Ve huzurlarınızda 50. Yarım Kalan Hayatlar…
Bu “sosyal proje”, Hürriyet ve Abdi İbrahim Otsuka işbirliğiyle gerçekleşti. Abdi İbrahim Otsuka, Şizofreni Dernekleri Federasyonu’na destekte bulundu.
O dernek son derece faydalı bir dernek. Ankara’da, girişinde kocaman mavi at heykeli olan bir kafe de işletiyorlar: Mavi At Kafe.
Bu kafede sadece şizofreni hastaları çalışıyor. Hepsi birbirinden ilginç ve yaratıcı insanlar. Kafe, Şizofreni Dernekleri Federasyonu’nun toplumla bütünleşme projesinin bir parçası. İşte ben orada, pek çok şizofreni hastasıyla röportaj yaptım. Onlar, damgalandıkları için hayattan ve toplumdan koparılıyorlar. Kimse iş vermek istemiyor. İşte bu kafe, onların diğer herkes gibi çalışabileceklerinin ispatı. Buradan sonra hayata karışıyorlar. Kimileri devlet dairelerinde çalışıyor, kimileri okullarda ve sağlık kuruluşlarında…
Doçent Dr. Haldun Soygür de, o gün Mavi At Kafe’deydi. Kendisine şizofreni hastalığıyla ilgili merak ettiğim ne varsa sordum. Haldun Hoca’ya verdiği değerli bilgiler için teşekkür ederim.
Doçent Dr. Haldun Soygür
Bu toplumda “şizofren” küfür yerine geçiyor!
Şizofreni nedir?
-İnsanın duygularını, düşüncelerini ve davranışlarını etkileyen -hem seyri hem klinik tablosu açısından epey değişiklik gösteren- ruhsal bir hastalık. Belki de bir hastalıklar grubu.
Her 100 kişide bir görüldüğü doğru mu?
-Evet, aşağı yukarı öyle.
Oldukça yaygın denilebilir mi?
-Öyle bir yerde duruyor ki ne çok yaygın, ne de az yaygın. Ama insanların damgalaması açısından da riskli bir yerde duruyor. Bir toplulukta çok çok azsanız, sizi idare ediyorlar, çok yaygınsanız da ediyorlar. Ama işte orta durunca, damgalanıyorsunuz. Bizim arkadaşlarımız gibi.
Tüm dünyada yaklaşık 51 milyon, Türkiye’de ise 500 bin şizofreni hastası var, öyle değil mi?
– Aslında Türkiye’de ne kadar şizofreni hastası var bilinmiyor ki! Bence utanılacak bir durum. Utanması gereken de bizler değiliz, Sağlık Bakanlığı ve bu ülkenin ilgili kurumları. İnanabiliyor musunuz, Sağlık Bakanlığı organize bir çalışma yapıp da, “Yahu bu ülkede kaç kişi bu ciddi ruhsal rahatsızlıktan mustarip” diye merak etmiyor?
İyi de o zaman bu rakamlara nasıl ulaşılmış?
-“Her 100 kişiden birinde varsa dünyada, bizde bu kadardır” diye. Olsa olsa yöntemi yani.
Şizofreni hastalığının nedeni ne? Beyin kimyasındaki değişim mi?
-Bazı hastalıklarda, bir sebep-sonuç ilişkisi kurabilirsiniz. Mesela zeka geriliğinin sebebi, bir amino asitin oluşumundaki bir sorundur. Fakat şizofreni, birebir sebep-sonuç ilişkisi kurabileceğiniz bir hastalık değil. En azından bugün için değil. Kim bilir belki ileride kurulur. Eğer duygularımız, düşüncelerimiz ve davranışlarımız sizin de söylediğiniz gibi beynin ürünüyse, o halde şizofreni de beyin rahatsızlığıdır. Hastalığın gelişiminde hem genler hem de çevresel etkenler yoluyla bir dizi risk faktörü vardır. Dolayısıyla “Doğumda ve ardından çevre etkileşimiyle meydana gelen, beynin nöral devrelerdeki bir dizi bozuklukla ortaya çıkan bir beyin gelişim bozukluğudur” diyebiliriz.
