Oleeeeeeeey!!!! Bu sene 6. senesi. Dünya Kız Çocukları Günü Konferansı’ndan söz ediyorum. Biliyorsunuz, her sene Aydın Doğan Vakfı tarafından UNICEF, UN Women, UNFPA iş birliğiyle düzenleniyor. Pandemi yüzünden bu yıl online gerçekleşecek. Bugün saat 16:00’da Youtube’dan ( https://www.youtube.com/c/aydindoganvakfi ) izleyebilirsiniz.
Birbirinden ilginç konuklar var. NASA’da görevli astrobiyolog Yrd. Doç. Dr. Betül Kacar, Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Betül Ulukol ve National Geographic‘teki çalışmalarıyla tanınan fotoğrafçı Annie Griffith katılımcı. Konusu da “Değişen Dünyada Kız Çocuğu Olmak” Yeni sorunlar yeni mücadeleleri gerekli kılıyor. Ve yaşanan her yenilik dünyayı, insanları ve kızları değiştiriyor haliyle…
Ben de size bugün, dünya çapında gurur duyduğumuz ‘kızlarımız’dan Arizona Üniversitesi Öğretim Üyesi ve NASA’nın evrendeki yaşam izlerini araştırmak için oluşturduğu 30 kişilik ekibinde vazifeli astrobiyoloğumuz Betül Kacar‘la yaptığım röportajla geliyorum.
Müthiş etkileyici biri, etkilenmemek, hayran olmamak mümkün değil, şahane bi rol model olduğunu düşünüyorum, başarılarının devamını diliyorum. Keşke bu topraklardan daha nice Betül’ler çıksa…
Nasıl bir çocukluktu sizinki…
-Karadenizli bir ailenin ilk çocuğu olarak İstanbul Fatih’te doğdum. Etrafım, maddi imkansızlıklar nedeniyle, çocuk yaştan itibaren çalışmak zorunda kalmış, kendini geliştirmiş ama deyim yerindeyse “hayat okulu”nda okula devam etmiş insanlarla doluydu. Yani kendini sıfırdan yaratmış insanlar! Hepsiyle gurur duyuyorum ama ailemizde eğitim imkanına sahip erkek sayısı, bir elin parmağını geçmiyordu. Bu sayı, kadınlar içinse sıfırdı. Bu gerçeklik, eğitimin bir ayrıcalık olduğunu bana erken yaşta kavrattı.
BİLGİYİ BİR HAZİNE GİBİ GÖRÜP, ONA ULAŞMAYI VE YARATMAYI KENDİME AMAÇ EDİNDİM!
Peki, ne yaptınız?
– Bilgiyi bir hazine gibi görüp, ona ulaşmayı ve yaratmayı kendime amaç edindim! İleride ne okuyacağımın çok da önemi yoktu. “Ne okursam okuyayım, en iyisi olacak şekilde okuyayım” diyerek kodladım kendimi. Bilgi, etrafımı anlamlandırmama yardımcı olan bir gereç oldu.
Çocukken bilim insanı olmayı hedeflemediniz yani!
-Hayır. Bir hedefin oluşabilmesi için, o hedefin, hayal düzeyinde de olsa, bir ihtimal dahilinde kapsama alanınıza girmesi gerekiyor. Benim henüz girmemişti. Çok okurdum, daha da çok yazardım. Okuduğum her kitapta mutlaka bir karakter benimle kalır. Yeni kahramanıma kadar bana eşlik ederdi. Çok heyecanlıydım. Uzun bir süre yazar olmak istedim. Sonra sahne sanatçısı olma hayalleri kurdum. Derken müzisyen, köy öğretmeni, arkeolog olmak… Hepsi ama hepsi geçti aklımdan… Çocukluk şahane bir şey! Hadsiz hayaller kurardım! “Sen ne olamazsın!” derlerse, o olmak isterdim. Şimdi evrende yaşamı bulmak için geçmişin izlerini arayan bir biyoloji arkeoloğu oldum!
