Memorial Şişli Hastanesi Göz Merkezi Başkanı Doç. Dr. Barış Sönmez
Sakin ve insana huzur veren biri. Onun yanında her şey, kontrol altındaymış gibi hissediyorsunuz. Kesinlikle güven veriyor. “Doğru ellerdeyim hissi”ni size geçiyor. Hastayı gözünden tanıyor. Göz konusunda acayip bilgili. Mesleğinde de duruma hakim. Dünyadaki gelişmeleri takip ediyor ve her daim kendini yeniliyor.
Hekimliğin yanı sıra, müthiş bir doğa aşığı ve aşçı. Yurt dışına kongrelere gittiği zaman dünyanın her yerinden kabaklar, mantarlar taşıyor. En çok çocuklara yemek yapmayı seviyor. Her şeyin doğalına meraklı. Ayda bir kendini doğaya atıyor, vakit geçirmeyi sevdiği bir arazisi var. Orada zeytin yetiştiriyor, koyun besliyor, taze yağ, peynir, süt elde ediyor…
Mesleğinde de “doğal”cı. “Medyanın, bilinçaltımıza yerleştirmeye çalıştığı güzellik kavramlarından kurtulmak önemli. Bize sunulan gözler, yüzler, burunlar kendi çehremizde aynı etkiyi yaratmayabilir. Gözler ve bakışlar, bizim benlik hissiyatımızın en önemli parçası. Göz ve etrafına yapılacak cerrahi müdahalelerde, kişiye özel karakteristik özellikleri değiştirmemek lazım. Doğal ama daha genç bir görünüm asıl hedef olmalı” diyor. Kendisine şapka çıkarıyorum!!!!
Hadi en baştan başlayalım. Nasıl bir ailede sizinki?
-Mutlu, huzurlu, kendi halinde bir aile. Ankara’da büyüdüm. İki kardeşiz. Kardeşim de doktor, patoloji uzmanı. Annem ev hanımı, babam ise emekli asker…
Nasıl bir çocuktunuz?
-Sakindim. Çok heyecanlı, çok panik biri değilim, hiç olmadım. Nabzım düşük atar. Kontrolümü kolay kolay kaybetmem.
Gözlüklü çocuklar sadece okumaya meraklıdır” diye bilinir. Palavra mı bu?
-Şöyle, gözlük, fiziksel aktiviteyi kısıtlıyor maalesef. Terlersiniz, camlar buğulanır. Gözlük sürekli kayar burnunuza doğru. Denize girersiniz, yüzüp çıktığınızda, o havlu mu benim, ya bunlar bizim arkadaşlar mı? Yanlarına kadar gitmeden anlayamazsınız. Bir takım kısıtlamalar geliyor. İster istemez daha çok okumaya ve sakin bir yaşama doğru kayıyor gözlüklü çocuklar. Ama bu da kötü bir şey değil.
Sizi peki, fiziksel aktiviteden geri kaldınız mı?
-Yok hayır, koşturmaca, boğuşmaca, futbol, yüzme, basketbol… Ben 13 yaşında gözlük taktım. Lise ve üniversite yıllarım gözlükle geçti. Her iki gözümde de, 2 numara miyop, 2 numara civarı astigmatım vardı. Bir dönem kontakt lens denedim, olmadı bir türlü. Kuruluk, alerji gibi sorunlar yaşadım. Huzuru lazerde buldum sonra!
Büyüyünce doktor olmak istemenizin özel bir sebebi var mıydı?
-Benim çocukluğumda doktor, öğretmen çok kıymetliydi. El üstünde tutulur, çok saygı görürlerdi. Hacettepe de en iyi tıp fakültesiydi o zaman. Elimin işleyeceği, cerrahi bir branş, aynı zamanda da görsel bir şeyler yapmak istiyordum. Gözle ilgili hoşuma giden de bu. Görsel ve fonksiyonel olarak yaptığınız işin karşılığını çabuk alıyorsunuz. Ben hem hastam güzel görsün ve görünsün istiyorum, hem de ben gördüğümle mutlu olayım. Hiçbir şey bize hastanın mutlu olduğu an kadar keyfi vermiyor hayatta! Başka bir uzmanlık dalı ister miydim, geri dönüp baktığımda, sanmıyorum…
Ne güzel! Peki ihtisasınızı göz konusunda yapmanızın, çocukluğunuzun gözlüklü geçmesiyle ilişkisi var mıydı?