Genetik olduğuna dair kanıtlar var mı?
-Var. Ailenizde herhangi birisinde biu rahatsızlık varsa, mesela kardeşlerden birinde, sizin yüzde 1 ihtimaliniz, çıkıyor yüzde 8’e. İki kardeşte varsa, ihtimalin yüzdesi daha da artıyor. Yani genetik bir yatkınlıktan söz edilebilir. Anne adaylarının sağlıklı bir gebelik ve doğum geçirmemesi de bir risk. Tıpkı riski artıran diğer sebepler gibi…
Nedir onlar?
-Bir tanesi göç, sosyal adaletsizlik, çarpık kentleşme… Bir diğeri de esrar. Kimileri için esrar çok masum görünüyor ya, hatta sigaradan bile daha masum, oysa 6 kat artırıyor şizofreni hastalığını!
TEK KİŞİYİ ETKİLEYEN BİR HASTALIK DEĞİL BÜTÜN AİLE ETKİLENİYOR
Bir deyim var ya “Şizofrenik bir toplumuz!” Bu benzetme bir hekim olarak hoşunuza gidiyor mu?
-Tabii ki hayır! Bu arkadaşlarının hiç birinin gitmiyor. Çünkü böyle diye diye hastalığın algısı daha da kötüleşiyor. O kadar olumsuz anlamlar yükleniyor ki. Başka sözcük mü yok Allah aşkına? Dizilerde kadınlar bağırıyor, “Ben şizofren değilim… Beni şizofren hastası mı yapmak istiyorsunuz!” Haber spikerleri çıkıyor, “Şizofren olduk artık yeter!” diyor. Bir keresinde bir milletvekili başka bir milletvekiline, çelişkili konuştu diye, “Sen şizofrensin!” dedi. O da, ona hakaret davası açtı. Böyle tuhaf bir durum var. Bizim toplumumuzda neredeyse küfür yerine geçiyor.
Peki yeterli ve etkili mücadele verilebiliyor mu?
-Tabii ki hayır! Memleketin hali ortada.
Siz, aynı anda aileleri de mi eğitiyorsunuz?
-Kuşkusuz. Çünkü tek kişiyi ilgilendiren bir hastalık değil bu. Bütün aile etkileniyor. Teşhis konulduğunda, aile, önce bir afallıyor. Yumruk yemiş gibi oluyor. Reddedebiliyor. “Bir yanlışlık vardır!” diyor, inanmıyor, inanmak istemiyor. O hazmetme dönemi, zor bir dönem. Bütün bir şehir sanki yıkılıyor, onlar altında kalıyor. Sonra araştırıp okuyorlar, bizim derneği buluyorlar. Korkulacak bir şey olmadığını anlıyorlar.
KİMSE KİMSEYİ ŞİZOFRENİ HASTASI YAPAMAZ
Bu hastalığın gelişiminde annenin kişiliği ne kadar önemli?
-Yüksek duygu dışavurumcu annelerin, şizofreniyi olumsuz etkilediği söylenir.
Nasıl yani?
-Yani eleştirel, biraz fazla müdahil olan, lafın sonunu beklemeden cevabını yapıştıran, baskın annelerin, bazen de gereğinden fazla koruyucu, kollayıcı annelerin, hastalığın seyrini olumsuz etkilediği yazılıp çizildi. 50’li yıllarda çıktı bu şizofren yapıcı bir anne modeli…
Ne fena! Desenize yine kadınlar suçlandı…
-Yıllar boyunca bu kuram tuttu ve baskın anneler, suçluluktan perişan oldu. Ama sonra öyle bir şey olmadığı anlaşıldı. Bu, sadece hastalığın gidişatını olumsuz etkileyen bir şey. Böyle bir durum var. Ama kimse, kimseyi şizofreni hastası yapamaz! Kesin bilgi olarak söylüyorum.
