Bir sosyal sorumluluk projesi hayali.
Gazetem sayesinde gerçek oldu.
Teşekkür ediyorum.
Hem de çok.
Böyle bir şeye önayak olduğu için de gazetemle gurur duyuyorum…
Yarım Kalan Hayatlar.
Tam tamına 51 kişi oldu!
Bugüne kadar, hayatı yarım kalan 51 kişiye destek olduk.
Evet, belki hayatlarında çok radikal bir değişiklikler olmadı ama kimi eğitimine devam edebildi, kimi ev tutabildi, kimi ev alabildi, kimi annesinin mezarını yaptırabildi, kenara da para koyabildi, kimine lise sona kadar burs verildi, kimi ameliyat oldu, kimi kendisine şiddet uygulayan kocasından ayrı bir hayat kurabildi…
51 kişinin hayatına öyle ya da böyle dokunduk.
Ben bir gazeteci olarak, sosyal bir meseleyle ilgili benden istenilen bir şeyi yapıyorum, farkındalık yaratmak, bir kampanyayı aktarmak, röportaj yapmak, sahne röportajı yapmak vesaire sonra bunu Hürriyet’in internet sitesinde yayınlıyoruz, karşımızdaki kurum da, hayatı yarıda kalan birine destek oluyor.
Düşünebiliyor musunuz tam 51’e ulaştık. Bu son projenin adı, “Pembe Top Sahada”.
Bir meme kanseri bilinçlendirme projesi.
Anadolu Sağlık Merkezi’nin Anadolu Efes Spor Kulübü ile gerçekleştirilen bir bilinçlendirme çalışması.
Amaç, meme kanserinde erken tanının önemine dikkat çekmek.
Ben de bu kapsamda, Anadolu Sağlık Merkezi hekimlerinden Profesör Metin Çakmakçı’yla bir röportaj yaptım, önümüzdeki günlerde hurriyet.com.tr/kelebek/yarımkalanhayatlar’da okuyabilirsiniz.
Destek olunan kişiye gelince, 46 yaşındaki meme kanseri hastası Nilgün Baykan.
Müthiş güçlü bir kadın.
Önünde saygıyla eğiliyorum.
Başına gelmeyen kalmamış.
Ama hâlâ dimdik ayakta.
Nilgün Baykan’la yaptığım röportajın detaylı halini şimdi hemen, hurriyet.com.tr’deki köşemde okuyabilirsiniz.
ANNEDEN SONRA OĞLU DA KANSER
Baykan, 6 yıl önce kansere yakalanıyor.
Şu an 4. evre meme kanseri, kemoterapileri ve radyoterapileri sürüyor.
Yıllardır en büyük desteği 14 yaşındaki oğlu Ömer.
Anne-oğulun çok güçlü bir ilişkisi var.
Kimsesi olmadığı için hep Ömer bakmış annesine, saçları tutam tutam elinde kaldığında, acılar içinde kıvrandığında, yürüyemediğinde, yemek yiyemediğinde…
Hep o yanındaymış.
Annesinin ayak ucunda kıvrılıp uyumuş.
Tam her şey, iyiye gider gibi oluyor, 14 yaşındaki Ömer’in de kansere yakalandığı ortaya çıkıyor, lenfoma yani lenf kanseri.
Bitmedi, aynı anda ALS teşhisi de konuyor.
Nilgün Baykan tek başına yaşayan bir kadın, eşiyle yıllar önce boşanmış, eski eş de, hiçbir zaman bir baba olarak var olmamış, baba olmayı bırakın, insan olarak da var olmamış, başlarına gelen hiçbir felakette yanlarında durmamış.
Ömer inanılmaz parlak bir öğrenci, Bilfen’de burslu okuyor.
İkisi de birbirlerine güç vererek tedavilerini sürdürüyorlar.
İNSAN BİLMEDİĞİ BİR DÜŞMANLA SAVAŞAMAZ
Nilgün Baykan hikâyesini şöyle anlatıyor:
“Meme kanseri teşhisi 2009’da kondu. Evet, 4. evreyim ama hastalığım kontrol altında. Tedavi süreçlerinde metastazlarım gerçekleştiği için kanser evrem de ilerledi. Fakat birinci evre hasta olduğum dönemle, şimdiki dönemi karşılaştırdığım zaman birinci evrede daha kötü bir durumdaydım.
Çünkü doğru tedaviye başlayamamıştım.
Kanser hastaları zorlu ve ağır bir süreçten geçiyor. Çünkü ülkemizde ve dünyada maalesef bu konuyla ilgili çok net ve aydınlatıcı bilgi yok.
Doğru tedavi sistemleriyle ben çok yol kat ettiğimi düşünüyorum. Ama biliyorum ki, bu hastalığın tamamen tedavisi de yok.
