Zamarott’un önce kitabını yazdı, sonra lokantasını açacak
Bugün yine o gün.
Parlak, çılgın, yürünmeyen yollarda yürüyen kadınları yazma günüm…
Onlardan biri de Tansel Baybara.
O, Güzel Sanatlar Fakültesi grafik mezunu komple bir sanatçı. Yıllarca sanat yönetmeni olarak çalıştı, dergiler tasarladı, kitaplar tasarladı, takı tasarladı, müzik albümleri ve sergi prodüksiyonları yaptı.
Şimdi de çok çarpıcı bir kitap hazırladı!
İlk defa kendine bir kitap yaptı:
“Hadi Gel Vazgeçme…”
Tasarımı, kapağı, içi, dışı, ruhu, kurgusu, hikâyesi her şeyi ona ait.
Kahramanı Zamarott isminde küçük bir kız.
O kız, aslında hepimiz.
Kitapla birlikte Tansel Baybara, hemen hemen eş zamanlı olarak bir de lokanta açıyor Maslak’ta…
Böylelikle kurgu, gerçek oluyor.
Renkli, yaratıcı, oyuncu, çok yönlü, ve hayallerinin peşinde koşma cesaretini gösteren bir tasarım hikâyecisi Tansel…
– Nevi şahsına münhasır bir kitap yazmışsın. Amacın neydi?
Hepimizin içindeki o muhteşem insanı uyandırmak istedim! Vazgeçtiğimiz tüm insani değerlerimizi, umutlarımızı ve en önemlisi kaybettiğimiz içimizdeki sevgiyi hatırlatmak istedim. Amacım büyük yani. İnşallah başarabilmişimdir…
– ”Hadi Gel Vazgeçme” sadece bir kitap mı? Yoksa bir “tasarım projesi”nin parçası mı?
Benim 8 yıldır üzerinde çalıştığım “Evrensel Miras Birlikteliği” projesinin sürpriz bir parçası.
– Peki o projenin bütününde ne var?
İnsanın her daim var olması ve umut ederek sürekli üretmesi için gerekli olan yaşamsal kavramların etrafında şekilleniyor. Günümüzdeki yaşam stilinin tam aksine, insanı tüketmekten üretmeye geçirecek yenilikçi bir yaklaşım diyebilirim.
– Sen bize aslında tüm bunlarla ne anlatmak istiyorsun? Derdin ne?
Benim işim tasarım ama ben kendimi ‘tasarım hikâyecisi’ olarak tanımlıyorum. Daha bütüncül bir yaklaşımım var. Mesela kim olduğumuz, tasarımın ilk kalemi. Hepimiz farklı DNA’larda tasarlanmış birer markayız bence. Bizler, yaşamın özüyüz! Kısacası derdim, özümüzle ortaya koyacağımız değerlerle, gelecek için tekrar umut yaratmak. Kitabın ana karakteri Zamarott, bir yolculuğa çıkıyor. Çok yakında biz de Zamarott isimli bir restoran açıyoruz. Yani bir anlamda, kitabın içindeki kurgu, gerçek hayatla buluşacak…
– Vay bu kitapla birlikte bir de lokanta mı açıyorsun yani…
Evet, kitabın kahramanı, isminin anlamını ve hayat amacını bulmak için çıktığı göç yolculuğunun sonunda insanlara, “Topraktan Tabağa” diyerek bir sosyal sorumluluk üstleniyor ve lokanta açmaya karar veriyor. Lokantayı açtığımda, ben de kitabın gerçekliğini sağlamış olacağım!
– Sen, her şeyi birbirine bağlamazsan hasta mı oluyorsun?
Evet! Şimdi sen söyleyince fark ettim. Ama bence zaten evrendeki her şey birbirine bağlı. Eğer bu bağlamaları yapmazsam, bir şeylerin eksik kaldığını ve tamamlanmadığını düşünüyorum. Türkçesi, tasarım hikâyem eksik kalıyor. Bu da benim uykusuz kalmama sebep oluyor!
YÜKLERİMİZDEN KURTULALIM
– Gelelim kitaba… “Hadi Gel Vazgeçme”nin küçük kahramanı Zamarott, bize, bizi mi anlatıyor?
Aynen öyle! Çünkü Zamarott aslında biziz. Kendimizi bulmak için kendimize sorduğumuz soruları, cevapları, hayata, aşka ve sevgiye dair her şeyi bize anlatmaktan çok sorgulatıyor. En azından benim amacım buydu…
– Bir göç hikâyesi bu… Özel bir sebebi var mı bu dönem göç hikâyesine değinmenin?
Yaratım süreci, çevreden bağımsız düşünülemez. Bu aralar hepimiz, kendimize, “Ben kimim? Neredeyim? Ne istiyorum? Ne yapıyorum?” sorularını sormaya başladık. Ve kendimizi anlatan hiçbir şey tasarlamıyoruz. Göç etmek, harekettir. Tabii bu bir metafor; cesareti yüreğimize koymamız, zihnimizi sakinleştirmemiz üzerine. Ben “göç” derken Zamarott gibi yollara düşmekten de bahsetmiyorum, bu göçün tek bir kuralı var: Kendi yüklerimizden kurtulmak!
