Yunus Sezener… Dünya tatlısı bir adam. Zeki. Bilgili. Esprili. Şefkatli. Ve çok iyi bir dinleyici. Üsküdar Amerikan Lisesi mezunu, ardından hukuk okuyor, master yapıyor. Ve derken ‘Tenkap’ diye bir şirket kurup, “çöpçatan” oluyor! Başvuranlara, algoritma yoluyla kriterlerine uygun eş buluyor. Offline bir şirket onunki. İnternet üzerinden değil yani. Yüz yüze konuşuyor. Babası ilk duyduğunda küçük bir şok geçirmiş, “Oğlum p……k oldu!” demiş. Ama Yunus, eş seçiminin hayatta en önemli şey olduğuna inanıyor. Annesi babası o çok küçükken ayrıldığı için de bu işe kafayı takmış. Çok mutlu bir ailesi var. Başkalarına da elinden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyor. Yunus’la daha önce de röportaj yaptım. Kadın-erkek ilişkileri üzerine çok isabetli tespitleri var. Yeni bir kafa o. Ve ‘Ortalıkta Düzgün Erkek Var’ diye de bir kitap yazdı. Okuyun, seversiniz. Tabii ki konuştuğumuz her şey buraya sığmadı, röportajın tamamı com.tr’de…
İddialı bir kitap yazdın: “Ortalıkta Düzgün Erkek Var!”… Var mı gerçekten?
Elbette var! Ortalıkta düzgün erkek de var, kadın da var… Yazdığım kitap, ilişkiler konusunda bir bakış açısı değiştirme kitabı. “Düzgün” kelimesinin karşılığını İngilizce sözlükte aradım, “decent” diye bir kelime çıktı. Sonra “decent”ın Türkçesini tekrar arayınca, şu tanımlar çıktı: “Düzgün, iyi, dürüst, usturuplu, saygın, efendi, terbiyeli, sağlam…” Bunlar gibi toplamda 22 tane sıfat var! Ama bu sıfatların hepsi birden -kadın-erkek fark etmez- hiçbirimizde yok!
İyiymiş! Sen demek istiyorsun ki birçok kadın, erkeklerden bu özelliklerin hepsini bekliyor. Bulamayınca da “Düzgün erkek yok!” diye feveran ediyor…
Aynen öyle! En büyük hatamız bu. Çünkü böyle bir dünya yok! Özellikle de kadınlar, karşılarına çıkan erkeklerden bu özelliklerin tümünü bekliyorlar, sonra da tabii, “Kimse yok!” diyorlar. Ama aynaya dürüstçe bakınca, sanki bizler her yönümüzle 10 üzerinden 10 düzgünmüşüz gibi! Değiliz. Kitapta işte bu bakış açısını irdeliyorum…
Eş arayanlarla on bin saat birebir görüşme yapmışsın. Kadınlarla erkekleri buluşturmuşsun. Belli algoritmalar geliştirmişsin. Nedir doğru ilişkinin algoritması?İlişkinin bana göre bir kuralı yok. Matematik, ilişkiye bir yere kadar destek olabilir. Yalnızca 6 senede 5000’den fazla kişiyle birebir görüşme tecrübesiyle söyleyebilirim ki insanların kriter olarak gördüğü 10 konu var. Bunlar: Yaş, eğitim seviyesi, dini bakış açısı, politik görüş, aile yapısı, çocuk konusu, cinselliğe bakış açısı, alkol tüketimi, daha önce evlilik yaşanıp yaşanmadığı ve sigara tüketimi… Kitapta da paylaştım, bundan başka 40 kriter daha var ama bu konularda insanlar az çok uyumlularsa ve bir de birbirlerine karşı çekim hissediyorlarsa, güzel ve uzun bir ilişki yaşamaya kendilerini ikna ediyorlar. İstisnaları olsa da kadınlar genelde güçlü, güven veren, koruyan ve kollayan erkeklerle birlikte olmak istiyorlar. Arabayla uzun yola giderken, neredeyse tüm kadınlar halen arabayı erkeğin kullanmasını bekliyor. Erkekler ise çok daha fazla görseller. Kendi seviyelerinin en az bir tık üzerinde, onlara hoş gelen kadınlar söz