Ne kadar kaçarsak kaçalım bir gün kendimizi annemize benzerken buluruz!

Tek kelimeyle ona bayılıyorum. Nasıl bir his yaratmışsa oyunculuğuyla üzerimde, yakın arkadaşım gibi hissediyorum.Sumru Yavrucuk… Benim için Türk sinemasının Meryl Streep’i. Güzel bir kadın ama güzelliğiyle değil yeteneğiyle ön planda. Oynadığı her rolün de dibine kadar hakkını veriyor. Helal olsun. Mustafa Kotan’ın yönetmenliğini yaptığı ‘Annem’ filminde onu bir kere daha seveceksiniz.

Başrolünü Özge Gürel’le paylaştığı filmde kendinizden çok şey bulacak, hüngür hüngür ağlayacaksınız. Hatta kendi anneniz ve kızınızla ilişkinizi sorgulayacaksınız! Sinemaya girerken yanınıza mendilinizi almayı unutmayın!

Müthiş bir oyuncusun. Filmi izledikten sonra bir kere daha şapka çıkardım. Hangi role girsen gerçekten o oluyorsun. Kafadan sana inanıyorum ben, hikâyeyi senin gözünden yaşıyorum. Seninle ağlıyorum, seninle gülüyorum. Büyücü müsün, nesin? Nasıl bu kadar iyi oynayabiliyorsun? Sırrın ne?
– Ah ne mutlu bana! Çok teşekkür ederim. Bunları duymak çok değerli. Ben role hizmet etmeyi seviyorum. Rolün bana nasıl hizmet edeceğiyle ilgilenmiyorum. Rolün emrine giriyorum. Bunu yapmak için de çok inanıyorum, çok düşünüyorum, çok çalışıyorum, çokça da gözlemliyorum. O rolü gerçek kılmak için uğraşıyorum. Ben bu gerçekliği yaşarken, birileri büyülendiğinde de acayip mutlu oluyorum. Şimdi olduğum gibi!

KADINI MERKEZE ALAN SENARYO BULMAK ZOR

Benim için sen Türk Meryl Streep’sin. Sen ne dersin?
– Onur duydum derim. Onunla röportaj yaparsan, bunu ona da söyler misin? (Gülüyor)

Tıpkı onun gibi, izleyiciyi oyununla baştan çıkarabiliyorsun. İzleyicin üzerindeki etkinin sen farkında mısın?
– İşin başında ben baştan çıkıyorum. İçimdeki ateşi size atıyorum. Sonrasında sizinle gözyaşlarımız, kahkahalarımız birbirine karışıyor. Bu etkinin farkında olmamak, özellikle tiyatro sahnesinde mümkün değil. O etki zaten beni motive eden en büyük güç. Ben işte bu gücün âşığıyım.

‘Annem’ damardan bir film. Deli gibi ağlıyor insan. Benim de içim dışıma çıktı izlerken. Bu filmi sen neresinden yakaladın? Senaryoyu mu sevdin, canlandırdığın Ayşe tiplemesini mi?
– Türk sinemasında son dönemlerde kadını merkezine alan bir senaryo bulmak çok zor. Bu yüzden çok sevdim. Ayşe’nin anneliğinde annemden ve anneliğimden izlerle karşılaştım. Fedakârlık anlamında annemle çok örtüşen bir karaktere sahip. Hatta filmin birkaç sahnesinde ben ve annemin ilişkisinden bazı izleri, sözleri senaryoya dahil ettik.

ANNEMİ ÖZLEDİĞİMDE ELLERİME BAKARIM



Ne anlatıyor bu film bize?
– Ne kadar kaçarsak kaçalım, bir gün kendimizi annemize benzerken buluruz! Elimiz, kolumuz, sesimiz, mimiğimiz, bir adım atışımız, başımızı çevirmemiz, gözümüzü devirmemiz… Ben mesela annemi özlediğimde ellerime bakarım hep. Çünkü ellerim tıpkı annemin elleridir. Film bir yanıyla da bir dönüşüm hikâyesi. Bir annenin kızına adanmışlığı, kızının bu baskı altında varoluş çabası ve yıllar içinde birbirlerini anlama hikâyeleri var.

