#SENİNBENZERSİZLİĞİN DURUŞUN
Karşımızdakinin benzersizliğini takdir etmek, onun benzersizliğini öne çıkarmak, aslında ne kadar önemli. Ama genellikle, hayatın rutini ve karmaşası içinde bu aklımıza bile gelmiyor. Oysa, birbirimizi cesaretlendirsek ne güzel olur! İşte Eti Karam Gurme bunu yapıyor.
Sağ olsunlar beni de cesaretlendirdiler, ‘’enerjimi’’ benzersiz seçerek. Benden de birini seçmemi istediler. Aklıma Mert Fırat geldi, ben de onu seçtim. Mert’in toplumsal olaylar karşısındaki duruşunu, sosyal sorumluluk bilincini benzersiz buluyorum çünkü…
Mert Fırat, İhtiyaç Haritası’nın kurucularından. İhtiyaç Haritası olarak bugüne kadar çok şahane şeyler yaptılar. Elazığ depreminde, 87 bin depremzedeye toplamda 744 bin parça malzeme ulaştırılmasını sağladılar. 50 Milyon TL’lik bir yardımdan bahsediyorum. Yetmedi Covid-19 başlar başlamaz, tıbbi malzeme destekleri için platformlarını açtılar. Orada da bir milyona yakın malzeme toplanmasını sağladılar. Müziğin birleştiriciliğinden yola çıkıp ‘’Festtogether Evde’’ dediler, 12.5 Milyon insanı canlı yayında bir araya getirdiler. İzmir depreminde yine çok çalıştılar. Helal olsun!!!! Mert’i buldum, sordum…
Eti Karam Gurme, sağ olsun, benim “ENERJİMİ” benzersiz seçmiş. Ben de senin, pek çok toplumsal olayın içinde yer alan, sosyal faydaya inanan “DURUŞU”nu benzersiz özelliğin olarak seçiyorum. Sen bir tiyatrocusun/oyuncusun ama aynı zamanda sivil toplumcusun… Elini taşın altına koymaktan çekinmiyorsun. Bir gün seni, hayvan haklarını savunurken görüyoruz, bir başka gün, “Oy verin!” diyorsun. Deprem oluyor, sahadasın, depremzedelere destek oluyorsun. Corona oluyor, milyonlarca insanı online bir festivalde bir araya topluyorsun… Avuçlarım patlayıncaya kadar alkışlıyorum. Bu ülkede Mert Fırat’ların artmasını diliyorum…
-Çok teşekkür ederim, çok naziksin. Evet, sosyal dayanışma, sosyal fayda, yardıma ihtiyacı olana el uzatma, yaşadığımız gezegeni, canlıları, doğayı koruma evvel ezel inandığım kavramlar. Ama insan olmanın gereği bunlar. Başka türlüsünü düşünemiyorum bile…
“Bunlarla öne çıkıyorum ama ben aslında oyuncuyum” gibi hissettiğin oluyor mu peki?
-Hayır, tam tersine. Oyunculuğu çok seviyorum ama benim için hep bir araç oldu…
Nasıl yani?
-Benim maceram, Halk Evleri’nde başladı. İlk oyunculuk eğitimimi de orada aldım. Neden oyuncu olmak istediğime gelince, benim bir derdim vardı, bir şeyler söylemek istiyordum, bu ülkede bir şeyler değişsin istiyordum. Sahnenin büyüsünü ve insanlar üzerindeki gücünü de görmüştüm. Bunu orada başarabileceğimi fark ettim. Çünkü sahne, herkesin sana baktığı ve seni dinlediği bir yer. “Madem benim bir sözüm var, o zaman ben sahneye çıkmalıyım!” dedim. Öyle olunca önce yazmaya başladım. Bir şeye, karşıdan bakma refleksi gelişmeye başladı. Sonra gittim oyunculuk eğitimi aldım. Ama dediğim gibi, benim için hep bir araçtı. Tabii ki oyunculuğu çok seviyorum. İnsanlar tarafından beğenilmek, takdir edilmek tabii ki çok değerli. Fakat bu “ün”, doğru bir enerjiyle yönetilmediği sürece, bomboş bir şey. Hiçbir anlamı yok! Sözde bir büyü. Bir karşılığı yok. Ben, bir ünüm varsa, bunu bu ülkedeki birtakım şeylerin olumlu yönde değişmesi için kullanmaya çalışıyorum. Yaptığım bu. Becerebiliyorsam ne ala…
SANAT, TOPLUMUN DERDİNİ AKTARACAĞIMIZ, DÜNYADA OLANI BİTENİ GÖSTERECEĞİMİZ BİR PLATFORM BENİM İÇİN
Hem de şahane bir şekilde yapıyorsun! O zaman, “Şu kadar para veririz, şu rolü oyna!” senin için geçerli değil…
-Asla! İçime sinmezse oynamıyorum. Oynamadım da. Çok örneği var. Türkiye’nin en bilinen yapımcıların teklif ettiği pek çok film, senaryo var. Onlar çekildi ama ben oynamadım. Ben, “Sanat toplum içinse yapılmalı”ya inanıyorum. Kendi iç meselelerimi, kimsenin anlamayacağı şekilde paylaşmak, buna da sanat demek bana göre değil. Ben gerçekten bir ihtiyaç gibi düşünüyorum sanatı. Toplumun derdini aktaracağımız, dünyada olanı biteni göstereceğimiz bir platform. Sanat bu yüzden beni heyecanlandırıyor. O yüzden oyunculuk yapıyorum.