BABAM BANA ÇOK DEĞER VERİRDİ, FİKİRLERİMİ ÖNEMSERDİ HAYALLERİNİ BANA ANLATIRDI “BİR GÜN SENİ HERKESİN TANIYACAĞINI DÜŞÜNÜYORUM. BUNU UNUTMANI İSTEMİYORUM” DERDİ…
Anne, baba?
– Kendi şirketini yöneten, çalışkan, sabahın köründe uyanarak koşa koşa işine giden, gözleri gülen bir babam vardı. Müthiş bir ilhamdı benim için. Uzun uzun, gelecekle ilgili hayallerini anlatırdı bana, ben daha çocukken. Hayallerini benimle paylaşması beni çok gururlandırırdı. Fikirleri önemli bir insanmışım gibi hissetmeme sebep olurdu. Bana çok değer verirdi. 14 yaşındaki kızına, “Bir gün seni herkesin tanıyacağını düşünüyorum. Bunu unutmanı istemiyorum!” diyen ve çok erken kaybettiğim bir baba.
ÇOK, ÇOK ÖNEMLİ KIZ ÇOCUKLARINA SAYGI DUYMAK ONLARIN DÜŞÜNCELERİNİ DİNLEMEK, KAFALARININ İÇİNDEKİLERLE ONLARA DEĞER VERDİĞİNİZİ HİSSETTİRMEK…
Ah çok fena…
-Evet, ben de üzülüyorum! Keşke daha çok birlikte vakit geçirebilseydik. Çok, çok önemli kız çocuklarına saygı duymak, onların düşüncülerini dinlemek, kafalarının içindekilerle onlara değer verdiğinizi hissettirmek. Bu alt yapının, özellikle ataerkil bilim ortamındaki problemlerle, içselleştirmeden başa çıkabilmemde faydası olduğunu düşünüyorum.
Bilime merak sarmanızın öyküsü nedir?
– Problem çözmeyi seviyordum, soru sormayı da… Fen derslerine meraklıydım. Ama esas önemlisi: Ben gelecekte kendi ayaklarımın üstünde durabilmek istiyordum! Betul Mardin’in dediği gibi “Olumsuzlukları fırsatlara çevirin!” Bunu yapmak istedim. Gelecek aslında bugün. Bugün başlıyor, yarın değil bugün. Kendimi bir sınav üzerinden tanımlamayı ve kıyaslamayı reddettim. Bu yol çok uzun bir yol. Başarı ve başarısızlık göreceli tanımlar. Çalışma masamın duvarına “Bütün umudum kendimde” yazısını yapıştırdım. Ve sahip olduğum tüm enerjimle işlere asıldım. Eğitim hakkı elinden alınmış herkes için daha da okumak istedim. Artı üniversite dışındaki faaliyetler, birkaç işte birden çalışmak, dergilerde yazarlık, fuarlar, bilim kongrelerinde gönüllülük, hepsi hepsi dahil oldu hayatıma. Bir yandan da devamlı okuyordum. Biyografiler, bilim kurgu, şiir kitapları. Beni beslediler. Kendime güvenim hiçbir zaman eksilmedi. Belki de başarısızlıkları da başarıları da kafamda büyütmemeye çalıştığımdan…
BİLİM AŞKI DİYE BİR ŞEY VAR… SANAT AŞKI GİBİ BİR ŞEY… BENZER TUTKULAR… BEN DE AYRILAMADIM KİMYADAN! 20 YAŞINDA ABD’NİN YOLUNU TUTTUM…
Peki, sonra nasıl oldu da 20 yaşındayken kapağı Amerika’ya atabildiniz?