Herkesin yumuşak karnı annesi, anneler ve annelik kavramı. İnsanlar izlerken kendi anneleriyle ilişkilerini de gözden geçirecek mi?
– Ben geçirdim. Herkesin de böyle yapacağını düşünüyorum. Dönüp anne-kız ilişkimize baktığımızda bazen bağımlı, bazen çatışmalı, bazen de yaralı anılar buluyoruz. Mutlu, küskün, öfkeli, yarım kalmış, tamamlanmış birçok dönemimiz var annemizle. Ayşe ile Nazlı da bu yollardan geçiyor. Ayşe yaşayamadığı hayatı Nazlı’ya yüklüyor. Nazlı, kendine yeni bir hayat kurmak için mücadele veriyor. Bana çok tanıdık geldiği gibi, izleyicilere de tanıdık gelecek bir durum.

Hayatımızın bir döneminde hepimiz anne-babamızdan utandık. Sen de utandın mı?
– Elbette utandım. Utanmayan var mıdır ki? Özellikle ergenlik dönemimde anneme fokuslanmıştım. Ondan uzaklaşmak için onu sürekli izliyordum. Bütün hareketlerini mercek altına aldığımı hatırlıyorum. Fakat şimdi anlıyorum ki kendi utancımı annem üzerinden yaşıyormuşum. Kendimle barıştıkça, bağımsızlaştıkça, kendimi de onu da affetmeyi öğrendim.

ODAMDA DELİ DANALAR GİBİ DÖNE DÖNE ÇIKTI ROL



Bu role nasıl hazırladın?
– Bir proje hayata geçerken en sevdiğim dönem prova dönemi. Yönetmen ve senaryo ekibiyle kampa girdik. Daha sonra yaklaşık iki ay kadar senaryoyla yalnız kaldım. Bu arada yönetmenimiz Mustafa Kotan’la sürekli temas halindeydik. Önce Ayşe’nin sezgisel ve dürtüsel yanlarını, son derece ilkel bir yerden hissettiği sevgisini keşfettim. Bu dürtüleri oturtacağı bir bedene ihtiyaç vardı. Bunun için yeni bir vücut dili oluşturmaya çalıştım. Odamın içinde deli danalar gibi döne döne rol çıktı yani.

Oyunculuğun hikâyenin önüne geçtiği olur mu?
– Yeryüzünde ne kadar aktör varsa o kadar Romeo ve Juliet vardır. Herkesin bir role yaklaşımı farklıdır, kendine özgüdür, tektir. Yönetmenimiz Mustafa Kotan başından beri, “Bu rol tam senin rolün!” demişti. Bunun sorumluluğuyla oynadım. Hikâyenin tanıdık oluşu ve gücü, benim de bir oyuncu olarak kendimi ortaya koymamı sağladı.

AĞLATMAYA ÇALIŞMAK KOLAYA KAÇMAKTIR

Acıklı bir hikâye olduğu için izleyicinin duygulanacağı kesin. Hele söz konusu annelik ve anne-kız ilişkisi olunca hüngür hüngür ağlayacakları da kesin. Bu sana ‘kolay’ gelmedi mi? Bir oyuncunun böyle tereddütleri olur mu? Senin oluyor mu?
– Bir rolde ağlatma amacı gütmek, kolaya kaçmaktır. Zaten bu genelde tam tersi bir etki yaratır; güldürür veya itici gelir. Çok bildik ve hüzünlü bir hikâye olduğu için tekrara düşme tehlikesi vardı. Tam da bu yüzden rolün hakkını vermenin hiç de kolay olmadığını söyleyebilirim.

Ne kadar zamanda çektiniz?
– Bir ay sürdü. Bulgaristan sınırına 30 km mesafede, güzel bir köyde çekildi.

Özge Gürel’le de iyi bir ikili olmuşsunuz. Onun oyunculuğu hakkında bize ne söylersin?
– Özge de çok çalıştı. Rolüne duyduğu heyecan beni mutlu etti. Onunla her sahne öncesinde sohbet ettik, vakit geçirdik, çalıştık. Ayşe ve Nazlı’ya yan yana dönüştük. Yolunun çok açık olduğunu düşünüyorum.

NASIL YANİ? TARİF Mİ VEREYİM SSK’SI VARSA ÇAY İÇERİM

Aşk işleri nasıl ilerledi senin hayatında?
– Ben hâlâ ve her şeye rağmen aşka inanıyorum. Çok güzel âşık oldum. Çok güzel aşk yaşadım. Âşıkken çok güzelleştim. Ama âşık olabilmek kadar bunu ortak bir hayata dönüştürebilmek de önemli. O pek olmadı. Olsun! İyi ki âşık da oldum, acı da çektim.

