Sepin İnceer’in eşi Okan İnceer, mayıs ayında Kaçkar Dağları’nda ‘istasyon patlaması’ sonucu düştü ve öldü.
Katıla katıla ağladım bu röportajı yaparken. Sanki tanıyordum onları, sanki biliyordum o aşkı… 41 yaşında, iki çocuk babası Okan İnceer, geçen mayıs Kaçkarlardan düşüp ölmüştü. Karısı Sepin’in, ardından verdiği ölüm ilanını okurken içim oyulmuştu: “O güzel gözlerinde Allah’ı gördüm. Kalbinde, ilahi aşkı buldum. Sana hiç doyamadım, çünkü sana doyulmaz. Okan’ım, canım, aşkım, bebeğim, sevgilim, her şeyim, seni her şeyden çok seviyorum, biliyorsun. Yolun açık olsun…” Sadece sözcükler değil, fotoğraftaki o mutluluk ve saf sevgi de beni perişan etmişti. O kadar güzel bir aile fotoğrafıydı ki… O fotoğraftaki kadının önce mutluluğunu, sonra acısını kalbimde hissettim. Dağcı değildi Okan, hayatında ikinci kez böyle bir tura gidiyordu. Hayatında hiç ip kullanmamış bir adam, Kaçkarlar’dan iple indiriliyor. Hem de kuzey kanadından, çünkü uçağa yetişme telaşları var. Ama bu insanların hiçbir dağcılık tecrübesi yok. Tabii ki kimse kimsenin ölmesini istemez ama işte bazen iyi niyetli olmak yetmiyor, ihtiyatlı ve sorumlu da olmak gerekiyor. Ne var ki aylar geçmesine rağmen ihmale bağlı dava açılmadı. Gencecik bir adam hayata veda etti. Onun pisi pisine ölüp gitmesi bu kadar kolay olmamalı. Zaten Sepin İnceer de kimse ceza alsın, hapis yatsın istemiyor ama insanlar kendileriyle yüzleşsin diyor. Bence bundan daha doğal bir istek olamaz. Sepin’i tanıdıktan sonra anladım ki, çok çok cesur bir kadın. 16 yıllık aşkına, Okan’ına veda etme biçimine müthiş saygı duydum. Röportajı okuyunca ne demek istediğimi anlayacaksınız. Okan’ı asla morga sokturmuyor, Rize’de teslim alıyor, sabaha kadar onunla konuşuyor, başında bekliyor, kendi elleriyle Zincirlikuyu Gasilhanesi’nde yıkıyor, sonra eve getiriyor, bir gece boyunca çiceklerle süslü yataklarında Okan’la birlikte yatıyor, 41 yıl boyunca Okan’ın hayatına giren, onu seven insanlar o odaya gelip Okan’a, Okan’ı anlatıyorlar. Eşi benzeri görülmemiş bir cenaze. Sepin, sevdiği adama işte böyle veda ediyor.
Fotoğraf: Emre Yunusoğlu
Ne denir, nasıl denir bilmiyorum. Başın sağ olsun, Allah sabır versin. Hiçbir şey çektiğin acıya merhem olmaz. Ne oldu size?
– Kocam Okan, Kaçkarlar’da sadece dağ yürüyüşünden ibaret bir tura katıldı. Yani öyle olduğu söylenen bir tura. Rehber liderliğinde… Dağcı değildi, hayatında ikinci kez böyle bir şeye katılıyordu. Ve orada düştü, boynu kırıldı, öldü. Artık iki çocuğumun babası yok.
Yaşadığın acı nasıl tarif edilir?
– Geçmişe, Okan’la yaşadıklarıma gidersem, bir sürü cam parçasını bedenime saplıyorlar sanki. Geleceğe, onunla daha yaşayabileceğimi sandığım şeylere gidersem, korku çöküyor üzerime: “Ben Okan’sız nasıl yaşarım? Öyle bir şey var mı, varsa ben ister miyim?” Şu anda kalabilirsem, dayanmak biraz daha kolaylaşıyor. Ama çok acıyor, çünkü saf acı. O acı da aslında aşk. Aşkla acı birbirine karışıyor. Bazen ağzımdan “Acıdan ölüyorum Okan!” çıkıyor, bazense “Aşkından ölüyorum Okan!”
O AN KÖTÜ DAVRANDIĞIM HERKESTEN ÖZÜR DİLERİM
Olay ne zaman oldu?