– Çalıştığım bilim kongrelerinden biri, insanlarda iki farklı türü bulunan bir proteinin işleyişi ve bu işleyişin yaşlılıkla belirginleşen hastalıklarla etkisi üzerineydi. Ben, soru soracak bilim insanlarına mikrofon tutmak üzere oradaydım. Konuşmalardan biri, o kadar çok ilgimi çekmişti ki o odadaki varlık amacımı unuttum. İlk görüşte aşk diyelim. Bu tutkunun nasıl bir şey olduğunu diğer bilim insanı arkadaşlarım anlar, sanatçılar da. Benzer ruh hali… Kongrenin bitişi, heyecanlı bir filmi en güzel yerinde aniden kesmek gibiydi benim için. Bu konuda öğrenmeye devam etmek istedim. Kolları sıvadım, bana en çok ilham veren profesörlere fikirlerimi yazdım. Aynı zamanda ABD’deki meşhur Howard Hughes Tıp Enstitüsü’nün yaz dönemlerinde, öğrencilere destek fonu olduğunu öğrendim, sorduğum sorulara dönüş yapan bir profesörün yanında çalışmak üzere fon kazandım. Üniversite’deki 3. yazımı ABD’de bir tıp fakültesinde, beni etkilemiş proteinlerin flavin kofaktörünü organik olarak sentezlemekle geçirdim. Buradaki çalışmam, yüksek GRE skoru da eklenince, bir sonrakine üç farklı okuldan doktoraya kabul almamı sağladı. İçlerinden Emory Üniversitesi Kimya Bölümü’nü seçtim ve 20 yaşında ABD’nin yolunu tuttum. Ayrılamadım kimyadan!
Bütün bu dönemde, kız çocuğu olmanız sizin için avantaj mıydı dezavantaj mıydı?
– Bu yolun, bu kadar zor olduğunu bana 20 sene önce söyleseler inanmazdım. Yükseldikçe daha da zorlaşıyor! Eşitsizliğe ve adaletsizliğe maruz kalacaksınız. Biraz sağır olmak, her şeyi duymamak, duyduklarınızı içselleştirmemek, yola devam etmek önemli. En önemliyse şu, kendinizle baş başa kaldığınızda, “Ben bunun altından kalkabilir miyim?” sorusuna verdiğiniz cevap nedir? Bu cevap “hayır” ise, o “hayır” gerçekten size mi ait? “Hırslı erkek” sizi rahatsız etmiyor, fakat “hırslı kadın” rahatsız ediyorsa, sorun “hırslı” olmakta değil demektir. Kendimizdeki, kendimize ve başkalarına karşı önyargıları ne kadar erken fark edersek, içinde yaşadığımız topluma o kadar iyilik yapmış oluruz. Bilimdeki bir erkek, erkek olmasının kariyerinde bir avantaj olup olmadığını dahi düşünmek zorunda bırakılmaz çoğu zaman…
ÖNEMLİ OLAN YÖRÜNGEDE KALABİLMEK. BU SÜREÇTEKİ DÜŞÜP KALKMALAR, YOLCULUĞUN BİR PARÇASI!
Yaşadıklarınızı göğüsleyecek cesareti nasıl buldunuz?
Kendimi uzun bir yolda yürüyen bir gezgin gibi hayal ederim. Her deneyim bana daha sonra yardımcı olacak gereçler doğurur. Ben de bu yardımcı gereçleri, sırt çantama, bir sonraki sefere kullanabilmek üzere atar, saklarım…
Harikaymış!
Bu tecrübelerin kimisi İsveç çakısı, kimisi bazuka olarak çantamda yerini bulur. Ama karşınıza çıkan her probleme, elinizdeki en güçlü aletle karşılık verirseniz kendinizi tüketirsiniz. Önemli olan yörüngede kalabilmek. Bu süreçteki düşüp kalkmalar, yolculuğun bir parçası.
BAŞARILARI DA BAŞARISIZLIKLARI DA KAFADA FAZLA BÜYÜTMEYİN!
Genç kızların hayallerini gerçekleştirebilmek için neye ihtiyaçları var?
