“ŞİZOFRENİ tartışması” bir hayli etki yarattı.
Hepinize yorumlarınızı yazdığınız için çok teşekkür ederim. Sosyal medyadan da çok mesaj aldım, mail’e de pek çok mektup geldi, bir sürü kişi aradı da…
Belgin Hızal’ın iş arkadaşları, tanıdıkları, okul arkadaşları, aile yakınları…
Bu yazıyı yazarken Aslı’nın arkadaşları da aradı…
Ben öldürülen anne Belgin Hızal’ın ailesiyle de görüşmek istedim. Kız kardeşi ve babasıyla. Telefonumu da ilettim kendilerine, haber bekliyorum. Henüz bir işaret yok. Haluk Sönmezler ölçüsünde Belgin Hızal’ın ailesine de yer vermek isterim.
Hatta herkesin görüşünü yayınlamak isterim, keşke yer olsa… Bu tartışmalarda benim itiraz ettiğim nokta şu.
Tartışmayı, kim haklı kim haksız durumuna getirmek yanlış. O başka bir tartışma konusu. Ben hiçbir zaman tek taraflı hata yapıldığına inanmıyorum. Belli ki burada da babanın büyük hatası var. Kızıyla yeteri kadar ilgilenmediği, özellikle tayin edici zamanlarda yanlarında olmadığı, babalık görevlerini yerine getirmediği, kızını ihmal ettiği, arazi olduğu, hatta kaçtığı çok açık! Nitekim bunu babanın kendisine de söyledim.
O da zaten vicdan azabı ve suçluluk duyduğunu söylüyor.
Burada mesele, duyarsız-ilgisiz baba, çaresiz anne meselesi değil.
Aslı Sönmezler şizofreni hastası mı, değil mi?
Mesele bu.
Eğer öyleyse (ki benim konuştuğum uzmanlar öyle diyor) cezalandırılması mı gerekiyor, yoksa tedavi mi edilmesi?
Benim durduğum eksen bu…
Tartışmaya açtığım da bu…
Evet, burada bir aile dramı söz konusu ama sadece Aslı’dan ve ailesinden söz etmiyoruz…
Daha nice bu durumda olan şizofreni hastaları var.
O yüzden de bugün huzurlarınızda, Türkiye Şizofren Dernekleri Federasyonu Başkanı Doçent Dr. Haldun Soygür var…
(Mesele önemli, yerim bitti, röportaj sığmadı, yarın da devam edecek…)
Şizofreni hastaları ve aileleri, Aslı Sönmezler davasıyla neden ilgileniyor?
– Çünkü aynı çaresizliğin kendi başlarına gelebileceğini düşünüyorlar. Bir ailede, bir şizofreni hastası söz konusu olduğunda hâkim olan duygu çaresizliktir. Hele bizimki gibi bir ülkede. Ve her şey sonunda şu soruda kilitlenir: “Peki biz öldükten sonra evladımıza ne olacak? Nereye yatırılacak? Ona kim bakacak?”
Türkiye’de şizofreni hastalarının yatırılabileceği bir rehabilitasyon merkezi olmadığı için mi Aslı Sönmezler davasıyla ilgileniyorlar?
– Evet. Bu olayda çok ağır bir şeyle karşı karşıyayız. Bir evlat, bir anneyi öldürüyor. Bir cinayet söz konusu. Ama bir evlat, annesinin canına ancak çok ciddi bir hastalığı varsa kıyabilir. Bu da hastalığın aktif olma sürecinde yaşanabilecek bir şeydir. Böyle bir şeyin ortaya çıkabilmesi için, gerçekle bağın kopması gerekir. Davayı izlemeye gelen şizofreni hastalarının aileleri de tüm bunları biliyor ve Aslı’nın cezalandırılmasını değil, tedavi edilmesini istiyor. Ben de bir hekim olarak aynı fikirdeyim. Aslı’nın tedavi edilmek yerine cezalandırılması, bence annesinin bir kez daha öldürülmesidir!
Nasıl yani?
– Şöyle: Eğer Belgin Hızal bizi bir yerlerden görüyor olabilseydi kızının cezaevinde mi olmasını isterdi? Evladının sağlığı için nice uğraşlar veren, kendini duvarlara çarpan, yıpranan, bedeller ödeyen, acı çeken o anne acaba bağışlamaz mıydı kızını? O anne, kim bilir kaç kez uğraştı Aslı’yı hasta olduğuna inandırabilmek için? Kim bilir ne diller döktü? Kaç kez, “Yavrum, şu ilaçlarını al. Tedavi olman gerekiyor senin. Niye böyle yapıyorsun?” dedi. “Kızım, sen hastasın” dediğinde de muhtemelen şöyle bir karşılık alıyordu: “Ben hasta değilim! Hasta olan sensin!” Nitekim bu söylediğim şey aynen duruşma tutanaklarında da var. 22 Aralık 2016 tarihindeki duruşmada Aslı aynen şöyle demiş: “Benim akıl sağlığım yerindedir. Annem bana zarar vereceğinden dolayı bu olay meydana gelmiştir!”
Yani böyle demesi şizofreni hastası olmasının kanıtı mı?