-TUS diye bir sınav var. Çoooook çalışıp yapabileceğinizi düşündüğünüz ihtisas programlarını sıralıyorsunuz. Şans da çok önemli, kim neyi talep ediyor o dönem. Birçok tercih yapıyorsunuz, benim tercihlerim göz ağırlıklıydı. Şansım da yaver gitti. Şöyle söyleyebilirim: Pek işitsel bir insan değilim. Yani kalbi steteskopla dinlerdim ama çok anlamazdım dinlediğim sesi. Kardiyoloji, göğüs hastalıkları uzmanı olmamamın nedenidir bu belki. Ama gördüğümü hiç unutmuyorum. Hele hastanın gözüne bakınca hiç unutmuyorum…
HASTAYI GÖZÜNDEN TANIRIM!
İşinize duyduğunuz tutkuyu nasıl anlatırsınız?
-Seviyorum yaptığım işi çok. Her hastamla, sanki ilk hastammış gibi ilgilenmeye çalışıyorum. Bu da hastalarıma yansıyor. Türkiye’nin, hatta dünyanın farklı yerlerinden hastalar geliyor. Bizim işimizde empati çok önemli. Empati yapmadan sağlam bir hasta-hekim ilişkisi kurulmuyor. Ben de elimden geldiği kadar yapıyorum.
Hastayı gözünden tanımak nasıl bir şey?
-Valla biraz iddialı olacak, ama evet hastayı gözünden tanıyorum!
Her göz, o kadar bariz şekilde farklı mı? Yoksa sizin göz hafızanız kuvvetli de, o yüzden mi gördüğünüz bir gözü bir daha unutmuyorsunuz?
-Her gözün kendine has özellikleri var. Bizim işimizde bunlara dikkat edip, ona göre bir tedavi planı hazırlamak gerekiyor. Görsel hafızamın, işitsel hafızamdan kuvvetli olduğu kesin. İsimleri kolay aklıda tutamıyorum ancak görüntüler daha uzun kalıyor…
ORTALAMA YAŞAM ÖMRÜ 100 YIL OLACAK
Modern tıp sayesinde, ortalama insan ömrü ne kadar uzadı?
-40’lı yaşlardan 70’li yaşlara çıktı! Neredeyse iki katı! Genetik, kök hücre ve nanoteknoloji çalışmaları ve mühendisliğin tıbbın daha çok içerisine girmesiyle önümüzdeki yüzyılda ise, ortalama 100 yıl olacak.
Vayyyy!
-Evet. Artık herkes bilinçli, yediğini içtiğini kontrol ediyor ve daha düzenli egzersiz yapıyor. Modern tıp da, ortalama yaşam ömrü uzadıkça, bu süreye ayak uyduramayan dokuları yenileyip, benzerlerini üretip değiştirerek bedenimizi aktif tutmaya çalışıyor.
GÖZLERİMİZ NE YAZIK Kİ DİĞER ORGANLARIMIZA GÖRE BİRAZ DAHA ERKEN YAŞLANIYOR AMA BUNUN DA ÇÖZÜMÜ VAR
Günümüzde yaşlanmayla ortaya çıkan sorunlara, teknik ve estetik çözümler mı bulunuyor?
-Aynen öyle! Tıp ve mühendislik dünyası, artık birçok hastalığa “teknik bir problem” olarak bakıyor ve eskisinden çok daha hızlı bir şekilde bu problemler için çözümler yaratabiliyor. Mesela gözün merceğinin ilerleyen yaşla birlikte elastikiyetini kaybetmesi ve bulanıklaşmasıyla ortaya çıkan “yakın gözlüğü ihtiyacı” ve sonrasında gelişen katarakt, artık çok kolay tedavi edilebiliyor. Eskiden insanlar kırklı- ellili yaşlarda, “Torun torba sahibi olduk!” deyip kenara çekilirlerdi. Şimdi ise bu yaş grubu aktif hayatın içerisinde ve en önde. Herkes yakın ve uzak görüşte rahat olmak istiyor. İşin görünüş kısmına gelince; bu jenerasyonda olup çalışan, üreten ve aktif sosyal yaşamın içerisinde olanların önemli bir kısmı, kendilerini, yeni bir kariyer, yeni bir ilişki – evlilik başlatıp devam ettirecek kadar genç ve dinamik hissediyor. Bunun için enerjileri ve imkanları da var. Ama yirmili – otuzlu yaşlardaki gibi görmüyor ve görünmüyorlar. Ama bunun önlemini alıyorlar…
Nasıl?
