O, Elif Kaya.
Eczacılık mezunu. İki dalda yüksek lisans yaptı. Farmakoloji ve klinik ecza. Yetmedi! Fitoterapi, NLP, psikoloji ve homeopati eğitimi de aldı.
Son aldığı eğitim GAPS’tı. Türkiye’deki ilk GAPS uygulayıcısı sertifikası alan eczacı oldu. Son günlerin yeni beslenme tarzı. Bilmemiz gereken en önemli şey, bağırsağımızın ikinci beynimiz olduğu ve nasıl beslendiğimizin, maruz kaldığımız hastalıkların sebebi olduğu. Uzun ama faydalı bir röportaj. En çok bağırsak sağlığı ve vücudumuzdaki faydalı mikropları konuşuyoruz. Kaya’nın son kitabının adı da “Dost Mikroplar”. Denk düşerse, okuyun, bilmediğiniz pek çok şey öğreneceksiniz…
Kendinizi ne olarak tanımlıyorsunuz?
-Daimi öğrenci! Hiç bitmesin diye dua ettiğim bir merak duygum var. Derinlemesine araştırmak, irdelemek, öğrenmek, sonra da öğrendiklerimi paylaşmak beni çok mutlu ediyor. Güncel kalmamı sağlıyor…
Son aldığınız eğitim de GAPS’tı. Türkiye’deki ilk GAPS uygulayıcısı sertifikası alan eczacı oldunuz. Nedir bu GAPS?
-GAPS, bir sindirim sistemi rahatsızlığı. Türkçe’ye “Bağırsak ve Psikoloji Sendromu” olarak çevrilebilir. Dünyada, “GAPS Protokolü” adı verilen bir protokol var. Bu protokolde, bağırsak-beyin ilişkisiyle, nörolojik bozukluklar ve beslenme arasındaki ilişkiye dikkat çekiliyor.
Yani…
– Hastalık diye nitelendirdiğimiz her durumun altında, vücudumuzda, yıllar içinde gelişen bir enflamasyon var. Yani mikropsuz iltihaplanma. Sindirim, emilim ve boşaltım sistemlerimiz olan bağırsaklarımız, bu iltihaplanmayla, dolayısıyla, hastalıklara direkt ilişkili…
O zaman Hipokrat boşuna, “Tüm hastalıklar bağırsakta başlar!” dememiş…
-Aynen öyle! Tıbbın babası, binlerce yıl öncesinde konunun öneminden söz etmiş.
Peki ya GAPS diyeti?
-Düşük karbonhidratlı bir eliminasyon diyeti…
Ben böyle deyince anlamıyorum…
-Peki şöyle anlatayım: Bağırsaklarımızda yaşayan “dost mikroplar” var. İşte bu diyette, onlar dengelerine kavuşana ve sızdıran bağırsak astarı onarılana kadar, sindirimi güçleştirecek ve iltihabı arttırabilecek gıdaları yemekten vazgeçiyoruz! Beslenmemizden onları çıkartıyoruz! Çünkü bağırsak astarından sızan bu besinlerin, kan dolaşımına geçerek, bağışıklık sistemini aşırı uyardığı ve iltihap geliştirdiği düşünülüyor. O yüzden: Sindirimi zor olan besinleri kes! Sistem üzerindeki yangıyı söndür! İyileştir! Geri yüklemeyle besin çeşitliliğini tekrar sağla…
MUCİZENİN ADI DOST MİKROPLAR
Dost mikroplar neden bu kadar önemli?
-Bağışıklık sistemimizin büyük bir kısmı, hemen ince bağırsaklarımızın altında. Eskiden, ağzımıza bir lokma attığımızda, vücudumuzun içine girdiğini düşünürdük. Oysa, ağızdan başlayıp, anüse kadar uzun bir tüp şeklinde uzanan sindirim sisteminde, ince bağırsağa gelene kadar, her şey, vücudumuzun dışında sayılıyor. Mikroplar, virüsler, zehirler, yabancı maddeler, sindirilmemiş besinler, ne varsa bu sistem tarafından ayıklanıyor ve içeri sadece izin verilenler alınıyor.
