ADANA, hep “baba ocağı” da…
Yılın bu zamanları “anne ocağı” oluyor.
Mami bütün aileyi topluyor.
Aile genişledikçe yemek masası bahçeye doğru uzuyor; bir yerlerden ekstra masa bulunuyor, ekleniyor, hafif bir kot farkı oluyor ama kırmızı masa örtüsünün altından anlaşılmıyor.
Üzerinde şamdanlar, mumlar, yılbaşı süsleri, geyikler, minik çam ağaçları…
Aslında nasıl süslendiğinin hiçbir önemi yok, burası aile sofrası…
Yılın bir zamanı bütün aile buradayız işte.
*
Yemek masası hem Alman hem Türk yemekleriyle donatılmış vaziyette…
Ben melez aileleri, melez kültürleri, melez sofraları çok seviyorum.
Uzun uzun hindi tartışılıyor, tadı nasıl iyi olur, iyisi nasıl anlaşılır… Bu hindiyi de annem kadar iyi yapanını görmedim…
Birileri evleniyor, birileri doğuruyor, seviyorum ailenin genişlemesini, büyümesini…
Her kafadan bir ses çıkıyor.
Mami çok zinde ve fıstık bir 75, ama kulağı az duyuyor.
BAZEN SİNİR BİR ANNEYİM
Kulaklık aldık, şahane kulaklar ama işte o yıllarca torunları “Anneanneee!” deyince de bakmadı, kendini bir türlü anneanne hissedemedi. Kendini 70’lerinde de hissetmiyor, o yüzden de kulaklığı çıkarıyor, bütün kulaklık kullananlar gibi bir yere atıyor, takmayı unutuyor.
Ve bağıra bağıra konuşuyor.
“Mamiii” diyorum, “Duyuyorum ben! Bağırma!”
“Ach so!” diyor.
Ama yani, ona laf edecek halim yok. Ben 48’im ve arabada mesela cep telefonumla konuşurken, başka kimse konuşmasın istiyorum, mümkünse müzik de çalmasın, çıt da çıkmasın, sesler karışıyor diye feci rahatsız oluyorum. Alya’yı biri mi aradı o esnada mesela, “Kapat kapat” diyorum, “Sonra arasın!” Alya da “Annem beni delirtiyor baba!” diyor.
Haklı.
Tiklerim ve takıntılarım var benim. Yıllar geçtikçe de artıyor. Ben çiklet çiğneme sesinden de hoşlanmıyorum, çekirdek sesinden de. Mümkünse Alya bunları da yanımda yapmasın istiyorum. Ağız şapırdatılmasından da hoşlanmıyorum.
Alya da hemen, “Bu benim hayatım, benim tatilim… Yeter be… Özgürlük istiyorum!” diyor.
Çocuk da doğruyu söylüyor.
Evet, her anne gibi bazen sinir bir anneyim.
*
24 saatliğine baba ocağındaydık.
Önce çiftliğe gittik. Biz çiftçi bir aileyiz. Artık babam hayatta olmadığı için çiftçiliğe devam eden erkek kardeşim Nevzat. Gerçekten pek geliştirmiş, özellikle de narenciye kısmını. Gezdirdi bizi, soğuk hava deposu filan eklemiş, çok hoşumuza gitti, onu tebrik ettik.
Sonra oturduk kebap yedik. Bütün muhabbetler yemek etrafında dönüyor. Akşamki hindiye hazırlık yani altlık yaptık…
Babamın, “Bu kavaklar büyüyünce ben olmayacağım!” dediği kavaklara baktık.
Haklı çıktı.
BABA OCAĞINDA…
Kavaklar büyüdü, o artık yok!
Babamın fotoğrafı da asılı çiftliğin bir duvarında, altında Cahit Sıtkı’nın “Yaş 35, yolun yarısı eder” şiiri asılı, pek severdi. Özellikle de şu bölümü, zaten duvarda bu bölüm yazılı…
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
Çitliğin emektarı, babamın resmine baktığımı görünce gözü doluyor, “Mehmet Abi’yi çok özlüyorum” diyor.
Gözlerimi kaçırıyorum.
Hep böyle oluyor, baba ocağına gelince bir işaret arıyorum geçmişten, çocukluğumdan, babamla geçirdiğim zamanlardan, onunla gittiğim yerlerin, gezdiğim tarlaların, bindirildiğim traktörlerin izini sürüyorum.
