Hepimiz, sosyal medyadan Kaz Dağları’ndaki doğa katliamını takip ediyoruz. İçimiz sızlıyor. Hakikaten üzülüyoruz. Olacak iş değil. İsyan etmemek mümkün değil. İstedim ki, durumun vehametini, bizzat orada yaşayan ve fiilen mücadele eden “Kaz Dağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Başkanı” Süheyla Doğan’dan dinleyelim. Sordum, bakın neler anlattı…
Fotoğraf: Serkan Ocak
Sizi tanıyalım…
-Ben Süheyla Doğan. “Kaz Dağı Doğal Ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği” başkanıyım.
Kaç yıldır Kaz Dağları’yla ilgileniyorsunuz?
-2002’de kamudan emekli olunca, Kaz Dağları eteklerinde bir köye, Nusratlı Köyü’ne yerleştim. 2005’de de, bu derneği kurup, köyün ekonomik, sosyal ve kültürel hayatına katkıda bulunmak için faaliyetlere başladım. O gündür bugündür devam. Canla başla çalışıyoruz.
Altın madeni arama faaliyetleri ne zaman başladı peki…
-2007’de. Köyümüze çok yakın başka bir köyde, Bahçedere’de başladı. Bir grup arkadaşımızla henüz maden arama aşamasındayken müdahale ettik. Küçükkuyu halkı, turizmciler, siyasi partiler ve odalar bir araya geldik ve “Kazdağı Koruma Girişimi Grubu” adıyla iki yıl süren yoğun bir kampanya örgütledik.
Sonuç?
-Valla başarılı oldu! Dönemin Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, helikopterle proje alanına geldi ve “Bu bölge çok güzel! Ruhsat verilemez. Zaten halk istemezse, yapmayız!” dedi. Gerçekten de, “Bahçedere Altın Madeni Projesi”ne, işletme ruhsatı verilmedi.
Sonra?
-Sonra biz, “Kısacık Altın Madeni Projesi”ni protesto ettik. O proje de durduruldu. Ses çıkarırsanız, kamuoyu oluşturursanız, başarılı olunuyor. Ama meseleyi sürekli gündemde tutmanız gerekiyor.
Süheyla Doğan
Siz, bir de Kaz Dağları’nın kuzeyinde yer alan tüm projelerin ÇED süreçlerini de takip ettiniz…
-Evet. Köylerde bilgilendirmeler yaptık. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda gerçekleştirilen İnceleme Değerlendirme Komisyonu’nun (İDK) toplantılarına katıldık. Bilimsel itiraz yazılarımızı ve bölgeden topladığımız itiraz dilekçelerini bakanlığa sunduk.
Sivil dayanışma bu işte! Bölgedeki bütün altın arama faaliyetlerine karşı mücadele ediyorsunuz…
-Aynen öyle! Son dönemde ayrıca yoğun bir şekilde Havran, Kalkım, Yenice, İvrindi taraflarındaki, yani Şap, Madra ve Eybek Dağları civarlarındaki altın madeni ve diğer metalik madencilik projeleriyle de mücadele ediyoruz. Bu dağlar da, en az Kaz Dağları kadar özel ve güzel. Onların da zarar görmemesi için güçlerimizi birleştirmeliyiz.
KAZ DAĞLARINDA 100’ÜN ÜZERİNDE ALTIN ARAMA PROJESİ VE 40’IN ÜZERİNDE RUHTSAT VAR!
Kaz Dağları’nda kaç altın madeni arama işletmesi var?
-Sormayın! 100’ün üzerinde altın arama projesi ve 40’ın üzerinde işletme ruhsatı var. TÜMAD Madencilik tarafından Lapseki’de bir altın madeni projesi başladı, bir buçuk yıldır faaliyette. Onun dışında Alamosgold firmasının, üç ayrı ruhsatı var. Kirazlı, Ağı Dağı ve Çamyurt’ta. Bu alanlar birbirine çok yakın. Hepsi de Atik Hisar Barajı’nın besleme havzasında. Kirazlı ve Ağı Dağı projelerinde, “siyanür liçi yöntemi” uygulanması da öngörülüyor. Daha o kadar çok var ki. Yani dağın ve bölgenin her karışı ruhsatlandırılmış ve satılmış durumda!
Çok fena…
-Öyle. Altın madenciliği dışında bir de 16 tane termik santral projesi var. Bunlardan 5’i faaliyete geçti, bir kısmının ÇED süreçleri sürüyor. Bu kadar çok altın madeni ve termik santral nedeniyle, Kaz Dağları’nın ormanlarının, tarım alanlarının, su toplama havzalarının yok olması; havasının, suyunun, toprağının kirlenecek olması yüzünden Kaz Dağları çok çok ciddi bir tehlike altında!
BAKIN KAZ DAĞI EKO SİSTEMİ NASIL YOK EDİLİYOR?
Altın madenciliğinde nasıl bir katliam uygulanıyor?
-Önce faaliyet alanlarındaki tüm orman, olduğu gibi kesiliyor. Arazi traşlanıyor. Her türlü ağaç, çalı, bitki, çiçek yok ediliyor. Bu alanlar oldukça geniş alanlar. Binlerce dönümden söz ediyoruz! Daha sonra, atık barajları için çukurlar açılıp havuzlar yapılıyor. Kırma- eleme tesisleri inşa ediliyor. Ve sonra cevher çıkarılacak alanlar, kazılmaya başlanıyor. Devasa “cehennem çukurları” meydana geliyor. Veee Kaz Dağları ekosistemi katlediliyor!