İlk teşhisim konulduğunda doktorum bana çok güzel bir mesaj vermişti ve 6 yıldır bu mesajla hayata tutunuyorum: “İnsan, bilmediği bir düşmanla savaşamaz!”
O yüzden de ben önce düşmanı tanımaya çalıştım, yani kanserin ne olduğunu öğrendim.
Toplum olarak önce bununla ilgili olarak bilinçlenmemiz gerekiyor.
Hastalar için en önemli şey güven ve destek.
Aileden, eşten, çocuklardan…
Ben hastalandığımda oğlum 9 yaşındaydı şu anda 14 oldu. Ne yazık ki oğluma da lenfoma teşhisi kondu. İnsanın çocuğunun başına böyle bir şey gelmesi, kendi hastalığından daha kahredici bir şey.
Bir de ALS var başımızda.
KORKMUYORUM YAŞAMA TUTUNMAK İSTİYORUZ
Ama ben korkmadım, korkmuyorum.
Biz bunları da aşabiliriz, aşacağız.
Tıp çok ilerledi.
Ben nasıl yaşamayı başardıysam, oğlumun da bunu başaracağına inanıyorum, hatta eminim.
Toplumdan bu konuda destek bekliyoruz.
Lütfen biz kanser hastalarını yalnız bırakmasınlar.
Bize ölecekmişiz gibi bakmasınlar.
Biz, bizden sonraki hastalar için umut kaynağıyız.
Bizler yaşamak ve yaşama bir yerden tutunmak istiyoruz…
Nilgün Baykan ve oğlu Ömer’in yürek burkan hikayesi
Biz çok savaşçı bir anne-oğuluz Vazgeçmeye, pes etmeye hiç niyetimiz yok
Nilgün Baykan’la röportaj yaparken, ağlamaya başladım. Anne-oğul yaşadıkları, siz de okuyunca göreceksiniz, inanılır gibi değil. 9 yaşından itibaren bir çocuğun annesine bu kadar destek olması insanı hem mutlu ediyor hem içini acıtıyor.
Keşke onlara daha fazla destek olabilsek, yanlarında olduğumuz gösterebilsek…
Şimdi sizi Nilgün ve Ömer Baykan’la baş başa bırakıyorum…
Sizce insanın yaşadığı acılar, üzüntüler onu kanser yapar mı?
-Ben yapabileceğini düşünüyorum. 94’de evlendim. 2000 yılında da oğlum dünyaya geldi. Ömer 1 yaşındayken babasıyla yollarımızı ayırdık. Sıfırdan yepyeni bir hayata başladık. Ama çok zorlandık…
Ne iş yapıyorsunuz?
-Muhasebeciyim. Annem, babam Bursa’da oturuyordu, destek olamıyorlardı. Ömer’e iyi bir gelecek sağlayabilmek için gece gündüz çalışmaya başladım. Bazen iki iş yaptığımı biliyorum. Oğlumu sadece uyurken görebiliyordum. Tek amacım, Ömer’i biraz daha iyi şartlarda büyütebilmekti…
Babası peki?
-Ayrılış sebebimiz bir başka kadın. Biz ayrıldıktan sonra onuna evlendi. İlk çocuğu doğuncaya kadar ara ara Ömer’i görmeye devam etti, ardından 2. çocuk oldu. İlişki tamamen kesildi. 6 yaşından sonra 15 yaşına kadar 3 veya 4 kere görmüştür.
TAM HAYATIMIZ DÜZENE GİRDİ DERKEN
Sonra?
-“Tam hayatımız biraz düzene girdi” derken, bu sefer sağlığım bozulmaya başladı. Rengim kararmıştı. Derim sanki susuz kalmış gibiydi. Sürekli kilo kaybediyordum. Uyku sorunum vardı. Bu ülkede dul bir kadın olmak da zor. Namus abidesi gibi durmanız gerekiyor. Erkek gibi olacaksınız. Bakımlı bir kadınken, bandana bağlamaya başladım. Kısa eteklerimin hepsi gitti, yerini pantolonlar geldi. Silikleştim. Gece gündü çalışıyordum. Kısacası her şey üst üste geldi ve ben hastalandım. Başka bir şey için hastaneye gittiğimde, doktor göğsümdeki dışarı doğru yükselmiş şişliği fark etti. MR, biopsi derken, meme kanseri olduğum ortala çıktı. Tümörüm de agresifmiş. Acilen ameliyata aldılar. Meğer ameliyat hiçbir şeymiş. Kemoterapi, hastalığın kendisinden daha zor bir süreçti. Halüsinasyonlar görüyordum, her yerden böcek böcek geliyordu. Ameliyattan sonra 28 kemoterapi aldım. İlk 6’sı tamamlanmadan, vücudum alerji gelişiyor ve tedavi yarım bırakılıyor, yenisine başlanıyordu. Bir de sürekli şoka giriyordum, acil müdahaleyle hayata geri dönüyordum. Kemoterapi görmeye devam ederken kanserim birinci evreden dördüncü evreye çıktı. Metastas gelişti. Kaburgalarıma, omuriliğime, kalça kemiğime, rahmime ve yumurtalıklarıma sıçradı. Rahmim ve yumurtalıklarım alındı, kalça kemiğim sıçramış olduğundan 11 ay kadar yürüyemedim. Kol değnekleriyle yürüdüm. Bütün bunları da 9 yaşında bir çocukla yaşıyorum…
9 YAŞINDAKİ OĞLUM HER ŞEYİME YETİŞTİ
O ne yapıyordu?
