Tasarımcı Simay Bülbül iki doğum yaptı, biri biyolojik biri kalbiyolojik…
Nasıl etkiledi bu hikâye beni anlatamam…
Simay Bülbül. Başarılı ödüllü bir tasarımcı. Keçe ve deriyle harikalar yarattı. Yaratıyor. Bohem bir hayatı var. Biz onu rasta saçlarıyla tanıyorduk. Günün birine kadar. Yani babasının öldüğü güne kadar. O günden sonra artık bambaşka bir oldu. Hayatı bakışı değişti. Ve sonunda eşi Serhan ile birlikte Darülaceze’den Yaşar’a koruyucu aile oldu. Yaşar’ın eve geldiği gün de hamile olduğu öğrendi. İnanılmaz mutlular. Bir de 7 yaşında bir kız çocuğuna koruyucu aile olmak istiyorlar. Kırmızı Çocuklar Derneği’yle de herkesi koruyucu aile olmaya teşvik ediyorlar…
Yaşasın! Eşinle, koruyucu aile olmuşsunuz. Ve dünyalar güzeli Yaşar adında bir oğlunuz var artık. Onu eve geldiği gün de, sen hamile olduğunu öğrenmişsin… Bayıldım! Bu hikaye nasıl başladı…
-Babamı kaybetmemle başladı. İki yıl önce kaybettim…
Ooo çok fenaymış!
-Evet. Çok düşkündüm babama. Büyük aştı bizimki. İzmirliyim doğma büyüme. Annem ve babam, 25 yıllık anaokulu sahibi. Benim bütün çocukluğum da, o anaokulunda geçti. Babam, anaokulun “Ali Baba”sıydı. Tonton, bıyıklı ve çok sevecen bir adam. Herkesin “Ali Babası”ydı. Koca kız olmama rağmen, babamın bir gün ölebileceğine ihtimal vermiyormuşum. Yıkıldım! Uzun süre kendime gelemedim. Sonra, “Bir şey yapmalıyım, ona layık olacak bir şey yapmalıyım… “ dedim.
Nasıl bir şey?
-Babamın anısına bir şey… Babamı hatırlatacak bir şey… Benim ondan öğrendiğim ve çocuklarla paylaşabileceğim çok şeyim vardı. Kendi kendim dedim ki, “Ben onun misyonunu devam ettireceğim…”
Neydi o misyon…
-Çocukları mutlu etmek, sevgi vermek, el vermek, içlerinki rengi dışarıya çıkarmak. “Nereye gidebilirim, ne yapabilirim?” derken Darülaceze’de buldum kendimi. Sanki babam bana “Oraya git” dedi…
İyi de sen bohem bir sanatçısın…
-Evet. O güne kadar bambaşka bir hayatım vardı. Ama babamı kaybettikten sonra sanata, tasarıma, modaya bakışım da değişti…
Nasıl yani?
-Her şeyin çok gelir geçer olduğunu fark ettim. Hayatın başka noktalarında çok daha değerli şeyler olduğunu hissettim. Yol değiştirdim ben, yön değiştirdim. Mesleki hayatımda da, özel hayatımda da…
Yaşar’a koruyucu aile olduğu gün Ali Osman’a hamile olduğunu öğrendi
Kaç yaşındaydın?
-33.
O sırada evli miydin?
-Değildim. Ama şimdiki eşim Serhan’la beraberdik. Erkek arkadaşımdı o zaman.
Ve sen Darülaceze’ye gitmeye başladın…
-Evet, kapısından “gönüllü anne” olmak için girdim. Orada 500 tane yaşlı kimsesiz insan var ama aynı zamanda 30’a yakın terk edilmiş çocuk da var…
Onlara ne dedin, “Buraya geleceğim ve çocukları ziyaret edeceğim” mi?
-Aynen öyle dedim. Ama öyle kolay da değil “gönüllü anne” olmak. Pek çok insan çalıyormuş kapılarını. Bir şeyler yapmak istiyorlar, bir süre geliyorlar, sonra vınnn. O yüzden gayet temkinli yaklaştılar. Dediler ki, “Ziyaret etmeyi istemeniz çok güzel. Ama sürekli gelebilecek misiniz? Bu çocuklar zaten terk edilmiş çocuklar. Sonra siz de, bir gün, iş yoğunluğunuz yüzünden gelemezsiniz, bu çocuklar sizi beklerler ve kendilerini bir kere daha terk edilmiş hissederler! Yani yapamayacaksınız hiç kalkışmayın…”
Sen ne dedin…
-Ben çok nettim. “Yok, sürekli geleceğim!” dedim. Gerçekten de her Salı gittim. İki sene boyunca. Yurtdışından bu yüzden erken döndüğüm zamanlar bile oldu. Hiç aksatmadan gittim.