SABIR, DAYANIKLILIK, ESNEKLİK
Senin kendinde benzersiz bulduğun özellikler neler?
-Bilmem. Sabır ve dayanıklılık galiba. Dayanıklılığın içinde sabır var zaten. Şimdilerde bir de “resilience” diyorlar ya. Esneklik. Covid’le birlikte, herkes “resilience eğitimleri” veriyor. Bence zaten genel itibariyle, Türk toplumunda var bu. Kolay bir coğrafyada yaşamıyoruz, pek çok badire atlattık bugüne kadar, sürekli bir türbülans yaşıyoruz, belki de o yüzden “dayanıklılık genimiz” gelişmiş durumda. Bende de kuvvetli bu gen, kolay kolay pes etmem, vazgeçmem.
Peki genelde insanları taktir eden bir yapın mı var?
-Evet, kesinlikle. Çünkü çok değerli bir şey bu. Karşımızdakileri cesaretlendiren, devam etme gücü veren bir şey. İhtiyaç Haritası’nda ve DasDas’ta pek çok insanla çalışıyorum. Elimden geldiğinde de onları takdir etmeye çalışıyorum. Ama takdir etmek kadar, takdir edilmeyi de bilmek gerekiyor. Çünkü bu da aslında bir “geri bildirim.” Ama ben kendi hakkımda olumlu bir şey duyduğumda hemen geçiştirmeye çalışıyorum, mahcup oluyorum. Oysa iltifatı da zarifçe karşılamayı bilmek gerekiyor. Bir de olumsuz geri bildirim var tabii. Ben eleştiriyi ciddiye alıyorum. Ama kimden geldiği önemli. Değer vermediğim birilerinden geliyorsa, beni hiç etkilemiyor. Çünkü göz önünde bir insansanız, eleştiriye, hakarete, hatta iftiraya kafadan maruz kalabiliyorsunuz. Ama özellikle de bugünkü dünya düzeninde, internetin bu kadar kabalaştığı, kirli bilginin bu kadar yoğun yayıldığı bir dünyada insanın çirkinlikleri içselleştirmemesi gerekiyor.
27 YILDIR SİVİL TOPLUMUN İÇİNDEYİM!
Kaç senedir bu sivil toplum konularının içerisindesin?
-12-13 yaşından beri. Yani 27 yıldır.
Peki bir rol modelin var mı?
-Olmaz mı? Pek çok Türk gencinin rol modeli Atatürk’tür herhalde. Benim için de öyle. Cumhuriyeti kuran ve o zor şartlar altında pek çok imkansızı başarmış bir kahraman o. O, bir ruhu temsil ediyor. Devrimci bir ruhu. Bütün cumhuriyet ekolü aslında bana öyle hissettiriyor. Hepsine hayranlık duyuyorum.
SANATÇILARIN, TOPLUMU İYİLEŞTİRECEK, DÖNÜŞTÜRECEK, BARIŞTIRACAK GÜÇLERİ VARSA, NİYE KULLANMASINLAR?
Sen, kamusal figürlerin bir misyonu olduğuna inanıyorsun değil mi?
