Bugünkü konuğum Engin Günaydın…
.
Netflix’te Andropoz’u izledim ve çok sevdim. Ara vermeden, 6 bölümün hepsini yuttum!!!
.
Senaryo, Engin Günaydın’a ait. Başrolü de o oynamış. Bence nefis oynamış. Ama bütün oyuncular iyi. Taylan Biraderler de 6 bölümlük diziyi şahane çekmiş. Tamer Karadağlı da şaşırttı beni, valla herkes döktürmüş. Farklı ve yaratıcı bi iş olmuş. Duygusunu sevdim… Rengini, müziklerini, yumuşaklığını, sertliğini, hikayeyi, içindeki şefkati, sevgiyi… Absürtlüğü…çekimleri… hahahaha bi şeyi sevince, çok seviyorum galiba!!!
.
Hemen Engin Günaydın’ı aradım, çok kibar adam, sağolsun kırmadı. Ama röportajı nerde yayınlayacağımı anlamadı. Anlattım, bakalım bulabilecek mi:))) Bi post daha var. Okuyun, seveceksinizzz… diziyi de mutlaka izleyin!
‘Andropoz’u çok sevdim. Duygusunu sevdim… Rengini, müziklerini, yumuşaklığını, sertliğini sevdim… Hikayeyi… İçindeki şefkati, sevgiyi… Absürtlüğü, mizahı, samimiyeti, çekimleri, oyunculukları…
-Ne güzel bunları duymak! Çok teşekkür ederim.
Belli ki, çok eğlenerek çekmişsiniz…
-Aynen öyle oldu! Pandemide evlere tıkıldık biliyorsun. Ben de bir sene bu senaryoyla uğraştım. Çekimler başladığında, inanır mısın, ipimizi kopardık, özgürlüğümüze kavuştuk! Keyfimiz inanılmaz yerindeydi yani. Bir de bahardı. Marmaris’te çektik. Baharda, Marmaris efsane olur!
Nasıl çektiniz?
-Özel izinle. Kalabalıktan yürüyemediğimiz Marmaris bizim için açılmıştı! Sokaklar bomboştu. Doğal bir film platosu gibiydi. Hazırlığımız bitmiş ve biz çalışmak için ölüyorduk. Kısacası şahane bir set ortamı oldu!
Marmaris’in seçilmesinin özel bir sebebi var mı?
-Ben her sene, 10 günlük araba yolculuğu yapmaya çalışıyorum. Marmaris’e her gittiğimde hayran kalıyordum. Çekim için daha iyi bir yer olamazdı!
SIKINTIDAN DOĞDU ASLINDA! TAYLANLAR VE BEN PANDEMİDEN ÇOK SIKILMIŞTIK. “BİR ŞEYLER Mİ YAZSAM? ÇALIŞIRIZ, TARTIŞIRIZ, VAKİT GEÇER” DİYE KONUŞTUK
Nasıl doğdu Andropoz?
-Valla, sıkıntıdan doğdu aslında! Taylanlar ve ben pandemiden çok sıkılmıştık. “Bir şeyler mi yazsam? Çalışırız, tartışırız, vakit geçer” diye konuştuk. Andropoz, zaten yazmayı düşündüğüm bir film projesiydi. Kafamda hikayesi hazırdı. Fakat yazmaya başladığımda, bir filme sığmayacağını anladım, dizi olmasına karar verdik. Uzun süredir de komedi yazmıyordum. Karakterler gereğinden fazla komik duruyordu. Ben de saldım onları, 6 bölümlük bir mini dizi çıktı…
Çok derin ve eğlenceli bir iş olmuş… Kahkahalarla güldüğüm sahneler de oldu, hüzünlendiğim yerler de. Yazarken, esas olarak nasıl bir duygu geçsin istedin izleyiciye?
-İstediğim tek bir şey vardı: O da seyircinin iyi vakit geçirmesi! Diziden sıkılmalarını istemedim. Çünkü ben çok dizi izliyordum ve sıkılıyorum. Aslında amacım, kendimin sıkılmayacağı bir dizi yazmaktı. Umarım başarmışımdır.
Ne diyorsun özetle?
-“Fazla oturmadın mı? Hadi biraz hareket et!” diyorum. “Hayatında hep aynı şeyler mi var yoksa? Biraz değişikliğe ne dersin…” Değişimden söz ediyorum aslında…
“Andropoz” da bir değişim aslında…
–Elbette! Erkekler için, “Ölmeden önce ne yapabilirim?” gibi son atak, bir değişim arzusu. Dizide, kendini değiştirmek isteyen birden fazla karakter var. Onlarla, dünyanın değişimi arasında bir bağ kurmaya çalıştım.
