocuklarımı da Çocuk Esirgeme Kurumu’na bıraktılar. Sonra avukat vasıtasıyla onları yanıma aldım. Yaklaşık iki sene Mor Çatı’da kaldık. Hepimiz psikolojik destek gördük. Şimdi çocuklarımla birlikte yaşıyorum. Yine içim pır pır, “Ya bizi bulursa?” diye…
Kadınlara uygulanan ağır şiddetin boyutlarını siz hesaplayın
Şiddete uğrayan kadınlar çok güçlü oluyorlar. Çünkü travmalar, insanların ruhundan,bedeninden bir şeyler götürüyor ama nasıl ki görme yetisini kaybeden bir kişinin işitme yetisi güçleniyorsa, şiddete maruz kaldığınızda da, yaşam becerilerimiz, savaşma dirayetiniz artıyor. Dolayısıyla ne kadar korkunç bir hikaye anlatırlarsa anlatsınlar, gayet sakin ve kontrollüler.
Mor Çatı’nın hedefi kadının elinden alınan gücü, ona iade etmek. Bunu da nasıl yapabilirsiniz? Onu yargılamadan dinleyerek, zayıflıklarına, güçsüzlüklerine değil,başardıklarına ve güçlülüklerine odaklanarak. Ve onun adına kesinlikle karar vermeyerek, en küçük kararı bile. “Çay mı içersiniz?” demek yok, “Çay mı, kahve mi?”Orada bile seçenek sunmak. Ancak bu şekilde onu güçlendirebilirsiniz.
HUKUKEN BİR ÖNLEM ALINMIYOR ÖLMEM Mİ GEREKİYOR?
İana Gostra
Mesleğiniz…
Göz doktoruyum. Türkiye’ye sekiz yıl önce geldim. Ukraynalı olduğum için hasta bakıcı olarak iş buldum. 2009’da bir Türk’le evlendim. Zaten başıma ne geldiyse ondan sonra geldi.
Ne geldi?
Birlikte olduğum adamın sadist ve psikopat olduğu ortaya çıktı. Bir öldürmediği kaldı beni, canımı zor kurtardım.
Nasıl tanıştınız?
Ortak tanıdıklar vasıtasıyla.
Ne iş yapıyordu?
Elektrikçi. İnşaat işleriyle uğraşıyordu.
Nesi çekti sizi?
Adam gibi adam geldi. Ekonomik durumu fazla iyi değildi ama ben de çalışıyordum, para kazanıyordum. O kadar aşıktım ki, aramızdaki kültür farkına aldırmadım. Yakışıklı, nazik vetatlıydı. Ben içinde bir canavar yaşadığını nereden bileyim.
Ne kadar evli kaldınız?
Yedi ay. Bana yetti. Yedi yıl gibi geldi.
Ne oldu?
İmza attıktan sonra o adam gitti, başkası geldi. Benden para istemeye başladı, itiraz edince ilk dayağımı yedim. O kadar şaşırdım ki anlatamam, ben hayatım boyunca bir fiske bile yememiştim. “Sen artık benim malımsın, benim sözlerim geçer” türünden laflar. Ciddiye almazsam, yine dayak. Ukranya’da bir evim var, onu ipotek etmemi, bankadan kredi çekmemi istiyordu. Meğer borcu varmış, kaçak inşaatlar yapıyormuş. Küfür ediyor,elbiselerimi parçalıyordu. Pasaportumu aldı, kaçmayayım diye. Sonra kaburgalarımı kırdı,en son ayaklarımı…
Bu adam sizinle niye evlenmiş…
Diyor ki, “Seni seviyorum” ama dövüyor. Yerdeyim, tekmeliyor, tekmeliyor, sonra yanıma eğilip ağlamaya başlıyor, “Çok pişmanım, çok perişanım aşkım, beni affet” diye, o yüzden psikopat diyorum. Bir gün, “Bir Pitbull alacağım, seni bodruma kapatacağım, köpek seni gebertsin” dedi. Üzerime de beton dökecekmiş, “Kat kat seni gömeceğim, kimse bulamayacak!” Ben çimento torbalarını görünce, “Tamam” dedim, buraya kadar, sürünerek kaçtım…
Çok feciymiş…
Bana, “Git sokaklarda çalış, para getir” bile dedi. Yani kendimi satmamı istedi. Bundan daha ahlaksızca bir şey olabilir mi? Sonra pişman oluyordu, “Ben sevdiğim kadına bunları nasıl söylerim? Allah beni kahretsin!” diye. Ama demek ki aklından geçiriyordu. Kahveye filan gittiğinde sinirli dönüyordu, “Senin karı yabancı, bir-iki ay sonra seni bırakır” diyorlarmış. Adamların lafı yüzünden ben dayak yiyordum. Bir gün cesaretimi topladım,karakola gittim, şikayetçi oldum, elimde zaten bir sürü sağlık raporu vardı. Maalesef artık ülkenizdeki prosedürü biliyorum. Hastaneye gidiyorsun, sağlık kontrolü oluyorsun, sonra karakol. Vücudumun her tarafında darp izleri var. Savcı filan da tanıyor beni. Bende 4320 koruma kararı da var…
Mor Çatı’yı nasıl buldunuz?
