60 yaşında bir hiperaktif Sahrap Soysal

O, Sahrap Sosyal… Eşi, benzeri yok. Enerjisi de kimsede yok! Öyle böyle değil. Etrafına neşe ve mutluluk saçan, bıcır bıcır konuşan, nefis yemekler yapan, Türk mutfak tarihini anlatan, ardından da dans edip, oynamaya başlayan müthiş bir kadın…

Aslında ODTÜ kimya mezunu. Yıllarca devlette ve özel sektörde yönetici olarak çalışıyor. Fakat yemek yapmaya olağanüstü bir yeteneği var ve nefis sofralar hazırlıyor. 40 yaşında ikizlerini de doğurduktan sonra, kendini televizyonda yemek programı yaparken buluyor. Sonra da kendi alanının fenomenlerinden biri oluyor. Türk ve Anadolu mutfak kültürünü çok iyi bilen 3-5 kişiden biri.

İlk kitabı, “Bir Yemek Masalı”yla yemek kitaplarının Nobel’i sayılan “Gourmand Dünyanın En İyi Yemek Kitabı Ödülü”nü aldı. Sonra ödüllerin ardı arkası kesilmedi. Ama hep ultra alçakgönüllü. Kendine “aşçı” ya da “şef” değil “yemekçi” diyor! Sahrap Soysal, Türk mutfağını ve kültürünü yurtdışında tanıtan önemli bir elçi aynı zamanda. Londra’dan Çin’e kadar davet edildiği her etkinlikte yemekler yapıyor. Şu an Azerbaycan’da bir televizyon programı yapıyor. Karış karış bütün o coğrafyayı geziyor. Yemek onun için, sohbet etmek, paylaşmak ve mutlu anlar yaratmanın en güzel aracı…

O kadar çok şeyi aynı anda yapıyor ki, insanın nefesi kesiliyor. Ben ilk tanıştığımda küçük bir şok yaşamıştım. Bu komik, şefkatli, sevecen, bir saniye yerinde oturamayan, insanlar mutlu olsun diye kendini paralayan kadın, gerçekten 1000 kaplan enerjisinde. Onunla yeni kitabı, “Sahrap Soysal’dan Sağlıklı Mutfak: Gelenekten Geleceğe Türk Mutfağı” vesileyle buluştuk. Anadolu mutfağının bilinen bazı yemeklerini, sağlık trendlerine uygun olarak nasıl yeniden yorumladığını anlattı…


“Sahrap Sosyal’la Sağlıklı Mutfak: Gelenekten Geleceğe Türk Mutfağı” çıktı… Ona, yemek, hayat ve enerjisinin sırrını sordum…

Çağın olayı enerji… Enerjisi olan yürüyor, olmayan sınıfta kalıyor. Siz de bir enerji küpüsünüz! Komiksiniz, tatlısınız, yerinizde duramıyorsunuz… Duracell pil gibisiniz… Nedir bu?

– (Gülüyor) Televizyona program yaparken, oradaki çocuklar da bana hep şöyle diyordu: “Biz Sahrap Abla’yı akşamdan fişe takıyoruz, hemen şarj oluyor, işimiz hiç aksamıyor!”

İyiymiş…
– Oldum olası çevremdeki insanlar, özellikle de gençler, “Ya Sahrap teyze, biz genciz ama sendeki enerjinin binde biri biz yok!” der. Sebebini bilmiyorum. Yaşıtlarıma göre biraz fazla aktif, hareketli ve koşturan biriyim. Durup dururken şarkı-türkü söyleyebilir, dans edebilirim. Böyle anormal davranışlarım da var… (Gülüyor)

Kendi kendinize kaldığınızda da böyle misiniz?

-Yok. Kendi kendime kaldığımda, bir etkileşim alanı oluşturamadığım için sürekli çalışıyorum. Yazıyorum, çiziyorum, yemek yapıp, fotoğrafını çekiyorum… Ama nasıl desem, bir hamle yapmaya, atlayıp-zıplamaya her daim zaman hazırım. Çok tuhafım değil mi?