Bir tür gümrük kapısı gibi yani!
-Aynen öyle! Yabancı ve zararlı hiçbir şeyin geçmemesi için sıkı bir kontrol ve ayıklama söz konusu. Ortalama insan ömründe, yaklaşık 60 ton yiyeceğin, bağırsak yüzeyinden geçtiği düşünülüyor. Üstelik pek çok zararlı mikrop, virüs, kimyasal ve ilaç da yiyeceklere eşlik ediyor. Aslında böylesi bir durumda hayatta kalabilmemiz mucize gibi geliyor, değil mi? İşte bu mucizenin adı, dost mikrop topluluğumuz, bilimsel adı ile “mikrobiyota.”
FAYDALI MİKROPLARIMIZI KAYBEDERSEK HOŞGELDİN SIZDIRAN BAĞIRSAK
Nerede yaşıyor bu dost mikroplar?
-Sindirim sistemimizi boylu boyunca kaplıyorlar. İncebağırsağın yüzeyinde bir bariyer oluşturuyorlar. Virüs, bakteri, küf ve parazitlere, sindirilmemiş yiyeceklere, zehir ve kimyasallara karşı, bağırsak astarını kahramanca savunuyorlar! Zararlı maddeleri, salgıladıkları antibiyotik, anti-mantar, anti-viral, anti-tümör etkili enzimlerle etkisiz hale getirip, bağışıklık sistemini harekete geçiriyorlar. Bağırsak pH’ını 4-5 civarında asidik tutarak, daha alkali olduğunda burada yaşayabilecek mikroplar için ortamı elverişsiz hale getiriyorlar. Faydaları say say bitmez yani. Onları, yani faydalı mikroplarımızı kaybedersek, bu bariyer zayıflar, vücudumuz da istilaya uğrar ve besinsiz kalır. Bu tabloya “sızdıran bağırsak” diyoruz. Yani sindirilmemiş besinler ve kimyasallar kan dolaşımına sızmaya başlar. Kansızlık, saç dökülmesi, tırnak kırılması, cilt kuruluğu, görmede bozukluk, halsizlik, kemik erimesi, yaraların geç iyileşmesi, diş eti kanaması, kolay hastalanma gibi sonuçları olan pek çok vitamin-mineral eksikliğinin temel nedeni budur. Maalesef bağırsak sızdırmaya başladığında; gluten, kazein gibi sindirimi güç bileşikler doku ve organlara ulaşarak otoimmün diye tanımladığımız bağışıklık sistemi hastalıklarına sebebiyet verebilir.
Vayyyyy! Amma çok şey oluyormuş bağırsaklarımızda. Bağışıklık sistemimizin, aslında bağırsaklarda bulunduğu fikri, tıp dünyasında bilinen bir şey mi?
-Hayır, yeni bir bulgu! Vücut bağışıklık hücrelerimizin yüzde 80’i, bağırsak duvarındaki lenfoid dokuda yerleşmiş durumda. Bağışıklık hücrelerimizle, faydalı mikroplarımız arasında sürekli bir iletişim bulunur. Bağışıklık sistemi dengede olduğunda, kendisi için neyin tehdit, neyin zararsız olduğunu ayırt edebilir. Ancak denge bozulduğunda, bağışıklık sistemi, kendi doku ve organlarını hedef alarak onlara saldırır. Örneğin Tip 1 diyabette, bağışıklık sistemi, pankreasta insülin üreten hücrelere saldırır. Romatoid artritte, bu saldırı eklemlere yapılır. MS, sedef, lupus, iltihaplı bağırsak hastalıkları (Crohn, ülseratif kolit), Addison hastalığı, Haşimoto tiroidi, çölyak, Sjögren sendromu, Graves hastalığı gibi daha pek çok örnek verebilirim. Otoimmün hastalıkların, geçirgen bağırsakla ilişkili olduğu düşünülüyor. Pek çok sağlık otoritesi, otoimmün hastalıkların, bağırsakta başladığını düşünüyor. Otoimmün hastalık tanısı alan bireylerin, psikiyatrik hastalıklar için da yüksek risk taşıdığı düşünülüyor. Bu hastalıklar arasında özellikle çölyak, yıllardır şizofreni riskini artıran bir hastalık olarak tanımlanıyor. Depresyon da çölyak hastalarında yaygın görülüyor. Tabii ki otoimmün ve kronik iltihaplı hastalıklarda sadece beslenme değil; genetik, epigenetik, zehirli kimyasallar, ilaçlar, ağır metaller de bu inflamasyonu körüklüyor.