Harikaaa…
-Kartonlarımı ayarlıyordum, onlara makas alıyordum. “Faaliyet annesi” gibiydim biraz da. Resim yapıyorduk, kes biç yapıyorduk, şapka yapıyorduk. Ben her hafta düşünüyordum, “Bu hafta çocuklarla ne yapalım?” diye. Eminönüne gidip bir şeyler alıyordum.
Kaç çocuk?
-6 tane çocuğum vardı benim. Hepsi de bana “Anne “diyordu. İki ile dört yaş arası çocuklar.
Nasıl bir bağ kuruldu aranızda?
-Müthiş. O dünyaya girince, gerçekten başka bir yere adım atıyorsun. Ben o çocuklara acı duygusuyla gitmedim. “Bir şey yapmam lazım” diye gittim, hayatlarında bir fark yaratmam lazım diye gittim. Böyle bir enerjiyle gidince gerisi geliyor. 6’sı da benin çocuğum oldu. Kendim doğurmuş gibi sevdim, önemsedim. Ama zaman içinde bir şey fark ettim.
Neyi?
– Bu çocukların hiç dışarı çıkmadığını, normal hayatı bilmediklerini… Hayatlarında “ev” görmemişler mesela. “Ev” nedir bilmiyorlar, insanlar nasıl yerlerde yaşıyorlar, sokaklar nasıl, beraber bakkala gitmek, berbere gitmek nasıl bir şey… Biz eşimle dedik ki “Ayda bir onları eve alalım!” Yavaş yavaş ev hayatı ne nasıldır görsünler, koğuştan başka bir şey görmemişler…
Ne güzel! Eşin de sana destek oldu, öyle mi?
-Tabii. Çocukların geldiği gün, işe gitmiyordu. Onların eve geldikleri ilk güne tanık olmuştu.
Ne oldu ki o gün?
– Çocuklar evin için şoka girdiler! Hiç görmemişler şimdiye kadar, resmen evden korktular! Bütün gün elektrik düğmesiyle oynadılar. Sabahtan akşama kadar, bizim ev disko gibiydi. Yak söndür. Ve eşime ne dediler biliyor musun?
Ne?
– Anne. Çünkü “baba” kavramı yok. Onlara hep kadın hemşireler bakmış. Biraz sevgi gösteren herkese “Anne” diyorlar. Eşime bakıp, “Bu annenin de sakalları var!” dediler. Sonra ben “abi”yi anlattım, “baba”yı anlattım. Uzun bir süre, ayda bir geldiler. Sonra bir gün yine ev ziyareti vardı, baktım oğlanlardan bir tanesi yok. “Hayırdır” dedim Darülaceze’ye, “Koruyucu aileye verildi!” dediler. “Aa” dedim, “Nasıl yani koruyucu aile? Böyle bir şey mi var?” Benim sadece kulaktan duyduğum bilgiler de vardı, koruyucu aile tam ne demek açıkçası bilmiyordum. Sonra meraktan araştırmaya başladım. Hatta senin Mutlu Tönbekici’yle yazını okudum. Ondan sonra eşime dedim ki, “Ya böyle bir şey var. Ne dersin?” Eşim de, “Hiç düşünme, hemen başvur!” dedi. Ve biz bu yola girdik…
Hiç çekinmedin mi? Endişelerin olmadı mı?
