Bu aralar çok sıkı filmler vizyona giriyor. Biri, “Kız Kardeşler.” Yönetmen Emin Alper‘in son filmi. Şiir gibi film. 8 yıl aradan sonra Türkiye‘den Berlin Film Festivali ana yarışmasına seçilen ilk film oldu ve dünya prömiyerini Berlin‘de yaptı.
Ödüllere doymayan bir film.
25. Saraybosna Film Festivali’nin Uluslararası Yarışma kategorisinde de ülkemizi temsil etti ve Emin Alper, “En İyi Yönetmen” ödülünü aldı. 38. İstanbul Film Festivali’nde ise En İyi Film, En İyi Yönetmen, En iyi Müzik, En İyi Kadın Oyuncu (üstelik filmin üç kadın oyuncusu birden: Cemre Ebüzziya, Ece Yüksel, Helin Kandemir)…
Annelerinin ölümünün ardından kasabaya “besleme” olarak verilen üç kız kardeşin, yıllar sonra köylerine geri dönmesini ve birbirleriyle yüzleşmelerini konu alan bir film. Çok çarpıcı bir hikaye. Bu arada, Türk sinemasında ilk kez, köyde geçen bir filmde, kadın karakterler güçsüz ve aciz gösterilmiyor. Filmdeki üç kız kardeş de kendi kaderlerine boyun eğip yaşamaya devam etmiyor, dik duruyorlar ve mücadele ediyorlar. İzleyin derim. Ve yeni kuşak Türk sinemasının geldiği seviyeyi görün. Size filmin yönetmeni Emin Alper’le baş başa bırakıyorum.
Bugün vizyona giren “Kız Kardeşler” filminin yönetmeni Emin Alper
Tebrikler! Son filmin “Kız Kardeşler” ödüllere doymayan bir film. Bugün vizyona gidiyor, Türk sinema seyircisiyle buluşacak… Neler hissediyorsun? Karnında kelebekler uçuyor mu?
-Berlin’deki prömiyerinde heyecandan bayılacaktım neredeyse! İlk kez iki bin kişiyle birlikte izledik orda. Sahneye çıktığımda, dizlerim titriyordu. Üçüncü filmimde bu kadar çok heyecanlanacağım hiç aklıma gelmezdi. Ama galiba her seferinde, ilk film gibi heyecanlanmak kaçamayacağım bir kader. Şu anda da tatlı bir gerilim ve heyecan içindeyim. Evet, karnımda kelebekler uçuyor!
Bir yönetmen, ödüller peş peşe geldikçe ne hisseder?
-E çok iyi hisseder. Her ne kadar ödül dediğimiz şeyin, tamamen jürinin bileşenlerine bağlı olduğunu bilsek de, bir jürinin çok sevdiği filmi, başka bir jürinin yerin dibine batırdığını görsek de, ödül, insana mutluluk veriyor. İster istemez hem seyirci hem de yönetmen için bir “tescil” niteliği taşıyor.
“Ödül”le, “gişe” arasındaki orantı, Türkiye’de neden ters? Neden çok ödüllü filmler genelde az izleniyor?
-Aslında son zamanlarda bu biraz kırıldı. Nuri Bilge Ceylan filmlerini 300 bin kişi izliyor. Tolga Karaçelik’in filminin gişesi 100 bin kişiyi geçti. Uygun dağıtım koşulları oluştuğunda ve tanıtımı yapıldığında, bu filmlerin izlenmemesi için bir neden yok. Ama evet kabul ediyorum, bazı festival filmleri gerçekten seyirci kaçıracak bir yapıya sahip. Ben yine de bu saydığım isimlerin ve kendi filmlerimin ciddi bir seyirci potansiyeline sahip olduğunu düşünüyorum.
Bu kuşağın kadınları, canları pahasına sonraki kuşaklara özgürlüklerini armağan edecek!
Bu film Türkiye’de yaygın görülen ama genellikle saklanan bir konuyu işliyor: “Beslemelik” Nereden aklına geldi?
-Doğup büyüdüğüm kasabada çok yaygın bir uygulamaydı. Hep iç burkucu bulduğum bir haldi, o kızların hali. Köylerindeki ailelerden gelip yeni yaşamlarına ayak uydurma çabaları, saç kesimlerinden kıyafetlerine o ailenin eşit bir üyesi olmadıklarının hep hatırlatılması, ailenin asli üyelerinin gördükleri muameleyi görmemeleri. Bir yandan da bütün bunlara rağmen, yeni hayatlarını köydekine tercih etmeleri… Bu hal, baştan sona acıklı geliyordu bana…
Annelerinin ölümünden sonra, “besleme” olarak verilen üç kız kardeş, yıllar sonra köylerine geri dönüyorlar ve birbirleriyle yüzleşiyorlar. Ama bu kadınlar, farklı kadınlar, güçlü kadınlar. Biz genelde sindirilen, erkek şiddetine maruz kalan kadın hikayeleri izledik. Filmdekiler, erkek dünyasında olmalarına rağmen, o yaşamdan kurtulmak için ellerinden geleni yapıyorlar…
-Aynen öyle! Ve büyük bir var oluş mücadelesi veriyorlar. Gerçek hayatta da böyle oluyor. Bu mücadele giderek de sertleşiyor. Bence kadın cinayetlerinin artması da aslında bu sert mücadelenin sonucu. Erkekler, kadınları dizginleyemediklerini, onları sindiremeyeceklerini anladıkları noktada deliriyorlar ve onları öldürüyorlar! Bu, aslında erkeklerin kaybetmeye mahkum oldukları bir savaş. Yavaş yavaş erkekler pes edecek. Bu kuşağın kadınları, canları pahasına sonraki kuşaklara özgürlüklerini armağan edecek!