Sizi bu hastalıkla ilgili en çok ne rahatsız ediyor?
-Bu kadar kötü bir repütasyonunun olması. O kadar fena ki hastalığın bizdeki çağrışımları. Tanımıyoruz, bilmiyoruz, bilmediğimiz için de korkuyoruz. “Şizofren” dediğimiz, o insana uzaylı muamelesi yapıyoruz, Marslı haline getiriyoruz. Halbuki kalp hastalığı, şeker hastalığı nasıl bir rahatsızlıksa bu da öyle bir hastalık işte…
ERKEN TANI VE ERKEN TEDAVİ ÇOK ÇOK ÖNEMLİ
Siz bir hekim olarak şizofreni tanısı koyduğunuzu ailelere nasıl söylüyorsunuz?
-Zor tabii. Aileler açısından çok zor. 21 yaşında bir evladınız var, üniversitede öğrenci ve birden değişmeye başlıyor. Farklı şeylerden bahsediyor, “Sesler duyuyorum” diyebiliyor, içine kapanıyor, kendine bakmaz oluyor duş almaz oluyor. Çok ağır bir travma anne baba için. Tıpkı doktorun size, “Evladınızın bilmem neresinde bir tümör var” demesi gibi bir şey. Çok sarsılıyorlar.
Semptomların geri dönüşü oluyor mu, yoksa artarak devam mı ediyor?
-Bütün mesele bu aslında. Rahatsızlığı ne kadar erken yakalarsanız o kadar iyi. Erken tanı ve erken tedavi çok çok önemli. Rahatsızlığın bu en açık belirtileriyle kendini gösterdiği aşaması, yani psikoz aşaması, hastadan bir sürü şey alıp götüren bir aşama. Sadece manevi manada söylemiyorum, beyin anlamında da. Dolayısıyla ne kadar çok psikotik epizot geçirirseniz, o kadar kötü oluyor. O yüzden en başında yakalayıp, hem ilaçla hem psikoterapiyle hem de toplumsal düzenlemelerle korumasını yapabilirseniz, o zaman işin renginin değişme olasılığı yüksek.
Daha çok erkeklerde mi rastlanıyor?
-Evet, erkeklerde bir parça daha yüksek. Kadınlarda biraz daha geç başlıyor. 25’ten sonra. Ve kadınlarda daha iyi bir gidiş gösteriyor.
Peki ilaçla tamamen kontrol altına alınabiliyor mu, yoksa problem sadece uyutuluyor mu?
– 1950’ye kadar şizofreninin tedavisinde ciddi doğru bir ilaç tedavisi yok. 1950, dönüm noktası. O zamana kadar akıl almaz şeyler var. Sergimizde hepsini göreceksiniz. Mesela 300-500 yıl önce, köprüden yürütüyorlar hastayı, o yürürken bir tane bir kol çekiyorlar, köprünün ortasında bir delik açılıyor, hasta “lak” diye soğuk suya düşüyor. Bu güya bir tedavi biçimi. Sonucu yok tabii. Muhtemelen ölüp gidiyorlardı. 1952’de Fransa’da ilk defa antipsikotik ilacın keşfi gerçekleşiyor. Ve demin sözünü ettiğim şizofrenejönik anne hikayesinden uzaklaşılmaya başlanıyor. “Suçlu ya da sorumlu anneler değil, kimyasal ileticiler” deniyor. Ve beyindeki dopamin gündeme geliyor. Hatta bu buluş sayesinde insanlar Nobeller alıyorlar. O günden sonra da iş, evrilerek bugünlere geliyor.
İlaçlar en çok hangi dönem iyi geliyor?