-Yavrum her şey yetişmeye çalışıyordu. Beni yediriyordu, banyomu yaptırıyordu. Bir ara yaşlı annem ve babam geldi. Ama babam, çektiğim acılara dayanamadı, yüksek tansiyondan beyin kanaması geçirdi ve felç oldu. Sonunda onların tekrar Bursa’ya dönmelerinin daha iyi olacağına düşündük. Ömer’le birlikte idare etmeye karar verdik. İstemeden de olsa, oğlumun sırtına büyük bir yük yükledim. Annem ve babam gitti, bizim serüvenimiz başladı. İkinci tur kemoterapide, banyoda saçımı yıkarken, ellerim saç içinde kaldı, tamamen dökülmüştü. Ben ağlıyorum, çaresizim. Oğlum, “Aç kapıyı anne!” diyor, elinde bir tülbent, kafama sarmaya çalışıyor. Sonra beni kelliğe alıştırdı, gelip kafamı seviyordu. 2010’da yeniden ameliyatlar başladı. Kemiklerimde kaymalar ve iltihaplar oldu. Kemoterapinin yan etkileri. Vücudum kırılıyordu. Anlatamayacağım kadar ağrılar başladı. Kokuya karşı hassasiyet de. O dönem kendimi de sorgulamaya başladım. Fark ettim ki, ben hayat boyu, insanlar nasıl bir insan olmamı istedilerse öyle yaşamışım, kendim için değil, başkaları için yaşamışım. Kendimi hep sıkmışım. Ama tabii daha da kötü şeyler oldu?
Ne gibi?
-2011’de Ömer’in kolunu alçıya aldırmak için hastaneye gittiğimizde, hastane merdivenlerinden inerken kalp krizi geçirdim ve düştüm. Yapılan tetkikler sonucunda, kalbimin üzerinde bir üzüm salkımı kadar pıhtı oluştuğunu, an itibarıyla hiç kımıldamamam gerektiğini söylendi. Acil ameliyata almaya karar verdiler. Ömer de, o arada komşumuza gitmek zorunda kaldı. 4 saat sonra komşumuz beni aradı. Ben hastanede kolumda serumlarla yatıyorum, ikide bir sıtma nöbetleri geçiriyorum pıhtıdan dolayı. Komşum, “Ömer hiçbir sebep yokken sırt üstü düştü, başını mermere çaptı! Acile getirdik” demesin mi? Aşağıya getirmişler müşahade altına almışlar. O kadar çaresiz durumdayım ki, ben yukarıdayım, inemiyorum evladımın yanına. Babasını aradım. Cevap vermedi. Ablam Bursa’da, annem ameliyat oluyor, onun yanında. Kimsem yok. Doktora yalvardım, “Ne olursunuz, çocuğumu yanıma getirin!” diye. Allah razı olsun getirdiler. Sabaha karşı durumum çok kötüleşince, açık kalp ameliyatı için beni başka hastaneye götürme kararı aldılar. Benimse aklıma Ömer’de, onu sağlam yere emanet etmem lazım. Sonunda babasını buldum, gelip Ömer’i aldı ama “Kusura bakma oğlum, seni kendi evime götüremem!” diye annemin, babamın yanına Bursa’ya götürmüş, on lira da harçlık vermiş!
