Caydırıcı olmayan cezalarla daha çok trafik acısı çekeriz! Değişsin artık bu yasalar! Cezalar artsın!

 PAZAR günü, Topuz ailesinin yaşamak zorunda kaldığı trafik terörünü yazdım. Büyük kızları İlay’ı 8 yaşında okula giderken yaya kaldırımında ehliyetsiz bir motosiklet sürücüsü, küçük kızları Ezgi’ye de yine okula giderken yaya geçidinde hız sınırını aşan bir otomobil sürücüsü öldürdü.

Anne Zeynep Topuz, “Trafik kazası değil… Trafik cinayeti!” diyor, haksız da değil. Hepimiz biliyoruz ama yine de bu vahim olayla bir kere daha bu ülkede trafik bilinci olmadığı kesinleşti. İki can gitti. Ne doğru dürüst ceza alan oldu ne de vicdan azabı çeken… Tek umut verici şey, küçük kızları Ezgi ve arkadaşı Didem’in kaybından sonra insanlar isyan etmesi. 250 bin imza topladılar, Meclis’e başvurdular, “Trafik yasaları ve cezaları yeniden düzenlensin” diye. Ayrıca Bursa Belediyesi’ne de müracaat edildi ve oraya bir üstgeçit yaptırıldı. Ama neye yarar, giden gitti…

– Pazar günkü röportaja nasıl tepkiler aldınız?
Sosyal medyada çok paylaşıldığını biliyorum. İnsanların “Ah vah” dediğini de… Yakın çevrem, beni arayıp yorum yapmaz. “Allah sabır versin”, “Nur içinde yatsınlar”, “Takdir-i ilahi” gibi teskin edici cümlelerin, aksine acıma acı kattıklarını bilirler. Zaten olayların, “Takdir-i ilahi” kısmı bitti artık. Allah sabrını da veriyor. Vermese dayanılmaz. Nur içinde olduklarından da eminim…

– İnsanların ağlamaları, üzülmeleri, size acımaları sizde ne tür duygular uyandırıyor?
Biz toplum olarak başkalarının acılarını dinlemeyi ve izlemeyi seviyoruz… Ama işin bir de şu tarafı var: Bu acılar hâlâ yaşanıyor. “Yaşandı ve bitti!” değil yani, devam ediyor. Ateş, başka yuvalara da düşüyor. Ama biz kendimize asla “Ben ne kadar sorumluyum?” diye sormuyoruz. “Ahh yazık, ne çok acı çekmiş bu kadın!” demeyi tercih ediyoruz. Ama ne yazık ki öyle sıyrılamayız…

– Kimsenin size acımasını istemiyor musunuz?
Elbette istemiyorum. Acımak insani bir duygu ama hayatta sadece duygularımızla yaşarsak işler sarpa sarıyor. Allah’ın verdiği aklı da kullanmak gerekiyor…

– Siz insanlara, “Bize acımayın! Sistemi, zihniyeti ve trafik yasalarını değiştirmek için çabalayın!” mesajı mı vermek istiyorsunuz?
Aynen öyle! Büyük kızım İlay’ı kaybettikten sonra ne değişti diye düşündüm. Ve şunu fark ettim: Hiçbir şey! Çünkü değişmiş olsaydı, küçük kızım Ezgi’yi trafik canavarlarına kurban vermezdik. Biz toplum olarak kural ihlal etmeyi bir meziyet olarak gördüğümüz sürece de hiçbir şey değişmeyecek. Kurallara uymuyorsak yasalar devreye girmeli. Eğer trafik cezaları artarsa ve trafik polisleri gerekeni yaparlarsa, trafik terörüne “dur” diyebiliriz diye düşünüyorum…

– Siz bir de imza topladınız…
Evet. 250 bin imzayla Meclis’e dilekçe verdik. “Trafik yasaları ve cezaları yeniden düzenlenmeli!” diye. İmza toplarken nasıl kişilerle karşılaştığımı bilemezsiniz. Adam diyor ki “Ben zaten hız yapmayı seviyorum, trafik kurallarına uymuyorum… Niye imza atayım?” Ama yine de Ezgi ve Didem’in kaybından sonra, en azından Bursa’da bir şeyler değişti. Kazanın olduğu yere üstgeçit yapıldı. Ki daha önce mahalle sakinleri pek çok kez dilekçe vermiş yapılması için, yetkililer, “20 ölümlü kaza olmadan olmaz!” demişler. Bunları duymak bile insanı çıldırtıyor! Ama şehir içi hız sınırı önce 70 km’ye indirildi, sonra 82 km’ye çıkartıldı. Pek çok yere mobese kameraları yerleştirildi ve cezalar uygulandı. Şimdi görüyorum, o yaya geçidinde insan varsa, durup yol veriyorlar. Bunlar beni umutlandırıyor. “Bu çocuğu bu akşam annesi kucaklayabilecek…” diyorum.

