Bu hafta, bu köşenin gündemi İzmir. Bugün ve yarın AK Parti İzmir belediye başkan adayı Nihat Zeybekci konuğum. Perşembe-cuma ise CHP İzmir belediye başkan adayı Tunç Soyer. FaceTime röportajları yaptım. Zeybekci, farklı bir AKP’li. Bir kere pek teknolojik. FaceTime’da benden daha iyiydi. Her soruya açıksözlülükle yanıt verdi: “Sonuç ne olursa olsun kabulümdür. Ben bir ‘sefer’e çıktım. Sokak sokak, kapı kapı, ev ev dolaşmaya devam edeceğim. Benim görevim bu: Gönüller yapmak. Kararı millet verecek…”
– Ben kafadan samimi sorularla giriyorum Nihat Bey…
Elbette. Dilediğiniz gibi…
– İzmir, partinizin düşüremediği kale… Siz İzmir’i alabilme konusunda iddialı mısınız?
Ooo, durun bakalım… İzmir kimsenin kalesi değil! Biz hep diyoruz ki “Biz İzmir’i almaya değil, biz İzmir’e kendimizi vermeye geldik. İzmir’in kalbini, gönlünü kazanmaya geldik. İzmir’e sevgimizi, sevdamızı ve samimiyetimizi ispatlamaya, İzmirlileri de buna inandırmaya geldik!” Yoksa “almak” nedir? Benim kalbimde sempatik bir fiil değil…
– Ama “İzmir güzel kız, kim almak istemez!” demediniz mi seçim kampanyanızda?
Yok, “İzmir mahallenin en güzel kızı, onu kim istemez ki!” dedim. Almak yok!
– Ben bazı İzmirlilerle konuştum, hoşlarına gitmemiş, biraz “seksist” bulmuşlar “İzmir güzel kız” lafını…
Yoo. Ben hiç olumsuz tepki almadım. İzmir’de samimi olduğumuz hanımefendiler var, dostlarımız var “Gayet hoş bir yaklaşımdı!” dediler. Zaten kültürümüzde yok mudur, sevdiğimiz bir şeyi tarif ederken böyle bir benzetme yaparız. “İzmir mahallenin en güzel kızı, kim istemez ki…” sözünden şu anlam çıkmamalı: “Mahallenin en güzel kadını…” demedim.
– Hoppalaa! “Kadın” demenin neresi kötü ki? Kadın ve kız arasındaki ayrım da beni rahatsız ediyor…
Ayşe Hanım, kadın meselesiyle ilgili benim duruşum belli. Daha bundan 15 sene önce İhracatçılar Birliği Başkanı’yken, “kadın kolları” var ya, ben hep dedim ki “Allah aşkına erkek kolları var mı ki kadın kolları kuruyorsunuz?”
– Kadınlar bu ülkede hep hor görüldüğü ve ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördüğü için böyle şeylere ihtiyaç duyuluyor…
Haklısınız, ben sizin kadın meselesindeki hassasiyetinizi biliyorum. Ama ben sonuna kadar kadın gücüne, kadın aklına inanan biriyim. 2014’te bütün işlerini eşine devretmiş biriyim. Bugün hâlâ o yönetiyor 1000 kişiyi. Ve inanın benden daha iyi yönetiyor. Ben bazen onu anlatırken diyorum ki “İşlere bakıyor, çocuklara bakıyor, bir de bana bakıyor! Sağ olsun hepimize yetişiyor…”
OYUNUZU BANA DEĞİL İZMİR’E VERİN AKLINIZA VERİN!
Bunca zaman AKP’ye oy vermedi İzmirli, şimdi size niye versin?
-İzmir son yıllarda çok ihmal edilmiş. Artık dünyada, ülkeler yarışı yok, şehirler yarışı var. Bu yarışta, İzmir, her anlamıyla geride kaldı. Maalesef hala ilkel problemlerle uğraşıyor. Trafikte, ulaşımda, çevrede, kanalizasyonda, arıtmada, otoparkta, gençlerin spor alanlarında, yeşil alanlarda ne Türkiye ne de dünya standartlarına uygun bir şehir! Bunu da insanlar görüyor. Ben de bunları değiştireceğimi iddia ediyorum. Bunun örneklerini verdim de… Yani yaparak geldim.
Binali Bey, yüzde 36 aldı, siz üzerine çıkarsanız kendinizi başarılı mı hissedeceksiniz?
-Bir kere daha söyleyeyim, hedefimiz almak değil, İzmir’e kendimizi vermek, insanların gönlüne girmek! Oranı kaç olursa olsun… Ben her fırsatta diyorum ki; “Oyunuzu bana vermeyin, AK Parti’ye vermeyin. CHP’ye, MHP’ye İyi Parti’ye vermeyin, İzmir’e verin. Oyunuzu kendinize verin. Aklınıza verin!”
Siz, Denizli’de sevilen, tutulan bir başkandınız. Sonra milletvekili oldunuz, sonra Ekonomi Bakanlığı yaptınız. Şimdi İzmir Belediye Başkan adayısınız. “Dava insanı” olmak böyle bir şey mi? Siz hangi görev olsa yapar mısınız?
-Yok yapmam. İnanmam lazım. “Ben ne işi olsa yaparım!” diyenlerden kesinlikle değilim. Ama İzmir hayallerimi süsleyen bir yer. Çünkü İzmir’de ne yaparsanız görülecek. Tarih yazma imkanı veriyor. İzmir beni heyecanlandırıyor…
AKLINIZI KİRAYA VERMEDİĞİMİZ SÜRECE BÖYLE ŞEYLERE PEK İTİBAR ETMEZSİNİZ!