-Hastalığın bir akut alevlenme dönemi oluyor. İşte o dönem bizi en çok korkutan, insanın gerçekle bağlantısının bozulduğu dönem. İlaçlar o zaman çok iyi geliyor. Özellikle de görülen sanrılara. Ama içe kapanmaya, iradenin azalmasına, iş yapma isteğinin azalmasına pek bir faydası yok. İlacı içince birden bire sosyal olmuyor yani. Bir de hastalıkla ortaya çıkan bilişsel bozukluklar var. İlaçlar şimdilik bunlara da çok iyi gelmiyor. Ama yine de hastalığın seyrinde ilaç kullanımı çok önemli bir dönüm noktası.
Çocuklarda nadir mi görülüyor?
-Nadir ama hiç görülmüyor diye bir şey yok. Kaldı ki çocukluk çağının gelişimsel bozukluklarıyla, örneğin otizmle bir dizi semptomu örtüşüyor da. Bu rahatsızlık ne kadar geç başlarsa o kadar iyi. Çünkü ne kadar geç başlarsa, siz gelişiminizi o kadar tamamlamış oluyorsunuz. Ne kadar erken başlarsa o kadar kötü oluyor. En duyarlı olunması gereken dönem de, ergenlik. Çünkü bazen, delikanlılıktaki ergenlik kriziyle, kimlik arayışıyla ve delilikle karışıyor. İşte o noktada desteği çok önemli…
ŞİZOFRENİ HASTLAĞI GÖRMEZDEN GELİNİYOR YOK SAYILIYOR
Bizim ülkemizde ne kadar görmezden geliniyor?
-Çok. Ama ilginçtir, hastalık, bizim gibi toplumlarda, gelişmiş ülkelere göre daha iyi seyir gösteriyor. Anlayacağınız, “az gelişmiş olmak” bu anlamda iyi bir şey gibi duruyor.
Neden? Aileler, kucak mı açıyor?
-Aynen öyle! Evet, evlerin arka odalarında bakılıyor belki ama mutlaka bir şekilde sahip çıkılıyor. Oysa Batı’da öyle değil. New York’taki evsizlerin hatırı sayılır bir bölümü şizofreni hastası. Dolayısıyla bu konuda bilimsel olarak belki en önde olan ülke Amerika ama Amerikalıların da şizofreni hastalarına sahip çıkıp çıkmadıkları tartışılır.
Bu kafenin yaşaması çok önemli
Burayı yaşatmak için 40 türlü takla atıyoruz. Kitaplar yayınlıyoruz. Üniversite öğrencilerine yönelik film gösterileri, müzik dinletileri yapıyoruz. Burayı bir çekim merkezi haline getirmeye çalışıyoruz. Bir sempozyum düzenliyorsak ve o sempozyumdan iyi kötü kenarda 3-5 kuruş kalıyorsa, o parayla mutlaka burayı destekliyoruz. Ama yeterli değil. Daha fazla desteğe ihtiyacımız var.
HAYATA GEÇEMİYOR
2006’da bir Ruh Sağlığı Politikası metni yazıldı. Bazı kısımların eleştirilmesini bir kenara koyalım, genel olarak iyi bir metin. Ama ne yazık ki, sadece bir metin. Hayata geçen bir şey yok. Geçmedi, geçmiyor.
ŞİZOFRENİ HASTALARININ TEHLİKELİ OLDUĞU DOĞRU DEĞİL
Biz yanlış mı biliyoruz: Şizofreni hastalarının çok büyük bir kısmı tehlikeli ya da şiddet yanlısı değil midir?
-Tabii değildir! Bir araştırmada şöyle çarpıcı bir sonuç çıkmıştı: Herhangi birimizin bir şizofreni hastası tarafından öldürülme riski 14 milyonda bir! Türkiye’de karşıdan karşıya geçerken ölme riskiniz kaçtır siz onu düşünün. Tamam şizofreni hastalarının, bir miktar daha fazla tehlike riski oluşturdukları söylenebilir özellikle gerçeği değerlendirme kaybı yaşandıkları o psikoz döneminde. Ama eğer hastayı tedavi ediyorsanız, böyle bir risk zaten kalmıyor! Tehlike riskini yükselten ise alkol ve madde bağımlılığı…
Bu konuda yanlış bildiğimiz başka neler var?
