Evrim Kuran’ın kitabı ‘Telgraftan Tablete’ çıktı… Bir kuşağın diktiği ağacın gölgesinde öteki kuşak serinler…


Türkiye’de “kuşak araştırmacısı” denilince Evrim Kuran derim. Neredeyse 20 yıldır kuşaklar üzerine kafa patlatıyor…
“Bir kuşağı anlamak, bir dönemi anlamaktır” diyor ve ekliyor: “Bir dönemi anlayınca da kimseyi kendi değerlerinle yargılamıyorsun. O jenerasyonun gerçeği neyse meseleye o şekilde bakıyorsun.”
Evrim’le biz Gezi döneminde tanıştık.
O zaman Gezi’nin kahramanları olan Y kuşağını anlatmıştı, sonra birkaç defa daha röportaj yaptım. Pırıl pırıl bir zekâ ve müthiş bir birikim!
O, benim kızımı da daha iyi anlamama sebep oldu…
En sevdiğim tanımı da, -o, bir Çin atasözü olduğu söylüyor- “Bir kuşağın diktiği ağacın gölgesinde öteki kuşak serinler.”
Evrim ilk kitabını yazdı: ‘Telgraftan Tablete’
Türkiye’nin 5 kuşağını anlatıyor. Üstelik kendi aile hikâyesi üzerinden anlatıyor. Halk ozanı dedesi Ali’den başlıyor, oğlu Ali’ye kadar geliyor. O kadar sıcak ve güzel yazmış ki hem çok sıkı sosyolojik tespitler ve araştırmalar var hem de kişisel hikâyeler de olduğu için bize kendi ailemizle paralellik kurma imkânı tanıyor.
Bravo Evrim!
On numara iş!

– Yine müthiş bir iş çıkarttın! Şahane bir kitap ‘Telgraftan Tablete’… Hadi soruyorum, bu kitabı yazma ihtiyacı nereden doğdu? Amacın neydi?
Hayatımın 18 yılını kuşaklar üzerine düşünmeye ve çalışmaya vermiş biriyim. Bu alanda araştırmalar yapıyorum, makaleler, raporlar yazıyorum, konferanslarda konuşuyorum ama kitap yazmak başka bir deneyim ve ben bu deneyimden hep korktum. Yıllarca bu alanda kapsamlı Türkçe kaynak olmamasından yakınan pek çok insanla tanıştım ve kitap yazmanın gerekliliğine de inandım. Ancak harekete geçemedim. 2 yıl önce masaya oturdum ve Türkiye’nin yaşayan beş kuşağını, pek çok alan araştırmasının yanı sıra aile köklerim üzerinden anlatmaya çalıştım. Bir gecede okunmasını ümit ettiğim bu kitabı yazmam yıllar, şehirler, ülkeler, kilometreler aldı.
Türkiye’nin 95 yılını özetliyor. Ve kitapta görüyoruz ki Türkiye’de 5 kuşak bir arada yaşıyor.

– Bu kuşaklar hangileri? Özellikleri ne?
Türkiye Cumhuriyeti’nin 95 yıllık varoluşu, jenerasyonel sistem döngüsüne belirgin biçimde oturuyor. Doksan beş yıllık Cumhuriyet an itibarıyla beşinci nesli olan ‘Z Kuşağı’nı yetiştiriyor. 1927-1945 yılları arasında doğduklarını varsaydığımız Cumhuriyet’in ilk nesli ‘Sessiz Kuşak’. Kuşakları çerçevesi çok net çizilmiş zaman aralıklarına sıkıştırmaktan ve kati tanımlar yapmaktan hoşlanmasam da, dönemi daha rahat tanımlayabilmek için ‘Bebek Bombardımanı Kuşağı’nın 1945-1964 yılları arasında doğduklarını kabul edebiliriz. 1965-1979 yılları arasında doğanlar olarak varsaydığımız X Kuşağı, 81 milyonluk Türkiye’nin yüzde 32’si olan Y kuşağı ve 2000-2018 arası dünyamıza geldiğini varsaydığımız Z Kuşağı.

– Sevmek gerçekten birbirini anlamak mı? Biz yeterince birbirimiz anlıyor muyuz? Anlamıyorsak neden?
Hepimizin sevgi dili ve tanımı farklı olabilir. Ama hayata kuşak perspektifinden bakmak bana sevmek için anlamak, anlamak için görmek gerektiğini öğretti. Burası, benzemezlerin birbirini gördüğü ve anladığı bir coğrafya değil. Kişisel yargılara, diğerinin gerçeklerinden daha fazla alan açan bir coğrafya. Anadolu’nun kökleri hiç öyle olmasa da biz burada gitgide kendine benzemeyeni reddeden bir kültür halini alıyoruz. Benim için bir kuşağı anlamak, suya atılan taş gibi etkisi dalga dalga büyüyen, yaşama, geçmişe ve geleceğe dair müthiş bir kavrayış sağlıyor. Hoşgörü sınırlarımı genişletiyor, zamanın ruhuna yaklaştırıyor ve beni yargılayan değil öğrenen bir insan olmaya sevk ediyor.