Bir arkadaşım telefonunu verdi, randevu aldım, durumum berbattı, çok iyi davrandılar, çok sıcak karşıladılar. 4320 ne diyor? “Sen bu kadına yaklaşmayacaksın!” diyor. Ama her şey kağıt üzerinde. Savcıya gidiyorum, “Bu adam tehlikeli, bir şey yapın, gizlenmekten bıktım.”“Tutuklama kararı vermiyorum, mahkeme olacak sonra” diyor. Ben de diyorum ki, “Savcı Bey, mahkeme olacak ama altı ay sonra, peki ben ne yapacağım o arada? Ya adam beni öldürse? Devlet, ben öldükten sonra mı harekete geçecek?” Herkes, “Haklısın” diyor ama kimse bir şey yapmıyor. Kaymakam bana fakirlik kağıdı verdi, durumum yok, param yok,mahkemeyi bekliyorum, adam mahkemeye gelmiyor…
Şu anda nerede kalıyorsunuz?
Mor Çatı’da kaldım. Ama şimdi orada da kalmıyorum. Çünkü yerimi öğrenmiş, terk etmek mecburiyetindeydim.
Hâlâ korkuyorsunuz…
– Tabii ki. Hep kaçak yaşıyorum. Bir gün sokakta karşıma çıkıverecek diye korkuyorum. Beni öldürecek.Ötesi yok.
ŞİDDETİ UYGULAYAN KENDİNİ KURBAN GİBİ GÖRÜYOR
İlginçtir bütün şiddet türlerinde, kendini kurban olarak gören, genellikle şiddet uygulayan kişidir. Kafasında şöyle der, “Bütün bunlar oldu, oysa ben, iyi bir aile babasıydım, evimden işime gidiyordum, eşimi ve çocuklarımı çok seviyordum. Nelerini eksik ettim ki? Ama o bana şunu şunu yaptı, beni şöyle ihmal etti, beni şöyle çaresiz bıraktı…” Kendilerini de buna inandırıyorlar, böyle sempatizan da topluyorlar.
YASTIĞININ ALTINDA SİLAHLA UYURDU
Şennur K.
Kaç yaşındasınız?
52.
Sizin hikayeniz nasıl başladı?
Baba evindeyken her şey iyiydi. Teyze oğluyla birbirimizi sevdik, evlendik. Ondan sonra hikayem değişti. Hem alkolikmiş, hem uyuşturucu kullanıyormuş. 30 yıl boyunca korku, şiddet yaşadım. Oğlumuz var, yuvam yıkılmasın diye bunca yıl dayandım.
Uyuşturucu, alkol hâlâ devam mı?
Evet.
Tedavi olmaya çalıştı mı?
İki kere İstanbul’a getirdik, bir faydasını göremedik.
Ne yapıyordu?
Dövüyordu. Duygusal şiddet de uyguluyordu. “Beni aldatıyorsun!” diyordu. Uyuşturucu beyne hasar vermiş galiba, sürekli kuruyordu. En son, oğlum yaşımdaki çocuklarla ilişkide bulunduğumu söyledi, odaya kilitliyordu beni, tuvalete bile çıkartmıyordu. Yastığının altında silahla uyuyordu. Son iki sene, çok ağır şeyler yaşadım, geceleri uyuyamıyordum, beni uykuda öldürmesinden korkuyordum. Doktora anlattım, “Şizofren olabilir, size bir şey yapabilir, bir an evvel uzaklaşın, kendi ayaklarınızın üzerinde durmaya çalışın” dedi.