-Evet. Güçlerini, toplumda yaşanan birtakım haksızlıkların, yanlışların giderilmesi konusunda harcamalarının faydalı olacağına inanıyorum. Ama bu, benim fikrim. Herkesin benim gibi düşünmesi gerekmiyor. Sanatçıların toplumu iyileştirecek, dönüştürecek, barıştıracak bir güçleri varsa, niye kullanmasınlar? Ha hiç sesini çıkarmayanlar var. Onları da eleştirmiyorum. Herkesin bir zamanı var. Demek ki konuşacak kadar bunalmış değiller. Bir gün gelir, konuşurlar.
ANNEM DE BABAM DA ÇEVREYE VE DOĞAYA KARŞI MÜTHİŞ DUYARLI İNSANLAR
Ailen peki? Onlar da sorumluluk duyguları gelişmiş insanlar mıydı?
– Evet. İkisi de hayatta inisiyatif alabilen, potansiyellerinin ötesine geçmeye çalışan ve bununla ilgili sorumluluk alan insanlar. Annem, 80’lerin inanılmaz bir girişimcisi. Babam ses sanatçısı. Yıllarca TRT ve Ankara Radyosu’nda çalıştı. Sonra bir yapım şirketi kurdu. Yıllarca şarkıcılık, bestecilik, güftecilik yaparak sanatını icra etti. İkisi de çevre ve doğaya karşı müthiş duyarlı insanlar.
İHTİYAÇ HARİTASI’NDA HİYERARŞİ YOK. BİR DE BİZDE KAYNAĞIN, NEREDEYSE, YÜZDE 100’Ü İHTİYAÇ SAHİBİNE ULAŞIYOR…
İhtiyaç Haritası’nın kuruluş hikayesini anlatır mısın?
-Elif Kalan diye Habitat’ta çalışan bir arkadaşım var. Seçim dönemiydi, bana geldi dedi ki, “Gençleri siyasete erken özendirmekle ilgili kampanya yapıyoruz. Sen de bunun içinde olur musun?” “Seve seve!” dedim. Güzel bir çalışma yaptık birlikte. O dönem sürekli Elif’e, “Bizim halk evleri için yeni bir sistem kurmamız lazım. Farklı illerde bir sürü halk evi var. Hepsinin giderleri, ihtiyaçları var. Bilemiyoruz ihtiyaçlarını. Keşke bunları ortak bir havuzda görebilsek. Böyle bir sitemiz, sayfamız olsa. Aslında sadece halk evleri için değil, herkes için bir ihtiyaç bu. Aynı şekilde gelen destekleri de görebildiğimiz bir platformumuz olsa… Ve artık şu STK’larda dikine bir hiyerarşik düzen olmasa, ‘Ben yıllarımı verdim! Sen kimsin de dernekte, bu projeyi yapacaksın, yaptırmazlar şekerim! diyen ablalar, abiler olmasa…” filan diyordum. O da bana, “Benim seni acilen Ali Ercan’la tanıştırmam lazım. O da benzer şeyler anlatıyor!” dedi. Ben de “Tamam, tanıştır” dedim. Biz tanıştık. İlk buluşmamızda tam 6 saat konuştuk. Ali Ercan, yardımın yönetilmesiyle ilgili doktora yapmış biri. İnanılmaz bilgili. Ama aynı zamanda mahalleyi de sokağı da biliyor. İşte İhtiyaç Haritası böyle doğdu. Bu arada, bizde gerçekten hiyerarşi yok. Bir de kaynağın, neredeyse, yüzde 100’ü ihtiyaç sahibine ulaşıyor…
Hayatın boyunca en çok gurur duyduğun şeylerden biri mi İhtiyaç Haritası?