ŞEKER, TATLANDIRICI, GLUTEN, KAZEİN, LEKTİN, NİŞASTA… NO!
Size insanlar en çok hangi durumlarda başvuruluyor? Ve siz n’apıyorsunuz?
-Tüm bildiklerimi paylaşmak için eğitim ve atölyeler düzenliyorum. Seminer ve bütüncül sağlık kongrelerine konuşmacı olarak katılıyorum. “Önleyici tıp” kavramının altını çizmek için bilinç oluşturmayı amaçlıyorum. Şikayeti olan kişileri uzman hekim arkadaşlarıma yönlendiriyorum.
GAPS diyetinde en çok dikkat edilmesi gereken şeyler neler?
-Sindirim sistemini onarmak için, sistemin üzerinde ekstra yük yapma potansiyeli olan şeker, tatlandırıcı, gluten, kazein, lektin, nişasta gibi besinlerden bir müddet uzaklaşmak gerekiyor. Bu dönemde, et-kemik suyuna çorbalar içmek, dost mikropları desteklemek için probiyotik gıdaları düzenli yemek, çok çiğnemek, sindirilmemiş her besinin iltihabi yük oluşturabileceğini unutmamak önemli. Özellikle gezen, otlayan, antibiyotiklenmemiş hayvansal ürünleri, olabildiğince tarım ilacına maruz kalmamış sebze-meyveleri tüketmeyi; klor, flor, brom ve ağır metallerden uzak kalmanın yollarını ve bunları vücudumuzdan hızlıca uzaklaştırabilecek detoks yöntemlerini de öğrenmek gerek.
Yoğurt, kefir, turşu, kombuça, şalgam gibi probiyotik besinleri düzenli tükentin
Esas olan, nasıl beslenmemiz gerektiğini öğrenmemiz mi? Tek tip bir beslenme yok anladığım kadarıyla…
-Evet. Ülseratif kolit, Crohn, IBS gibi hastalıkları olanlar nasıl beslenmeli? Sağlıklı bireyler, gebeler, gelişme çağındakiler nasıl beslenmeli? Hepsi, kendi içinde değerlendirilmeli. Örneğin koliti, divertiküliti olan birinin glutensiz, kazeinsiz beslenmesi gerekirken, sağlıklı bir bireyin, tahıllardan ve süt ürünlerinden bilinçsizce uzun bir süre uzak kalması hiç doğru değil. Aslında hepimizin dost mikroplar topluluğu, parmak izi gibi bize özel ve biricik. Tek yumurta ikizlerinde bile benzerlik yüzde 50. Kişiye özel yaklaşmak önemli yani. Bu kitabı da aslında bu biricikliğin altını çizmek için yazdım. Dost mikroplarımız ne kadar çok ve çeşitliyse, bağışıklığımız o derece kuvvetlidir. Sağlıklı bireyin sağlıklı tercihler yaparak renkli ve çeşitli beslenmesi önemlidir. Et-kemik suyuna çorbalar, bağırsak astarını çok hızlı onarır bu sebeple GAPS diyetinin olmazsa olmazıdır. Yoğurt, kefir, turşu, kombuça, şalgam gibi probiyotik besinleri düzenli tüketmek de sindirim sistemimizdeki dost mikropları desteklememizi sağlar.