BEN KANSERDİM OĞLUM DA KANSER OLDU
Ne kadar acımasız…
-Evet. Ameliyata, elimde Ömer’in vesikalık resmiyle girdim. Çok uzun süre yoğun bakımda kaldım. 40 gün sonra da taburcu oldum. Tekrar oğlumla evimizdeydik. Beni kaldırıyordu, giydiriyordu, elimden tutuyordu, yemeğimi getiriyordu. Evi süpürgeyle süpürüyordu, alışveriş yapıyordu…
Müthiş bir oğlunuz var…
-Evet öyledir. Ama geçen yıl, “Belim ağrıyor anne” demeye başladı. Ben de beni çok kaldırıp indirdiğindendir diye düşündüm. Bir sürü doktora gittik, ne yazık oğluma lenfoma teşhisi kondu. Kendimi suçladım tabii, istemeden evladıma çok yüklendim, o da kanser oldu diye. Sonra ona, “Ben senin için yaşadım, sen de benim için yaşamak zorundasın, beraber atlatacağız bu hastalığı!” dedim. “Ben nasıl ağlarken, korkarken, sen benim elimi tuttuysam, ben de senin tutacağım…” Çok ağrılı, çok zor günler geçirdi. O ağrı çektikçe ben kahroluyordum. Siz deneyimlediğiniz bir şeyi çocuğunuzun da yaşadığını hissetmek feci bir şey. Çok ölmek istedim o zaman. “Keşke bunları görmeseydim!” dedim ama sonra böyle dediğim için pişman oldum çünkü onun bana ihtiyacı vardı. Yeniden başlayacaktık. Her şeye. Savaşacaktık. Öyle de yaptık. İlaç tedavisi başladı, fakat kemik ağrıları azalmıyordu. Bir teşhis daha kondu. Ömer aynı zamanda ALS’ydi.
Çok fena…
-Şimdi ALS tedavisi de başladı. Bu arada beyninde bir kitleye rastlandı. Beyin ameliyatı da olacak, karın boşluğuna bir drenajla kablo getiriyorlar ve hayatı boyunca öyle kalıyor. O kablo, sürekli beyindeki suyu boşaltacak ve on yılda bir yenilenecek. Geçen sene 2. dönem okula 52 gün gidemedi. Ama yine de okulda derece alan bir öğrenci. Yüzde 100 burslu olarak bir fen lisesinde okuyor. 6 yıldır hiç bana yük olmadan okul, servis, yemek, kırtasiye, kıyafet ve eğitim parası olmak üzere her yıl 70 bin liralık burs kazanıyor. Tamamen kendi bileğinin gücüyle ve zekasıyla…
HEP ACI HİKAYELER ANLATTIM BİRLİKTE GÜLÜYORUZ DA
Siz çok özel bir anne-oğulsunuz…
-Bana da öyle geliyor. Ne kadar yaşarız, nasıl yaşarız, ne kadar kaliteli yaşayabiliriz onu bilmiyoruz ama biz, bir çatının altında ikimiz çok mutluyuz. Hep acı hikayeler anlattım ama biz birlikte gülüyoruz da… Çok keyifli zaman geçiriyoruz. Bazen onun kemikleri ağrıyor, ben kemoterapiden gelmiş oluyorum. Yan yana yataklarda yatıyoruz. Kahkahalar havada uçuşuyor. İkimiz de inşallah iyileşeceğiz…
Peki Ömer’in babası? Hadi sizin hastalığınıza kayıtsız kaldı ama çocuğu hasta artık…
-Ömer hastalanınca, babasını arayıp durumu anlattım. “Belki elini tutmak istersin, belki Ömer’in yanında olmak istersin” dedim ama gelen giden olmadı. Ben bugün ölsem, evet Ömer’den erken ayrıldığım, onu yalnız bıraktığım için çok üzülürüm ama bir şey itiraf edeyim: Onunla yaşadığım o kadar güzel şeyler var ki. Biz, bir anne- oğul olarak birbirimizi çok sevdik, çok emek verdik. Ben eminim ki Ömer de beni bugün kaybetse, ileriki hayatında diyecek ki, “Ben annemin acılarına ortak oldum, ona gerçekten çok sevdim!” Ama biz çok savaşçı bir anne oğuluz, vazgeçmeye, pes etmeye hiç niyetimiz yok. Size söz, iyileştikten sonra da röportaj yaparız!
İnşallah bunları da atlatacağız!
Ömer sen neler anlatmak istersin…
-Annem benim için çok özel. Dünyanın en iyi annesi. O kadar çok ameliyat oldu ki, bütün vücudu harita gibi, o kendini çirkin hissediyor, benim için aynı zamanda dünyanın en güzel annesi. Evet, çok zor şeyler atlattık birlikte. Ama bu da bizim gerçeğimizmiş, yapacak bir şey yok. Ben annemden, tek şey rica ettim, bana hep açık olmasını istedim. “Benden hiçbir şey saklama!” dedim. Çünkü bu hayatı ikimiz yaşıyoruz. Annemle el ele verdik. Bugünlere kadar geldik. Bizim umudumuz tükenmez. İnşallah bunları da atlatacağız. Mücadeleye devam…