-Hayır. Sorgulamadım bile. Her şey, birdenbire kendiliğinden oldu. Sakın yanlış anlaşılmasın, “Bir çocuğun hayatını kurtaralım” filan da demedim. Kibirli geliyor böyle demek bana. Kimin, kimin hayatında ne etki yaptığını, kimin kimi kurtardığı bilemezsin! Belki de Yaşar bizim hayatımızı kurtarıyordur. Ben meseleye şöyle baktım: Bir çocuk var, bizim hayatımıza girecek. Gerçekten de onlar büyük “hediye”…
Nasıl seçtin Yaşar’ı…
-Seçmedim. Zaten seçme hakkınız yok. Biz prosedürü tamamlamak için devletle uğraşırken, çocuklarım teker teker azalmaya başladı. İki ayda bir, biri bir aileye verilir oldu. 7 ay sürdü o süreç. Biz eşimle demişti ki, “Hikayesi en ağır olanı alalım. En ihtiyacı olanı…”
Herkes tam tersine sorunsuz çocuk ister…
-Biliyorum. Ama biz öyle demedik. “Dosyası ağır bir çocuk olsun!” dedik. Çünkü onu kimse almak istemeyecek. Orayla gide gele, istismarlardan, cinayetlerden ve daha pek çok travmadan doğan çocuklara tanık oluyorsun. İnsanlar zannediyor ki, bu çocuklar parasızlıktan filan terk edilmiş, öyle değil, çok ağır tablolar var arkalarında. İşte o süreçte Yaşar’ın dosyası önümüze geldi…
Yaşar hikayesi nedir?
-Benim oğlumun biyolojik annesi mental olarak hasta. İki çocuğu da bakımsızlıktan ölmüş. O yüzden Yaşar’ı, Darülaceze’ye vermişler. Bunu da bana çok soran oldu, “Hiç korkmadın mı çocukta da ileride bir mental problem çıkarsa?” diye. Ben çok şaşırıyorum bu sorulara. Neyin garantisi var ki şu hayatta. Ben karpuz seçer gibi çocuk seçmiyorum. Hayatın önüme getirdiğini kabul ediyorum ve yürüyorum. Hiç ama hiç korkmadık. Ve dünyanın en şahane oğluna sahip olduk. Pırıl pırıl müthiş bir çocuk Yaşar. O kadar mutluyuz ki. Bazen diyorum ki, Yaşar, bizim için doğdu bir yerlerde. Sadece biz onunla 3 yıl sonra karşılaştık…
Genelde çocuğu olamayanlar evlat edinirler, koruyucu aile olurlar…
– Bizim bu konuda herhangi bir sorunumuz yoktu ama ille de, “Kendi çocuğumuzu yapalım!” diye bir tutturukluğumuz da yoktu. Biz sadece “Hazırız alıyoruz” dedik. Ve ilginçtir, evrak sürecimiz bittiğinde, Yaşar eve geldiğinde… Ben gebe olduğumu öğrendim! Aynı hafta içinde, iki annelik haberi birden aldım! Biz koruyucu anneler, kalbimizden doğurduğumuza inanırız ve “kalbiyolojik” deriz. Benim iki doğumum oldu, “biyolojik” doğum ve kalbiyolojik…”
Nasıl geçti hamilelik?
-Bütün hamileliğim Yaşar’laydı. O da benim karnımdan doğduğunu zannetti. Anlayabileceği şekilde, karnımdan değil, kalbimden çıktığını anlattık. Şu anda abi kardeş müthişler! Kardeş olmak için gerçekten de kan bağına ihtiyaç yokmuş. Sadece kalbe ihtiyaç varmış. O kadar birbirlerini seviyorlar ki. Yaşar çok şeker bir abi oldu. Ufaklık ona hayran! Şimdi bir de kız çocuğuna koruyucu aile olmak istiyoruz…
Vayyy… Gerçekten mi?
-Evet. Herkes bebek ve küçük çocuk istiyor. 6-7 yaş üstü pek tercih edilmiyor. Halbuki bir kadar da yedi yaş üstü var sevgi bekleyen. yaş ve üstü var. O zaman biz de 7 yaşında bir kız çocuğunu ailemize katalım dedik. Başvuru hazırlığı içindeyiz…
GERÇEK BENİ BULDUM
Ben bu dünyaya gelme amacımı 32’den sonra fark ettim. Evet 32’den önce, mesleğimde tasarım anlamında başarılar elde ettim. Ama Yaşar ve Ali Osman’la sonra ben, gerçek beni buldum, çocuklarımla birlikte…
ONLAR BENİM HEDİYEM
Yaşar, biyolojik ailesini görüyor mu?