-Gözlerimiz ne yazık ki diğer organlarımıza göre biraz daha erken yaşlanıyor. Ve bunu bize hissettiriyor. 40’lı yaşlardan sonra okurken zorlanıyor, odaklanmada güçlük çekiliyor. Kapakların üzerinden sarkan pofuduk cilt katlantıları görme alanımızı kısıtlıyor. Aynaya baktığımızda, üst kapaklarda sarkmalarla birlikte gözlerde yorgun bir hal olduğu fark ediliyor. Yaş ilerledikçe, göz küresi etrafındaki yağ dokusunda hacim kaybı ve sarkma nedeniyle alt kapaklarda torbalanmalar başlıyor. Gözlerin etrafında belirginleşen çukur sanki hastaymışız gibi görünüyor.
Peki çok bariz değişmeden, daha genç görünmek, zamanı geri almak mümkün mü?
-Elbette! Çehremiz ve bakışlarımız, görsel kimliğimizin en önemli parçası. Aynada gördüğümüz görüntünün, yıllar sonra zihnimizdeki benlik imajımıza uymadığını fark edince mutsuz oluyoruz ve zamanı geri almak istiyoruz. Çünkü en çok gözlerimiz ve çevresi yaşımızı ele veriyor. Refraktif lens değişimi, presbiyopik kornea implantları ve lazer tedavileriyle gözlük ve kontakt lenslere bağımlı olmadan uzak ve yakın güzel görüş artık 40’lı yaşlardan sonra da mümkün. Dünyayı daha iyi görmenizi sağlarken, dünyanın sizi daha iyi görmesini ise medikal ve cerrahi kozmetik müdahalelerle sağlıyoruz!
KİŞİYE ÖZEL KARAKTERİSTİK ÖZELLİKLERİ DEĞİŞTİRMEMEK LAZIM!
Biraz da, göz kapağı estetiğinden söz edelim…
-Blefaropasti. Göz kapağı ve çevresine uygulanan estetik operasyonun ismi bu. Bu operasyon, bazı olgularda üst kapakta kaş ve alın kaldırma, alt kapakta ise yüz kaldırma ve dolgu enjeksiyonlarıyla destekleniyor. Ameliyatlar genellikle lokal anestezi ve sedasyonla yapılıyor. Bir hafta sonra da dikişler alınıyor. Cerrahi kesiler, üst kapakta, kapak katlantı bölgesine; alt kapak blefaroplastisinde ise kapağın iç kısmına gizleniyor. Kapaklarda şişlik birkaç hafta sürebiliyor.
Kimler göz estetiğinden mutlu oluyor?
-Başkası gibi görünmeyi değil de, kendi görünümünü gençleştirmeyi ve iyileştirmeyi isteyenler… Bu da ancak çehremizdeki bize has özellikler ve ifadeler farklılaşmadan uygulanacak bir cerrahi müdahaleyle mümkün. Medyanın, bilinçaltımıza yerleştirmeye çalıştığı güzellik kavramlarından kurtulmak önemli. Bize sunulan gözler, yüzler, burunlar kendi çehremizde aynı etkiyi yaratmayabilir. Gözler ve bakışlar, bizim benlik hissiyatımızın en önemli parçası. Göz ve etrafına yapılacak cerrahi müdahalelerde, kişiye özel karakteristik özellikleri değiştirmemek lazım. Doğal ama daha genç bir görünüm asıl hedef olmalı.
Peki ne zaman göz estetiği? Siz ne öneriyorsunuz?
-Şüphesiz ki her yaşın ayrı bir güzelliği var. Kendisiyle ve doğal yaşlanma süreciyle barışık olan ve dingin bir yaşlılık yaşamak isteyenler için hiçbir zaman! Aynadaki zamanı durdurmak veya 10-15 yıl geriye almak isteyenler içinse her zaman. Karar vermeden önce genç hissetmek ve ruhumuzdaki kırışıklıklardan kurtulmak lazım. Hep genç hissetmek içinse rutinden çıkın, hep yeni bir şeyler öğrenmek için çabalayın ve hareket edin…
DOĞADAN ÖĞRENECEK ÇOK ŞEY VAR
Siz mesleğinize olduğu kadar, hayata da, tutkuyla bağlı ve yaşamanın hakkını veren birisiniz…
-Teşekkür ederim. Bir yoldur, yürüyoruz. Kitaplar dışında doğadan da öğrenecek çok şey var. Denizi, doğayı ve yemek yapmayı seviyorum. Şehirde yoruldukça, doğaya koşuyorum. Toprak bizi dengeye getirecek her şeye sahip. Şimdi yavaştan kendi arazimde kendi yağımı, kendi etimi vs. üretiyorum. Ayda bir gitmeye çalışıyorum…
Doğada şarj oluyorsunuz yani!