İlahlaştırılmamış, onları, hayata hazırlayacak gerçek rol modellere. Saygı görecekleri bir çocukluğa. Renkli, korudukları, sadece kendilerine ait bir iç dünyaya… Zorluklarla dalga geçmeyi öğrenmeye, başarıları da başarısızlıkları da kafada fazla büyütmemeye… Hayat kısa!
ATATÜRK TÜRKİYE’SİNİN TOHUMUNU ATTIĞI KARDELENLERDEN BİRİYİM…
Kendinizi Cumhuriyet çocuğu olarak tanımlıyor musunuz?
– Elbette! Atatürk Türkiye’sinin tohumunu attığı kardelenlerden biriyim. Atatürk birçok köy çocuğuna ilham olmuştur. O köy çocukları da bizim gibi birçok çiçeği büyüttüler. Şimdi insanlığa hizmet ediyoruz. Minnettarım vizyonu ve eşsiz armağanı Cumhuriyet için.
ŞUNU UNUTMAYIN! SİZİ UYUMSUZ KILAN, ASLINDA SİZİ SİZ YAPAN, ÖZEL KILAN ŞEY!
Amerika’da doktoradayken hiç mi uyum sorunu yaşamadınız?
-İnsanların kafasında tasarladığı, kalıba uymayan her davranışınız size uyum sorunu yaşatacaktır! Nerede olursanız olun. “Norm” olarak tanımlanan çizgiden biraz taşmaya görün! Paradoks aslında şu: Sizi uyumsuz kılan, aslında sizi siz yapan, özel kılan şey. Bir nevi, kendinizi olduğunuz gibi yaşatma savaşı bu, bir kalıba girmek için sivri yanlarınızı törpülemeden, ayrık otu olarak da olsa, sınırlara karşı meydan okuyarak yaşamak, çalışmak… Başka türlü nasıl değişim sağlanabilir? Bunu laboratuvardaki bakterilerim dahi gösteriyor bana. 2.5 milyar yıl önce, onları diğerlerinden ayıran şey, bazen “uyumsuz” gibi görünen bir mutasyon.
İLKOKUL MEZUNU BİR AİLENİN ÇOCUĞUYUM. ABD’DE TIP FAKÜLTESİNDE DOKTORA YAPIYORDUM. ZATEN BİRÇOK KALIBI KIRMIŞTIM. “NE KAYBEDEBİLİRİM Kİ?” DİYEREK NASA’YA BAŞVURDUM…
Peki evrene, geçmiş yaşama, evrendeki yaşamın izlerine duyduğunuz merak ne zaman ve nasıl başladı?
-Doktorada, protein biyofiziği üzerine yoğunlaştım. Fakat proteinlerin hücre dışı işleyişini ve fonksiyonlarını anlayış biçimimiz beni rahatsız etmeye başlamıştı. Bu elbette çok büyük bir problem. Bir molekül, bir proteinin işleyişini temelden değiştirebilir. Bu değişim, protein metabolizma ve ağ yapısını, ağ yapısı ise organizmanın davranışını, bu davranışlar popülasyonların isleyişini ve dinamiğini, bu dinamikler ekosistemleri, atmosferi, gezegenin gidişatını etkileyebilir. Bir molekülden nerelere geldik! Kısacası, biyolojinin hiyerarşik yapısının jeolojik düzlemdeki evrimi kafamı kurcalamaya başlamıştı. Benimki, ilginç gelen soruyu, “Sonrası ne olur?” diye düşünmeden kovalama hikayesi. İlkokul mezunu bir ailenin çocuğuyum. Tıp fakültesinde doktora yapıyordum. Zaten birçok kalıbı kırmıştım. “Ne kaybedebilirim ki?” diyerek NASA’ya başvurdum. O zamanlar, aynı zamanda, yaşamın tekrarlanabilirliği üzerine çokça kafa yoruyordum. Stephen Jay Gould, Daniel Dennett gibi araştırmacıların