– 27 Mayıs’ta. Bana söylenene göre öğlen saat 12 sularında. Onu almak için Trabzon uçağına bindiğimde “Ya beni öldürün ya da 20 sene sonrasına götürün!” diye bağırıyordum.
Delirmemek için n’apıyorsun?
– Beni artık hiçbir şey delirtemez! Ben Okan’ımı Rize’de bir cami avlusunda buldum. Öyle koymuşlar bebeğimi, yapayalnız, onu öyle gördüm ya… Böğürdüm acıdan.
Bu acıyla nasıl yaşanıyor?
– Aslında yaşanmıyor. Yaşamaya çalışıyorum. Tek yolu da yüzleşmek! İlk bir ay paso küfrettim. Hayatım boyunca ağır küfür asla etmedim ben. Okan’ı koymuşlar ceset torbasına, biraz ileride de bir kalabalık vardı, ben onları dağcılar sandım, beni görmemek için kaçtıklarından haberim yoktu, döndüm o insanlara bağırdım. Meğer onlar otopsi yapmaya gelen görevliler, kaymakam yardımcısı, imam filanmış. İstemeden kötü şeyler söyledim. O anda orada kötü davrandığım herkesten özür dilerim. Bana öyle “Çocukların için dik dur!”larla, “Çok hırpaladın kendini”lerle gelen kimseyi dinlemedim. Bana sonsuz destek kız arkadaşlarım var. Hepsinden devamlı, “Sen ne dersen o!”yu duyuyordum. Acı bana ne yaptırdıysa onu yaptım, hâlâ da öyle yapıyorum.
Okan’ın ölümü nasıl gerçekleşmiş?
– Ticari bir dağcılık faaliyeti için iki rehberin olduğu bir grupla Kaçkarlar’a gitti. Orada ardı ardına yapılan hatalar ve ihmaller sonucunda inişte düştü. Kafasını çarptı, boynu kırıldı ve öldü. O öpmeye kıyamadığım bedeni, 300 metre sürüklendi bir de.
İP KULLANMAYI BİLMEZDİ, ŞİPŞAK EĞİTİM VERMİŞLER
Hafta sonu keyifli bir şey için evden çıkıp bir daha dönmemesi nasıl açıklanabilir? Nasıl açıklıyorsun?
– Hayat açıklanacak bir şey değilmiş, onu anladım. Biz Okan’la ayrı gayrı pek bir şey yapmazdık, bana ve çocuklarına aşırı düşkün bir insandı. Tek başına uçağa bindiği zaman bile inene kadar huzursuz olurdum. Cuma günü gitti. Öyle bir yerde kamp yapıyorlardı ki telefon çekmiyordu. Cuma akşamı en son çektiği yerde beni aradı, meğer son konuşmamızmış.
Kimlerle gitti?
– İki rehber, yedi kişi de katılanlar. İkisi çok yakın arkadaşıydı.
Sen nasıl bir ruh halindeydin?
– Mayısın başında içimde çok acayip bir yas duygusu hissetmeye başlamıştım. Bir hafta hüngür hüngür ağladım. Hatta Okan’a “Dünyanın bütün yasını kalbimde hissediyorum!” demiştim. Birimiz iyi olmadığında sarılarak yatma alışkanlığımız vardı bizim, uzun bir süre sarılmıştık birbirimize. Yasla alakalı kitaplar ısmarlamıştım. Okan pazar günü öldü. Ben cumartesi gecesi ölenler için yapılabilecek bir ritüeli okuyordum. Birkaç gün sonra o ritüeli kocama yaparken buldum kendimi.
Tam ne olmuş orada?
– Bir etap tırmanıyor dokuz kişi. Dördü faaliyetin dağcılık yürüyüşünden farklılaşmaya başladığını düşünüyor ve çekinip kampa geri dönüyor. Okan devam eden beş kişiyle beraber. Biraz daha çıkıyorlar ama epey zorlanıyorlar. Mayıs ayında -ki Kaçkarlar’ın mevsimi değilmiş- çok profesyonel olmayan kişilerin asla çıkmaması gereken bir rotadan çıkıyorlar. Belli bir süre sonra uçağı kaçıracakları endişesiyle kuzeyden inişe geçiyorlar. Bir noktadan sonra iple inişe başlıyorlar. ‘Stop descender’ diye bir alet kullanıyorlar iple. Okan daha önce ip, stop descender falan kullanmadı. Zaten yazışmalardan gördüm ki, rehber, Okanlara ip ve alet kullanılmayacağını söylemiş. Faaliyet yürüyüş olarak başlayıp bambaşka hale dönüşüyor. Okan rehbere ip kullanmayı bilmediğini söylüyor. Orada nasıl olduğunu anlamıyorum, şipşak eğitim veriyor rehber Okan’a. ‘İstasyon’ denen şeyi kuruyor. Bu, ipin bağlı olduğu taşa ya da buza çakılan düzenek. Onu da yeterince sabitlemiyorlar. Ve Okan bu şekilde inişe geçtiğinde ‘istasyon’ patlıyor!