-Evet. İnsanla birebir iletişim halinde olduğunuz profesyonel bir hayat yorucu olabiliyor. Ben de daha çok doğada ve mutfakta şarj oluyorum. Bir tür meditasyon. Kendinle baş başa kalabiliyorsun ve yeteri kadar sabırlıysan, ikisinden de nefis sonuçlar çıkıyor.
Yemek yemeyi sevmeyi anlarım da, yemek yapma tutkunuzun kaynağı nedir?
-Çocukluktan geliyor. Çok güzel yemek yapan bir teyzem var. Onun mutfağında çok mutlu olduğumu hatırlıyorum.
İstanbul Culinary Institute Cook School’da şeflik eğitimi dahi almışsınız, harika…
-Evet. Gerçi yediğime dikkat ediyorum. Az kalorili, mümkün olduğu kadar işlenmemiş lezzetli yiyecekleri seçmeye gayret ediyorum. Ama başkalarına pişirmeye bayılıyorum. Şimdi daha yaygın ama bundan 30 yıl önce mutfakta dolanan erkek çocuğuna pek hoş gözle bakılmazdı. Şimdi çok değişti. Geçenlerde fark ettim, TV’de yemek yapıp tarif veren şeflerin neredeyse tümü erkek. Kız kardeşim yumurta kırmayı bilmezken, ben, “Krem karamel nasıl yapılır? Et nasıl daha yumuşak pişirilir?” Bunların peşinde gezerdim. Herhalde yemeği sevmekle ilgili bir şey, neden öyle bilmiyorum. Sonra sevdikçe, yapmayı öğrenmem gerekti. Öğrendikçe de iyi malzeme bulmak ve mümkünse üretmek… Evde, istediğim lezzette yemeği bulamayınca, bu sefer etrafa sarmaktansa daha huzurlu olmak için kendim yapmaya başladım. Böylece herkes mutlu olmaya başladı tabi çevremdekiler de rahatladı!
Mutfağın hangi alanında eğitim aldınız, hangi yemeklerde iddialısınız?
-Temel mutfak eğitimi aldım. Elde olanın hakkını vererek pişirme eğitimi. Malzemeyi tanımak ve ısıyı yönetmek üzerine… Reçetelerle pek işim yok.
HAVALANINDA “N’APACAKSINIZ BU KADAR MANTARI, KABAĞI?” DİYE SORUYORLAR
Tercihiniz hangi dünya mutfaklarından yana?
-Hint ve Japon mutfağını herhalde biraz daha ön planda tutarım. Sık sık seyahat ediyorum, dünyanın dört bir tarafından sebzeler toplayıp İstanbul’da pişirmek iyi oluyor…
Şaşıran olmuyor mu?
-Olmaz olur mu? Havalimanı güvenlik noktalarında, “Ne yapacaksınız bu kadar mantarı, kabağı?” diye soruyorlar. Çünkü seyahatlerimde müzelerin, konserlerin yanına mutlaka yöresel pazarlarda alışveriş yapıyorum…
Belki de siz, bir şef olsanız daha mutlu olacaktınız?
-Profesyonel olarak yapsam aynı zevkle yapar mıydım bilmiyorum. Dostlarınız, aileniz ve sevdikleriniz için, bazen onlarla birlikte yemek yapmak, sonra birlikte yiyip, içip sohbet etmek farklı bir şey…
Erkeklere mi, kadınlara mı yemek yaparken daha mutlusunuz?
-Çocuklarla… En keyifli yemekleri oğlum ve onun arkadaşlarıyla yapıyoruz. Özellikle de arazide kamp yaptığımız zamanlar. Eğitimli, küçük gurmeler yetiştiriyoruz! Keçi kılından çadırımızda kalıp, doğal ve basit ürünlerle lezzetli yemekler yapmaya çalışıyoruz.
DOĞADA DAHA DENGELİ OLUYORUM HEPİMİZ İÇİN GEÇERLİ BU
Peki sizce doğa merakınız nereden kaynaklanıyor?
-Bilmem. Doğada daha dengeli oluyorum. Hepimiz için geçerli bu. Yerin kendi rezonansıyla bir araya gelebildiğimiz tek yer doğa, gürültü ve keşmekeşten uzak. Huzur aradığımda kaçabildiğim bir zeytinliğim var. Önce kendi mutfağımızda kaliteli bir zeytinyağımız olsun diye başladık, “Gamaz Dede” böyle doğdu, şimdi yavaştan hayvansal gıdaları da üretiyoruz…