BAĞIRSAKLARIMIZ İKİNCİ BEYNİMİZDİR!
Bağırsaklarımız ikinci beynimiz mi?
-Evet. Bağırsaklarımızı, ikinci beyin olarak adlandırmamıza neden olan, bağırsaklarda bulunan enterik sinir sistemidir. Vücudumuzda bulunan toplam serotoninin, yani mutluluk hormonunun, yüzde 90’ı bağırsaklardan salgılanır ve bu hormonun öncelikli görevi, bağırsak hareketini uyarmaktır. Bu nedenle kabızlık ve depresyon sıklıkla birlikte görülür. Kabızlık problemi yaşıyorsanız, bağırsak hareketleriniz yavaşsa, anca kahve ya da ilaçlarla tuvalete çıkabiliyorsanız, bağırsak-beyin ekseninizde yolunda gitmeyen şeyler olabilir.
BEYİN-BAĞIRSAK EKSENİNE DİKKAT!
Günümüzde MS, Alzheimer, demans, DEHB, otizm, epilepsi, parkinson, uyku bozuklukları, bipolar bozukluk, yeme bozuklukları, sisli beyin, depresyon, anksiyete (endişe ve stres) gibi ruh ve sinir hastalıklarının, beyin-bağırsak ekseni kaynaklı olabileceğini gösteren pek çok bilimsel çalışma mevcuttur. Bu hastalarda sindirim sistemi şikayetleri yaygın olarak görülür.
BEYNİMİZİ DESTEKLEMEK İÇİN ÖNERİLER
1-Vagusu uyarmak
Gargara yapmak. Vagusu uyaran eylemlerden biridir. Ama gözleriniz yaşarana kadar agresif bir şekilde yapıldığında, uyarı, istenen düzeyde gerçekleşebilir. Yüksek sesle şarkı söylemek ve kahkaha atmak da vagusu uyaran yöntemler arasında.
2-Kan şekerini dengelemek
Kan şekerinin artmasıyla, insülin direnci veya kan şekeri düşüklüğüyle hipoglisemi gelişmesi durumlarında, beyin olumsuz etkilenir. Alzheimer ve Parkinson beynin diyabeti ya da Tip 3 diyabet diye tanımlanmaktadır. Kan şekerini dengede tutmak, beyin sağlığımız için çok önemli.
3-Oksijen
Beyindeki kan akışıyla, beynin ihtiyacı olan oksijen sağlanır. Bunu artırmanın doğal yolları egzersiz, doğada yürüyüş, doğru nefes almak, akupunktur türü şeylerdir. Anemi, yani kansızlık problemini çözmek gerekir ki, hemoglobin, beyin de dahil olmak üzere tüm dokulara oksijen taşısın.
4-Stres kontrolü
Kronik stres, beyindeki kan akışını azaltarak, beyni besleyen oksijen ve glikozun ona ulaşmasını engeller. Yoga, meditasyon, dua etmek, anda kalmayı başarmak, Çi Gong ve Tai Chi gibi Çin kökenli, hareketli meditasyon teknikleri, kaliteli uyku, şükür duygusu ve sağlıklı sosyal ilişkiler, stres yönetimine yardımcı olur.
5-GAPS diyeti
GAPS diyeti uygulayarak, bağırsak sistemini tedavi etmek, kemik suyu tüketimi, fermente gıdalar, probiyotik-prebiyotik beslenme ve sindirim enzimlerinin takviyesiyle bağırsaktaki iltihabı dindirmek amaçlanır.
6- Beyin sağlığı için gereken besinler
Avokado, yabanmersini, brokoli, hindistancevizi yağı, yumurta, yeşil yapraklı sebzeler, olta balığı, zerdeçal, ceviz, bitter çikolata beyin sağlığınız için tercih etmeniz gereken besinlerin başında gelir.
HERKES İÇİN DOĞRU OLMAYABİLİR AMA İKİ ÖĞÜN BESLENME ÖNERİLİYOR
Kaç öğün besleneceğiz? Her insana göre değişir mi?
