ALTI kıtada bini aşkın konser veren kanun virtüözü Ahmet Baran’ı huzurlarınıza getiriyorum. O bir kanun âşığı, kanuna kafayı takmış biri. O kanuna bir takım yenilikler getirip modernleştirmenin peşine düşmüş biri. Ve başarılı da olmuş.Bugüne kadar Rusya Devlet Başkanı’ndan Papa’ya, İngiltere Kraliçesi’nden Norveç Kralı’na kadar 55 devlet insanı onuruna Türk musikisini tanıtan konserler vermiş. Pek çok ödül almış. Ama en acayibi, kanun icrasına kendi adıyla anılacak yeni bir teknik kazandırmış olması. Adını ve imzasını taşıyan özel kanun serileri üretiliyor. Ve bu enstrümanlar tüm dünyada satışa sunuluyor. Ahmet Baran’ın yorumculuğu ve farklı vizyonu devlet konservatuvarlarında bitirme tezlerine konu oluyor. Karşınızda bir rock star duruyor ama elinin altında gitar yerine kanun var. Ve kanunu gitar gibi çalıyor. Bu röportaj yarın da devam edecek…
Sendeki bu kanun tutkusu ne zaman başladı?
Aslında benim derdim futbolcu olmaktı. Dedem, Adana Demirspor’un efsane isimlerinden Füze Selami. Topa füze gibi hızlı vururdu. Benim kahramandı. Ama müzikle de ilgili bir durumum vardı. Bir taraftan da boynumda gitar küçükken, ‘Life is Life’i söylüyordum. Ya topçu ya da popçu olacaktım yani! Futbol da oynadım, Genç Milli falan da oldum ama sonrasında müzik ağır bastı. Çocuk korusu, derken TRT, derken 16 yaşında oraya sözleşmeli sanatçı olarak kabul edildim. Ardından konservatuar yılları geldi. Ben artık kanun aşkına düşmüştüm…
Neden başka bir müzik aleti değil de kanun?
Çünkü kanun, Tanrı’nın bana verdiği bir çift kanat. “Mızrapları takıp bana içini dökebilirsin, her zaman yanındayım” diyen bir yoldaş. Kalbimi tellerine bağlayıp, dünya etrafında neredeyse iki tur attığım sihirli müzik kutum. Evet, gözde olan ya piyanodur ya gitar. Ben onların ikisini de seviyorum ama benim aşkım kanun…
Onları da çalabiliyor musun?
Hepsinden ses çıkarabilirim ama ben kanunu, piyano ya da gitar gibi çalmayı seçtim! Hep farklı teknikler arayışına girdim. Kanun normalde iki işaret parmağına yüzükler takılarak çalınan bir enstrüman. Diğer kalan 8 parmağı da icranın içerisine dahil edebildiğinde kendi kendine eşlik edebileceğin bir teknik ortaya çıkıyor. Zaman zaman perküsyon gibi, zaman zaman arp gibi, zaman zaman lir gibi çalabiliyorsun. Ben biraz kendi tekniğimi oluşturmuş durumdayım.
Seni farklı yapan da bu mu?
Evet. Türk müziğinin ve saz müziğinin biraz boynu bükük kalmış halde. Çünkü hep şarkıcı odaklı bizim müziğimiz. Evet, taksim yapılır ama solist ısınsın diye. Halbuki bu o kadar imkânlı bir enstrüman ki bunu sadece solist eşliğinde bırakmak büyük haksızlık. Avrupa’da her enstrümanın bir konçertosu var. Bir enstrümanın bütün özelliklerini gösteren büyük formda eserler. “Keman konçertosu” mesela, 30 tane, 40 tane dinliyoruz. Türk müziğinde “konçerto” olmadığı için, sanat müziği eserlerine sıkışmış durumda. Olanlar da solist bazlı olduğu için, sanki sizin Ferrari’niz var ama onu sadece 1. viteste kullanmaya müsaade ediyorsunuz gibi bir durum var. İşte ben bu kafayı değiştirmeye çalışıyorum.
Seninki gibi bir virtüözlük yeteneğine kavuşabilmenin yolu ne?
Ben kafayı taktım. Kanunu başka türlü çalabilmek ve kendi tekniğimi yaratabilmek için pek çok yol denedim. Mesela aparatlar yaptırdım, tavana astım. Onlar beni yukarı çektikçe, ben daha hızlı çalmaya başlıyorum…
Nasıl yani?
(Gülüyor) Bir belgeselde, İngiliz şövalyelerinin kılıç talimlerini el ve ayaklarına kurşun ağırlıklar bağlayarak yaptığını izlemiştim. Sonra onları çıkarttıklarında büyük bir atiklik kazandıklarını söylüyorlardı. Ben de kollarıma ve parmaklarıma kurşunlar bağlayıp saatlerce çalıştım. Bir zaman da tavandan parmaklarıma bağlı aparatlar yaptırdım, onları parmaklarıma bağlayıp çaldım. Onlarda kurtulunca da acayip hız kazandım.
İŞİMİ KALP KRİZİ KADAR CİDDİYE ALIYORUM
Ne kadar çalışkan bir adamsın?
Hastalık derecesinde. Ve fazla titiz biriyim. Her şeyi kontrol etme isteği var bende. Vazgeçmeye çalıştığım bir özelliğim ama elimde değil, mükemmeliyetçiyim.
Günde kaç saat çalışıyorsun?
14-15 saat çalıştığım zamanları bilirim.
Kalbinle mi parmaklarınla mı çalıyorsun?
Elbette sen parmaklarla çalıyorsun ama dinleyenlere geçen kalbinden dökülenler. Eğer kalbinle çalabilirsen, hırstan uzak, samimi bir yaklaşımla, saz da sana kendini teslim ediyor zaten. Sonra o muhteşem iletişim başlıyor. Kolombiya’da kadının biri, “O müziğinizde ilahi bir ton var! Yukarıyla bir iletişiminiz var sanki…” dedi. “Keşke öyle olsa…” dedim. İnsanlara bu duyguyu geçirebilmek şahane! Kanun çalmak, benim hayatta en iyi yapabildiğim iş. Ve bunu çok önemsiyorum. İşimi kalp krizi kadar ciddiye alıyorum hakikaten.
Senin getirdiğin yenilikler say say bitmiyor… Şunları bir anlatır mısın?
Ben mesela 80’lerin, 90’ların müziklerini çalıyorum kanunla. Bu çok rastlanan bir şey değil. Hele kanunla çalmayı deneyen muhtemelen olmamıştır. Deep house ve elektronik müzik altyapısıyla da kanun çaldığım oluyor. Tüm bunları dinleyicilerin yaş seviyesini aşağı çekmek için yapıyorum. Kanun sevenler 50’nin üstündeki insanlar, ben bunu değiştirmek istiyorum. Kanun, rakının yanındaki beyaz peynir, kavun gibi algılanıyor. Veya Cennet Mahallesi’ndeki Balina’nın çaldığı bir enstrüman gibi. Ben onu biraz daha yeni nesil gençlerin sevebileceği şeyleri çalarak güncelleme gayretindeyim. Tavrımla tarzımla, kullandığım teknolojik yeniliklerle kanuna yeni bir soluk getirme derdindeyim…
YARIN: “Yapamazsın” denileni yapmaktan hoşlanıyorum…