O AĞAÇLAR, ORMAN DEĞİL KERESTE OLARAK GÖRÜLÜYOR
Kanada’da bir ağaç kesmek büyük bir suçken, Türkiye’de 190 bin ağacın kesilmesine nasıl müsaade edilebilir?
-Edilemez, edilmemeli! Projelerin ÇED sürecinde, Orman Bakanlığı, bu alanları, firmalara tahsis ediyor ve ağaçların kesilmesine müsaade ediyor. Ve hatta kesimi, kendisi ihale ederek yaptırıyor. ÇED dosyalarına göre, orman varlığı bir “ekosistem” olarak değil, “kereste” olarak görülüyor. Kesilecek ağaçlar belirleniyor ve bu ağaçların karşılığında, devlete, cüzi bir bedel ödeniyor ve alanın güya eski haline getirileceğine dair taahhütte bulunuluyor. Ancak ülkemizde hemen hemen hiçbir alan, eski haline getirilmiyor. “Havra Tepeoba Madeni” bu alanlardan biri. Firma, birkaç ay önce rezerv bitti diye faaliyetlerini durdurdu, alanı Orman Bakanlığı’na terk etti. 3-5 ağaç dikerek, güya rehabilite etti. Hem o cehennem çukuru hem de atık havuzu olduğu gibi duruyor! Bu alanı herkesin görmesi gerek. O zaman anlayacaksınız nasıl bir felaket olduğunu…
10 BİN KİŞİ PROTOSTO ETTİ
Peki son durum nedir? Sosyal medya paylaşımları etkili oldu mu?
-Kesinlikle! En azından bir “farkındalık” yaratıldı.
Bir şeyler durdu mu?
-Kirazlı’da 5 Ağustos’da, “büyük buluşma” gerçekleşti. 10 bin kişinin üzerinde “yaşam savunucusu”, maden proje alanına girdi. Hem sosyal medya paylaşımları hem de nöbet ve buluşma geniş yankı buldu ve çok etkili oldu. Firmanın faaliyetlerini durdurup, durdurmayacağı birkaç gün içinde belli olur.
İNSAN SAĞLIĞI DA TEHLİKEDE
Burada söz konusu olan sadece doğa katliamı mı?
-Hayır, olur mu? İnsan sağlığı da tehlikede. Altın madenciliğinde, “siyanür liçi yöntemi” uygulanıyor. Siyanür, öldürücü bir madde. Siyanürün, atık barajından yeraltına sızması, meydana gelen buharlaşmalar nedeniyle, yeraltı sularının kirlenmesi, arsenik oluşumu nedeniyle de solunum yoluyla da alınabildiği için insan sağlığı için ciddi bir tehlike. Bu durum, yıllar önce, Uşak Eşme’de meydana geldi. 100’in üzerinde insan zehirlendi. Kanlarında arsenik değerleri yükseldi. Yüzlerce kuzu ölümü gerçekleşti. Bu konuda elimizde kan değeri ölçüm raporları var. Ayrıca altın madenciliği, “ağır metal kirlilikleri”ne yol açıyor. Ağır metaller, yağmurlardan sonra, yer altı sularına, derelere karışıyor ve sular zehirleniyor. Bunun örneğini de Balya’da yaşadık. Terkedilmiş maden alanları, hala ölüm saçıyor. Balya’nın derelerinde, yağmurlardan sonra balıklar ölüyor. Kuşlar yaşamıyor. Zaten Balya’da sağlıklı nüfus kalmadı, herkes göç etti.
Binlerce insanın protesto yürüyüşünde siz de vardınız. Nasıl anlatırsınız?
-Müthişti! “Büyük buluşma”ya hem bölgeden, hem de Türkiye’nin her yanından binlerce doğasever, milletvekilleri ve sanatçı katıldı. Hep birlikte maden proje alanına gittik. O kadar insanın önünde kimse duramadı, alana girdik. Girince, nasıl bir katliam olduğunu daha da yakından gördük ve gözyaşlarımıza engel olamadık. Binlerce dönüm orman yok olmuştu, içindeki her türlü canlı hayat yok olmuştu. Bir çukurun içinde can çekişen bir keçiyle karşılaştık. Yüreğimiz dağlandı. Daha önce de kaçan ceylanların görüntüsü yakalanmıştı bir arkadaşımız tarafından. Buluşmaya gelen doğaseverlerin azmi ve coşkusu çok etkileyiciydi. Ama bu azmin devamlılığı da çok önemli.
18 Ağustos’taki Fazıl Say’ın orman konseri de etkili olacak mıdır?
-Kesinlikle! Bu katliamın tüm dünyaya duyurulmasına araç olacaktır. Say’ı bu duyarlılığından dolayı kutluyoruz.
RİSKİ DOĞAYA VE İNSANLARA
Altın madenciliğinin hiçbir kamu yararı yok. Kârı şirketlere, riski de doğaya ve insanlara! Çok uluslu şirketlerin ya da gözünü kâr hırsı bürümüş yerli firmaların, bir an önce altın madenciliğinden vaz geçmesi gerekir. Daha doğrusu, bu firmalara izin veren kamunun ve siyasi iktidarın, ülkenin ve halkının çıkarlarını gözeterek, tüm altın madeni arama ve işletme ruhsatlarını iptal etmesi, başlayan tüm projeleri durdurması ve Madencilik Kanunu’nun ve Çevre Kanunu’nun buna göre yeniden düzenlemesi gerekir. “Kirazlı Altın Madeni Projesi”nin de acilen durdurulması ve tüm ruhsatlarının iptal edilmesi lazım. Bu kararlar ülkemiz için hayati önemde.