BELÇİKA’DA ARACINIZI KALDIRIMA PARK EDİNCE 1200 EURO CEZA ÖDÜYORSUNUZ, TÜRKİYE’DE İNSAN ÖLDÜRSENİZ BİLE SERBEST KALABİLİYORSUNUZ…

– N’oluyor bu memlekette insanın çocuğuna bir trafik magandası çarpınca, onu hayatta koparınca? Bir şey olmuyor mu gerçekten? O “katil” yırtıyor mu? Yasalarımız bu kadar yetersiz mi?
Benim için, eşim için, Didem’in ailesi için ve hepimizden öte Didem, İlay ve Ezgi için yetmedi bunu biliyorum. Ve binlerce diğerleri için…

– İyi ama bir insanın ölümüne sebep olmak bu kadar hafif, bu kadar kolay bir şey mi?
Değil tabii. Sorun toplum olarak her şeyi kabul ediyor olmamızda! O kadar kaderci bir toplumuz ki düşünmeye, araştırmaya, okumaya üşeniyoruz. Bize söylenen her şeyi olduğu gibi kabul ediyoruz. Ya da kabul etmek zorunda kalıyoruz. Yasaların uygulanmasına ve cezaların yaptırımına gelince, bazen araya giren güçlü kişiler yüzünden de tam olarak uygulanmıyor…

– Trafik cezaları mı az? Takdir hakkı mı kullanılıyor?
Evet, cezalar çok az. 2019’da cezalar yükseltilmiş ve ehliyetsiz araç kullanmanın cezası 2 bin 14 liraya çıkmış. Hız sınırına uymamanın cezası da 294 lira olmuş. Belçika’da aracınızı kaldırıma park ettiğinizde 1200 Euro ceza ödüyorsunuz! Diğerlerini siz düşünün. Ve evet hâkimden hâkime de kararlar değişiklik gösteriyor. Oysa Anayasa’da kanunlar nettir, uygulaması da net olmalı…

– İLAY DA KİM?
– ÖLDÜRDÜĞÜN ÇOCUK…

– Büyük kızınız İlay’ın davası nasıl sonuçlandı?
İlay’a çarpan çocuk 18 yaşında, babasına ait motosikletle okula giriş saatinde kızlara hava atmak için ehliyetsiz olarak 100 km hızla okul yoluna girdi. Kızım ve pek çok çocuk okul yolundaydı. Yani yolda onlarca çocuk vardı. Zekânızda sorun olsa bile bilirsiniz ki birine çarpacaksınız. O yüzden bunun adı “kaza” değil, “cinayet”. Kızıma çarptı, onu bizden aldı, hayattan kopardı… Ama ne oldu? Hâkim, tüm şartları zorlayarak sadece 14 ay ceza verebildi. O sırada af çıkacağı söylentileri vardı ve avukatı sürekli kararı temyize göndererek, af çıkmasını bekledi. Af çıktı ve hiç ama hiç hapis yatmadı! Vicdani sorumluluğunu da taşımadı. Pazar günü size anlattım, “Ben İlay’ın annesiyim” dedi, “İlay da kim?” dedi. “Öldürdüğün çocuk!” dedim.

– Çok korkunç… Peki ya küçük kızınız Ezgi’nin ve arkadaşı Didem’in davası…
Ezgi’nin ve Didem’in kaybından sonra onları tanıyanlar da bizim kadar isyan etti. Bunun çok büyük bir haksızlık olduğunu söylediler. Bir de dünyalar güzeli iki genç kız, halk bunu kabullenmek istemedi. Arkadaşları olayın olduğu yerde üstgeçit için eylem yaptılar. Mahkeme süreçlerinde gelip pankart açtılar. Yerel ve ulusal basında epey yer aldı. Basın davayı izledi. Bu yüzden katil tutuklu yargılandı. “Katil” diyorum, çünkü yaya geçidinden 30 km hızla geçmesi gerekirken, 140 km hızla geçiyordu. 140’la çarptın mı öldürürsün, bunu o da biliyordu. Bir buçuk yıl tutuklu yargılandı. 5 yıl cezaya çarptırıldı. Hapiste yattığı tutuklu süre 3 yıl sayıldı, sonra serbest bırakıldı. Devamını takip etmedim. Etmedim yoksa ben katil olabilirdim!