-Elbette değişir. Beslenme söz konusu olduğunda, tek bir doğru yok. Kişiye, yaşa, sağlık öyküsüne göre değişkenlik gösterir. Yetişkin ve sağlıklı bir bireyin, günde iki öğün yemesi ve ara öğün yapmaması daha doğru olabilir. Aralıklı aç kalma sistemi, pek çok kanser hastasına doktorları tarafından da öneriliyor. Benzer şekilde nörodejeneratif hastalıklarda, Alzheimer hastalığının önlenmesi ve tedavisinde de bu yöntemle olumlu sonuçlar alınıyor. Vücudumuz, gündüz yemeye, hava karardıktan sonra da uyumaya programlı. Gece, özellikle geç saatlerde yemek yemek obezite ve diyabet gibi hastalıklarla ilişkilendirilir. Gece boyunca 12 saat aç kalmak, tüm sistemin dinlenmesi ve tamiri için gerekirken, geç ve ağır yenen bir akşam yemeğinin sindirimi buna müsaade etmez. Günbatımından sonra aç kalmanın faydalarıyla ilgili bilimsel yayınların sayısı her geçen gün artıyor. Sabah 10’da kahvaltı etmek ve akşam 6’da yemeği sonlandırmak ya da 12’de kahvaltı ederek akşam 8’den sonra aç kalmak en sık uygulanan aralıklı aç kalma programı. Ancak bu tür beslenme şekli sizde stres yaratacak ve aç kalma endişesiyle, yemekle aranızdaki ilişkiyi, takıntılı ve tutarsız bir hale getirecekse, sizin için uygun olmayabilir. Orucun sağlıklı erkeklerde, sağlıklı kadınlara göre daha faydalı olduğuna dair klinik çalışmalar bulunuyor. Kadınlarda doğurganlığı azaltabileceği, yumurtalık hacim ve boyutunu düşürebileceği, âdet döngülerini bozabileceği belirtiliyor. Hamilelikte ve emzirirken, hamilelik düşünen kadınlarda ve premenopoz dönemlerinde önerilmiyor. Anoreksiya, blumia gibi yeme bozukluğu olan kişilerde tavsiye edilmiyor. Kronik yorgunluk durumunda kortizol yüksekliği, vücut ağrıları, uyku problemleri, konsantrasyon bozukluğu, sisli beyin, anksiyete, depresyon, panik atak, sindirim sorunları, aşırı halsizlik, bitkinlik, saç dökülmesi gibi şikâyetleri artırabiliyor. Bu nedenle kronik yorgunluk sendromu olanların aralıklı oruç tutması uygun değil. Kortizol seviyesi yüksek olan bu hastaların, sabah kahvaltısını atlamaması önemli.
Siz kaç öğün yiyorsunuz?
-İki öğün. Çok acıkırsam ara öğün olarak yoğurt ve çiğ badem veya ceviz atıştırıyorum. Çok çiğnemeye gayret ediyorum. Yemekle aynı anda su-sıvı alımı mide asidini düşürüp, sindirim enzimlerinin düzgün salgılanmasını engelleyeceğinden, yemekten 15-20 dakika önce ve 45-60 dakika sonra su-sıvı alımına dikkat ediyorum. Yemekte ılık bitki çayları içilebilir.
BU TİYO’LARI MUTLAKA OKUYUN
*Elektromanyetik kirlilikten korunun. Özellikle gece uyumadan önce bilgisayar, cep telefonu gibi elektronik aygıtları odadan çıkarın ve Wi-Fi sistemini kapatın. Odanızda, tuz lambası bulundurun.
*Orman, deniz, göl kenarı gibi negatif iyon yüklü doğal ortamlarda bulunduğunuz süreleri mümkün olduğunca artırmaya çalışın. Yaz aylarında bol bol denizde yüzün.
*Güneş ışıklarının dik geldiği öğle saatlerinde (12-14 arası) 15 dakika boyunca koruyucu krem kullanmadan kollarınızı ve bacaklarınızı güneşlendirin. Gözlük ve şapka takmadan bu süreyi geçirin.