Hayır değilsiniz! Harikasınız… Peki hep mi böyle ele, avuca sığmaz bir şeydiniz?
– Çocukluğumda annem bana, “Aksi İşler Müdürü” derdi. Altı kardeşiz ama en meraklı, her şeyi karıştıran, itiraz eden bendim. Evin acayip çocuğu yani. “Bu nasıl bir kız çocuğu? Çok yaramaz! Hiç yerinde durmuyor!” derlerdi. Ablalarım, sakin ve kendi halindeyken, ben bir baş belasıydım. Yıllar sonra anneme, “Biliyor musun ben çocukluğumda hiperaktifmişim” dediğimde, komşumuz Zümriye Hanım Teyze’ye dönüp: “Ay bizim kız, hiper-latifmiş, bilemedik!” dedi, çok güldük.

Peki bu hiperaktiflik, zaman içinde azalmadı mı?
– Valla ne desem… Özellikle Anadolu çekimlerinde geceleri uyanıp, “Acaba Urfa’da mıyım, Malatya’da mı?” derim. Yorgunluktan bir türlü uyuyamaz ve yatakta döner dururum. Hala böyleyim. Pek değişmiyor insan. Ama olsun, sabah erken kalkar, mutlu mesut işime koşarım. Ben üretirken mutluyum.

Evdekiler n’apıyor? Yorulmuyor mu?
– Evdekiler açıkçası, hep benden şikayetçiler. Çok yorucu olduğumu, vıdı vıdı yaptığımı, lafı çok uzattığımı söylüyorlar. Doğru söze ne denir, onlara hak veriyorum.

Eşiniz, “Bir otur be kadın!” diyor mu?
– Eşim yani “doktor” -ben ona böyle hitap ediyorum- Allah’tan nasıl bir kadınla evli olduğunun farkında. O çok sakin, dingin, oturduğu yerde kalabilen biri. Bana gayet nazik bir biçimde, “Otur be kadın!” dediği oluyor tabii ki. Fakat ne mümkün! Yorucu olduğumun farkındayım. Ama ben de buyum…

Sizin bir manzaraya uzun süre dalmanız ya da bir yerde, bir saat hiçbir şey yapmadan oturmanız mümkün mü?
– (Gülüyor) Kız kardeşim Ayşegül’le, bir arkadaş tavsiyesiyle, Yunan Adası Karpathos’a, tatile gittik. Tatlı bir rüzgar esiyor, hava limonata gibi, deniz turkuaz rengi, yemekler çok lezzetli. Denize girdik, güneşlendik, yedik ama ben kıpır kıpırım. Yerim duramıyorum, “Ee peki şimdi n’apacağız?” diyorum. Kardeşim şöyle cevap verdi: “Bak, buraya dinlenmeye, kafa dağıtmaya geldik. Şimdi denize, manzaraya uzun uzun bakacaksın, oturup kalacaksın!” dedi. Benim için ölüm gibi bir şey. Ben yarım saat dayanabildim. Sonra, “Hadi kalkalım, bir de adanın arka tarafını keşfedelim” dedim. Yani bir tatlı huzur vermedim kardeşime! 60 yaşından sonra “Biliyor musunuz ben hiperaktifim!” demek de komik oluyor. Onun yerine şöyle diyorum: “Siz, beni bir de gençliğimde görecektiniz!”

Siz, insanları enerjinizle yukarı çeken birisiniz, sizi kim yukarı çekiyor?
– Kimsenin beni yükseltmesini, yüceltmesini, motive etmesini, pohpohlamasını beklemem. Enerjimi yüklenir, alır başımı, yola çıkarım…

Bu, bir seçim mi peki? Bu kadar pozitif olmak… Kendinizle böyle bir anlaşma mı yaptınız? Bu kadını, bu enerji küpü Sahrap Soysal’ı siz mi yarattınız?
– Valla Ayşe’cim, “enerji” diye diye beni de havalara soktun. Birazdan çıkıp oynayacağım! Annemin dediği durumu en iyi özetleyen şey: “Bunun yaradılışı böyle, içinde hep vardı!” Doğru, ben böyle doğmuşum. Ama bazı şeyleri hayat felsefesi edindim. Aslan Kral’ın o çok sevdiğim sözü “hakuna matata” mesela. Yani “takma kafana”. Ben de öyle yapmaya çalışıyorum. Gereksiz şeyleri kafama takmıyorum, yoluma devam ediyorum.