– Akıl alır gibi değil… İnsanın kafayı yer… Siz nasıl delirmediniz?
Ben tabii ki kafayı yedim! İlay’a çarpan çocuk cezasını çekmediğinde, kendim yasa uygulayıcı olmaya karar verdim, neler planladım. Ama çabuk toparladım. Çünkü İlay geri gelmeyecekti. “Aklımı kullanarak ne yapabilirim?” dedim. Öğretmenlik mesleğime devam etme kararı aldım. “Evet, çocukları eğiterek bir şeyleri değiştirebilirim!” dedim. Çok güzel öğrencilerim oldu. Ezgi’yi kaybettiğimde onlar da benimle birlikte acı çektiler. Bugün onların hepsi ya doktor, ya avukat, ya yönetici, ya yargıç. Biliyorum ki verdikleri her karar da akıllarına geleceğim. Onlara güveniyorum. Ayrıca hiçbiri trafikte bir canavar olmayacak, bunu da biliyorum. Sanırım delirmemi engelleyen bunlar. Yani umudum var.

İÇİM ALEV ALEV

– Bir suçun cezasız kalması, o suçun tekrar işlenebileceği anlamına gelmez mi?
Elbette! Dahası, o suçun tekrar işlenebilmesini kolaylaştırır. Ve korkunç sonuçlar yaratır. Pek çok cinayet bu yolla işlenebilir. Nitekim işleniyordur da… Duyduğumuz her trafik kazası, gerçekten “kaza” mı acaba?

– Siz nasıl bu kadar dirayetli, metanetli ve güçlüsünüz?
Estağfurullah. Aslında güçlü değilim. İçim alev alev. Öyle likit haldeyim ki beni ben olarak tutacak sert bir kabuğa ihtiyacım var. Ben acımı yaşama lüksüm olmadığını hissettim. Çünkü buna izin verseydim dağılırdım.

– Sizi hayatta tutan küçük oğlunuz Umut mu oldu?
Evet, küçük oğlum Umut. Umut’un büyüdüğünü görmek nasıl bir mutluluk tahmin edersiniz. Umut, beni ve eşimi tekrar hayata bağlayan çok güçlü bir bağ. Onu da kaybetme korkusunu aklımdan tamamen silmeye çalışıyorum. Umut ve diğer tüm anne-babaların evlatları için elimden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorum.

‘ÇOCUK HAKLARI KÜLTÜR SANAT DERNEĞİ’ KURDUK

– Resim ve sanat sizi nasıl tedavi etti?
Bazen şöyle diyorum. Allah ne yaşayacağımı biliyordu ve ilacını da genlere kodlayarak gönderdi. Sanat, hepimiz için çok etkili bir ilaç. İçimizdeki zehri dışarı atıyor. Bunu yaparken de ne size ne de bir başkasına zarar veriyor. İlay, Ezgi, Didem ve diğer yaşama hakkı elinden alınmış çocuklar, benim resimlerimde yaşıyor. Ben onları düşünerek, hissederek resmettikçe onlar hep var olacaklar. Bazı insanların yokluğu öylesine varlık oluşturur ki, İlay ve Ezgi benim için öyle işte.

– Her üç dakikada bir trafik kazaları yüzünden dünyada bir çocuk ölüyorsa, sizce ne yapmak lazım?
Ben kendi üzerime düşen sorumluluğu yerine getirmeye çalışıyorum. Herkes üzerine düşeni yaptığında çok yol kat etmiş oluruz. Kazadan sonra çocukların haklarını öğrenmeleri ve talep etmeleri adına sorumluluk sahibi dostlarımla “Çocuk Hakları Kültür Sanat Derneği”ni kurduk. Bu yıl 7’ncisi düzenlenecek olan “Çocuk Hakları Kültür Sanat Festivali”ne Türkiye’nin her yerinden ve çeşitli uluslardan çocuklar, resim, fotoğraf ve kısa filmle ama en önemlisi haklarını savunan eserleriyle katılıyor. Bu çocuklar, çocuklar yaşama haklarının farkında olarak yetişecekler…

Yorum Bırak