OKAN ASLA BÖYLE AHMAKÇA İŞE GİRMEZDİ
Eyvah… Korkunç!
– Asla olmaması gereken bir şey! Zaten böyle bir olasılık olduğunu bilse, Okan geri zekâlı mı, hayatında kullanmadığı bir aletle, ipten neden iniş yapsın? “Nasılsa ip sabitlendi” diye içi rahattı muhtemelen.
Bu işte ihmal var diyorsun yani.
– Kesinlikle! İstasyonun yeterince sabitlenmediğini düşünüyorum. Ayrıca neden ip ve stop descender çıkıyor ortaya? Neden kuzey rotası kullanılıyor? Biliyor musun, usta dağcıların bile gözü açılıyor “Kuzey rotası” dediğimde. Bu insanlara tırmanış öncesi iple iniş eğitimleri olup olmadığı soruldu mu? Okan asla böylesine ahmakça bir işe girmezdi. Nerede kaldı rehberin rehberliği? Zaten ben Rize’ye gittiğimde, Sahil Camii avlusunda ne rehber vardı ne ekip. Okan’ın iki lise arkadaşı dışında kimse yoktu. Ya siz nasıl insanlarsınız, ticari bir faaliyette rehberlik yapıyorsunuz, bir adam ölüyor ama jandarmaya ifade verdikten sonra herkes arazi oluyor. Ben 45 kilo, 1.50 metre boyunda bir kadınım, benden mi korktular?
Senin olaydan nasıl haberin oldu?
– Okan öğlen 12 civarı düşüp ölmüş. Sezar’ın hakkı Sezar’a. Aynı dağcı ekip, Okan’ın yanına kadar inmiş ve onu helikopterin alabileceği yere taşımış. Buna müteşekkirim. Ben o sıralarda, “Okan’ın uçağının saati yaklaşıyor, neden hâlâ aramıyor?” diye endişelenmeye başlamıştım. Meğer haber internete düşmüş. Görenler, ablamı arayanlar olmuş. Ablam geldi, o da tam bilmiyor. Ama ben anladım öldüğünü. Ablamın kocasının gözlerine bakıyorum, o gözler bana “Okan öldü!” diyor ama ağzından laf çıkamıyor. Devamlı “Öldü mü?” diye soruyorum. O sırada bir WhatsApp mesajı geldi “Başın sağ olsun!” diye.
SARISINI HİÇ UNUTMAYACAĞIM BİR CESET TORBASINA SEVGİLİMİ KOYMUŞLAR
Haberin ilk verildiği an, insan için nasıl bir yıkım?
– Başka bir düzleme geçmiş gibiydim. Ya koltukların üzerinde yürüyordum ya da kendimi yere bırakıveriyordum. İnsanlar yerçekimiyle ayakta duruyorlardı, ben duramıyordum. Bildiğim dünyadan başka bir yerdeydim. “Sakinleştirici verdirtmeyeceksin!” diye ablama yemin ettirdim. Aklımı, zekâmı kullanmam gerektiğini sezmiştim herhalde. Sonra ara ara kurt gibi uluyordum. Ulumam bitince yeniden yere yatıyordum. Bazı insanlar bana sarılmaya çalışıyordu, herkesi itiyordum, kesinlikle dokunulmasını istemiyordum.
Rize’ye gidince peki?
– Avludaki insanlara kükredikten sonra aşağıda beyaz floresan ışıklı yerde gördüm onu. Bir daha da başka kimseyi görmedim, kilitlendim ona. Sarısını hiç unutmayacağım o ceset torbasına bebeğimi koymuşlar. Başında kimse yok. Koştum. Sarıldım. Her yerini öptüm. Onu her şeyden çok sevdiğimi, deliler gibi sevdiğimi anlatıyordum. Ve devamlı teşekkür ediyordum. Otopsi yerlerine baktım. Çıplak bedenini kendi üzerimdekilerle örttüm. Ben orada delirmediysem bir daha delirmem! Okan’ın bedenini öyle gördüysem, şu hayatta her şeyi görebilirim. Bedenine yeni doğmuş bir bebeğe yapacağım gibi yumuşak davranılmasını istiyordum. Işıkları söndürdüm. Mum yaktım. “O tozlu şeye asla Okan’ı sokmam!” diyerek tabutu sildirdim. Bence çektiğim acının büyüklüğünü yüreklerinde hissettikleri için ne diyorsam yapıyorlardı.
