Vay, vay, vay! Bu kitap kaçmaz.
7 Adam 7 Günah. Eğlenceli ve yaratıcı bir proje. Çünkü kaleme alanlar öyle. Kendilerini kasmayan, hızlı düşünebilen, kendileriyle dalga geçebilen genç tipler. “Twitter fenomeni” deyip bir kutuya sıkıştırmak büyük haksızlık. Çünkü onlar, çok daha fazlası. Hepsinin ortak özelliği, bir yerlerde yazıp çiziyor olmaları. Bu işten keyif alıyor olmaları. Kendilerini iyi ifade ediyor olmaları. Biraz da ‘arıza’ olmaları. Bence hepsi çok renkli birer kişilik.
Attıkları tweet’lerle yüzbinlerce kişiyi peşlerinden sürüklediler. Ve işte yedisi bir kitapta bir araya geldi ve her biri bir günahı seçti. Ortaya da birbirinden komik, acıklı, sıradışı öyküler çıktı.
O yedi günah ne mi?
Kibir, şehvet, hırs, öfke, tembellik, oburluk ve kıskançlık… Bu yedi günaha bambaşka bir açıdan tekrar bakmamızı sağlıyorlar.
Bu soğuklarda bu kitap iyi gider, içinizi ısıtır!
Hem gülersiniz, fena mı?
Tebrik ediyorum kitabınızı! Hepiniz Twitter fenomenisiniz. Yüzbinlerce takipçiniz var. Sosyal medyada mecaranız nasıl başladı?
HÂKİM TÜRKMEN: Aşırı güzel bir mayıs günü, ılık rüzgâr tenimi okşarken, parmak uçlarım telefon ekranında sihirli hareketlerle dans ediyordu. İlk tweet’imi yazmıştım, gözlerimden iki damla yaş süzüldü. Olmuştu.
DEVRİM ÖZDİNÇ: Benim maceram çok da ilginç değil. ‘Fayntenks’ adlı çılgın bir tipin başından geçen ilginç olayları anlattığım video-blog’lar çekiyordum. Sonra onun ağzından tuhaf tweet’ler atmaya başladım. Gerisi geldi.
EVRİM GÜVENÇ: Benimki sıkılmamla başlıyor. İşi gücü bırakıp, “Okulu bitireyim!” diye mimarlık fakültesine döndüğümde girdim mevzua. “Bu Twitter da neymiş ya, du bi bakayım!” dedim ve kafa göz daldım…
SELÇUK ÇELEBİOĞLU: Merak. Yurtdışından takip ettiğim teknoloji blog’larında adını duydum ve “Bu ne acaba?” diyerek üye oldum.
ERGİN GÜNGÖR: Her şeyin müsebbibi Ekşi Sözlük. Uzun yıllar yazdım orada, akabinde forumlar, Facebook, sonra da Twitter geldi…
FIRAT ÇETİN: Üniversitenin ilk senelerinde bir sevgilim vardı. İnişli çıkışlı garip bir sürecin ardından ayrıldık. Ben de tüm hesaplarımı kapatarak, kozama çekildim. Bir gece sıkıntıdan tekrar Twitter’a döndüm. Zaman içinde yazdıklarım beğenildi ve bugün olduğum yere geldim. Kendisine buradan teşekkür ederim!
HASAN KAVAK: Benim maceram da sözlüklerle başladı. Sonra uzun uzun yazmaktan sıkıldım. Ve Twitter’ı keşfettim. Kışkırtıcıydı. 140 harfi aşınca, “Hadi ama bunu 140 harfle anlatabilecek kadar zeki olabilirsin!” filan diyordu. “Aha!” dedim, “Tam benlik!” Çok çabuk gaza gelirim çünkü…
BİRİLERİ TAKİP EDİYOR, NEYMİŞ BAKALIM!
Peki ya Twitter olmasaydı?
HÂKİM TÜRKMEN: Fena. Herhalde bankta oturur, boş gözlerle etrafa bakardım.
DEVRİM ÖZDİNÇ: Üzücü olurdu. Çünkü Twitter aklınızdaki bir projeyi masrafsız ve kolay bir şekilde hayata geçirebildiğiniz bir yer!
EVRİM GÜVENÇ: Facebook’ta eşe dosta posta koyacağıma, Twitter’da tanımadıklarıma atar yapıyorum! Olmasaydı, nitelikli kafalara bu kadar kolay ulaşamazdık.
SELÇUK ÇELEBİOĞLU: Bu öyle bir mecra ki, insanların duygularına tercüman olduğunda fark ediliyor ve takip ediliyorsun. Takip edilmeyen biri olmak istemezdim!
ERGİN GÜNGÖR: Ben aslında Şanghay Beşlisi istiyordum, Twitter oldu!