ODTÜ’DE KİMYA OKUDU YEMEKÇİ OLDU

Kimya okudunuz, özel sektörde çalıştınız… Yeme ne alaka peki?
– Doğru, ODTÜ’de kimya okudum, yıllarca devlet ve özel sektörde çalıştım, yöneticilik yaptım. İlk oğlum Mehmet doğduktan sonra, yeniden çocuk sahibi olmak istedim ama 40 yaşına gelmiştim. İkizlerim Hasan ve Ömer’i doğurduktan sonra çok tesadüfen bir televizyon programı teklifi geldi. Hani derler ya, “Önünüze çıkan fırsatları görebilmek çok önemli!” diye. Doğru. Bir de cesur olmak gerekiyor. Ben de kabul ettim ve bugünlere kadar geldim. Böylece 20 yıl önce yemekçilik kariyerim başladı. Ardından gazete yazıları, kitaplar ve dergiler geldi. Koşturmacaya devam…

Ne ifade ediyor yemek sizin için?
– Zaman içinde anladım ki, ben yemek yedirmeyi çok seviyorum. Sofralar kurmaya, insanları toplayıp bir araya getirmeye, yedirip içirmeye bayılıyorum. Yemek; sohbet etmek, paylaşmak ve mutlu anlar yaratmanın en güzel aracı bence…

Yaptığınız şey mi yemek?
– Zaman içinde, iyi ki yemekçi ve yemek-kültür araştırmacısı oldum. Tam bana göre bir iş. Gözlerimi kapayıncaya kadar da bu işi yapmayı diliyorum.

SIR; İÇTEN, SAMİMİ VE SEVECEN OLMAK

Çok samimi ve olduğunuz gibisiniz. Hepimizin 500 yıldır sizi tanıyor gibiyiz. Ailemizden, evimizden birisiniz… Bu mu sizin sırrınız? Siz nasıl açıklıyorsunuz bu kadar sevilmenizi…
– Bence bu işin bir sırrı yok! Olduğun gibi olmak, içten, samimi, sevecen olmak yeterli. Bunun için ayrıca bir şey yapmıyorum, içimden geldiği gibi davranıyorum. Televizyon programlarında da sanki evde yemek yapıyor, misafir ağırlıyor gibi davrandım hep. Böylece çok sıcak bir ilişki yakaladık. Onlar beni sevdi, ben onları daha çok sevdim. Zaten hayatın rengi, çiçeği, böceği, neşesi her şeyi olan kadınlara bayılıyorum!

ŞEF-MEF DEĞİL, YEMEKÇİYİM

Kendinize “yemekçi” diyorsunuz… Bu da şahane. Neden “aşçı” değil, “şef” değil, “yemekçi”…
– Oldum olası havalı olmayı, havalı laflar etmeyi sevmem. Ben çok gerçekçi bir tipim. Evde çocuklarına, eşine, dostuna yemek pişiren biriyken, böyle bir kariyer yaptım. Kimseye ayıp etmek istemem. Şef- mef değil, yemekçiyim!

MEŞGUL OLMAZSAM EŞİMİ DİDİKLER, HUZURSUZ EDERİM

O kadar çok şeyi aynı anda yapıyorsunuz ki… Televizyon programı, etkinlikler, restoran işletmeciliği, yazarlık… On parmağınızda on marifet… İnsanın nefesi kesiliyor… “Duracağım ulan, emekli olacağım, kendi domateslerimi yetiştirip, huzur içinde yaşayacağım!” dediğiniz olmuyor mu?
– (Gülüyor) Emeklilik hayallerim var ama bu defa da evin bahçesinde üretim yapıp, orada çalışma planlarım var. İnşallah, hep üreterek yaşarım. Bir de benim doktor böyle çalışıp, üretip, meşgul olmamdan çok mutlu bence. Çünkü öbür türlü, onu da didikler, huzursuz ederim.