konusu olunca bütün kriterlerde esneyebiliyorlar. Bu arada, ilişkinin algoritması her kültürde farklı. Ama bizde bir AVM’ye gidin, çiftlere dikkatlice bakarsanız göreceksiniz ki kadınların yüzde 90’ı, tipe fazla bakmadan, kendilerine güçlü gelen ve güven veren erkekleri tercih etmişler. Erkekler de aynı oranda, kendilerinden en az bir tık daha hoş kadınların yanında geziyorlar. Bu durum Almanya’da, İngiltere’de, Norveç’te böyle değil. Çünkü orada insanlar, elmanın iki yarısı gibi birbirlerinin eksiklerini tamamlamak için ilişki yaşamıyorlar. Oradakilerin çoğu zaten hayatta, akışta yuvarlanıp gidiyor. Birileriyle karşılaşınca da en iyi ilişki şeklini yaşamaya çalışıyorlar. Birbirlerine bağlı ama bağımsız ilişkiyi…
Kitabı okuyunca şöyle bir izlenime kapılıyor insan: Bir anlamda “görücü usulü” bir yöntem uyguluyorsun sanki. İki kişiyi birleştiren “ortak arkadaş” oluyorsun. Ne dersin bu tespitime?
Böyle de denebilir. Dünyada bugün görücü usulüyle evlilik oranı yüzde 55. Türkiye’de de yüzde 50 civarında. İşin enteresan yanı, dünya çapında görücü usulüyle evlenenlerin boşanma oranı çok düşük, yüzde 6.3. Bunun dışındaki evliliklerde boşanma oranı ise bir hayli yüksek, yüzde 50. Artık pek çok insan online uygulamalardan tanışıyor ve kimse ailesine, arkadaşlarına danışmıyor, evleneceği kişiyi sormuyor. Birçoğunun ortak arkadaşı bile yok. Bizde halen pek çok insan, en azından yakınlarının, ailesinin fikrini alıyor. Ben “Görücü usulü iyidir” demiyorum ama bir arkadaşınızın ya da sizi tanıyan birinin sizi biriyle tanıştırması hiç de kötü bir şey değildir!
SİZ KENDİNİZİN SEVGİLİSİ OLMAK İSTER MİYDİNİZ?
Kitaptaki en güzel tespitlerden biri de şu: “Siz kendi kendinizin sevgilisi olmak ister miydiniz?”
Evet. Aynaya bakmak dediğim bu işte! “Siz kendinizin sevgilisi olmak ister miydiniz?” diye sorarken şunu anlatmaya çalışıyorum: “Siz kendinizle ilişki yaşamak ister miydiniz?”. Karşımızdaki insandan ne istediğimizi, beklediğimizi, nasıl insanlardan etkilendiğimizi söylemek kolay. Ama onlar bizden etkilenecekler mi? Birbirini beğenme açısından kesişim kümesi büyük mü acaba? Biz birileriyle olmak istiyoruz da ama biz onlara hitap edebiliyor muyuz? Sonra İsmail YK’nın şarkısındaki gibi, “Beni beğeneni ben beğenmem, benim beğendiğim ise beni beğenmez!” olunca, büyük şehirde kalabalık yalnızlar olarak yaşamaya devam ediyoruz… Ne istediğimizi düşünmek yerine, en faydalı soru bence şu: “Az çok beraber olmak isteyeceğimiz birini düşünelim… Peki o niye bizimle olmak istesin? Bizim nasıl özelliklerimiz var? Biz bir ilişkiye ne getirebiliyoruz?” Bu sorunun cevabına “Bilmiyorum” veya “Sevgi doluyumdur, iyi bir insanımdır” diyen çok. Fakat bunları az çok herkes bekliyor zaten. Benim gözlemim, bu sorunun cevabına ne kadar somut şeyler söylenirse, işte o insanlar daha uzun ve güzel ilişkiler yaşıyorlar. Örneğin: “Benden harika bir yol arkadaşı olur… Ben iyi bir dinleyiciyim… İlişkide çok verici bir insanım… Benimle olan kişi çok eğlenir… Çözüm odaklıyım… Ben sevgilimi her zaman takdir ederim… Benimle kaliteli zaman geçirir…” gibi…
KADINLARIN LİSTESİ ÇOK UZUN!