FIRAT ÇETİN: E Twitter olmasa iyi olmazdı. Eğleniyoruz. Stres atmak, kafa dağıtmak için girdim. Başına geleceklerden habersiz!
HASAN KAVAK: Gencim. Anlatacaklarım var. Dönüşen bir dünya var. Mecralar değişiyor. Siz de ayak uyduruyorsunuz. Uydurdum.
Sizce neden bu kadar takip ediliyorsunuz? insanları nasıl, nerelerinden yakaladınız?
HÂKİM TÜRKMEN: İlk 10 bin kişi yazdıklarımı ilginç buldu. Sonraki 300 bin kişi, “Bu 10 bin insanın bir bildiği vardır!” deyip takip etti.
DEVRİM ÖZDİNÇ: İnsanlara “Yok artık” dedirtmeyi seviyorum. Sanırım zaman zaman bunu başardığım için beni takip ediyorlar.
EVRİM GÜVENÇ: Uzun zamandır buradayım, takip sebepleri de değişti haliyle. “Ay çok komik!” diyen de olmuştur, “Uu ne biçim laf soktu!” diye takip eden de, “Birileri takip ediyor neymiş bakalım!” diyerek gelen de.
SELÇUK ÇELEBİOĞLU: Pek çok sebebi var. Bir tanesini anlatayım. Babamla ilgili. Çünkü trajikomik. Babam hükümeti seviyor. Ben de bir konuda hükümeti eleştirmiştim. Attığım yazı da haberlere çıkmış bir listede. Babamla yan yana haberleri izlerken, “Kim bu vatan hainleri, ana-babaları ne öğretiyor bunlara!” dedi. Halbuki sadece benzin zammını eleştirmiştim!
ERGİN GÜNGÖR: Birden fazla sebebi var. Takipçilerimizle aynı siyasi görüşleri paylaştığımız, aynı takımı tuttuğumuz, aynı müziği dinlediğimiz, aynı yönetmenlerin filmlerini, yazarların kitaplarını sevdiğimiz için. Küfretmek için gelen de var elbette. Tüm bunlarla birlikte en büyük ağırlığın ortak mizah duygusunda olduğunu sanıyorum.
FIRAT ÇETİN: İnsanlar kendi hayatlarıyla ve yaşadıklarıyla bağlantı kurabildikleri şeyleri benimsiyor. Ben de onlardan farklı değilim, benzer şeyleri seviyorum, benzer şeylerden nefret ediyorum. Bunları aktarırken kullandığım kelimeleri sevdiler.
HASAN KAVAK: Ben insanların vapurda, işte, ikili ilişkilerinde yani yaşamın kendisinde çoğu zaman sadece içlerinden geçirdiği, söylemeye çekindiği şeyleri biraz da sivri bir dille, politik doğruculuk kaygısı gütmeden yazıyorum. Bu da ‘ortak hissiyat paylaşımı’ getiriyor doğal olarak. Paylaştıkça da çoğalıyoruz.
BÜTÜN HAYATIMA SOSYAL MEDYA YÖN VERİYOR
Sosyal medyada başınıza gelen en tuhaf olay ne?
HÂKİM TÜRKMEN: Hemen hemen hiçbir tuhaf olay olmadı. 5 sene olmuş, bu gerçekten tuhaf.
DEVRİM ÖZDİNÇ: Arkadaş olduğum kişiler daha sonra Fayntenks olduğumu öğrendiklerinde, “Aaa o sen misin?” diyorlar.
EVRİM GÜVENÇ: Tuhaf değil de acı bir hadise var. Van depremi büyük bir şok ve duyarlılık yaratmıştı. İnsanlar duydukları andan itibaren biraz da çaresizlikten, Twitter’dan bilgi almaya çalışıyor, yardım için organize olmaya çabalıyorlardı. Bir hesaptan göçük altında olduğunu söyleyen adres belirten bir tweet atıldı. Herkes deli gibi paylaşıyordu yardım edilmesi için. Sonunda tweet’in uydurma olduğu ortaya çıktı. Burada tuhaf olan şu: Birincisi, aşırı duygusal motivasyonla “Ulan adamın interneti varsa telefonu da vardır! Göçük altından tweet mi atılır?” sorgulamasını yapmayacak hale nasıl gelebiliyoruz? İkincisi de, insanlar ölümle cebelleşirken bu ‘şaka’lar nasıl yapılabiliyor? Sonrası biraz kemikleşme, odunlaşma oldu bende açıkçası, biraz da ders tabii…
ERGİN GÜNGÖR: Kendisini Ferdi Tayfur’un kızı olarak tanıtan Tuğçe Tayfur’la konuşmuşluğum var. Yaşadığım en enteresan şey bu.
FIRAT ÇETİN: Altı senelik bu süreçte başıma bir sürü tuhaf şey geldi. Sanırım en tuhafı bir firmanın yapay vajina hediye etmesiydi.