– Bu, bir kişisel gelişim kitabı mı? Ne?
Bir türe yerleştirmekte ben de zorlanıyorum. Ama içimden “insan olmanın kitabı” demek geliyor. Çünkü insani değerlerimizi bize hatırlatıyor.
– Kitapta aynı zamanda duvar yazıları var…
Evet. Duvar yazıları ve graffitiler, olmazsa olmazları kitabın. Sokağın, şehrin, dünyanın veya daha geniş bir ifadeyle evrenin dilini konuşuyor bu duvarlar. Bunlar da graffiti sanatçıları vesilesiyle oluyor. İyi ki varlar!
– Sadece grafitiler değil, müzik de var kitabın içinde…
Evet. Bu hikâyenin, kendini anlatan müzikleri olmalıydı. Biri kitabın başında bizi arayışa çağıracaktı. Bir diğeri, kitabın sonunda aşkı bulup, “Hoş Geldin Aşk” diyecekti. Böylece kitap kendi titreşimini ve ‘ses’ini yayacaktı!
– Senin için hayat, her şeyle bir bağ kurmak anlamına mı geliyor?
(Gülüyor) Ben bağ kurmazsam, hiçbir şey üretemem! Hayat ile kurduğum bağda, kendimce bir aşk var. Ve bu bağlarla, evrenle tamamlandığımı ve benim de evrene bir şeyler sunduğumu düşünüyorum…
GÖÇ MUTFAĞINDA ZAMANSIZ YOLCULUKLAR
– Yakında açılacak olan lokantan Zamarott’ta ne tür yemekler ve yenilikler olacak?
“Göç Mutfağında Zamansız Yolculuklar” diyerek konuklarımızı sürprizlerle karşılayacağız. Yemekler, ağırlıkla Mardin yemekleri ama Anadolu’nun yedi bölgesine ait unutulmuş göç yemeklerini de ikram edeceğiz. En güzeli de, ‘hikâye anlatıcıları’ olacak Zamarott’un mutfağında.
BENİ BEN YAPAN HEP BU ARAYIŞ OLACAK
– Kitabın kahramanı küçük kız Zamarott, kendi arayarak yola çıkıyor. Bulabiliyor mu?
20 yıllık bir arayıştan sonra, evet, bulabiliyor. Bunun için Anadolu’nun 7 bölgesinde ve 7 dağında kendine ait değerleri keşfediyor…
– Sen kendini bulabildin mi?
Buldum diyebilirim ama arayışımın bittiğini söyleyemem. Çünkü beni ben yapan, hep bu arayış olacak…
– Kendinizi bulmak, özümüzle buluşmak kolay mı?
Değil tabii. Çünkü kendimize sorduğumuz sorularda bile dürüst değiliz. Keşke kolay olsaydı. O zaman dünya muhteşem olurdu…
KALBİM SANA GEÇTİ!
– Göç ne ifade ediyor? Hayat, aslında bir göç mü?
Bence hayat, her gün kendi içimizdeki duygulara yaptığımız bir yolculuk. Bu yolculuk bizi kimi zaman cesaretlendiriyor, kimi zaman durduruyor, kimi zaman sakinleştiriyor, kimi zaman şahlandırıyor…
– Sen “Haydi Gel Vazgeçme!” derken, ne demek istiyorsun… Kendimizden mi vazgeçmeyeceğiz, özümüzü aramaktan mı vazgeçmeyeceğiz?
“Haydi Gel” aslında bir çağrı. Hepimize sesleniyor. Bizler, birbirimize hep “Haydi” demez miyiz? Önce birlikte yaptığımız her şeyi hatırlamamız ve bizi biz yapan değerlerimizi keşfetmemiz lazım. Peki nasıl olacak bu? Kendimizi arayarak, yola çıkarak. O yolculukta da rotamız, hep kalbimiz olacak…
– ”Kalbim sana geçti” lafını çok sevdim. Bağlandık, kenetlendik mi demek?
“Kalbim sana geçti” aslında evrenin bize söylediği bir laf gibi geliyor bana. Kitapta, Matrak Kuş’un, Zamarott’a söylediği bir cümleyle bunu daha iyi ifade edebilirim. “Ben, senim Zamarott, sen de bensin! Unutma, bütünün parçalarıyız. Sen ne yaparsan bana yansır… Her an, her yerde olabiliriz. Yeter ki biz, kendimize inanalım ve kendimiz olalım.”
– Bu ülkenin girişimci kadınlarına ne söylemek istersin?
Hayallerinden ve umutlarından hiç vazgeçmesinler! Hayallerini büyük tutsunlar ve bu hayaller için risk almaktan korkmasınlar. En çok da kendilerine inansınlar!