– Bakın, şizofrenide saldırganlık ve tehlikelilik oranı, onda 1. Bu hastalığın toplumdaki yaygınlığının da yüzde 1 olduğunu düşünürseniz, bir şizofreni hastası tarafından cinayete kurban gitme oranı çok düşük. Ve yapılan araştırmalara göre de herhangi birinin bir şizofreni hastası tarafından öldürülme riski 14 milyonda 1…
Gelelim Aslı’ya…
– Ben dosyayı inceledim. İlk kez bu kadar garip bir durumla karşılaşıyorum. Ortada bir şizofrenik bozukluk tanısı var. Hastalığın öyküsünde de net bir şekilde hastalığın uzunca süreler mevcudiyeti ve tedavideki güçlükleri var. Bütün bunlara rağmen, nasıl bir cezai ehliyetten söz ettiklerini ben anlamıyorum.
Siz nasıl açıklıyorsunuz?
– Açıklayamıyorum. Bu meselede önemli olan, suç işlendiği zamanda, hastalığının etkisi altında suçu işleyip işlemediğidir. Dolayısıyla tedavisi iyi giden ve durumu iyi olan bir şizofreni hastası, hırsızlık yaparsa cezalandırılır. Ama Aslı’nınki gibi, hastalığın etkisi altında suç işlemişse tam tersi uygulanır. Yani Türk Ceza Kanunu’nun 32. maddesine göre kişi cezalandırılmaz, tedavi görür…
Tedavi edecekleri bir yer olmadığı için mi cezaevinde tutuyorlar?
– Güzel soru. Türkiye’de maalesef, suç işlemiş insanların psikiyatrik tedavisiyle ilgili merkezler de diğer psikiyatrik hizmetler gibi çok sınırlı ve yetersiz. Bırakın, bir insanın iyileşene kadar güvenli bir psikiyatri ortamında tedavi edilmesini, adli karar vermek için bile hastaları gözlem için yatırmakta zorlanıyor meslektaşlarımız. Sadece 15-20 gün tutabiliyorlar. Bu vakada o kadar bile sürmemiş…
Bakırköy peki?
– Yatırılabilir. Nitekim Aslı’nın cezaevinde halini iyi görmedikleri için yatırmışlar da. Ama gönderilme sebebi, “Tedavisini yapın” diye! Bakırköy’de psikoz ve şizoafektif bozukluk tedavisini yapıp gönderiyorlar geri cezaevine. Çünkü Adli Tıp, “Cezai ehliyeti var!” diye karar vermiş. Ama Bakırköy’e sormuyorlar. Bakırköy’e, “Aslı Sönmezler’in cezai ehliyeti var mıdır?” diye sorsalar, yüzde 99.9, Bakırköy “Cezai ehliyeti yoktur!” diyecek.
Peki Adli Tıp nasıl cezai ehliyeti var diyebiliyor?
– Gerekçe koymamışlar. Şu olabilir: “Ya arkadaş, bu kız hasta olabilir ama o sırada sağlıklı davranmış. O sırada sağlıklıymış. Annesini öldürmeyi planlamış!” diyebilirler. Ya da “Bu kız aslında hapçı. Zaten uyuşturucu kullanıyor. Hasta masta değil. Uyuşturucu kullandığı için yapmıştır!” Uyuşturucuda cezai ehliyet konusu tartışılmaz. Ama şizofreni tanısı olarak tedavi edilen bir insan, ek tanı olarak bir şey bağımlısı da olabilir. Burada belirleyici olan ek tanı değil, asıl tanı. Zaten Adli Tıp’ın verdiği kararda, iki tane muhalefet celbi var. Böyle komik bir şey olabilir mi? Bir insan için, “Cezaevine gitsin mi, gitmesin mi?” diye karar veriyorsunuz. 3 kişi ya da 5 kişi diyor ki, “Gitsin, hasta değil!” İki kişi diyor ki, “Gitmesin çünkü hasta…”
Biz nereden anlayacağız Aslı’nın gerçek durumunun ne olduğunu?
– Bakın, yapılacak şey çok basit. Aslı’yı bir an önce Bakırköy adli psikiyatri bölümüne götürecekler. Bakırköy’de yıllardır psikozla uğraşan ve konuyu Adli Tıp’takilerden bin kere daha iyi bilen insanlar var.
Onlar Aslı’yı yatıracaklar ve gözleme alacaklar öyle mi?
– Aynen öyle. 15 gün, bir ay izleyecekler. Öyle Adli Tıp’ta olduğu gibi ayaküstü değil, sonra rapor yazacaklar. Bir de şu var tabii: Akıl hastası olanın, cezai ehliyeti olmaması gerektiğini bildikleri için, bazı uyanıklar akıl hastası taklidi yapar. Bakırköy’dekileri de en çok bezdiren, taklit yapanla yapmayanı ayırmaktır. Oysa Aslı’nın taklit maklit yaptığı yok, “Ben hasta değilim!” diyor. “Ben hasta değilim” demek de çok tipiktir şizofreni hastaları için. Dahası, Adli Tıp’ın raporunda da “Evet bu şizofrenidir!” demişler.
E ben anlamıyorum, hem şizofreni hastası diyorlar hem cezai ehliyeti var diyorlar. Nasıl yani?
– Anlam verebilmek mümkün değil. Hiç olmazsa buna gerekçe yaz, değil mi? O da yok. Böyle bir karar çıkması gerçekten düşündürücü…