Ailenizden destek olabilecek kimse yok muydu?
Onun ailesi de, benim ailem de bana destek. Ama elden ne gelir. Onlar da korkuyor. Devlete başvurdum, “Siz tedavi edin” diye, onlar da “Kendisi istemezse yapamayız”dediler.
Gerçekten sevdiniz mi bu adamı?
Evet. Ama her gün, her gece, “Bugün de alkol aldı mı? Uyuşturucu kullandı mı? Bana vuracak mı, dövecek mi?” endişesiyle geçiyordu. “Beni bırakırsan, ailenden birini vururum”dedi. Oğluma da zarar verir diye korktum. Ama sonunda dayanamadım kaçtım.
Oğlunuz nerede?
Memlekette.
Mor Çatı’yı nasıl buldunuz?
Devlete sığınma evi talebinde bulundum. “Can güvenliğim yok” dedim, “Sizi hemen koyabileceğimiz bir sığınak yok” dediler, sevdiğim bir ablam vardı, “Atla otobüse İstanbul’a gel” dedi. Devlete ait sığınaklara bakarken, Mor Çatı’yı buldum. Dört aydır buradayım. İstanbul’a gelip birkaç kez aramış, akrabalarıma gitmiş, sorup soruşturmuş.Onlar da, “Bilmiyoruz” demişler. Gerçekten de bilmiyorlar. Oğlum, ileride eğer bana sahip çıkarsa, beraber otururuz, babasının baskısından dolayı çıkamazsa, bilemiyorum. Kendi ayaklarımın üzerinde nasıl duracağımı da bilmiyorum. Hiç çalışmadım ben. Oğlumu özlüyorum ama yıllardan sonra ilk defa huzurlu uyuyorum…
SEN BU AŞAĞILIK ADAMA MECBUR MUSUN?
Leyla S.
Lise mezunuyum, bir şirkette sekreter olarak çalışıyorum. Eşimle 97’de tanıştık, ailemin zoruyla da evlendik. Yedi sene arayla, iki kızımız oldu. Evliliğimiz hep problemliydi, güzel olan tek şey kızlarımdı. Sorumsuz, çalışmaya sevmeyen, çalışsa da evin geçiminisağlayamayan, aldatan bir adamdı. Her zaman onun yükünü sırtladım, ama kıymetgörmedim, hakaret, küfür, kıyamet. Kendime güvenimi de yok etti. Ailemin yanına dönmekistedim, kızlarımı istemediler. Bir arkadaşımın manevi desteği beni kendime getirdi, “Yeterya!” dedi, “Sen bu aşağılık adama mecbur musun?” Odur bana ayrılma cesareti veren. Mor Çatı’yla görüştüm, hemen kabul edildim, birkaç gün sonra da kızlarımla sığınaktayaşamaya başladık. Mayıs ayından beri buradayız. Geldiğimde çok ürkek ve kendimegüvensizdim, kendime ait olanı bile alamıyordum, ama şimdi toparlanıyorum,güçleniyorum. Sığınak çalışanlarının desteğiyle kendime hedefler koydum.Anlatamayacağım kadar güler yüzlü ve özverililer, yaptıkları iyilikleri hayatım
boyu unutmayacağım.
AMACIMIZ, KADININ ELİNDEN ALINAN GÜCÜ ONA İADE EDEBİLMEK
Psikolog Feride Yıldırım Güneri
Kadına karşı şiddeti nasıl tanımlıyorsunuz?
Öfke boşaltma, cezalandırma, kontrol etme vegüç gösterme amaçlı, her türlü sistematikdavranışa, ‘kadına yönelik şiddet’ diyoruz.
Ne tür travma yaratıyor?
Kişinin nasıl bir travma yaşayacağı, şiddetintarihçesiyle bağlantılı. İlk defa mı yaşıyor, yoksa çocukluğundan gelen bir şiddet öyküsü var mı? Şiddeti uygulayan kim? Sıklığı ne?
O zaman herkesin yaşadığı aynı değil…
Şiddetin uygulanma biçiminin ortak özellikleri var ama evet, farklılık gösteriyor. Çünkü herkesin farklı kırılma noktaları var. Şiddet uygulayan kişi de, karşısındakinin hempsikolojik hem de bedensel zayıf noktalarını biliyor.
Nasıl yani?
