Kendinizi bir an için onun yerine koyun… Takside gidiyorsunuz. Ne olup bittiğinin katiyen farkında değilsiniz, etrafı seyrediyorsunuz ve arabayı kullanan şoför, ani bir kalp kriziyle küt diye hayatını kaybediyor. Araba, gitmeye devam ediyor. O, yana devriliyor… Siz arkadasınız… Nasıl bir şok, nasıl bir panik yaşayabileceğinizi düşünebiliyor musunuz?
O, süper tohum fotoğraflarıyla tanıdığımız Lalehan Uysal… İşte bunu yaşadı, geçen ay, Çengelköy’de.
Sanatçı Lalehan Uysal’ı yakaladım, yaşadığı akıllara durgunluk veren kaza ve çıkardığı sonucu sordum…
Tam bir ay önce, bir arkadaşınla, akşam 8 sıralarında Üsküdar’dan taksiye bindiniz…
-Evet.
Sonra ne oldu?
-Milyonda bir rastlanabilecek bir şey oldu. Araç, hareket halindeyken, şoförümüz, direksiyonda kalp krizi geçirdi ve o anda öldü!
Şaka mı bu?
-Değil valla. Gencecik de bir adamdı. O kadar üzüldüm ki. Hiç çırpınmasız, “Ah!” bile demeden, biz arkada sohbet ederken, son nefesini vermiş. Araba da bu arada ilerliyor, seyir halindeyiz. Biz her şeyden habersiz oturuyoruz…
Aman Allah’ım bu nasıl bir felaket! Dur, başından anlat şunu. Taksiye bindiniz…
-Evet. Şoför çok da güler yüzlüydü, “Çengelköylüyüm” dedi, “Arkadaşlarınızın konum atmasına gerek yok. Sokağı söyleyin yeter!” Biz iki kadın arkaya kurulduk gidiyoruz. Yemeğe davetliydik. Olağan, normal bir taksi yolculuğuydu. Yalılardan, duraklardan, semtlerden geçtik. Ağır çekim film gibi izlerken dışarıyı, aynı anda lak lak ediyoruz.
Ne üzerine sohbet ediyordunuz?
-Çengelköy’de yeni biten sergimi konuşuyorduk. Kimler gezdi, ne oldu, nasıl oldu? O sırada bizi evinde yemeğe bekleyen arkadaşlarımızdan biri aradı. “Kaç dakikaya gelirsiniz?” diye sordu. Yemekler özenle hazırlanıyordu. Belli ki varış saatimiz önemliydi. “10 dakikayı geçmez!” dedim.
Sonra?
-Sonra Çengelköy Çarşı’na yaklaşmıştık ki, aracın içini, birden ani bir sessizlik kapladı. Tarif edemeyeceğim bir şey. Araç yavaşladı. Dışardaki görüntüler de…
Sence ne oldu?
-Bence ölüm geldi. O yüzden hepimiz sustuk. Sonra taksi, ileri geri ani hareket etti. Biz daha ne olduğunu anlayamadan, trafikte önümüzdeki duran araca, arkadan vurduk.
Nasıl yani?
– Ben şoförün çaprazında, arkadaşım da arkasında oturuyordu. Kafeler ve lokantalar dolu Çengelköy’ye girmiştik. Bizim şeritte, trafik durmuştu. Sağ taraf, yani Üsküdar’a gidiş yönüyse yoğundu. O sırada çok yavaşladık. İçinde bulunduğumuz taksi de sanki şoförümüzün son nefesini verdiğini anladı, titredi ve önümüzde duran araca, şiddetle vurdu. Ben, şoför bey acaba sinirlendi de o yüzden mi öndekine mi vurdu diye düşündüm ya da fenalaştı mı? İki ön koltuğun arasındaki boşluktan elimi uzattım, omuzuna dokundum ve “İyi misiniz?” dedim. Dümdüz dışarı bakıyordu. Yüzünde duruluk ve gözlerinde boşluk gördüm. Yanıt alamayınca, tekrar “İyi misiniz?” derken, öndeki araca, bir daha vurduk. “Şoför Bey, n’oluyor?” deyip, omuzuna bir daha dokunmamla, yan koltuğa düştü koca bir cüsse!
Yapma!
-Valla öyle. Yan koltuğa düşünce anladım: Şoför ölmüştü…
E siz n’apıyorsunuz?
-Arkada oturuyoruz, şoförümüz de yana devrilmiş durumda, sizlere ömür. Araba da seyir halinde…
Aman Allah’ım korku filmi gibi…
– Evet ama Allah yine de korudu bizi. Şoför, sağa doğru düşerken, direksiyon da sağa döndü. Sola gitseydik, felaketimiz olacaktı, hızla geçen arabalara çarpacaktık. Biz ise, kontrolsüz bir şekilde sağ gidip, kaldırımdaki bir direğe bindirdik. Korkunç bir ses… Toz, duman, cam kırıkları ve çalkalanma!
Size bir şey olmadı mı?