O gece nerede kaldınız?
– Rize’de cami avlusunda sabahladık. İmam sabah 8’de geliyormuş. Onu sabah yıkamamız ve öğlen uçağıyla İstanbul’a götürmemiz gerekirmiş. O zamana kadar da morga koymamız doğru olurmuş. Hemen itiraz ettim. Okan bir saniye bile benden ayrılmayacak, asla morga girmeyecekti! “Erken uçakla gideceğiz ve İstanbul’da yıkanacak!” dedim. Uçağa bindiğimizde tabutundan defalarca öperek ayrıldım, kavuşunca yine tabutu defalarca öptüm.
Senin aklında o sırada ne var?
– Okan’ı eve götürmek var. O bedenden bir saniye bile ayrılamıyordum. Tabii İstanbul’da mezarlığa girince çıkmanın bu kadar meşakkatli olacağını bilememişim. Gasilhaneye gittik. Yıkadıktan sonra ille de mezarlıktaki morga konması yönünde yine birtakım sesler yükselmeye başladı. “Mümkün değil, eve götüremezsiniz!” dediler. Ben de “Okan’ı morga sokmanız için beni öldürmeniz gerekiyor!” dedim. Sonunda onları eve götürmeye ikna ettim. “Yıkamaya da ben gireceğim!” dediğimde deliliğimi anladıkları için olay çıkmadı.
İnsanın ölmüş kocasını yıkaması nasıl bir deneyim? Bu kadar güçlü müsün, korkmadın mı?
– Hayır, korkmadım. Ama bu benim gücüm değil. Okan’la yaşadığımız şeyin gücü. Okan’ın ve benim…
O GECE KADINLAR ANLATTI, ERKEKLER AĞLADI
Ve sonra eve getirip yatağınıza yatırdın…
– Evet. Çünkü bir saniye bile bırakamıyordum. “Bırakmak” için sanırım bırakmamam gerekiyordu. Arkadaşlarım yatağımızı çiçeklerle süslemişti, Okan’ı yatırdık.
Onunla nasıl vedalaştın?
– Yanına çok sevdiği şeyleri, kahve çekirdeği, ikimiz için manası olan objeleri koydum. Ben de yanına uzandım. Sabaha kadar sarılarak öperek Okan’la yattım. Aklımda, sabaha kadar Okan’ın doğumundan ölümüne hayatını anlatarak onu onurlandırmak vardı. Yakınlarımız, dostlarımız odaya giriyor, Okan’ın hayatını anlatıyorlardı. Öylece saatler geçti.
Doğru mu anlıyorum; 41 yıl boyunca hayatında yer etmiş insanlar, o gece Okan’a, Okan’ı mı anlattı?
– Evet. Annesi doğumuyla başladı. Oradan ölümüne kadar geldik. Pek çok sevdiği insan geldi, vedalaştı onunla. Düşününce, Almodovar filmi gibiydi. Ben yatakta Okan’a sarılmışım. Bir sürü insan bizim yatak odasında. Bir de beden için klima açık, insanlar mayıs sonu paltolarla, hırkalarla… Kadınlar konuştu, anlattı, erkekler ağladı. Ne güzel bir insan olduğunu konuştuk. Sabaha karşı Okan’ın hiçbir yere bırakamadığım bedenini toprağa bırakmaya hazır olduğumu hissettim. O çok çok çok sevdiğim bedeninden, artık kendi ölümüme kadar ayrılmaya hazırdım.
Çocuklar babalarını yatakta çiçekler içinde yatar görünce ne yaptı?
– Kızım babasının ayaklarına dokundu, bedeniyle vedalaştı. Oğlum da… Kızım babasının artık canlanmayacağını başta anlayamadı. “Babamı oturtalım, kollarını, bacaklarını oynatalım, canlansın!” diyordu. Ona babasının bir elbise çıkarır gibi bedenini çıkardığını anlattım. O zaman anladı.
DEVAMI SALIYA: Okan’la aşkımız çok büyüktü, yası da çok büyük oldu..