– Aziz Kocaoğlu, “İzmir’i iki kadeh rakıya indirgemek İzmir’e büyük haksızlık olur!” dedi. Siz ne diyorsunuz?
Çok doğru. Artık başka şeyleri, dertleri konuşmalıyız. İzmir’in sorunları başka. İzmir patinaj yapmıyor, geri gidiyor…
– Sizin için “AKP’li gibi olmayan siyasetçi” diyorlar. Bu iyi bir şey mi, kötü bir şey mi? Ne demek bu?
İnsanlar demek ki AK Partilileri tam olarak anlayamıyorlar. Belki de biz anlatamadık. Bizim hatamız, belki gösteremedik bazı şeyleri. Bir de algı denen bir şey var ya, İngilizler, “Perception is everything” derler, yani “Algı her şeydir”. Biz işte bazı şeyleri ihmal ettik. Ben bunu Denizli’de de yaşadım. Bazen öyle bir yalan çıkar ki ortaya, siz dersiniz ki “Hadi canım, insanlar buna da inanır mı?” Üzerine gitmezsiniz, üç ay geçer aradan, bakarsınız ki inanmışlar. Her şeyi ciddiye almak lazım. Mesela yaşam tarzı meselesi var ya, İzmir’de bizim derdimiz yaşam tarzı değil. İzmir’in yaşam kalitesi sorunu var…
– Madem bu mevzuya girdiniz… AKP olarak, yaşam tarzlarına müdahale etmeyeceğinizi söylüyorsunuz…
Edemezsiniz ki zaten!
– Ama partinizin içinde aksini söyleyenler de var. Ve onlara ses çıkarılmıyor. Resmi olarak bir şey söylenmiyor. O zaman da insanlar nasıl güvenecek sizin “Yaşam tarzı değişmeyecek!” sözünüze? Partinin içinde aksini söyleyen ve saçmalayan insanlar var…
İyi de her yerde yok mu saçmalayanlar? Her yerde olmadı mı? İnsanların kılık kıyafetine, görüntüsüne saydıranlar da olmadı mı? Orada da var, burada da var. Yüzde 50’ye yakın oy alan bir parti kalkıp böyle ilkelliklerle uğraşır mı?
– Önemli bir AKP’li isim İsmet Yılmaz, “AKP’li adaya oy verin, ruz-i mahşerde beraatınızı alın!” dedi.
Cennetin anahtarını vaat etmekten ne farkı var bunun? Allah’ın dışında kim bir faniye beraat verebilir? Onun mesela yeteri kadar üzerine gidildi mi? “Saçmalıyorsun!” dendi mi?
Şimdi şöyle, insanlardan oy isterken, kendi yöntemiyle kendi bölgesinde, kendi ailesi veya yakınları içinde bir konuşmada geçtiyse eğer bu… Bunun bile açıklanabilir, kabul edilebilir tarafı yok! Allah insanlara bir akıl vermiş. Diyor ki, yaklaşık olarak 703 defa Kuran’da “Aklınızı kullanın, aklınızla hareket edin, ben size akıl verdim. Siz hiç akıl etmez misiniz…” gibi bir sürü şey söylüyor. Demokrasilerde seçmek de akılla yapılan bir şeydir. Aklınızı kiraya vermediğimiz sürece böyle şeylere pek itibar etmezsiniz! Şu demiş, bu demiş, kim söylerse söylesin. Akla aykırı, demokrasiye aykırı şeyler. Tartışmaya da değer bulmuyorum.
EŞİM SİYASETE GİRME DESE GİRMEZDİM!
– Kaç yıllık evlisiniz?
Bu sene 30 olacak inşallah.
– Çok sevdim eşinizle romantik pozlarınızı. Genellikle insanlar öyle pozlar vermiyorlar. Tedirgin oluyorlar. Siz farklısınız. Hâlâ âşık mısınız birbirinize?
Elbette. Siz ne diyorsunuz, ben eşime “Sen bana cennetten gelen bir hediyesin!” derim. Karıma “Aşkım” derim. Hem de herkesin içinde, hiç öyle bir tedirginliğim yok.
– Eşiniz için “Benim kabul edilmiş dualarımsın!” demişsiniz. Ne güzel bir tanım… Siyasetten daha mı önemli eşinize duyduğunuz aşk ve bağlılık…
Kesinlikle! Zaten bana siyasete müsaade eden, daha doğrusu yol açan o. O isteseydi engelleyebilirdi…
– Nasıl engelleyecekti?
“Ya ben ya siyaset?” deseydi, işi o tercihe getirseydi, tabii ki eşimi ve çocuklarımı tercih edecektim!
– Eşinize işleri devrederken hiç tereddüt etmediniz mi?
Aksine, ben onu cesaretlendirdim. Kendisi tekstil mühendisi. Bizim işlerimiz de tekstil konfeksiyon entegre tesislerde. Ben ona “Yaparsın!” dedim. Bir gel, bir dolaş dedim. İyi de demişim. Zaman içinde çok hızlı bir şekilde kavradı, götürdü işi. Bir de çocukları büyütürken tekstil mühendisliğinin üzerine işletme yaptı. Kendisi hazır hale getirdi. Gerek finans, gerek pazarlama, gerek muhasebe alanında her şeyi bilir. İftihar ediyorum karımla.