*Haftada bir defa toksinleri cildinizden atabilmek için 1 su bardağı epsom tuzu (magnezyum sülfat) ya da 1 litre sıvılaştırılmış bentonit/zeolit eklenmiş sıcak su dolu küvette 15-20 dakika boyunca uzanın (küvetiniz yoksa aynı formülle ayak banyosu yapın).
*Zehirli tarım ilaçlarından uzak durabilmek için organik beslenmeye çalışın.
*Mevsiminde üretilen sebze meyvede daha az tarım ilacı olduğundan sebze ve meyveleri mevsiminde tüketin.
*Kırmızı orman meyvelerini (yabanmersini, böğürtlen, kızılcık, karadut, ahududu, kurt üzümü/goji berry, çilek) ve narenciyeyi (portakal, mandalina, greyfurt, limon, turunç) mevsiminde düzenli yiyin.
*Sülfür zengini gıdaları (soğan, sarımsak, lahana, brokoli, roka, karnabahar, pazı, brüksellahanası vb.) sofranızdan eksik etmeyin.
*Her fırsatta, ter atmaya çalışın. Egzersiz, sauna, hamam, kaplıca, dans etmek, zıplamak ve kuru fırçalama yöntemiyle vücudu fırçalamak iyidir. Özellikle temiz havada doğa sporları en iyisidir.
*Stres yönetimi için nefes, ibadet, yoga, meditasyon, Çin kökenli meditasyon teknikleri yapın. Detoks için gevşemeye ve dinlenmeye ihtiyacımız var.
*Diyafram nefesi alarak, vücuttaki dokulara yeterli oksijen taşınmasını sağlayın. Pek çoğumuz sadece göğüs nefesi alarak, oksijeni, bedenin alt kısımlarına iletemeyiz. Hipoksi, yani yetersiz oksijen alımı da hastalık nedenlerinin başında gelir.
*Alkol ve sigaradan uzak durun.
*İşlenmiş, hazır, paketli ürünleri tüketmeyin.
*Doktorunuz tarafından reçete edilmedikçe gereksiz ilaç kullanmayın.
*Akşam yemeği yemeyin ya da bu öğünü hafif bir çorbayla geçiştirin.
*Karanlık odada en az 8 saat uyuyun.
*Melisa, nane, papatya, kekik, zencefil, rezene, adaçayı, seylan tarçını, ısırgan otu, zeytin yaprağı çayı için.
*Her gün, aç karnına 1 bardak sebze suyu için. Ancak yukarda bahsettiğim gibi günlerce sadece sebze suyu içerek detoks yapılmayacağını unutmayın. Detoks için vücudumuzun çok çeşitli beslenmeye ihtiyacı var.
*Günde en az 2 litre su için.
*Kafein tüketiminizi sınırlayın.
*İçeriğinde klorür, bromür, florür olan hiçbir şeyi tüketmeyin.
*Evde bakımı yapılabilen bitkilerden duvar sarmaşığı, krizantem, gerbera, dragon, herdem yeşil, yelken çiçeği, paşa kılıcı, areka, aloe vera evinizin havasını temizler. *Bu bitkilerin havadaki zehirli kimyasalları temizlediği bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Mobilya, halı, alçıpan, boya, duvar kâğıdı, plastikler, temizlik ürünleri, yapıştırıcılar, havaya sürekli zehirli kimyasallar yayar. Bunlar özellikle astım, alerji, sinir sistemi hastalıklarına sebep olabilir.
*Deterjan, kişisel bakım ve hijyen ürünleri, mutfak malzemelerinin sağlıklı alternatiflerini kullanmayı tercih edin. Kullandığınız mobilya, oyuncak, giysi vb. eşyaların üretiminde sağlıklı hammadde kullanılıp kullanılmadığına dikkat edin.
*Oruç tutun ya da aralıklı açlık (intermittent fasting) uygulayın.