– Kadınların beklentileri ne? Erkeklerin ne?
Ben insanları tanıştırmadan önce, onlara birbirlerinin hayatlarını anlatıyorum. Sonra da fotoğraf gösteriyorum. Kadınlar, dakikalarca erkeğin hayatını dinlemek istiyorlar, sonra fotoğrafa bakıyorlar. Erkekler ise daha kadının profilini ben onlara anlatırken, “Sen bana önce fotoğrafı göstersen olmaz mı?” diye soruyorlar. Bence biz erkekler çok daha basit varlıklarız. Bir kadın erkeğe çok çekici gelsin, erkeğin astımı da olsa, gider fosur fosur sigara içen bir kadınla ilişki yaşar. Ama kadınlar öyle değil… Erkek önce güven verecek… Karşıma çıkan kadınların yarısından fazlasıyla görüşmemizin bir bölümünü sadece “güven” konusuna ayırıyoruz. Erkek hem güven verecek, hem kendi ayakları üzerinde duracak ve hatta ailede tek başına birkaç kişiyi daha ayakta tutacak, spor hiç yapmayan olmayacak ama aşırı da yapmayacak, evdeki marangozluk işlerini o yapacak, arabanın lastiği patlarsa mutlaka o uğraşacak, flörtöz olmayacak, çok uzakta oturmayacak, uzakta otursa bile evden kadını o alacak, alırken de kapısını tutacak, bırakırken de kapısını açacak, ilk adımı hep o atacak, hesabı o ödeyecek, adamın en azından bir tarafına hayran olunacak… Bu liste uzar da gider. Tabii erkekler açısından bakınca, güzellik de gelip geçici olduğu için kadın hem anaç olacak, hem seksi olacak, hem alan bırakacak, hem gözü dışarıda olmayacak… Erkeklerin listesi de var tabii ki. Ama kadınlarınki hep daha uzun!
MUTLU İLİŞKİNİN FORMÜLÜ
– Uzun, mutlu ilişkilerin formülünü senden duyalım…
Hayatımızı paylaştığımız biri yoksa ya da ilişkimiz istediğimiz gibi gitmiyorsa, mutlaka birisiyle “eksik parça”mızı tamamlamaya çalışıyoruz. Fakat biz, kendimiz hayatta akıştaysak, bir ilişkiyi, eksik parça tamamlamak olarak görmüyorsak, o zaman ilişkimiz gayet güzel gidiyor. Biz zaten hayatta keyifle yuvarlanıp giderken, karşımıza biri de çıkıyorsa ve o da akışta yuvarlanıp giden başka birisiyse, yan yana sivri, köşesiz bir şekilde kendi özgürlüğümüzü yaşarken, birbirimizle olmaktan da keyif alabiliyoruz! Herkes, örneğin bir tatile kendi başına gitmektense o tatili özel biriyle paylaşmak ister. Biz o tatilde kendimizken de çok eğlenebileceksek, bir de yanında bizim gibi kendi başına çok eğlenebilecek biri varsa, beraber geçireceğimiz zaman diliminde birlikte kat kat daha mutlu oluruz. İşte o zaman da bu ilişki tadından yenmez!
SİVRİ KÖŞELERİNİZİ TÖRPÜLEYİN
– En önemli önerilerinden biri, “sivri köşeleri törpülemek”…
Evet, karşımızdaki kişi için “…lazım”, “-meli, -malı”, “olmalı/olmamalı”, “… gerekiyor”, “… olması şart” gibi kalıplar kullanıyorsak, bunların her biri bizim sivri köşemiz. Sevgilimiz tabii ki az çok bize uysun ama biz, “Benim sevgilimin spor yapması lazım… Kıskanç olmamalı… Bana çekici gelmesi şart!” gibi cümleler kullandığımızda, bunların hiçbirine sahip olmayan biriyle yaşayabileceğimiz belki de muhteşem bir ilişkinin önüne duvar koymuş oluyoruz. Kimse ilişkisinde kendisinden feda etmesin ama ne kadar uyumlanabilirsek, o kadar uzun ve güzel bir ilişki yaşama olasılığımız artacak. Bugün “Kıskanç biriyle olamam. Bu kendimden feda etmektir!” diye düşünebiliriz ama yarın dünyanın en kıskanç insanına sırılsıklam âşık olabiliriz ve ona uyumlanabiliriz…
PEKİ YA AŞK?