-Evet. Çünkü hep birlikte gerçekten faydalı işler yaptık, yapmaya da devam ediyoruz. Günden güne de büyüyoruz. Beşinci yılımıza gireceğiz. Elazığ depreminde mesela, gönüllülerimizle birlikte, 87 bin depremzedeye 744 bin parça malzeme ulaştırılmasını sağladık. 50 milyon liralık bir yardım sözünü ettiğim. Covid-19 başlar başlamaz da tıbbi malzeme için platform açtık, orada da 1 milyona yakın malzeme toplanmasını sağladık. Sonra müziğin birleştiriciliğinden yol çıktık, “Festtogether Evde” dedik, 12.5 milyon insanı canlı yayında bir araya getirdik. Bu arada bu festival, İhtiyaç Haritası’nın, “bir arada çalışma kültürünü” inşa ettiği bir proje. Pek çok STK ve kurumla birlikte gerçekleştirdik. Çok başarılı geçti. Eğlenebildiğimiz, vegan beslenebildiğimiz, aynı zamanda müziğimizi dinleyebildiğimiz, Bob Geldof’un kalkıp geldiği, Athena’sından Sertab’ına kadar birçok sanatçısının yer aldığı bir festivaldi. Hem söyleşiler hem de etkinlikler oldu. Festtogether, 80 sanatçının katıldığı bir online festivale dönüştü. Dünyada en çok izlenen 3. etkinlik oldu. Avrupa Birliği Birleşmiş Milletler Orkestrası çaldı. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı bizi destekledi. Bu da İhtiyaç Haritası olarak gurur duyacağımız şeylerden biri bence. Sonra Eti Sarı Bisiklet’le gerçekleştirdiğimiz bir proje var. Yapılan araştırmalara göre, 2 milyondan fazla bisiklet atıl durumda. Alınmış ve balkon bekliyor ya da depoda çürüyor. Pilot 3 ilde, İhtiyaç Haritası’yla ETİ Sarı Bisiklet iş birliği sayesinde bisikleti olup kullanmayanlardan toplanan bisikletler, tamir edilerek yenilendi ve bisikleti olmayan İhtiyaç Haritası’na başvuran insanlara ulaştırıldı.
BiR KİRA BİR YUVA KAMPANYASINA, 40 MİLYON LİRANIN ÜZERİNDE BİR DESTEK GELDİ. BİZ, 5 BİN EV HEDEFLEMİŞTİK. ŞU ANDA 5 BİN EV HEDEFİNE ÇOK YAKINIZ
Bir de İzmir depreminde gerçekleştirdiğiniz “Bir Kira Bir Yuva” kampanyası var…
-Evet. Onunla da gurur duyuyoruz. İzmir depreminde de tıpkı Elazığ depreminde olduğu gibi bir afet platformu kurduk. Yine AFAD’la, belediyle, maden işçileriyle ve destek sağlayan herkesle ve ortak bir şekilde süreci götürdük. Şu an kadar, 40 milyon liranın üzerinde bir destek geldi. Biz, 5 bin ev hedeflemiştik. Şu anda 5 bin ev hedefine çok yakınız. Biliyorsun, bu kampanya, Tunç Başkan’ın önderi olduğu bir kampanya. Belediyenin aldığı inisiyatifle, sivil toplumun da katkısıyla çok anlamlı bir hale geldi. Ama ihtiyaç, her zaman var. Bir yandan da ortada pandemi var, Covid var. İnsanlar sadece depremle boğuşmuyorlar. Maddi imkansızlıklar var. O yüzden sürekli çalışmaya devam. Hep sürdürülebilir modeller üzerine kafa yoruyoruz.
DÜNYA GÜZELİ, MİS KOKULU BİR ŞEY VAR EVDE. BAKIP BAKIP, “BU, ŞİMDİ BİZİM Mİ?” DİYORUM
Tebrik ederim baba oldun! Nasıl hissediyorsun?
-Mutluluğumu, heyecanımı, coşkumu kelimelerle tarif edemem! Sürekli şükrediyorum. Dünya güzeli, mis kokulu bir şey var evde. Bakıp bakıp, “Bu, şimdi bizim mi?” diyorum, inanamıyorum. Biraz da şaşkınım. “Başına gelmeden anlayabileceğin bir şey değil!” diyorlardı. Haklılarmış.
Adı ne?
-Seyhan Mia. “Mia”, parlayan, ışıldayan, ışık saçan demek. Aynı zamanda Japonya’da bir nehir. “Seyhan” da bizim ülkemizin, en önemli nehirlerinden biri. En büyük kolu, Adana’dan Akdeniz’e karışan efsane bir nehir. Seyhan, aynı zamanda, eşim İdil’in anneannesinin ismi. “Fırat” da soy ismimiz. O da bir nehir…
Vayyy siz, nehirlerden ilerlemişsiniz…
-(Gülüyor) Evet. Kızımızın hayatının, su gibi akmasını istedik. Mantığından çok duygularıyla karar verebilsin. Çünkü İdil de ben de daha çok mantığıyla hareket edebilen insanlarız. Ben Oğlak’ım, İdil Koç. İkimiz de analitik tipleriz. Bir arkadaşım bana, “Senin su grubundan birine ihtiyacın var. Şöyle bir Akrep olsa hayatında, harika olur!” demişti. Sonra İdil’le tanıştım, İdil’in yükseleni Akrep. Şimdi kızımız da Akrep. Su burcu iki kadınla tamamlandım ben.