O zaman fark ediyorum ki, yarım kalan ne çok şey varmış hayatımızda… Havada asılı kalan duygular, söylenmemiş sözler, gösterilmemiş sevgiler…
Baba yarısı amcam Ali Arman da bizimle, güzeller güzeli eşi Reyhan Abla da. Babamın yüzünü görüyorum ara ara amcamda, benim için mutluluk kaynağı oluyor. Gerçi o da bütün aile büyükleri gibi az arıyorum diye sitem ediyor. Haklı. Ama işte hayat koşuyor, biz de peşinden…
En meşgulümüz üç yaşındaki yeğenim Ömer, bir kenarda kumdan kale yapıyor ve hep bir ağızdan bağırıyoruz, “Ömeeeer, yeme o kumları! Yenmez onlar!”
Alya ve diğer yeğenim Lara ise çiftlikteki yeni doğurmuş köpeği sevmekle meşgul, daha gözleri yeni açılmış yavruları nasıl tatlılar bir bileniz…
Alya en sempatik haliyle, “Evlat edinebilir miyiz?” diyor. Hoşuma gidiyor kullandığı fiil.
“Hindistan’a götürmemiz zor, dur bakalım” diyorum, bütün anne-babaların hayat kurtarıcısı “dur bakalım”a sığınıyorum. E çünkü “Hayır” desem kavga çıkacak.
Kardeşimin karısı Yeliz şu anda bir televizyon programı yapıyor, ayda bir hafta İstanbul’a gidip geliyor.
Ablamın büyük kızı Ela evlendiği için, damadımız İlter’in anne ve babası da var. Babamın kuzeni Sefa Abi, eşi ve çocukları da var.
Ve canım ablam Suna…
Ooooo cümbür cemaat!
Akşam evde de muhabbet devam ediyor.
Eniştem Kazım Abi, Noel Baba oluyor, çocuklar çok eğleniyor, “Kim en usluydu?” diye soruyor, hepsi “Beeeen!” diye atlıyor.
Büyük yalan!
Hediye faslından sonra sofraya oturuyoruz… Küçük mutluluklar… Her tarafta babamın fotoğrafları, babam 67’sinde gitti, ne vardı bu kadar erken gidecek.
Cookie o zamandan beri var, annemle babamın köpeği, 17 yaşında oldu. Artık çok yaşlı. 5 kere ameliyat geçirdi ama hâlâ hayatta. Fakat nefes almakta zorlanıyor, insanın yüreğini delen bakışları var.
“Elveda hayat” der gibi bakıyor.
AİLE OLMAK GÜZEL BELKİ DE EN GÜZELİ
Yaşlanmak hüzün verici bir şey.
Cookie’yi bir daha görebilir miyim bilmiyorum. 17 yıl bir köpek için uzun bir süre. Gideceğini anlayanların bakışı gelmiş gözlerine. Çok zayıflamış. Birkaç gündür yemiyordu, annem eliyle besliyor artık onu. Ama yine de takati yok, “gözünün feri gitmiş” denir ya, öyle.
Bir tarafta ailenin çocukları oynuyor; onlar hayatı temsil ediyor, Alya onlarla da oynuyor, ergen ama bir tarafı hâlâ çocuk, diğer tarafta 17 yaşındaki Cookie hayatının son günlerini yaşıyor.
Hayat ve ölüm iç içe.
Gençlik ve yaşlılık.
Tatlı bir uğultu, gürültü evde…
Şaraplar içiliyor, sohbet, sohbet…
Hayat akıp gidiyor.
Aile olmak güzel.
Belki de en güzeli.
Ve sonra tatlı bir uyku bastırıyor, herkes odasına çekiliyor.
Sabaha karşı Alya bizim odaya geliyor, “Uykum kaçtı da, sizinle uyuyabilir miyim?” diyor.
Ay en bayıldığım şey!
Kocaman tatlı bir deve oldu, çok uzun artık boyu ama hemen aramıza alıyoruz.
O babasına sarılırken, ben nasıl sarılırdım babama o aklıma düşüyor.
Ah keşke sen de olsaydın babacığım.
Ben sana sormuştum, “Babanı ne kadar sık düşünüyorsun?” diye. “Öldüğünden beri onu düşünmeden geçen bir tek günüm yok!” demiştin.
Bilmem biliyor musun, bizde de durum öyle…
Simin Yeşilören
( Perşembe, Aralık 28, 2017 )
Ayşe Hanım sizi sanırım 15 yaşımdan beri falan okuyorum(şimdi 33). Bu yazınız o günlere götürdü beni, böyle şeyler yazardınız…Nasıl özlemişim…Şimdi ülke kederli, siz yine renklisiniz ama konular kasvetli..Daha çok böyle yazın nolur..