kitapları bana yön verdi. Kimya doktorasında evrim kuramını yeterince öğrenmedik. “Bu değişmeli!” dedim. Hem evrimi hem yaşamın başlangıcını hem de hiyerarşik düzeni harmanlayacak deneysel bir proje tasarladım. Proje hemen kabul edilmedi. Hakemlerle bir süre kadar boğuştuktan sonra, 2010 yılında ilk NASA bursumu aldım. Sonrası da geldi. Birkaç sene NASA Astrobiyoloji Enstitüsü’nde çalıştıktan sonra Harvard Üniversitesi Sistem Biyolojisi, Organizmik ve Evrimsel Biyoloji, Yer ve Gezegen Bilimleri bölümlerinde bağımsız bir araştırma grubu yönetmeme imkan tanıyan bir burs kazandım. Akademik özgürlüğün sağlandığı bu 4 senelik süreç, düşüncelerimin kristalleşmesinde önemli bir rol oynadı. Dünyanın önde gelen bilim insanları ya burada eğitiliyor ya da buraya ders vermeye geliyordu. Geçmişi anlamamızdaki kavramsal konseptin hala doldurulmadığına burada kanaat getirdim. Projelerimi burada yapılandırdım. Bu süre içerisinde Japonya’da Tokyo Teknoloji Enstitüsü’nde kurulan yeni bir Yer-Yaşam Bilimi merkezinin kurucu üyelerinden biri oldum. 2018’de öğretim görevlisi olarak Arizona Üniversitesi Astronomi ve Biyoloji bölümlerinde işe başladım.
YAŞAMIN BAŞLANGICINI ANLAMAYA ÇALIŞAN BİLİM İNSANIYDIM NE DE OLSA… 2018’DE ANNE DE OLDUM!
Yanılmıyorsam aynı sene, bir de anne oldunuz!
-Evet. Bir de çocuk dünyaya getirdim! Yaşamın başlangıcını anlamaya çalışıyorum ne de olsa! Şimdi oluşturduğumuz empirik sentezimizle astrobiyoloji, jeoloji ve moleküler biyoloji için yeni bir alan açıyoruz. Hem hiyerarşik sistemlerin ortaya çıkışını anlamaya çalışıyor hem de yaşam için vazgeçilmez olan karbon, nitrojen gibi elementlere gerek duyan biyolojik sistemleri laboratuvarda yeniden yaratmaya çalışıyoruz.
3.5 MİLYAR YILDIR GEZEGENİMİZDE HAYAT VAR! YAŞAMIN KENDİSİNİ BULMAK KADAR YOKLUĞUNU İSPAT ETMEK DE ÇOK ZOR!
Vayyyy! Gerçekten müthiş! Olağanüstü heyecan verici bu anlattıklarınız… Yaşam, gezegenimizde kaç milyar yıldır var?
-3.5 milyar yıl! Ama biz kafayı önce 2 milyar seneye taktık. Burada öğrendiğimiz ve yeniden oluşturduğumuz biyolojik yaşama dair ipucu veren imzaları, şu anda oluşturulan teleskop parametreleriyle örtüştürmeye çalışıyoruz. Yaşamın kendisini bulmak kadar, yokluğunu ispat etmek de çok zor! Ne zaman burada yaşam olabilir diyeceğiz? Ne zaman burada bir şey yok, geç diyeceğiz? Önümüzdeki 10 senede, Güneş sistemi dışına ait veriler daha da çok artacak. NASA ve NSF’in de destekleriyle bu verilere ulaşmaya başladığında, kolları sıvamaya hazır olacak astrobiyologlar yetiştiriyorum!
HEY GENÇLER… GENÇ KIZLAR… SİZLER, GELECEKTE NE OLMAK İSTİYORSANIZ OLABİLİRSİNİZ… KALIPLAR, SINIRLAR, BUNLAR HEP SİZİN VAR ETTİĞİNİZ, ASLINDA VAR OLMAYAN ŞEYLER!