-Şizofreni mesela tedavi edilemez bir hastalık gibi algılanıyor. Bu da yanlış…
Peki tamamen geçer mi?
-Tıpta “Tamamen geçer” diye bir şey yok ki! Bademcik iltihabı geçirdiğiniz diyelim, iyileştiğinizde o bademcik, eski bademcik mi? Değil. Kısacası, değişik düzeylerde iyileşme var. Şizofreni hastaların yüzde 20’si büyük ölçüde iyileşiyor. Yüzde 20 kadarı, siz ne yaparsanız yapın daha da kötüye gidiyor. Geri kalan yüzde 60 ise, orta düzeyde iyileşiyor.
MAVİ AT’IN HİKAYESİ
70’lerde bütün dünyada, hastaları tecrit etmeden, toplum içinde tedavi anlayışı rüzgarları esmeye başladı. Bu anlayışın arkasında da 68’in özgürlük talebi var. Her yerde ufak ufak reformlar oldu. Bunlarda biri de Trieste’deki bir akıl hastanesinde yaşandı. Orası, hastaların bir kere girip, bir daha çıkamadığı bir yerdi. İçeri personel dışında sadece bir at giriyordu, kirli çamaşırları getirip götürüyordu. Böyle insanlıktan uzak bir yer. İşte bu reform rüzgarları sonucunda o hastaneyi yıktılar. Kapısına da kocaman bir mavi at heykeli diktiler. Bizim kafenin adı işte orada geliyor.
ŞİZOFRENİNİN TARİHİ
Sergimizde şizforeninin tarihini görmek mümkün. İnsanlık tarihiyle yaşıt gibi görünüyor. Bazı eski metinlere baktığınızda, bugün bizim şizofreni diye tanımladığımız tabloyu düşündüren durumlar var. Hint metinlerinde, Antik Yunan’da ve Çin’de. Var da var yani. İşte biz de, o yüzlerce yıllık yolculuğu görselleştirmeye ve ifade etmeye çalıştık. İnsanoğlu bu hastalıkla karşılaştığında bir sürü şey yapmış. Dualar okumuş, davullar çalmış, Şamanlara gitmiş. Şimdi bile hacılara, hocalara götürenler var. En inançsızımız bile işler yolunda gitmediğinde, “Hacı-hocaya da gidelim, ne kaybederim ki” der. Dolayısıyla gidenlere ben çok da şaşırarak bakmıyorum.
Şizofreni Dernekleri Federasyonu Genel Sekreteri Meral Taşkent:
Şizofreni hastalığının kontrol altında tutulabilmesi için şu 3 şey çok önemli:
Doğru doktoru bulmak, doğru ilacı bulmak, sosyal rehabilitason
Bir anne olarak benim tecrübelerime göre, bu hastalıkta 3 şey çok önemli: Birincisi, doğru doktoru bulmak. İyi olmayan doktorlara da denk geliyorsunuz ve zaman kaybedebiliyorsunuz. Burada, ayda bir kere psikologlar ve profesörler eşliğinde aile toplantıları yapılıyor. Sağ olsunlar, çok şey öğrendim ben. İkincisi doğru ilacı bulmak. Ve tabii doğru doz ayarını. Üçüncüsü de sosyal rehabilitasyon. Özgürlüğün kendisi de ilaç. Bu gençlerin hayata kazandırılması gerekiyor. Bu hastalar özgür olmalılar ki, hayata katılsınlar…
ŞİZOFRENİ HASTALARI ANLATIYOR
Şu an bir hastanedememur olarak çalışmaktayım
Bu kafede ne kadar çalıştınız?