– İki kişi arasındaki kimya ne kadar önemli peki? Yani aşk…
Bizim algoritmada şöyle bir soru var: “İlk görüşte aşık olmak ya da çok elektrik almak sizin için her zaman olması gereken bir şey mi?” Bu sorunun cevabına özellikle 35 yaş altındakilerin çoğu “Evet! Çok önemli” diyor. 35-40’lardan sonra iş değişiyor çünkü mantık da devreye giriyor. Bu yaşlardan sonra insanlar ya zaten aşkı tatmış oluyorlar, ya da aşktan usanmış oluyorlar! Aşık olma hissinin dünyadaki ortalama süresi 2 ila 3 sene arası. Bundan sonrası başka bir şeye dönüşebilir. Saygı, güven, kabulleniş gibi değerler de önemli değerler ve birçok kişiye yetebiliyor. Ama bazı kişilere de, kaç yaşında olurlarsa olsunlar yetmiyor! Aslında istediğimiz ilişki değil, aşk hissini yaşamak… Tabii ki aşk çok önemli ama hiç aşık olmadan da ilişki yaşayan da çok. Çünkü birçoğumuz için ilişki bir düzen, toplumsal bir beklenti veya örneğin aileden bir kaçış… “Zoe” diye bir film izledim. İnsanlar aşık olmak için bir hap içiyorlar ve birkaç saatliğine aşk hissi yaşayıp, uyanınca daha da mutsuz şekilde hayatlarına devam ediyorlar. 30 senelik evli çiftler de bu hapı beraber içip, birkaç saatliğine ilk aşık oldukları zamanlara dönüyorlar… Bana göre hepsinin bir dengesi var. Birçok kişi, aşk hissi geçince örneğin boşanıyorlar ancak sonra başkalarıyla evleniyorlar, yine aşk hissi geçiyor. Biz zaten bunun geçeceğini biliyorsak, bari ilk yatırım yaptığımız kişiyle ilişkimizi olabildiğince güzelleştirelim, yol arkadaşlığı yapalım ve bütün duyguları beraber yaşayalım derim. Yoksa durmadan aynı döngüyü yaşayacağız…
Boşanmış bir anne-babanın çocuğuyum
İLİŞİKİLERE BU YÜZDEN KAFAYI TAKMIŞ OLABİLİRİM
– Küçük yaşta anne-babası ayrılmış bir çocuksun… İlişkilerin senin için bu kadar önemli olmasında bunun etkisi var mı?
Bence öyle. Ben 5 yaşındayken boşandılar. Sanki yalnızca ben dünyaya geleyim diye birlikte olmuşlar. Çünkü ilişkileri devam etseydi, bugün çok uyumsuz bir çift olurlardı… Hayatımızın en önemli kararı eş seçimiyken, o kadar çok kişi, ilişkisine, öylesine başlıyor ki… Üzücü tabii… Bu karara yeterince özenmiyoruz. Tabii ki kendi anne-baba ilişkimi ve öz sevgi konusundaki eksikliğimi tamamlamak için ilişkiler meselesini bu kadar önemsiyor olabilirim. Ama fena mı? Kendime ve etrafımdakilere faydalı olmaya çalışıyorum. Birlikte olmaktan gurur duyduğum bir eşim ve biricik bir kızım var. Ailemizde hepimiz birbirimize karşı çok sevgi doluyuz. Eşim Melis ile birçok zaman biz de ilişkimizin üzerine çalışıyoruz ve beraber büyüyoruz. Yoksa hiçbir ilişki kendi kendini büyütmüyor. Emek verince oluyor bu işler…