-Kolum, omuzun altından kırıldı! Arkadaşım benden daha da şanslıydı, küçük morluklarla atlattı. Ama biz kendimizi düşünecek hale değildik. Birden insanlar toplandı, yarım yamalak hatırlıyorum buraları. İlk yardım bilenler ve halk, çok zor çıkardılar şoförü. Ambulans gelmeden, iki genç kız, onu geri getirmek için çok uğraştı. Sonra ambulans geldi, uzun süre de ambulansta denediler. Hiç unutmayacağım kareler var. Periyodik olarak sarsılan bir ambulans… Şoförün ailesinin ve arkadaşlarının koşturması… Çaresizliğin somut olarak göründüğü, dakikaların saat olduğu, anın kıymetini anlatan kanat çırpmalar… Hastaneye bile götüremeden kaybettik şoförü. Geri getiremediler gittiği yerden. Oğlu ve durağındaki şoför arkadaşları hastaneye ziyaretime geldiğinde öğrendim, 72 doğumluymuş!
Yazık, çok da gençmiş!
-Evet. Bence krizin belirtilerini, ağrıyı, sızıyı hissetmiş olsa da son nefesini verene kadar, bizi gideceğimiz yere ulaştırmayı düşünmüş olmalı… Son göreviydik! Semtine, Çengelköy’e kadar getirdi aracını, kendini ve bizi… Allah rahmet eylesin!
BELKİ ŞÜKRETMEYİ HATIRLAMAMIZ İÇİN BİR DERSTİ
Başınıza gelen neydi?
-Tam bilemiyorum. Zaman gösterir. Belki şükretmeyi hatırlamamız için bir dersti. Belki pamuk ipliği, kendini hatırlattı. Belki bir insanın, “öte”ye geçişine tanıklıktı. Belki manevi dünyada, başka bir görev tanımı da vardır. Belki ölüm, kapıyı çalınca, ne yapabiliyoruz görmemizin anıydı. Bir nedeni olmalı. Arkadaşım için ise tam şok oldu. Kaza hakkında asla konuşmak istemiyor.
Kaza sonrası uyuyamadığı bir gece mesaj atarak senin sorduğuna benzer, “Bu yaşadığımız neydi? Gerçek miydi?” diye sordu.
Sadece filmlerde olduğunu zannettiğimiz şey başımıza geldi
Ya benim kafam almıyor. Araba seyir halinde ve şoför hayatını kaybetmiş… Bu nasıl bir şey? İnsan nasıl etkileniyor?
-Başımıza gelene kadar, “Bunlar, sadece filmlerde olur!” sanıyoruz. Ama “Hayatta olmaz!” diyeceğimiz şeyler de oluyormuş. Müthiş bir çaresizlik hissediyor insan. “Basiret bağlanması” bu anlar için söylenmiş olmalı. Benim resmen basiretim bağlandı.
Şoför yana devrilince direksiyona müdahale etmeye çalıştın mı? Yoksa donup kaldın mı?
– Arkadaşım dondu. Ben direksiyona değil de şoföre müdahale etmeyi seçtim. Sanki onu uyandırabilirmişim, geri getirebilirmişim gibi! O arada, araba da gidiyor…
Şans eseri mi hayattasınız yani?
-Şansı mı bilmiyorum… Eşini, 35 yaşında trafik kazasında kaybeden annemin duaları sayesinde olabilir! O kadar çok, “Allah’ım evlat acısı yaşamayayım Allah’ım!” diye dua eder ki… Belki de başka dualar almışımdır. Belki de daha yapacaklarım vardır. Çekeceğim ağrılar ya da fotoğrafını çekeceğim tohumlar…
Direksiyon sağa değil, sola kıvrılsaydı denize uçar ya da zincirleme kaza yaşardık
Bu olay, Çengelköy’de olmasaydı daha önce kalp krizi geçirseydi şoför
-Denize de uçardık, ona buna da çarpardık, zincirleme kaza da yaşardık! Öleni çok bir felaket olurdu… Ölmezdik sakat kalır, komadan çıkamazdık, yakınlarımız bizimle sürünürdü. Başkalarını da sürüklerdik acımızın içine…
Sağ kolun, omuz altından kırılınca çok zorlandın mı?
-Evet. Şu anda Askıda. Hala kemik kaynamadı. Kaç kutu ağrı kesici içtiğimin hesabını tutmuyorum. Ama asıl mesele psikolojik travma. Aklın alamayacağı ölçekte sarsıldım. Gözümden yaş eksik olmuyor. Ağrılarımı bahane ediyorum, katıla katıla ağlıyorum. Sanki bir filmde, kısa süreliğine başrol oyuncusuydum. Gerçek değilmiş gibi… Sahi biz ne yaşadık öyle?
Dersimiz, unutmamak! Hayata pamuk ipliğiyle bağlı olduğumuz unutmamak
Peki tüm bu olaydan çıkardığın ders ne oldu?
-En büyük dersimin, “unutmamak” olduğunu söyleyebilirim. Unutuyoruz… Dersimiz, unutmamak! Hayata pamuk ipliğiyle bağlı olduğumuzu unutmamak! An be an, bütün planlarımızın, işimiz gücümüzün, akışımızın, düzenimizin ve önceliklerimizin bir anda, küt diye değişebileceğini gerçeğini UNUTMAMAK!
Benim dersim bu. Ben dersimin ne olduğunu buldum ama henüz dersimi tam çalışamadım. Unutuyorum sık sık… Ölebilirdim bu olayda ama ben, hala kolumu kullanamamaktan şikayet ediyorum! Ve o kol, onu her kullanamadığımda, yapamadığım her harekette bana hatırlatıyor: “Ben senin pamuk ipliğinim! Unutma kopmadım sadece kırıldım. Şükret ki iyileşesin!”