Gelenekten Geleceğe Türk Mutfağı

Yeni kitabınız, “Sahrap Sosyal’la Sağlıklı Mutfak: Gelenekten Geleceğe Türk Mutfağı” yayımlandı. Geleneksel mutfağa yeni trendler getiriyorsunuz. Nedir onlar? Ne tür kuşlar konduruyorsunuz?
– Bir yemek kültürü araştırmacısı olarak, dünyadaki yeme-içme alışkanlıklarının gitgide değiştiğini gözlemliyorum. Artık herkes, sağlıklı beslenmek istiyor. Ve şekeri, tuzu, unu, yağı azaltılmış yemekler tercih ediyor. 2000’li yıllarda başlayan yeni beslenme trendleri, neredeyse insanların yaşam şekline dönüştü. Vegan-vejetaryen beslenme, glütensiz, alkali, probiyotik diyetler gibi onlarca popüler beslenme trendinden bahsediliyor artık. Ülkemizde de yazılı ve görsel basının sıkça yer verdiği sağlıklı mutfak konusuna, ben de kendimce bir katkıda bulunmak istedim. Anadolu mutfağının bilinen bazı yemeklerini bu trendlere uygun olarak yeniden yorumladım. Bazı yemekler için özel baharat karışımları hazırladım. Glütensiz kalburabastı, kivi soslu marul salatası, kinoalı mercimek köftesi gibi daha sürdürülebilir, inovatif tarifler hazırladım. Anadolu mutfağına sahip çıkarken, bu kez onu biraz güncellemek, hafifletmek, dünya trendlerine uyarlamak istedim. Farklı kültürlerin tatlarıyla zenginleşmiş muhteşem mutfağımızı harmanlayarak, özünü kaybettirmeden bugün de sağlıkla yiyelim istedim. Bu yüzden kitabın alt başlığı olarak “Gelenekten Geleceğe Türk Mutfağı” lafını özellikle vurguladım..

Güzel bir sofra, tatlı dil ve güler yüzle adam tavlamak mümkün!

Peki, sizin evin mutfağı ne: Geleneksel mutfak mı, inovatif yemekler mi?
– Bizim soframız, hem geleneksel hem de inovatif. Bir kimyacı-yemekçi olarak yepyeni yemekler yaratmaya bayılırım. Evimizde dolma da yapılır ama yanındaki yoğurda bal, hardal katarak da servis edebilirim.

Hangi yemeği yaparsanız kocanızın size “hayır” deme şansı yok…
– Balık, yanına birkaç zeytinyağlı ve salata yaptığım bir sofraya doktor bayılır!

Güzel yemek yaparak adam tavlanır mı?
– Bizim dört erkekli evde, kalbe giden yol, mideden geçer! Güzel bir sofra, tatlı dil ve güler yüzle adam tavlamak, evet bence mümkün!

GAŞIK GAŞIK MÖCİZE!

Ününüz, Azerbeycan’a kadar gitti. Bu nasıl bir şey? Orda bir televizyon programı yapıyorsunuz. Ve Azeriler sizi çok seviyor…
– Azerbaycan’ın en büyük gıda grubu Azersun Holding, bir yemek programı teklifiyle geldiğinde, hiç nazlanmadım, hemen kabul ettim. Çünkü Türk televizyonlarındaki yemek program formatları artık çok değişti. Yemek etrafında, insanların birbirine bağırıp, çağırıp, çemkirdiği acayip programlar yapılıyor! Bunlardan çok sıkılmıştım. Bir de yepyeni bir şeydi, heyecan duydum. Azerbaycan’da binlerce kilometre kat ettim. Gürcistan’dan Kafkas Dağları’na, İran sınırından Hazar Denizi kıyılarına kadar pek çok şehir dolaştım. Evlerde, Azerbaycanlı Mehriban Hanımlarla yemek pişirdim. Yepyeni bir yemek dünyası keşfettim. Bana çok şey kattı. Çok zengin bir yemek kültürleri var. Dolma, pilav ve hamur işinde müthişler. Yemek, insanları yakınlaştırır ve birleştirir. “Gaşık Gaşık Möcize” programım çok sevildi. Halen gidip, geliyorum ve çok memnunum. Gayet de iyi anlaşıyoruz. Biz, farklı lehçelerde Türkçe dilinin konuşulduğu iki devlet, tek milletiz. Onlara, “Hamınızı çok sevirem, başım gözüm üstüne yeriniz var, şad oldum” diyorum.