– Bulut Atlası filmi, döngüsel olarak kendini tekrarlayan insanlık tarihini enfes bir dille anlatıyor. Sen de şöyle bir alıntı yapmışsın: “Yaşamlarımız sadece bize ait değil, başkalarına bağlıyız… Geçmişte ve şu anda, işlediğimiz her suçta ve yaptığımız her iyilikte geleceğimizi yeniden kuruyoruz…” Bunu açar mısın? Babamın yaptığı beni mi bağlıyor, benim yaptığım da çocuğumu… Biz şu anda çocuklarımıza nasıl bir gelecek bırakıyoruz?
Her kuşak bir sonraki kuşağa belirgin bir sosyal miras bırakıyor. Bu miras o kuşağın ana donanımı oluyor. Döngüsel tarih anlayışından yola çıkan kuşak teorisi ve kuşakların arketipik döngülerinin en temel mantığı şu: Her yeni nesil, hayatın iktidarında olan orta yaşlı nesilde gördüklerini düzeltmeye ya da telafi etmeye çalışıyor. Bu sebeple tüm kuşaklar birbirine görünmez iplerle bağlı. Bugün topluma, kültüre, kentlere, köylere ve ağaçlara, bilime ve sanata isteyerek veya bilinçsizce vurduğumuz her darbe, çocuklarımızın inşa etmekle yükümlü olacağı geleceğin kodlarını belirleyecek.

– Sen Türkiye’nin yaşayan 5 kuşağını hem araştırmalarla hem de kendi ailenden hikâyelerle anlatıyorsun. Meseleyi kişisel hikâyeler üzerinden anlatmak aklına nereden geldi?
Araştırmalar rakamlardan, hikâyeler insanlardan oluşur. Benim işim insanlarla ilgili. Ve bu işte kendimden yola çıktım. Beni büyüten dedem Ali’den oğlum Ali’ye gelene dek değişen ve dönüşen Türkiye’yi yazarken, ülkedeki bu geçişlerin kendi hayatımdaki derin izleri ile karşılaştım. Kitabın kolay okunması adına kendi adıma zoru seçtiğimi söyleyebilirim. Ve elbette bana tutunmam için kökler veren insanları ve onların inşa ettiği Türkiye hikâyelerini yazarken çok gözyaşı döktüğümü de…

SAHİCİ OLMAK, ERİŞİLEBİLİR OLMAK

– Ayrıca Y ve Z kuşaklarının anlatıldığı son 2 bölümde hem yöneticiler hem de ebeveynler için genç kuşakla etkileşimde işlerine yarayacak basit çözümler de anlatmaya çalışıyorsun. Neler onlar?
Yeni neslin eski nesilden, liderlerden, yönetenlerden, kural koyuculardan, eğitimcilerden ne istediğini anlatmaya çalıştım. Uzun yıllardır organizasyonel çekicilik ve işveren markası alanında araştırma ve çalışmalar yapan biri olarak, Y jenerasyonunun üst kuşaklardan istedikleri aslında çok da zor şeyler değil. Sahici olmak, erişilebilir olmak, içerik kadar bağlama da odaklanmak, mizah dilinden korkmamak ve mümkünse sıkıcı olmamak lazım…

– Geleceğe hazırlanmak için biz kafayı robotlara taktık, yanlış mı yaptık. Geleceğe hazır olmak için önce geçmişi mi anlamalıyız? Peki bunun için ne yapmalıyız?
Bir süredir Türkiye’de robotlarla çok haşır neşir olduk. Onlara halay çektiriyoruz veya sözümüzü keserlerse azarlıyoruz. Yani kültür hep olduğu gibi teknolojiyi dövüyor. Teknolojiyi daha iyi okumalı, bir araç olduğunu unutmamalı ve geleceği sadece robotlar üzerinden okumaktan vazgeçmeliyiz. “Eyvah, robotlar gelecekte işlerimizi elimizden alacak!” diye korkmaktan daha iyisini yapmaya ihtiyacımız var. Daha iyisi de şu: Robotlar hangi işleri elimizden aldığında, biz hangi işleri daha katmadeğerli yapmaya odaklanacağız? Çocuklarımızı bunun için gerekli 21. yüzyıl yetkinlikleri ile donatıyor muyuz?

SESSİZ TRAJEDİ

– Bugünün çocukları, sağlıklı bir çocukluğun temeli olan unsunlardan yoksun diyorsun? Nedir onlar? Çözüm ne? Ne yapmalı?
Şu anda evlerimizde sessiz bir trajedi gerçekleşiyor. Bugünün çocukları sağlıklı bir çocukluğun temeli olan şu unsurlardan yoksunlar: Duygusal olarak erişilebilir ebeveynler, net tanımlanmış sınırlar, sorumluluklar, dengeli beslenme, yeterli uyku, hareket ve ev dışı etkinlikler, yaratıcı oyunlar ve sıkılma fırsatı. Evet çocuklar için sıkılmak bir fırsattır ki yaratıcılıkları gelişsin… Bırakınız sıkılsınlar! Çözüm çok basit: Akıllı telefonlar olmadan önce ne yaptığımızı hatırlayın…

Yorum Bırak