Aynı zamanda “Değişim cesaret ister!” diyorsun…
-E yalan mı? Erkek-kadın, hepimiz için öyle. Tabii ki cesaret gerektiriyor. Çünkü güvenli alanlarımızdan çıkmamız gerekiyor. Bildiğimiz yolları terk edip, başka yollar bulmamız… Ama bu kolay değil, başımızı derde sokabiliriz. Değişim, aynı zamanda tehlikeli bir şey. Ama buna mecburuz! Çünkü aynı anda, dünyada da muazzam bir değişim yaşanıyor. Yani biz değişmezsek kaç yazar, dünya değişiyor! Dünya da çok tekin bir yer değil artık. O bizim bildiğimiz eski dünya değil. Ülkelerin pozisyonları, ekonomileri, liderleri hep değişti, değişiyor. Bu süreç devam da edecek. “Küresel ısınma kapımızda” diyorduk, şimdi bizzat yaşıyoruz, içindeyiz… İklimler değişiyor… Teknoloji, sosyal medya gibi birçok faktör, dünyanın değişimine yol açtı. E tüm bunların da insanlara yansıması olacaktı. Oldu da. Amacım, hikayemdeki karakterlerle dünyanın değişimi arasında bağ kurarak bir film oluşturmaktı, 6 bölümlük bir dizi çıktı. İzleyen seyircilerden biri, “İlk işim, yeni bir mont almak oldu Engin Bey!” diye yazmış. Çok mutlu oldum. Bir şey yapmak, hiçbir şey yapmamaktan daha iyidir! Demek ki, o his geçmiş…
SETTE, HERKES KENDİNDEN KILLANIYORDU, “ACABA BEN DE ANDROPOZDA MIYIM?” DİYE
50’lerindesin. Sen de durum ne? Andropoza girdin mi?
-Andropoz çok sinsi bence! Herkeste kendini kolay belli etmiyor. Sette, herkes kendinden kıllanıyordu, “Acaba ben de andropozda mıyım?” diye. Bazen biri geliyordu, “Galiba ben andropozdayım!” diyordu… 50’li yaşlar, bende düşünmeyi çok artırdı. Birisi seslendiğinde, “N’olur biraz daha düşüneyim!” diyorum içimden. Düşünmeyi çok sevmeye başladım. Bazen uyandığımda, “Yaşasın yine düşüneceğim!” diye heyecanlanıyorum.
HAYAT GERÇEKTEN KISAYMIŞ! GÖZ AÇIP KAPAYINCAYA KADAR GEÇİYORMUŞ HER ŞEY
Hayatı, ölümü, yaptıklarını, yapacaklarını, kalan zamanı sorguladığın bir dönemde misin?
-Evet.
“Hayat, elimin altından kaçıyor” gibi hissediyor musun?
-Tam öyle değil de… Dedikleri kadar varmış yani… Hayat, gerçekten kısaymış! Göz açıp kapayıncaya kadar geçiyormuş her şey!
Peki kendinle de dalga geçtiğin yerler oldu mu yazarken, oynarken…
-Aksi mümkün mü? Komedi yaparken kendinizle alay etmelisiniz zaten… Kendisiyle kolay alay edebilen biri, komediye yatkındır. Ben sadece işimi yaparken çok ciddi oluyorum. Onun dışında biraz boş vermişliğim var…
Duygusallığın ne durumda? Film çekilirken mesela duygusallaştığın oldu mu?
-Yazarken hayal ettiğim atmosferleri, film çekilirken hissettiğimde duygusallaşıyorum. Dizide, Svetlana’nın, sahil evini gezdirdiği sahneyi çekerken gözlerim doldu. Tabi kimse görmedi ve hissetmedi bu hislerimi.
Çekimler ultra güzel. Yönetmenler de çok özel. Vavien’de de Taylan Biraderler’le çalışmıştın… Güvendiğin insanlarla mı çalışmayı seviyorsun?
-Başka türlü olmuyor! Taylanlarla biraz birbirimize benzeriz. Üçümüz de kasabalı olduğumuzdan belki de. Çabuk anlıyoruz birbirimizi…
Sence, Taylan Biraderler nerede kuş konduruyor? Onları özel yapan ne?
-Senaryoyu senaristten daha iyi savunuyorlar! Biri bana dese ki, “Şu sahneyi atalım.” Ben, “Atalım” derim. Onlar kesinlikle atmıyor…
Tamer Karadağlı da inanılmaz bi performans sergiliyor. Onu kadroya dahil etmek kimin fikriydi?