EŞİM İDİL GERÇEK BİR AMAZON KADINI
Evde nasıl bi telaş var?
-Harika, tatlı bir telaş. Tabii yeni hayatımıza adaptasyon süreci…
Kim kimsiniz evde?
-Ben, İdil ve bize yardımcı olan bir ablamız var. Arada anneler gelip gidiyor. Zaten yakın oturuyorlar. Ama tabii Corona süreci, dikkatli olmaya çalışıyoruz. Kendi sistemimizi kurmaya gayret ediyoruz. Zaten Seyhan Mia, gelmeden önce her şey hazırdı. Telsizimizden, beşiğimize kadar, ne nerede duracak, her şeyin provasını yapmıştık. Bir baş rol oyuncumuz eksikti, o da geldi, çok şükür!
Geceler nasıl geçiyor?
-Fena değil. Kızımız huzurlu bir bebek. Ben zaten normalde 5 saat uyuyan birisiyim. Şimdi 3-4 saat yetiyor. Elimden geldiğince İdil’e yardımcı olmaya, sorumluluğu paylaşmaya çalışıyorum.
İdil’in durumu ne?
-Gerçekten bir Amazon kadını o! Acayip kuvvetli. Her anlamda. İdil, bin yaşıyorsa bir söyleyen biri. Gerçekten kendi başına bir ordu o. Her zaman İdil’e saygı duymuşumdur. Ama içinden nasıl bir mücadeleci kadın çıktığını görünce, saygım daha da arttı!
NORMAL DOĞUM YAPTI…. ÇOK ŞÜKÜR, SORUNSUZ GEÇTİ
Bu sürece birlikte mi hazırlandınız?
-Evet. Birlikte kitaplar okuduk, filmler, belgeseller izledik. Ama esas iş, kadında bitiyor tabii. Bebeği taşıyan o, doğuran o. Bir arkadaş grubumuz var hamile, bir arkadaş grubumuz var, doğurdu. Süreçleri adım adım onlarla da birlikte yaşıyoruz. Karşılıklı bilgi alışverişinde de bulunuyoruz.
Doğum peki?
-Çok şükür sorunsuz gerçekleşti…
Normal doğum, sezaryen?
-Normal doğum yaptı İdil. Öyle istiyordu zaten. Valizimiz her şeyimiz hazırdı. İdil’in yanında neler olacak, bebeğin ilk kıyafeti ne olacak, geldiğinde ne vereceğiz… Her şeyi planlamıştık. Gece 01.30 filandı. İdil, “Sancım başladı!” dedi. Baktık sıklığı artıyor, hastaneyi aradık, “Biz bir rezervasyon yaptırmak istiyoruz!” dedik. İkimiz de sakindik. Benim sakin olmam normal de İdil de sakindi. Sonra hastaneye gittik.
BENİM BAŞIMA YARISI GELSE, CAMDAN FİLAN ATARDIM KENDİMİ! O İSE, DÜNYANIN EN NORMAL ŞEYİ GİBİ DAVRANIYORDU
Yol boyu korktunuz mu?
-Yoo hayır.
Arabayı sen kullanıyorsun…
-Evet. 02.00 gibi odaya yerleştirdiler bizi. Sabah karşı, sancılar hızlanmaya başladı. Sonra doğumhaneye aldılar.
İdil, hiçbir şeyi abartan biri değil anladığım kadarıyla…
-Asla! Benim başıma yarısı gelse, ben camdan filan atardım kendimi! O ise dünyanın en normal şeyi gibi davranıyordu.