“Doktorcum, şu gözaltımı, göz kapağımı yapsak mı? Botoks zamanım da geldi”

Eşiniz Nuri Soysal bir plastik cerrah. Kadınlar sürekli ona gelip, güzelleşmeye çalışıyorlar. Peki siz… Sizin, “Nuri, benim, nereme ne yapmam gerekiyor?” dediğiniz olmuyor mu?
– Doğru, bizim doktor, ünlü bir Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrah. Ama benimle ilgili bir şeyler yapma hevesi hiç olmadı. “İyisin Hanım!” deyip geçiştiriyor. Ama ben, “Doktorcum, şu gözaltımı, göz kapağımı yapsak mı? Botoks zamanım da geldi” diye diye onu razı ediyorum. Böyle böyle geçinip gidiyoruz.

Kıskanır mısınız eşinizi?
– Doktor eşi olmak, tümüyle zor bir durum. Bütün gün ameliyat yapan, hastalarını 24 saat takip eden eşinize, anlayışlı davranmak zorundasınız. “Bu onun mesleği!” diye bakıyorum ve her şeyi anlayışla karşılıyorum.

Onda en çok neye hayransınız? O, sizde en çok neye hayran?
– Doktorun mesleğine olan tutkusuna, sevgisine hayranım. Bir de her çeşit deniz ürününü çok iyi pişirir, parmaklarınızı yersiniz! O, bende neye hayran? Ona sormak lazım. Sanırım benim çalışkanlığıma ve gayretime saygı duyuyor.

ZOR YEMEK DİYE BİR ŞEY KALMADI!

En zor yemek hangisidir?
– Aslında zor yemek diye bir şey kalmadı. Her çeşit malzeme artık bulunabiliyor. Ama keşkek, aşure, su böreği gibi zahmetli, külfetli ve uzun süren yemekler hala var.

Bir insan, hangi yemeği iyi yaparsa sizden yüksek puan alır?
– Çok basit gibi görünen bir salata, eğer lezzetliyse, yerken sizi gülümsetiyorsa, benden tam puanı kapabilir!

Zayıf bir şef bende şüphe uyandırır!

Vedat Milor sizin tarzınızın tam tersi. Onu ukala ve gıcık buluyor musunuz?
– Vedat Milor ve Mehmet Yaşin çok sevdiğim ve takdir ettiğim gurmeler. Onlar yemek tadarlar ve fikirlerini söylerler. Ben ise bir yemek pişiricisiyim.

Siz, bir restoran gittiğinizde, şefler, “Bir kusur bulur mu acaba?” diye tedirgin olurlar mı?
– Gittiğim restoranlarda şefler biraz tedirgin olsalar da, bilirler ki, ben de onların bir paydaşıyım.

Peki evdekiler? Yemek seçiyorlar mı? Yemek konusunda sizi delirtirler mi?
– Evdeki erkek cumhuriyeti, köpeğimiz de dahil, her şeyi yer, bitirirler. Hepsi de midesine düşkün, yani şikemperverdir!

Yemek yapmak mı, yemek yemek mi…
– Bir yemek pişiricisi olarak, daima yemek yapmayı tercih ederim.

Zayıf bir şef güven verir mi? Şişman diyetisyen bana güven vermez mesela…
– Şişman bir diyetisyen bana da güven vermez ama çok zayıf bir şef de bende şüphe uyandırır! Çünkü bir şef yaptığı her yemeği mutlaka tatmalı…

Gelininiz biliyor mu bu işleri? Oğlunuz sizin güzel yemeklerinize alışmıştır… Oğullarınızın çıtaları yüksek… Sorun yaşıyorlar mı?
– Evet, bizim evin erkeklerinin damak tadı gelişkin olduğu için gelinlerin işi zor. Çünkü çıtayı biraz yükselttik. Ama ben onlara her an, her dakika sofra kurmaya, birlikte yiyip-içmeye hazırım.