Bilim kurgu dizilerine meraklı mısınız, izliyor musunuz?
-Arizona Üniversitesi’nde “Uzay Yolunun Moleküler ve Evrimsel Biyolojisi” adlı bir ders veriyorum üniversite 1. sınıflara. Derslere bazen Star Trek dizisindeki Uhura olarak katılıyorum. Öğrencilerin suratlarındaki ifadeyi görmeniz lazım! Muazzam! En çok şuna inanıyorum ve bütün genç insanlara da bu mesajı veriyorum: Biz, ne olmak istiyorsak olabiliriz. Kalıplar, sınırlar, bunlar hep bizim var ettiğimiz, aslında var olmayan şeyler!
PANDEMİ VE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ÖZELLİKLE EĞİTİM HAKKI ELİNDEN ALINMIŞ KIZ ÇOCUKLARI İÇİN UZUN VADEDE PROBLEM YARATABİLİR!
İklim değişikliği genç kızları nasıl etkileyecek? Peki ya pandemi?
Tanıdığımız herkes bu gezegende yaşıyor. Gezegenimizi etkileyen her şey bu terazide, herkes için. Yani sorunuzun cevabı evet, genç kızları da etkileyebilir! Pandemi gibi, iklim değişikliğinden de etkilenme, maalesef regresif bir orantıda. Türkçesi, avantajsız olan, daha yüksek bedel ödüyor!
Biraz açar mısınız?
– Yaşamı ve geliri direkt olarak ekolojik çeşitliliğe bağlı olanlar, iklim değişikliğinden ilk önce etkilenecek olan grup. Ve bu süreç başladı. Şehirlerde çalışanlar, bu ilk grubun ürettiklerine erişim için daha fazla ücret ödemek zorunda kalacak. Bu da eksikliği, temel ihtiyaçlar kadar göze batmayan başka ihtiyaç ya da isteklerin (seyahat etmek gibi) yavaş yavaş kısıtlanmasına neden olacaktır. Benzer denge(sizlik) cinsiyet ayrımında da görülebilir. Eğer şu anda kadınlar, aynı eğitim düzeyindeki erkeklere oranla daha az sosyoekonomik güce sahip ise, onlar için sonuç daha ağır olacaktır. Durumu zor olanlar için, yani yarışa zaten zor koşullarda başlamış olanlar için, pandemi de iklim değişikliği de işleri daha da zorlaştırıyor. Bu şuna benziyor. Aynı yarışta iki maraton koşucusu hayal edin. Birinin sadece rüzgara karşı, diğerinin ise suyun içinde koştuğunu düşünün. Elbette suyun içerisinde de koşabilirsiniz, fakat rakipleriniz sadece rüzgara karşı savaşırken, siz suyun kaldırma kuvvetine karşı da savaşmış olacaksınız. Bu yüzden biz Generation Equality diyoruz: herkes için eşitlik! Zorlukların da eşitliği, kolaylıkların da… Yarışın adil olması için birlikte çalışmamız gerekli. Bu denklemde, örneğin benim gibi insanlar için, yaşamın gidişatını değiştiren fırsatların bir seneye mahsus iptali (uluslararası bir konferansın iptali mesela) küçük ve önemsiz bir detay olarak görünebilir. Fakat yıllar içindeki kümülatif etkiyi düşünün. Bu küçük marjlar, bu parametrelere ihtiyaç duyan, yarışa eşit başlamamış insanlar için fırsat kaybı.
Dolayısıyla, pandemi ve iklim değişikliği özellikle eğitim hakkı elinden alınmış kız çocukları için uzun vadede problem yaratabilir. Bu kitleye dikkat çekmek isteyen UN Women ve Aydın Doğan Vakfı’na teşekkür ediyorum. Türk kız çocuklarına rol model olmaktan gurur duyuyorum.