O, Pınar Eğilmez…
Benim favori yazarlarımdan. İkinci romanı ‘Tanık’ çıktı. Birinci romanı ‘Uçan Tabut’, herkesin ‘Mutlaka oku!’ diye birbirine tavsiye ettiği bir kitaptı, resmen patlama yaptı. Pınar 42 yaşında. Hacettepe İngilizce Mütercim Tercümanlık mezunu. Ama mesleğini yapmıyor, benim gibi sevdiği adamın peşinde dünyayı geziyor. Sevdiği adam bir mühendis ve yurtdışı projelerde çalışıyor. Kocasının peşinde dördüncü ülkesinde. Aynı zamanda dünya tatlısı bir kızı var. Ve Pınar yazıyor, hep yazıyor. Çok sinematografik bir anlatımı var. Her şey kare kare kafanızda canlanıyor. Ve müthiş duru yazıyor. Birbirlerinin hayatlarına dokunan, dokundukça uyanan, uyandıkça birbirlerinin hayatlarına dokunan insanları anlatıyor. Kurgu yeteneğine ve yaratıcılığına şapka çıkarıyorum. ‘Tanık’ta da sosyoloji doktorası yaparken aşk acısı yüzünden her şeyi bırakan, eskortluğu seçen ve şehrin en iyi eskortu olan Rüya Nilay Kosova’nın hikâyesini anlatıyor. Evlere şenlik bir roman…
– “Uçan Tabut” kendi çabanla bastırdığın ilk romanındı. Muazzam ilgi gördü, çok sevildi. Nasıl maceralar yaşadın ilk romanınla?
Müthiş şeyler oldu! Ama başlangıcı acıklı… Romanı bitirdim. Bir yayınevine gönderdim. Aylarca ne arayan var ne soran… Öylece duruyorum. Sonra bir arkadaşım, “Tanıdığın bir editör yoksa kitabın masada bekler, 15 yayınevine de göndersen cevap alma şansın çok düşük!” dedi. Belki de yanlış bir yönlendirmeydi, ama ben bunu içselleştirdim. “Madem kitabımı basmaları zor, ben bastırayım, eşe dosta hediye ederim!” dedim. Kendi imkânlarımla bastırdım. Öylesine… Anı olsun diye. Ama sosyal medyanın gücünü göz ardı etmişim! Romanım birden patladı! İnanılmaz sahip çıkıldı. Sevgi seli oldu. Çok okundu. Tabii inanılmaz mutlu oldum. Sonra “İkinci romanı da yaz!” diye baskı yaptılar. İşte şimdi de ilk romanımın karakterlerinden birinin hayatını anlatan “Tanık”ı yazdım…
– “Tanık” da en az “Uçan Tabut” kadar sarsıcı ve çarpıcı. Kurgu insanın aklını başından alıyor… Nerden esiyor bu acayip ve şahane hikâyeler?
(Gülüyor) Hayat öyle çünkü! Her birimiz, tek tek -en sıradan olduğunu düşünenimiz bile- ayrı ayrı ve hep beraber çok acayibiz bence. Ha ben bu acayiplikleri gözlemleyerek mi yazıyorum? Hayır! İçimden çıkıveriyorlar! Aslında ben edebiyatla uğraşan çoğu insanın daha onların bile haberi olmadan çok önce, zihinlerinde bilinçli olarak erişemedikleri bir yerde bütün bu hikâyelerin zaten yazılı olduğuna inanıyorum. Kalemi elimize alışımız aslında işin son safhası…
– “Tanık”ta çok farklı bir kadın karakter var…
Evet. Çok iyi eğitim almış ama kişiye özel simülasyonlu bir eskortluk hizmeti veren Rüya Nilay Kosova… Sosyoloji doktorası yaparken keskin bir aşk acısına deyim yerindeyse “kimyasal bir reaksiyon”la karşılık vererek tüm sahip olduklarını alt üst edip hayatını eskortluk yaparak kazanmaya başlayan bir kız. Uyguladığı aşk simülasyonları var. Âşık olmaktan korkan, aşktan kaçan, “aşktan sonra” sorumluluklarından haz etmeyen erkeklere “duygusal ilişki” paketleri sunuyor! Nilay’ın bu simülasyona dahil olan müşterilerini sürpriz zihinsel açılımlar bekliyor. “Günümüz kapitalist düzeninde satın alınamayacak hiçbir şey yok. Aşkı hissetmek bile!” mottosuyla Nilay, aslında müşterilerine “Korkmayın. Korktuğunuz yerden sormayacağım!” diyor.
