Bugün 2 Nisan… Dünya Otizm Farkındalık Günü… Nedim Saban’ın müthiş oyunundan haberiniz var mı? Lütfen olsun. Lütfen fırsat yaratın, izleyin… Otizmli bir bireyin duygularının içine girebildiğimiz, eşi benzeri olmayan bir oyun sahneye koydu. Adı “Süper İyi Günler”. Orijinal adı “The Curious Incident of a Dog in the Night Time”. Dünyada çok ses getirdi. Broadway’de ve Londra’da oynandı. Türkiye’de de iki buçuk yıldır hazırlığı yapılıyor. Tohum Otizmi Vakfı’nın da en büyük hayali bu oyunun Türkiye’ye gelmesiymiş. Nedim Saban ve arkadaşlarına okullarını ve kapılarını açıyorlar, hatta pek otizmli çocuk ve aileleriyle çalışmalarına ve bu sendromu daha iyi anlamalarına fırsat tanıyorlar.
Üç boyutlu efektlerle tamamen dijital bir dekorun içinde oynanıyor oyun. Nedim Saban’ı, ekibini ve bu harika oyunun Türkiye’de sergilemesinde emeği geçen herkesi alkışlıyorum. Oyunda Celile Toyon, Didem İnselel, Ayça Erturan gibi başarılı isimler var, bir de Emir Özden var. 23 yaşında çok genç bir oyuncu, otizmli bireyi, yani başrolü o oynuyor ve harikalar yaratıyor. Bence okullar, otizmi anlatmak, bu konuda farkındalık yaratmak istiyorlarsa öğrencilerini mutlaka bu oyuna getirmeliler. Bu arada oyun umut aşılıyor, karamsar filan değil. Verdiğini en önemli mesaj da “öteki”ni, farklı olanı yargılamamak, sevmek… Çok iyi oyun. Kaçmaz! Kaçmamalı!
Seni tebrik ediyorum. Yine müthiş bir şeye imza attın. 2.5 yıldır üzerinde çalıştığın bu önemli proje nedir?
“Süper İyi Günler” adlı bir tiyatro oyunu. İngiltere’de 2500 kişiyle beraber soluksuz izledim ve o gün, “Bu oyunu mutlaka Türkiye’ye getirmeliyim!” dedim. Ama oyunu seçmekle sergilemek arasında geçen süre çok yıpratıcı olabiliyor. Nitekim oldu da… Gerçekten çok emek verdik. Çünkü, tiyatro ekip işi. Sadece sahnede olanlar değil, sahne arkasında da olanlar, tasarım ekipleri, koreograf, diğer yaratıcılar de çok önemli. Acayip uğraştık ve başardık. “Süper İyi Günler”in başarısı aynı zamanda sahne arkasındaki disiplinli yaratım. Düşün, 11 ay çizimler yapıldı, oyun çevirisi üç kere yenilendi, her sahnesi üzerine saatlerce konuşuldu. Biz aslında hayal ortakları olarak, hayalimizi gerçekleştirdik. Şimdi de izleyicimizle buluşmak istiyoruz…
Ne güzel anlattın! Umarım izleyeniniz çok, alkışınız da bol olur. Sen o kadar tutkuyla anlatıyorsun ki izlememek imkânsız… Biz bu oyunda kimin hikâyesine tanıklık edeceğiz?
Christopher Boone’un. 16 yaşında bir çocuğun hikâyesi bu. Mark Haddon’un yazdığı kült bir roman aslında. Pek çok dile çevrilmiş, gençlik idolü olmuş bir eser. Simon Stephens sahneye taşımış. Hakikaten dünyayı sarsan bir hikâyeden söz ediyoruz. Broadway’de de en önemli ödülleri alıyor. Christopher o kadar biricik ki artık herkesin hayatının bir parçası oluyor.
Christopher Boone’nın özelliği ne?