-2 yıl. Çok güzel anılarım var. Bana ve hastalığıma çok yardımı oldu. Sonra Sağlık Bakanlığı’nın açtığı sınavı kazandım, memur oldum. Şu an bir hastanede memur olarak çalışmaktayım. Hayatımdan çok memnumun. Mavi At Kafe’nin yeri benim için çok özel. Burası sayesinde sosyal hayatta bu kadar uyumluyum. Burada çok güzel şeyler paylaştık ve arkadaşlarımızla çok güzel ilişkiler kurduk. Her şeyden önce Haldun Hocam’a ve birlikte çalıştığımız tük arkadaşlarıma teşekkür etmek isterim.
Aslı C.
5 yıldır bir devlet okulunda memurluk yapıyorum
Size tanı ne zaman kondu?
– Üniversiteye başladığım yıllarda.
Siz üniversiteyi birincilikle bitirmişsiniz?
-Evet.
Ne kadar bocaladınız?
-Çoook. Çünkü çok başarılıydım. Birden ayağımın altındaki halı kayıyor gibi oldu. Başarılıyken birden bire her şey bozuluyormuş gibi geldi. Ve geri dönüşü yokmuş gibi. Ve her şey benim suçummuş gibi. Korkuyorsun, devam edebilecek miyim, yaşamımı sürdürebilecek miyim diyorsun. Sonra ilaç tedavisi başladı, her şey kontrol altına alındı. İyi oldum hiçbir sorun kalmadı. Ama tabii zor bir süreçti. Ben de iki yıl bu kafede çalıştım. Sonra Milli Eğitim Bakanlığı’nın sınavlarına girdim. 5 yıldır bir devlet okulunda memur olarak çalışıyorum.
Sezer Y.
MAVİ AT KAFE’YE ÇOK ŞEY BORÇLUYUM
Sizin rahatsızlığınız ne zaman anlaşıldı?
-18 yaşında anlaşıldı. Üniversite okuyordum. Oldum olası içine kapalı, asosyal biriydim. Sonra gittikçe arttı. İnsanlardan kaçmaya başladım. Sinirsel sorunlar yaşadım. Herkesten, her şeyden şüpheleniyordum. Sanrılar da başladı. Herkesin benim hakkımda konuştuklarını düşünüyordum. Kuruyordum, kuruyordum… Sonu yok o sanrıların… Allah’tan iyi bir doktora düştüm. İlaç tedavim başladı. Tekrar üretken olmaya başladım. Şimdi bütün olumsuz şeyler geride kaldı. Derneğe ve Mavi At Kafe’ye çok şey borçluyum.
Meral C.
İlk kez dün çalıştığım yerde “Ben şizofreni hastasıyım” diyebildim
Ne tür mesajlar vermek istersiniz ailelere?
-Bu da neticede bir hastalık. Çok acı çekiyoruz, çok yalnızlaşıyoruz. Bir de üstüne insanlar damgalayınca hayat iyice çekilmez oluyor. Ben mi istedim? Hayır. Kader gibi değerlendiriyorum. Bu hastalıkla yaşamayı öğrenmek gerekiyor. Dernek ve Mavi At bana yalnız olmadığını gösterdi. Sabahları buraya koşarak geliyordum. Bir işin oluyor, hayatına bir düzen geliyor. Sosyalleşmeme de çok faydası oldu. Sanatsal faaliyetler, tiyatro, müzik aklınıza en gelirse yaptık. Belli bir süre bu kafede çalıştıktan sonra hayata karıştım. Okul müdürüm hastalığımı biliyor. Müdür yardımcım biliyor. Dün ilk defa, “Şizofreni hastasıyım!” diyebildim. Daha önce “engelli” diyordum kendime ya da “psikotik bozukluk.” Dün dedim. Herkes de normal davrandı. Çok mutluyum. Hatta buraya geleceğimi söyledim ,“Tabii git sıkıntı yok” dediler.
Kenan K.