Özellikle cinsellik üstüne konuştukları sahne bana çok dikkat çekici geldi. Seni bunu yazmaya iten neydi?
-Taşrada kadınların muhafazakar olduklarına, kendi aralarında cinsellik üzerine falan konuşmadıklarına dair ön yargılı bir yaklaşım var. Oysa ben, bizzat kendi gözlemlerimden de biliyorum ki kadınlar bu konuları köylerde inanılmaz rahat konuşuyorlar. Kendi aralarında cinsel şakalar yapıyorlar ve hatta erkek cinselliğini bile zaman zaman tiye alıyorlar. Bizzat tanık olduklarım beni bu sahneleri yazmaya itti.
“ME TOO” MÜHİM BİR EŞİTLİK TALEBİ
”Me too” ile başlayan ve güçlenen kadın hareketini nasıl değerlendiriyorsun?
– Çok mühim ve gecikmiş bir eşitlik talebi olduğunu düşünüyorum. Kadınların hem toplumdaki, hem de kendilerine yönelik algılarının nasıl hızlı değiştiğini şaşırarak gözlemliyorum. Bundan on-on beş sene önce İzmirli bir kadın arkadaşımın İstanbul’da şort giyememekten şikayet ettiğini hatırlıyorum. Artık kanıksanmış onlarca davranış kalıbı, acımasızca sorgulanıyor. “Me too” hem dünyada hem de burada yaşanan bu çarpıcı değişimin sonucuydu. Ve aynı zamanda bu hareket, yaşanan değişimi daha da hızlandıracak.
ÜÇ KADIN DA “EN İYİ OYUNCU” ŞEÇİLDİ
İstanbul Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü “Kız Kardeşler”i canlandıran Cemre Ebüzziya, Ece Yüksel ve Helin Kandemir’e birlikte verdiler. Bir yönetmen olarak, üç oyuncunun da aynı ödüle layık görülmesi nasıl bir his?
-İnanılmaz sevindim! Açıkçası en iyi oyuncu ödülünü bekliyordum ama “Acaba hangisini seçerler?” diye kara kara düşünüyordum. Çünkü hangisini seçseler, diğerlerine haksızlık olacaktı. Neyse ki jüri çok sık yapılmayan bir şeyi yaptı ve hakkaniyetli davranarak hepsini ödüllendirdi.
“Ödüllü film, seyirci kaçıran filmdir” algısını değiştirmeliyiz
Filmin afişine de dayamışsınız ödülleri! Ödüllü filmden kaçan izleyiciler seni korkutuyor mu?
– Bence bu algının değişmesi lazım! Ödüllü filmin ille de seyirci kaçıran film olmadığını göstermemiz lazım. Ben bu filmin de, seyirciyle çok doğrudan bağ kurabilecek bir film olduğunu düşünüyorum. O afişteki ödüller bir yandan ödül takip eden sinema seyircisini çekecek bir yandan da ödüllü filmlerin sıkıcı olmadığını gösterecek. Ben Türk izleyicisinin sıkılma eşiğinin çok yüksek olduğunu düşünüyorum. Aksi halde bölümler boyunca hiçbir şeyin değişmediği, karakterlerin dakikalarca birbirine baktığı o iki saatlik TV dizilerini nasıl izleyebilirler? Önemli olan seyircimizin sabrını doğru filmlere yönlendirmek.
GENÇLİĞE İNANIYORUM
Senin yönetmenlik dışında da birçok şapkan var. Biri de akademik kariyer… İTÜ’de ders vermeye devam ediyorsun. Genç nesil hakkında ne düşünüyorsun? Yaratıcı gençler geliyor mu? Yoksa ülkenin sıkışan hali, onlara da yansıyor mu…
-Gençler hakkında sık dile getirilen karamsar düşünceleri ben paylaşmıyorum. Bir kere ben bu genç neslin, aslında farkında olmadan çok politize olduğunu düşünüyorum. Özgürlüklerini ve yaşam tarzlarını koruma kaygısı onları kendiliğinden politikleştiriyor. Biriken ve ufak ufak kendini gösteren bu yaratıcı enerjinin hiç beklemediğimiz bir anda, beklemediğimiz şekilde gençliğe dayatılan sınırları aşacağına inanıyorum.