-Foça’da Tamer’in oynadığı bir reklamın posteri vardı. Rengi solmuş filan. Gelip geçerken, “Acaba Tamer olur mu?” diye düşündüm. Taylanlar’a söylediğimde, sanıyorum Yağmur, 5 dakika güldü.
İlk başta, rolü reddetmiş. Sonra nasıl ikna ettiniz?
-Evet, reddetti. Rahatsız olduğu bölgeleri senaryodan attım. Çünkü onun olmasını çok istiyorduk. Rol, doğru oyuncuya gittiğinde kurtulur. Tamer, “Tamam” dediğinde rol kurtulmuştu. Bence de inanılmaz iyi bir performans sergiledi.
İkizler de çok başarılı. Onları nasıl buldunuz?
-İkizler rolü, hepimizi çok endişelendiriyordu. Oyuncularını bulmak çok güçtü. Onun için ayırdım sahneleri. İkiz cast bulamazsak, tek bir oyuncu oynayacaktı. Merih ve Melissa, İngiltere’de tiyatro okumuşlar. Onları bulduğumuzda çok rahatladık. Onlar da çok iyi oturdu role!
ERKEKLER KENDİ İÇLERİNDE KAPALI BİR KUTU GİBİ. DERTLERİNİ, ERKEK ARKADAŞLARIYLA BİLE ÇOK KONUŞMAZLAR. ÇÜNKÜ KENDİLERİNİ ÇOK ÖNEMLİ ZANNEDERLER!
Andropoz’da diyaloglar harika! Türk toplumunun aile yapısını, absürt komediyle birleştirip çok lezzetli detaylarla sunmuşsun… Türk olmayan biri de izlerken, kendini görür mü sence?
-Bence görür! Dünyanın her yerinde insanlar aynı aslında. Erkekler de. Özellikle erkekler, kendi içlerinde kapalı bir kutu gibi. Dertlerini, erkek arkadaşlarıyla bile çok konuşmazlar. Çünkü kendilerini çok önemli zannederler. O yüzden hikaye sadece bizim ülkemizle, aile yapımızla alakalı değil. Herkes kendinden bir şeyler bulur.
HAYATIMDA SADECE SENARİSTLİK VARDI. SENARİSTLİKTEN PARA KAZANAMAYINCA, OYUNCULUĞA BAŞLADIM!
Oyunculukla beraber, senaristlik de hep hayatında var mıydı?
-Aslında sadece senaristlik vardı! Oyunculuğu, heyecanımdan dolayı yapamıyordum:) Hatta, Bir Demet Tiyatro zamanında, “En çok hata yapan oyuncu” ödülü alıyordum. Senaristlikten para kazanamayınca, oyunculuğa başladım!
Sen de normal hayatta, Andropoz’da canlandırdığın karakter kadar iyi kalpli ve beceriksiz misindir? Özellikle aşk, meşk konularında…
-Yazdığım bütün karakterlerde biraz ben varım! Başka türlü yazılmıyor. Biraz ben, biraz ailem, biraz arkadaşlarım…
Galip Derviş’ten sonra TV dizilerinde göremedik seni. Bu, bilinçli bir tercih mi?
-Televizyon dizilerini, süreleri ve çalışma şartlarından dolayı tercih etmiyorum. İlerde, düzenleme olursa çalışmaya devam edebilirim.
6 bölümlük diziyi, 12 saat kuralını aşmadan 8 haftada çekmişsiniz. 12 saat konusunda ısrarcı olan sen miydi?
-Netflix, 12 saat kuralına kendisi uyuyor. Hatta, bazen daha erken bile bitebiliyor. O konularda hiç problem yaşanmadı. Aksine çok konforlu bir üretim süreciydi. Başka konforları da var: Dijital platformlar, senaristi hiçbir şekilde yönlendirmiyor. Projeyi beğeniyor ve yapmak istiyorsa, senaristi tamamen özgür bırakıyor. Bu da şahane bir şey! Türkiye’de artık senaristler “Şunu yaz, şöyle yaz, böyle yaz!” gibi bir durumda. Neredeyse kendi yaratıcılıklarını unutmuş haldeler. Dijital platformlar, işin seyrini değiştirdi. Bir de ana akım televizyonda, süreler uzun olduğu için seyirci -nasıl desem- gevşek izliyor. Bu da hikayenin yapısına yansıyor. İşler, çiklet gibi uzuyor. Dijital platformlarda her şey daha hızlı ve kompakt!