YAŞASIN ALÇAKGÖNÜLMÜK VE İYİLİK!

İlk kitabınız, “Bir Yemek Masalı”yla yemek kitaplarının Nobel’i sayılan “Gourmand Dünyanın En İyi Yemek Kitabı Ödülü”nü aldınız. Sonra ödüllerin ardı arkası kesilmedi. Ama siz, hep çok alçakgönüllüsünüz. Sanki bütün bunlar çok “normalmiş” gibi… Kendinizi küçümsüyor olabilir misiniz?
– Küçüksemiyorum ama evet alçak gönüllüyüm. Ailemden de böyle gördüm. Bence güzel bir karakter özelliği kibirli olmamak, eskilerin deyimiyle mütevazı olmak. Bunu başarabilmek için de yeterli donanımınız olması gerekir. Yaşasın alçakgönüllülük ve iyilik!

TÜRK ANADOLU MUTFAK KÜLTÜRÜNÜ ÇOK İYİ BİLENLERDEN BİRİYİM

Kitaplarınızın Türkiye’nin tanıtımına faydası oluyor mudur? Ne düşünüyorsunuz?
– Yemekçiyim ama Türk ve Anadolu mutfak kültürünü çok iyi bilen 3-5 kişiden biri olduğumu da gururla söyleyebilirim. Bu konuda mütevazı olamayacağım! Annem hep, “Bizim kız, bir ODTÜ daha bitirdi” derdi. Yemek kültürümüzü anlattığım uluslararası ödül alan başka kitaplarım da var. Ayrıca ülkemin yemeğini ve kültürünü yurtdışında tanıtan önemli bir elçiyim. Londra’dan Çin’e kadar davet edildiğim her etkinlikte tek başıma yüzlerce kişiye yemek pişirdim, pişiririm de. Bu arada da İngilizce, Türk mutfak tarihini anlatır veee dans eder, oynarım. Hem ben eğlenirim hem de herkesi gülümsetmeyi başarırım!

YEMEK TURİZMİ BİR DEVLET POLİTİKASIDIR

Sizce, biz bir yemek turizmi yaratabilir miyiz?
-Valla, ülke mutfaklarının tanıtımları, tüm dünyada bir devlet politikası. Bizim gibi yemek-kültür uzmanlarının, şeflerin, araştırmacıların, restoran-kafe işletmecilerin ve devletin el ele verip, uzun vadeli bir tanıtım projesi hazırlanması gerekir. Ancak o zaman Türk mutfağını, dünya arenasına taşıyabiliriz. Gastro- turizm artık ülkemizde de gelişmeye başladı. Ancak İtalya, İspanya gibi olabilmemiz için epeyce yol kat etmemiz gerekiyor.

NAR EKŞİLİ BİR KISIRA ASLA HAYIR DİYEMEM!

Sizi, sinirliyken yatıştıran yemek ne?
– Nar ekşili bir kısır ya da domatesli-patlıcanlı bir makarnaya hiç hayır diyemem!

Ay harikaymış! Kısır istedi şimdi canım… Bizim Fransız ya da Çin mutfağından neyimiz eksik… Niye pidemiz, pizzayı dövemiyor?
– Aslında yemek de bir tanıtım ve lobi meselesi. Hep söylediğim gibi, devletlerin kendi mutfaklarına sahip çıkmalarıyla bu işler başlar. Gerisi bizim gibi yemek yazarlarına, şeflere, kültür araştırmacılarına kalır… Hadi gel, kısır yapalım şimdi…

Yorum

  1. Hüruyetten ayrilmanıza üzüldum. 40 senedir sizi takip ediyorum. Hüriyetten siz mi istifa ettiniz. Yoksa onlar mı sizi çikardilar.

    Selam ve Sevgiler

    Albert Fresko

Yorum Bırak