– Nilay sosyoloji doktorası yaparken eskortluğu seçiyor. Sevdiği adamı bir kadınla sevişirken yakalıyor. Aşk acısı böylesine keskin virajlar aldırır mı insana?
Kesinlikle evet! Aşk acısı, Allah hepimizi korusun evlat acısı, daha başka travmalar bir baş etme mekanizması olarak içimizden çok farklı bir kimliği veya şifa olsun diye bir yeteneği ortaya çıkartabilir… Ben mesela… Kurgu yazmaya başlamadan önce kaygı bozukluğum vardı. Yıllarca şu ya da bu sebeplerle baskıladığım yazma kabiliyetim 41 yaşında patlarcasına ortaya çıktı. Ve beni onardı!
İÇİMİZDEKİLER ‘HAYAT’ DENEN PERDEMİZE YANSIYOR
“Ben hayatın bir rüya olduğuna inanıyorum. Bana göre iyi ya da kötü olan hiçbir şeyde fazla anlam aramanın bir âlemi yok. Bu hayattaki görevini bul, gerekeni yap ve yola devam et. Başımıza gelen her şey bizim yüzümüzden. İçimizdekiler ‘hayat’ denen perdemize yansıyor…”
KAYGI BOZUKLUĞU BENİ EDEBİYATÇI YAPTI
“Hepimizin biricik hikâyesi var. Benimki de ‘anxiety disorder’, yani ‘kaygı bozukluğu’. Yıllardır mücadele ediyorum. Beni süründürdüğü zamanlar da oldu. Ama şimdi iyiyim. Kendimi iyileştirmek için bu kadar yol kat etmeseydim asla şu anki ben olamazdım. Kaygılarımdan kurtulmak için yazıyorum. Bu rahatsızlık beni edebiyatçı bile yaptı…”
HAYATTAKİ HER ŞEY RASTLANTI
“Bana göre hayattaki her şey sadece rastlantı. Olanı iyi-kötü, güzel-çirkin, acı-tatlı diye tanımlayan sadece bizim zihnimiz. Gerçekte sadece ‘olan’ var. Ama tüm gezegence yaşayan tek bir organizma olduğumuzu idrak edene kadar da ‘Neden ben?’ demeye devam edeceğiz…”
DÜNYAYA OYUN OYNAMAK İÇİN GELDİK
“Yıllar önce çocukken seyrettiğim bir filmde sıcak bir yaz günü, tozlu bir sokakta, yolun ortasında yere çömelmiş oyun oynayan iki çocuktan biri diğerine fısıldayarak ‘Biliyor musun annem ne anlattı?’ diyordu: Aslında bütün insanlar, dünyaya, sadece oyun oynamak için gelirmiş ama sonra büyürken unuturmuşuz bunu. Çocukken bildiklerimizi büyüyünce unuturmuşuz. O yüzden ben şimdi bildiğim şeyleri gizli bir deftere yazıyorum. Büyüyünce unutursam okumak için…”
TASARIMIM GEREĞİ DÜNYAYA KENDİMİ SUÇLAMAK İÇİN GELMİŞİM
“İnsan ruhu, psikoloji ve varoluş felsefesi benim tutkuyla bağlı olduğum ilgi alanları. Kurgu yazarken başkalarının ruh hallerini çözümlemeye çalışıyorum. Ama kendi ruhumla ilişkim ise çok fena! Ben tasarımım gereği bu dünyaya olan biten her şeyden kendimi suçlamak için gelmişim. Yol boyunca bunu dengelemeye çalışıyorum. Yapamadığım yerlerdeyse kurgu yazarak oyalanıyorum…”