Seni kesecek erkek, nasıl bir erkek?
– Biriyle beraber olmamayı bir eksiklik olarak görmüyorum. Var olmak için bir çift olmaya ihtiyaç duymuyorum. Biri olsun diye beklemiyorum. Olacaksa da bu işler belli olmaz Ayşe. Nasıl yani, tarif mi vereyim? SSK’sı varsa bir çay içerim!

ERKEK, KADININ KARŞISINDA YETERSİZ HİSSETTİĞİNDE ŞİDDETE BAŞVURUYOR

Filmde şöyle bir mesaj var mı? “Nerede, hangi şartlarda olursa olsun, kadınlar erkek şiddetine maruz kalıyorlar.”
– Elbette! Bu bir gerçek. Erkeğin hangi statüde olursa olsun pohpohlandığı ve kendisine yüklenen gücün altında kaldığı bir kültürden söz ediyoruz. Karşısındaki kadının gücüne karşı yetersiz hissettiği yerde şiddete başvurabiliyor. Filmde de gördüğümüz bu.

BİZİM EVDE BÜROKRASİ DEVLETTEN DAHA AĞIRDI

Senin anne-babanla ilişkin nasıldı?
– Babam çok aktif görevlerde bulunmuş bir bürokrattı. Sporcuydu, disiplinliydi. Görevinin yoğunluğu ve ağırlığı nedeniyle genelde evde annemle biz yakın ilişki içindeydik. Kardeşlerimle yapmak istediklerimizi annem aracılığıyla babama iletirdik. Bizim evde bürokrasi, devlet dairelerinden daha ağır çalışırdı. Oyunculuk için hazırlandığım konservatuvar sınavından haberi yoktu mesela. Kazandığımda söyledik, fakat ikna edemedik. O beni bu yolla koruduğunu düşünürken, ben de sanat aşkımla sınanmış oldum. En büyük kavgamız bu olmuştur. Zamanla en sadık seyircim haline geldi. Annem ise baştan beri daha destekleyiciydi. Şair bir babanın kızı olarak ilk ateşi içime o atmıştı. Onun okuduğu şiirlerle büyüdüm. Artık hayatta değiller, onlarla içimden konuşuyorum. Kocaman kız oldum; onlar beni hâlâ alkışlıyor!
SADECE KAN DEĞİL KALP BAĞIYLA DA ANNE OLUNDUĞUNU GÖRDÜM

Koruyucu annesin aynı zamanda. Yağmur ne zaman oğlun oldu? – Oğlumla tanıştığımızda yedi yaşındaydı. Şimdi 12 yaşında. Nasıl bir ilişkiniz var?
– Yağmur’un ilk gördüğüm zamanki ağırbaşlı halinin altından çok muzip, eğlenceli, komik bir çocuk çıktı. Çok eğleniyoruz. Üstümüzdeki kabukları seve seve kırdık, yaralarımızı sarıyoruz. O bana anne olmayı öğretiyor, ben de ona çocuk olmayı.

“Onu doğurmadığımı unutuyorum. Çünkü gülüşlerimiz bile benzeşti!” diyorsun, ne şahane…
– Evet valla, tam da böyle. Ona bakarken gözlerinin, gülüşünün ne kadar da bana benzediğini düşünüyorum. Çilleri, ifadesi, huyu suyu derken bir gün serçeparmaklarımızı bile benzetince unutmuşum doğurmadığımı! Sadece kan bağıyla değil, kalp bağıyla da anne olunduğunu gördüm.

Filmdeki Ayşe gibi sen de kendini evladı için paralayan bir anne misin?
– Önceliğimin hep Yağmur olduğunu söyleyebilirim. Bağımızın yanında özgürlüğümüz, sınırlarımız, alanlarımız da var tabii. Ben de sanırım eğlenceli bir anneyim. Üzerinde hiçbir duygusal yük bırakmak istemem.

Çok duyarlı ve kırılgan görünüyorsun. Öyle misin?
– Tek bir özellikten ibaret de değilim. Hâlâ içimdeki Sumru’larla tanışıyorum. Duyarlıyım, duyarsızım, kırılganım, dayanıklıyım. İnsanın kendini tanıması bir ömür sürüyor.

Yorum Bırak