HERMANN HESSE, SIDDHARTHA’SINDA, BİR BENZETME YAPAR. “BİR SAZLIK KADAR KIRILGAN VE ZAYIF AMA AYNI ZAMANDA KUVVETLİ VE KÖKÜNE BAĞLI!” İDİL İŞTE ÖYLE…
Demiyor mu “Annemi çağır” filan…
-Hayır demedi! Gerekten inanılır gibi değil. Bir kere daha aşık oldum karıma bu süreçte. Ben grip olduğumda filan ortalığı ayağa kaldırıyorum. İdil, doğuma girerken bile tık yoktu. Aksine o beni sakinleştiriyordu. Görünüşü kırılgan filan ama içinde acayip güçlü bir kadın var. Hermann Hesse, Siddhartha’sında, bir benzetme yapar. “Bir sazlık kadar kırılgan ve zayıf ama aynı zamanda kuvvetli ve köküne bağlı!” İdil öyle…
DOĞUM, GERÇEKTEN DÜNYANIN EN ACAYİP MUCİZESİYMİŞ! MÜTHİŞ ETKİLEDİ BENİ. BÜYÜLENDİM. AMA EN ÇOK KARIMDAN BÜYÜLENDİM
Anneler babalar ne zaman olaya dahil oldu…
-Her şey bittikten sonra… Ortalık zaten Covid, kimseye haber vermedik. İdil istemedi.
Doğumhaneye filan giderken acıklı acıklı bakmadı mı sana?
-Ben olayın her aşamasında vardım zaten. Doğum, gerçekten dünyanın en acayip mucizesiymiş! Müthiş etkiledi beni. Büyülendim. Ama en çok karımdan büyülendim. Bütün o sürece dayandı, bir taraftan da beni idare etti, gerçekten inanılır gibi değildi. “Doğum sancısı” çekmek deriz ya, biz erkekler için boş bir laf aslında, biz anlamıyoruz. Ben, doğum sancısı diye gevelediğimiz şeyin gerçekte ne olduğunu bizzat gördüm. 5-6 saat o sancıyı çekti, gık bile demedi.
KARIM DOĞURURKEN YANINDA OLMAMAYA DAYANAMAZDIM! BENİM ORADA, HER AN, HER SANİYE, SEVDİĞİM KADININ ELİNİ TUTUP, YÜZÜNE BAKIP, NE OLUP BİTTİĞİNİ, NELER HİSSETTİĞİNİ ANLAMAM LAZIMDI… ÖYLE DE YAPTIM
Bazı erkekler dayanamıyor, giremiyor filan..
-Ben, karım doğururken yanında olmamaya dayanamam! Benim orada, her an, her saniye, sevdiğim kadının elini tutup, yüzüne bakıp, ne olup bittiğini, neler hissettiğini anlamam lazım. Hoş, yarısını bile hissedemem -kadınlar çekiyor her şeyi- ama yine de ona destek olmaya çalıştım. Allah yüzümüze baktı da sorunsuz hallettik. Tabii bütün bunları bir de İdil’den dinlemek lazım, gerçekte yaşayan o. Ama karımla gurur duyduğumu bir kere daha söylemek isterim.
KIZIMIZI İLK KUCAĞIMIZA ALDIĞIMIZ AN OLAĞANÜSTÜYDÜ… TABİİ Kİ ÇOK DUYGULANDIK… AĞLADIK
Bebeğiniz doğunca ne yaptınız?
-E tabii ki çok duygulandık ikimiz de. Ağladık. Çok özel anlar, o anlar. Gerçekten aile olduğunuzu hissettik. Olağanüstüydü kızımızı ilk kucağımıza aldığımız an…
HAYATIMI ONUNLA BİRLEŞTİREREK NE KADAR İSABETLİ BİR KARAR ALDIĞIMI BİR KERE DAHA GÖRÜYORUM. ÇOK ŞANSLI HİSSEDİYORUM KENDİMİ
İdil’i benzersiz kılan ne?
-Dirayeti, cesareti, Amazon kadın olması, dürüstlüğü, samimiyeti. En ufak bir şüphe duyamayacağın kadar dürüst ve açık. Bir de kendisini öne çıkarmaktan hoşlanmayan bir tarafı var. İnanılmaz bir eğitimi ve bilgi birikimi var ama ultra alçak gönüllü. Bu, bizim ülkemizde, çok alışık olduğumuz bir şey değil. Bu halini de çok seviyorum. ÇABA’nın kurucularından İdil. Sivil toplum örgütlerinde kaynak yaratmayla ilgili ders verebilir mesela, ama ortalığa atlayan, “Ben, ben” diyen tiplerden değil. Oysa, biz sürekli kendini ön plana çıkarmaya meraklı insanlarla dolu bir dünyada yaşıyoruz. O, öyle değil. Birlikte yaşadığımız her tecrübede, hayatımı onunla birleştirerek ne kadar isabetli bir karar aldığımı bir kere daha görüyorum. Çok şanslı hissediyorum kendimi.