HASAN KAVAK: Yaklaşık 7 senedir iş hayatımdan özel hayatıma kadar sosyal medya yön veriyor yaşamıma. Ben bundan daha tuhaf bir şey bilmiyorum!
GÜNAHIM BANA GELDİ
Herkes kendi günahını mı anlattı? Günahları nasıl bölüştürdünüz?
HÂKİM TÜRKMEN: Ben, “Onlar istediği günahı yazsın, ben hangisi olursa yazarım” deyince bana ‘kibir’i verdiler. Biraz alındım ama yapacak bir şey yoktu. “İlk günahı en günahsız olan yazsın!” dediler. Ben yazdım.
DEVRİM ÖZDİNÇ: Ben oburluğu anlattım. Ama çok da obur bir insan olduğum söylenemez. Gerçi ufak bir göbeğim var ama bu obur olduğum anlamına gelmesin. Spor salonuna yazılıp yazılıp gidemiyorum, ondan.
EVRİM GÜVENÇ: Yedi günah sanırım insanın en temel dürtülerinin özeti. Ben hırsı yazdım. Bende hırs yok diyebilmem mümkün değil.
SELÇUK ÇELEBİOĞLU: Ben seçmedim. Günahım bana geldi.
ERGİN GÜNGÖR: Tembel bir insan değilim ama hiç yaşamadığım bir şey de değil. Çok zorlanmadım yazarken.
FIRAT ÇETİN: Sanırım kitapta herkes kendinde ağır bastığına inandığı günahı seçti.
HASAN KAVAK: Ben kendim seçtim. Özellikle kurtulmak istediğim bir günahı yazmak istedim. Yüzleşme gibi düşünebiliriz. Ben haseti yazdım. Haset, ‘güçsüzün kibri’ aslında. Kardeş hisler. Yani haset kişi, güçlendiği zaman otomatik ‘kibirli’ oluyor. İnsanın kalbini aşırı kirleten günahlardan biri.
KURBANI DA BİRLİKTE KESİYORUZ
Sokağa çıkabiliyor musunuz? Kadınlar, erkekler sizi parçalıyor mu?
HÂKİM TÜRKMEN: İnanın pek çıkamıyorum sokağa. Hep kendime “Biraz dışarı çık, insanlara karış!” diyorum ama üşengeçlik işte…
DEVRİM ÖZDİNÇ: Sokağa çıkmakta problem olmuyor çünkü mahalle bakkal, manav ve fırıncısının Twitter hesapları yok. O yüzden rahatım!
EVRİM GÜVENÇ: Instagram fenosu o klasman, bize düşmez!
SELÇUK ÇELEBİOĞLU: Abartı bir durum yok. Bazen tanıyanlar çıkıyor.
ERGİN GÜNGÖR: Bu soru geldiğine göre Tarkan da yazarlar arasında galiba! Sokakta tanıyan 3-5 kişiyi geçmez, çok büyütmemek gerek sosyal medyayı bence.
FIRAT ÇETİN: Keşke… Genelde “Hıı bu muymuş?” fısıltıları duyuyorum.
HASAN KAVAK: Televizyon ünlüleri gibi bir şöhret durumu yok Twitter’da. Çok sivrilen birkaç kişi oldu. Onların oluyordur belki. Beni sadece bazen tanıyorlar o kadar.
Tek başınıza yazsanız tutmaz diye mi yediniz bir araya geldiniz?
HÂKİM TÜRKMEN: Evet, tutmaz! Çünkü aramızdan iki kişinin okuma yazması bile yok. Birbirimize destek olup hikâyeler yazdık. Kalem tutmayı öğrettik. Zorlu bir süreçti!
DEVRİM ÖZDİNÇ: Hepimiz tek başına yazsa, her birimizin birer kitap çıkartması en az iki yılı bulurdu. Bu şekilde daha hızlı çıktı sanki.
EVRİM GÜVENÇ: Yedi günahın ağırlığını tek kişi olarak kaldıramamaktan korktuk belki de!
SELÇUK ÇELEBİOĞLU: Tutup tutmamasından ziyade ne kadar edebi bir eser ortaya çıkacağı önemli. Okuyan zaten hakkını verecektir.
ERGİN GÜNGÖR: Biz kurbanı da birlikte kesiyoruz! O ekip ruhunu buraya da taşımak istedik.
FIRAT ÇETİN: Uzun yazıda neler yapabileceğimden emin değildim. 140 karaktere birçok öykü sığdırdım ama binlerce kelimeyle nasıl geçinebilirim bilmiyordum. Kendimi denemek için girdim.
HASAN KAVAK: Kötü yazıyorsam bile arada kaynarım hiç değilse diye düşündüm!