Otizmli. Daha doğrusu, otizmin bir spektrumu olan ‘Asperger’i taşıyor. Aspergerli çocukların inanılmaz bir dünyaları var. Konuşuyorlar ama belirli düşünce kalıpları içinde. Empati kurma yetenekleri yok, ama bunu gayet net söylüyorlar. “Ben Aspergerliyim, empati kuramam!” diyerek tanıtıyorlar mesela kendilerini. Oyuna hazırlanırken çalıştığımız bir çocuk köpekten korkuyordu mesela ve annesine şöyle dedi: “Seni çok seviyorum ama şu anda köpek korkum, sevgimden fazla!” Ve annesini köpeğin önüne itti. Bizim Christopher’ımız da empati kuramıyor. Ama köpekten korkmuyor. Tam tersine, komşunun köpeğiyle oynamaya gittiğinde köpeğin öldüğünü görüyor ve dedektifliğe kafayı takıyor. Cinayeti çözecek mutlaka, herkes ona “Sen karışma!” diyor ama o karışıyor. Başka bir özelliği de “savant sendromu” taşıması. Einstein gibi, Mozart gibi. Sayılarla arası müthiş iyi, 7507’e kadar bütün asal sayıları biliyor, müthiş karmaşık formülleri çözüyor. Christopher, astronot olmayı hayal eden bir çocuk. Ama astronot olmak istemesinin sebebi uzay gemilerinde yalnız kalmak istemesi. İnsanlara sayılar kadar güvenmiyor. Bu arada, beyni acayip eğlenceli bir şekilde işliyor fakat mizah yeteneği yok. Metafor nedir bilmiyor. “Bir kaşık suda boğulmak” desen kafası karışıyor mesela…
Mutlaka izleyin
Biz aslında otizmli bireylerin iç dünyasına giriyoruz bu oyun sayesinde öyle mi?
Evet. Biliyorsun, otizmin en önemli özelliklerinden biri, duyuların zenginliği. Müziği görebilen çocuklardan söz ediyoruz! Amaç, Christoper’dan yola çıkarak otizmli çocuklarla onların dünyasına bir yolculuk. İnce bir ses bir kâbusa dönüşüyor bazen onlar için. Bir korku da fazlasıyla büyüyebiliyor. Depresyon sarı renk, güvenli dünya kırmızı olabiliyor. Bunu yaşatmak istedik seyirciye. İyi bir şekilde yansıtabilmek için de hiç denenmemiş bir teknoloji denedik. 80 metrekarelik geniş dijital ekranların içinde oynanıyor oyun. Bazen üç boyutlu bir etki yaratıyor. Dijital teknolojiyi çok iyi ve etkili kullandık. Beceremeseydik rezil olurduk ama becerdik!
Christopher’ı kim oynuyor?
Emir Özden, 23 yaşında muhteşem bir yetenek! Bazı dizilerde oynamış. Henüz üniversite düzeyinde oyunculuk eğitimi almamış, kaydını dondurmuş okulda ama çok parlak bir oyuncu. Broadway’de oyunu otizmli bir çocuk oynamış, Emir otizmli değil, ama otizmin duyarlılığını taşıyan bir yapıya sahip.
OTİZM BİR HASTALIK DEĞİL
Otizmli bireyler hak ettikleri desteği alıyorlar mı bizim ülkemizde?
Tabii ki hayır. Biliyorsun, bu bir hastalık değil. Ve zannettiğimizden daha sık rastlanan bir sendrom. İnsanlarda mutlaka bir farkındalık yaratmak gerekiyor. Aileler türlü türlü zorluklar çekiyor. Her şeyle kendi başlarına mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Tamam, sosyal olarak kendini otizme adayan bir vakıf ya da dernek çatısı altıda çalışan pek çok insan var. İyi ki de varlar. Ama biz de edebiyatla, sanatla, tiyatroyla da bambaşka bir bilinç yaratabiliriz. Biz seyirciye yeni bir dünya keşfettirelim, yeni bir deneyim vaat edelim, farkındalık da beraberinde gelir…