-Evet. Üç kardeşi daha var. Diğer kardeşlerimizi görüyoruz elimizden geldiği kadar. Kurum içerisinde ayda bir görüşleri var. Biyolojik anne ve babasıyla görüş yok. Onlar gelmiyorlar. Annemiz mental olarak rahatsız. Hiçbir şeyin farkında değil. Ne doğurduğunun ne bakamadığının. 6 çocuk doğuruyor. Çocukların ikisi bakımsızlıktan vefat ediyor…
Ya peki günün birinde Yaşar’ı biyolojik ailesi almak isterse…
-Bu da bana en çok sorulardan biri. Hiç mi korkmuyorsun? Tabii ki korkuyorum. Çünkü benim için Yaşar’ın Ali Osman’dan farkı yok. Ölürüm biri oğullarımı benden almaya kalkarsa… Sonsuz bir acı. Ama ben bu korkuyla almadım Yaşar’ı. Bu korkuyla yaşayarak da hayatıma devam edemem. Tamamen akışına bırakıyorum ve mutluluğunu yaşıyorum. Bir gün çıkabilirler mi? Olabilir. Ama şu da bir gerçek, devlet tarafından baktığınız zaman eskisi gibi öyle kolay geri alınamıyor. Onların da sağlıklı bir şekilde bakabileceklerini ispatlamaları gerekiyor. Bu çocukların çok ağır aile hikayeleri var. Geri alabilecek kıvama gelmeleri de çok kolay değil. Bizimkinde hele şu an için hiç öyle bir ışık yok…
Allah sana hediye mi etti Ali Osman’ı, öyle mi hissediyorsun?
-Belki ikisini de babam gönderdi bana, kim bilir. Bazen de öyle düşünüyorum. Bazen de Yaşar’ın bereketi diye düşünüyorum. İkisi de benim için dünyanın en muhteşem şeyi…
SAYEMİZDE PEK ÇOK KİŞİ KORUYUCU AİLE OLDU
-Peki ya bürokratik zorluklar yaşadınız mı?
-Evlat edinme süreci daha zor, 2-3 seneyi bulabiliyor. Koruyucu ailelikte o kadar uzun değil. Sistem daha esnek. Evlilik şartı da yok. Bekar anne de alabiliyor. Ama gerçekten anneliği hazır olup olmadığınız araştırılıyor. Zaten gerçekten isteyeni, gözünden anlıyorsun. Biz, etrafımızdaki pek çok kişiye vesile olduk. Ailemizden bir çift, iki kız kardeşe koruyucu aile oldu. Nasıl mutlular anlatamam. Bir de çok yakın arkadaşım koruyucu aile oldu. Hikayemizi ne kadar çok anlatırsak, o kadar insana ilham veriyoruz ve harekete geçiyorlar…
KIRMIZI ÇOCUKLAR DERNEĞİ
Gelelim, “Kırmızı Çocuklar Derneği”ne… Kurma amacın neydi?
-Yaşar hayatımıza geldikten sonra müthiş mucizeler oldu. Ruhumuz zenginleşti, hayatımız derinleşti. Başka insanlara da vesile olduk. Sonra bunu resmileştirelim ve bir dernek kuralım dedik. Kırmızı Çocuklar Derneği böyle doğdu.
Neden “kırmızı çocuklar”?
-Bu çocuklar o kurumlarda soluk duruyorlar ama içlerindeki renklerin canlılığını anlatamam sana. Sadece onlara birinin gelip dokunmasını bekliyorlar. Biri sevgiyle dokunduğunda da renk renk çiçek açıyorlar. O yüzden “kırmızı”yı seçtik. Ve tabii “kırmızı çizgi”deki çocuklar bunlar. Derneğin misyonu aile bulmak. Bulamazsak, şu hallerinde onlara destek olmak. Eşimle bir “Bilim ve Tasarım Merkezi” hayata geçiriyoruz. Sadece bu kırmızı çizgideki çocuklara hizmet verecek. Engelli çocuklar da olabilir, yurtlardaki çocuklar da. Bu çocukların hayatlarında şuna gördüm: O kadar cevher var ki içlerinde, bir şeyler öğretirsen, değişik şeyler çıkacak ama öğreten yok. Anne baba yok başında. Nasıl çıksın ki o cevher? Ama işte bir seramik sanatçısı arkadaşımız vardır, gelir workshop yapar, öbürü tasarım öğretir, öbürü İngilizce öğretir. Yaş skalası 3-18 olacak. Seyrantepe’de binamız. Bir katını tamamını buna ayırdık, 200 metrekare. Bu çocuklarla, renk vermek isteyen bütün gönüllülere kapılarımız açık…