Hayat, o kadar hızlandı ki! Durup birtakım şeyleri sorgulayamıyoruz bile. Bu bile lüks! Ve her şey tüketmek üzerine! Sen, nasıl başa çıkıyorsun bu yeni hayatla?
-Çıkamıyorum! Zamanı hatırlamak için kendime zaman ayırıyorum. 2005’ten beri Foça’da yaşıyorum.
Bunun sana sağladığı konfor ne?
-Foça, bana kendimi hatırlatıyor! Ben de kasabada doğdum. Kasaba hayatı çocukluğum demek. Daha rahat yazabiliyorum. Şu ana kadar yazdığım bütün senaryoları, Foça’da yazdım. Foça candır!
Hiç espri yapmadan, komik olmaya çalışmadan güldürebilen nadir insanlardan birisin. Ama içinde bir yerde bir hüzün sanki… Doğru mu, uyduruyor muyum?
-“Size Bir Hikaye Anlatacağım Ama Ağlamak Yok!” Bu, yazacağım bir sonraki projenin adı. Benim hayatım biraz böyle geçti. Ağlamamak için verdiğim mücadeleyi, komedi arayarak geçirdim. Komedinin bütün damarlarını iyi bilirim. Komedi benim kaçış alanım…
Dijital platformlar yeni bir izleyici tipinin mi doğmasına sebep oldu mu?
– Belki de eski tip hikayelerden sıkılmış bir izleyici oluştuğu için bu dijital platformlar doğdu. Eskiden yapılamayan bütün işler, dijital platformlarda yapılmaya başlandı. “Kimse izlemez! Bu iş yapmaz!” denilen filmlerin, dizilerin hepsinin iş yaptığı ortaya çıktı. Daha da yaratıcı işlerin çıkacağına inanıyorum.
Sen normalde neler izlersin?
-Coen filmlerini çok seviyorum. Wes Anderson filmleri hoşuma gidiyor. Breaking Bad çok sevdiğim bir dizi oldu. Game of Thrones gerçekten efsane bir diziydi. Ve tabii Narcos…
KAHRAMAN HİKAYELERİ ÖMRÜNÜ TAMAMLADI. SİNEMA DA DİZİLER DE GERÇEK İNSANLARI İNCELEMEYE BAŞLADI. ÇÜNKÜ BİRBİRİMİZİ TANIMAK İSTİYORUZ
Artık sık sık “kara mizah”a denk geliyoruz. Pek popüler oldu. Kahraman hikayelerinin pabucu dama mı atıldı?
-Kahraman hikayeleri bence sinemada ömrünü tamamladı. Belki de bizim yaş grubu için. Çünkü o kahramanlar da emekli olma yolundalar, yaşlandılar. Belki de insanlar peri masalı gibi bir dünyadan, gerçekçi ve acımasız bir dünyaya doğru ilerlemeye başladı. E o zaman n’oldu? Ortada, beraber yaşadığımız “gerçek insanlar” kaldı… Dayımız, yengemiz, eniştemiz, alt komşumuz… Sinema da diziler de bu gerçek insanları incelemeye başladı. Çünkü birbirimizi tanımak istiyoruz. Aslında buna mecburuz, çünkü başka türlü birbirimizi anlamıyoruz.
Kamera önünde devleşen bir sanatçısın. Ama normal hayatında, kendini çok ortaya atmıyorsun, çekingen olduğun bile söylenebilir. Bundan şikayetçi misin?
-Yok, ben kendimi böyle kabul ettim. Ailem ve arkadaşlarım da. Girişken biri olmak isterdim ama yapamıyorum. Olmuyor!
Andropoz’un ikinci sezonu çekilecek mi?
-Açıkçası ben, bu 2. sezon olayını pek sevmiyorum. Enerjisi düşüyor. Uzatınca ilginçliği kayboluyor. O yüzden 2. sezonu düşünmüyorum.
Gün içinde en çok yaptığın üç şey?
-Düşünmek, hayal kurmak, yürümek…
Çok açık sözlüsün, aklına geleni çok filtrelemeden söylüyorsun… Bu özelliğin zorluyor mu seni?
-Ben konuşmalarımı kişiye göre değiştirmiyorum. Annemle nasıl konuşuyorsam, yeni tanıştığım biriyle de aynı şekilde konuşuyorum. Zaten çok fazla konuşmuyorum. Annem, “Bana bir şey söyle de konuşalım!” diyor bazen:)