Yaratıcı olduğumuz için mi hastalanıyoruz
Yoksa hasta olduğumuz için mi yaratıcı oluyoruz?
Yaşınız kaç?
-21.
Ne zaman kondu teşhisiniz?
-Geçen yıl. Yalnız ben şizofreninin kötü yönlerini pek görmedim. Daha çok yaratıcı yönlerini gördüm.
Neler onlar?
-Bir müzikal albüm yaptım ben. 18 tane oyun müziği besteledim. 40’a yakın bestem var. Bir şiir kitabı yazdım. Bir kısa film çektim. Kısa hikayeler yazdım. Yaratıcılıktan dolayı mı hastalanıyoruz yoksa hasta olduğumuz için mi yaratıcı oluyoruz bilmiyorum ama ben hastalığımdan faydalandım, faydalanıyorum da…
BİRBİRİNE AŞIK İKİ ŞİZFORENİ HASTASI
Özgür ile Şafak 3 yıldır evli. İkisi de şizofreni hastası. Mutlu mesut yaşıyorlar. Bakın hikayelerini nasıl anlatıyorlar.
ÖZGÜR D.
Aynı hastalığa sahip olduğumuz için birbirimizi çok iyi anlıyoruz
Sizi tanıyalım…
-Adım Özgür D. Tanışmamız halamlar sayesinde oldu. Halam ve eniştem, eşimin ve ailesinin dostları, bizi tanıştırmaya karar verdiler. Tanıştıktan sonra da birbirimizi hoş bulduk. Çok açık davrandım ve hastalığımı söyledim. “Bu rahatsızlıktan dolayı çocuk sahibi olamama gibi bir riskim var” dedim. Arkasından eşim, kendisinde de böyle bir rahatsızlık olduğunu söyledi. Çocuk yapma gibi bir talebimiz olmadı. Görüşmeye devam ettik. Birbirimizi anlayabildiğimizi gördük. Ve evlenmeye karar verdik.
Hayatınız nasıl değişti?
-İnsanın sevdiği biriyle hayatı paylaşması çok güzel bir şey. Bir de aynı hastalığa sahip olduğumuz için birbirimizi çok iyi anlıyoruz.
Siz ikiniz mi yaşıyorsunuz?
-Evet. Başlarda merak ediyorlardı. Sonra baktılar ikimiz bağımsız şekilde yaşamımızı sürdürebiliyoruz, bizi kendi halimize bıraktılar. İlaçlarımızı düzgün alıyoruz hiçbir sorun yok.
Aşk, iyi mi geliyormuş hastalığa?
-Evet, her şeye iyi geliyor! Bir ilişkinin sorumluluğu almak var bana çok iyi geldi. Hayatım zenginleşti, anlam kazandı. Şafak eşim ama en yakın arkadaşım aynı zamanda, onun varlığı bana güç veriyor…
Hastalığınızı insanlara söylüyor musunuz yoksa gizliyor musunuz?
-Yakın bulduklarımıza söylüyoruz. Önyargılardan çekiniyoruz. İnsanlar damgalıyıveriyorlar.
ŞAFAK D.
Çok iyi bir ikili olduk Özgür’le
Siz neler söylemek istersiniz?
-Birlikte çok çok mutluyuz. İkimiz de çalışıyoruz. Bir kitapevimiz var. Ve iki sahaf işletiyoruz. İyi bir ikili olduk Özgür’le biz. Aile desteği, bir kenara çekilmemek, ilaçları düzenli kullanmak ve yaşama azmi çok önemli. Hele hele bizim gibi, hayatını paylaşabileceğin bir partner bulursan ne ala…
KAÇIRMAYIN!
“Görmezden Gelmeyelim-Tarih öncesinden Günümüze Şizofreni Serüveni” sergisi, 16-25 Ekim tarihleri arasında İstanbul’da, 5-15 Kasım tarihleri arasında ise Ankara’da ziyaretçilerle ücretsiz olarak buluşacak… Kaçırmayın!