DİKKAT… Dikkat…
Dünyanın düşleyenlere de ihtiyacı var, yapanlara da…
Ama düşlediğini yapanlara daha çok ihtiyacı var…
İşte onlardan biri de Ahmet Baran.
83 doğumlu, genç ve çok yaratıcı bir müzisyen.
Bence dâhilerden.
Gerçekten müthiş biri.
Bir kanun solisti.
Ankaralı. Müziğe çocuk yaşta TRT Ankara Radyosu Çocuk Korosu’nda başlıyor. Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda yüksek lisans yapıyor. 18 yaşında senfoni orkestralarıyla çalışmaya başlıyor ve ‘senfoni orkestralarının en genç solist kanunisi’ oluyor.
Çok özgür bir ruh o, ille de her şeye bir başka dokunuş, bir başka yorum getirecek.
Kanunu da alıştığımız şekilde icra etmiyor.
Caz müziğe ve doğaçlamaya olan tutkusuyla olayı bambaşka boyutlara taşıyor.
Altı kıtada bini aşkın konser vermiş bir solistten söz ediyoruz. Bugüne kadar İngiltere Kraliçesi’nden Rusya Devlet Başkanı’na, Papa’dan Norveç Kralı’na kadar 55 devlet adamı onuruna Türk musikisini tanıtıcı dinletiler sunmuş. Pek çok ödül almış.
Ama beni daha çok etkileyen, kanun icrasına kendi adıyla anılacak yeni bir teknik kazandırmış olması!
Adını ve imzasını taşıyan özel kanun serileri üretiliyor. Ve bu enstrümanlar tüm dünyada satışa sunuluyor.
Çok heyecan verici değil mi?
Farklı vizyonu ve yorumculuğu, devlet konservatuvarlarında bitirme tezlerine konu oluyor.
Kanun gibi, kızmayın ama, ‘yaşlı işi’ sandığımız bir şeyi, özünü ve değerini kaybettirmeden geleceğe taşıyor.
‘Kanun Namına Project’ adını verdiği grubuyla, dünya çapındaki sanatçılarla ortak projelere imza atıyor. Şefliğini yürüttüğü müzik topluluklarında çocuk istismarı, kadına şiddet gibi toplumsal sorunları işleyerek farkındalık yaratıyor.
Bravo ona…
Ama söylüyorum, beni en çok etkileyen özelliği…
Bir fark yaratmaya çalışması ve bunu başarması…
Bir çılgın o, kendine özel aparatlar yaptırıyor. Tavana kelepçeler, bileklerine kurşun ağırlıklar takıyor, kanuna dair ne varsa çalıyor, yetmiyor, arp metodunu bitirip gitar metoduna başlıyor…
Kanun, normalde iki işaret parmağına yüzükler marifetiyle takılan mızraplarla çalınırmış, Ahmet Baran diğer kalan 8 parmağı da icranın içine katıp kendi çaldığına eşlik edebileceği bir teknik geliştirmiş…
Bayıldım!
Bir de diyor ki “Ben yeryüzünden çok hayal âleminde yaşayan biriyim. Dünyanın düşleyenlere de ihtiyacı var, yapanlara da. Ama düşlediğini yapanlara daha çok ihtiyacı var…”
Onlardan biri de kesinlikle kendisi!
Haftaya hazine değerindeki Türk musikisini hepimize sevdirmeye çalışan Ahmet Baran’la tanışacağım için heyecanlıyım.
Sohbetimizi sizinle de paylaşırım.
NORVEÇ’TEKİ ‘KÜLOTLU PROTESTO’ BİZDE OLSA NE OLURDU?
BİLİYORSUNUZ…
Norveç Başbakanı Erna Solberg, “Ülkede doğum oranı 1.6’ya düştü. Ülkemizin refahı ve nüfus dengesinin istikrarı için büyümemiz gerekiyor. Daha fazla çocuk yapın. En az iki!” dedi…
Veeee kıyamet koptu!
Norveçli kadınlar, “külotlu protesto kampanyası” başlattı.
Ne yalan söyleyeyim…
Çok sevdim. Eğlenceli, dinamik ve muzip buldum.
Biz işte bu rengi, bu hoşgörüyü, bu mizah anlayışını kaybettik.
Şimdi düşünün, bizim ülkemizde “Daha çok çocuk yapın!” tavsiyesi üzerine böyle bir protesto olsa… Ülkedeki kadın örgütleri, feministler deseler ki…
“Bedenimizle ilgili kararlar bize aittir. Fikir beyan etmekten, akıl ve tavsiye vermekten vazgeçin. İster çocuk doğururuz, ister kürtaj oluruz. Size ne? Bedenimizle ne yapacağımızın tasarrufu sadece ve sadece bize aittir!”
Ve bu konunun altını çizmek ve ne kadar kararlı olduklarını göstermek için…
Külotlarını sarı bir zarfa koyup meclise yollasalar…
Ülkede neler olmaz ki!
Tamam, meclise hakaretten filan dava açılır ama ondan önce kocalar kıyameti koparır.
Aman Allah’ım, düşünmek bile istemiyorum, neler neler olur…
Oysa aslında ne var…
Bu da bir protesto biçimi, fikrini ifade etme biçimi…
Ama biz her şeyin “anormal” karşılandığı bir ülkede yaşıyoruz…
Benim külotlu protestoyu normal, eğlenceli ve yaratıcı bulmam da anormal değil di mi?
Olsun… Böyle bir protestonun bizde olduğunu hayal etmek bile beni neşelendirdi!
Bir gün olacak, belki biz göremeyeceğiz ama bir gün bu hoşgörü seviyesine ulaşacağız.