“Neresine vurursam canını daha çok acıtırım? Neresine vurursam en fazla kendini aşağılanmış hisseder? Burnu olabilir. Evet, burnunu kırmamdan çok korkar, o zamanyapayım!” diye düşünebiliyor.
Bir taraftan yumruk atarken, bir taraftan da bunları mı düşünüyor yani…
Tabii tabii. Şiddet, çok planlı, kontrollü ve bilinçli bir tercih.
“Kontrolümü kaybettim, vurdum” olamaz mı?
Şöyle söyleyeyim: Eve gelip, karısının kafasına kül tablası fırlatan bir erkek, patronunun kafasına kül tablası fırlatmıyor. İstememiş midir? İstemiştir. Ama fırlatamıyor. Çünkü biliyor ki, bunun bir yaptırımı olur. Ama evde, karısına yapabiliyor. Bazen de, “Ben bu kadının gözünün morartırsam, yarın işe gittiğinde, herkes, ‘gözüne ne oldu’ diyecek?” O yüzden gözüne değil, karnına ya da kalçasına vuruyor. Hatırlarsanız, eşine fiziksel şiddet uygulayan bir profesör dışarıdan anlaşılmasın, morluklar oluşmasın diye, dövdükten sonra onu içi buz dolu bir küvete yatırıyordu.
Şiddet uygulayan erkeğin ruh hali nasıl olur?
Bu da kişiden kişiye değişir ama savunma mekanizmaları çok kuvvetli. Şiddeti kabul edilebilir bir sorun çözme yöntemi olarak görüyorlar. Genellikle de şiddeti minimize ediyorlar. “Canım ben bir şey yapmadım ki, alt tarafı bir tokat attım, o kadar!” Karşı tarafı suçluyorlar, “Ama o da çok üzerime geldi, dır dır dır susmak bilmedi…”
Bunca şiddet vakası gördünüz…
20 yılda belki 10 bin…
İnsan ne hissediyor? Alışıyor mu? Yoksa, her vakada hâlâ ürperiyor mu?
İlk zamanlar çok etkileniyordum. Ama giderek bu şok duygusu azalıyor.
“Yok artık daha neler” dediğiniz vakalara tanık oldunuz mu?
Beni daha çok dehşete düşüren, fiziksel şiddetten çok, ince zeka, plan ve program gerektiren psikolojik şiddet. Orada, gerçekten bir insanın kötülüğünü görüyorsunuz. Artı, çok uç fiziksel şiddet örnekleri var. Eşlerini hayvanlarla cinsel ilişkiye zorluyorlar mesela.
Bunu neden yapar insan?
Daha da çok aşağılamak için. Hem de pornografikzevk. Kadını inanılmaz yaralayan bir şey.
Sığınağa gelip karısından özür dileyen, sizindenetiminizde tedavi görmek isteyen koca çıkıyor mu?
Şiddet döngüsünün üçüncü aşamasını sormuş oluyorsunuz, ‘balayı aşaması’. Burada ne oluyor? Asan, kesen, vuran adam gidiyor, onun yerine iyi insanı oynayan adam geliyor.Özür dileyen, affet diyen…
Yalan mı söylüyor?
Yalan söylüyor demeyeyim, o kadar bilinçli yalan söylemiyor, bir alkoliğin çok içtiği bir gecenin bir sabahında, “Bir daha içmeyeceğim!” demesi gibi. İçmemeyi başarabilmek için tekrar içme isteği geldiği zaman, ne yapacağınız konusunda yeni bir yöntem öğrenmiş olmanız lazım, destek almış olmanız lazım, çevrenizi sizi içmekten alıkoyacak insanlarla şekillendirmiş olmanız lazım. E bunlar yoksa çözüm de yok demektir…
Bu üçüncü aşamaysa, birinci ve ikincisi hangisi?
Birincisi, gerginliğin tırmanma aşaması, fırtına öncesi sessizlik dönemi gibi. Havada bir elektrik var ama kadın hâlâ durumu kontrol edebiliyor. Fakat biliyor, fırtına koptu kopacak, dayak gelecek. İkinci aşama, şiddet anı; burada kadının durumu kontrol edebilme ihtimali sıfır. Kadınlar dayağın ardından gelen bu üçüncü aşamaya tav oluyorlar, çünkü ayrılmayı değil, şiddetin durmasını istiyorlar.