İlk konuğum Tülay Kahraman. Bir mühendis. 25 yıla yakın çok uluslu şirketlerde, üç kıtada çalışmış bir üst düzey yönetici. Kariyer basamaklarını, azmiyle, çalışkanlığıyla birer birer çıkmış müthiş bir kadın. Çözüm odaklı, hızlı, pratik, konfor alanından çıkmayı hayatın amacı edinmiş, cesur biri. Başarılı bir iş kadını ama aynı zamanda bir anne.
Burası işte, kadınlar için zorlayıcı olan nokta. İş hayatında çok yükselmek istiyorsanız ve aynı zamanda anneyseniz, hayat zorlayıcı olabiliyor. Tülay için de öyle olmuş. Görev aldığı şirketlerin üç kıtadaki yöneticiliklerini üstlenirken, çocuklarından uzakta olmak durumunda kalmış. Kızları, eşiyle Türkiye’de hayatlarına devam etmiş. Onları görebilmek için, iki haftada bir binlerce kilometre yol tepip, İstanbul’a gelmiş. Kadınsanız kariyerinizde yükselmek istiyorsanız -ki en doğal hakkınız, erkekler nasıl tercih edebiliyorsa, kadınlar da yapabilmeli- erkeklere göre daha zor işiniz.
Tülay, 25 yıl başarıyla bunu gerçekleştirmiş. Ama tabii ki pek çok bedel ödeyerek. Sonunda da sağlığından olarak. Dahası, meme kanseri olduğunda, tam da tedavinin ortasında, işine son veriliyor. Peki pes ediyor mu? Hayır! Aksine, tüm bu olumsuzlukların içinden, yine azmiyle, şahane bir şekilde çıkıyor. Ve bugün bize hayattan öğrendiklerini anlatabiliyor. Artık kendi işi var, yine çok başarılı, kurumsal şirketlere danışmanlık veriyor. Üstelik özgür. Artık zamanı kendi istediği gibi yönetebiliyor ve her daim çocuklarının yanında…
MEMUR BİR AİLENİN ODTÜ’DE OKUMUŞ MÜHENDİS KIZIYIM… ALDIĞIM EĞİTİMİN HAKKINI VERMEK VE KONFOR ALANIMDAN ÇIKMAK İSTEDİM
24 yıl uluslararası büyük şirketlerde üst düzey yöneticilik yaptınız. 3 farklı kıtada yaşadınız. Evli ve iki kız çocuğu annesisiniz. Bazı görevlerde, gittiğiniz ülkelerde yalnız yaşadınız. Başarılı bir kariyer kadını olmak sizin için ne ifade ediyordu?
-Konfor alanından çıkabilmek! Bize gümüş tepside sunulmayanı gidip bulup, almak. Ben de bunun için uğraştım. Memur bir ailenin kızıyım, ODTÜ’de mühendislik okudum. Çok iyi bir eğitim aldım. Çok uluslu şirketlere girdim, çalışkanım da kariyer merdivenlerini adım adım tırmandım. Yurt içi ve yurt dışı operasyonlarında kalite ve ARGE yöneticisi olarak görev aldım. Yılın en az 28 haftasını seyahatlerde geçiriyordum. Bazı görevler için kızlarımdan ve eşimden uzakta farklı ülkelerde yaşamak durumunda kaldım. Kızlarımın pek çok “ilk”inde yanlarında değildim…
AİLEDE HEM KADIN HEM DE ERKEK KARİYER YAPMAK İSTERSE… BİR DE ÇOCUKLAR VARSA ORTADA… HİÇ DE KOLAY OLMUYOR!
Ailede, iki kişi birden kariyer yapmak isteyince n’oluyor?
-Çok kolay olmuyor. Belçika ve Güney Afrika teklifi geldiğinde, eşim, “Kariyerin için çok iyi fırsatlar, değerlendirmelisin!” dedi. “Gitme” dese, ‘ne olurdu’yu bilmiyorum. Ama şunu çok net söyleyebilirim: O, yurt dışında bir kariyer çizseydi kendine, ben onun peşinden giderdim.
Kimin daha çok fedakârlık yapması gerekiyor hele çocuk varsa…
-Genel olarak kadınların. Ama bizim durumumuzda, biz ikimiz de fedakârlık yaptık. Anne ve babamın desteğini de unutamam tabi. Eşim Tayfun, bebekliklerinden beri her türlü temel ihtiyaçlarını sorunsuz giderdi kızlarımızın. Yıkama, yedirme, alt değiştirme, parka götürme. Bunları hep severek yaptı. Çocuklar üzerinde çok büyük emeği var.
Siz, yurt dışı görevlerinizi nasıl yürüttünüz peki?
-Yürüttüm bir şekilde. Belçika’dayken evliydik ama çocuk yoktu. Güney Afrika’ya gittiğimde Deniz 10, Defne 8 yaşındaydı. İstanbul’da Tayfun’la kaldılar. Ben her iki haftada bir, hafta sonu için İstanbul’a geliyordum.
Peki ya hamilelikleriniz? Onlar nasıl geçti?
-Deniz’e hamileyken Belçika’daydım. Döndüğümde 8,5 aylık hamileydim. Tayfun Deniz’i, doğurduğumda gördü. Belçika’da gerekli olmadıkça ultrasonla görüntüleme yok zaten. Defne’de Türkiye’deydim ama Amerika’daki bir proje için çok sık seyahat etmem gerekiyordu. Hamileliğin 7,5 ayında yarıdan fazla Amerika’daydım diyebilirim.
KIZLARIMIN PEK ÇOK “İLK”İNİ KAÇIRDIM… İLK YÜRÜME, İLK DİŞ
Üç kıta da çalışmışsınız, Avrupa, Amerika, Afrika… Nasıl yapabildiniz?
-Bilmem. Yaptım. Hiç düşünmedim nasıl yaptım diye. Çok şey öğrendiğimden midir nedir, zorlandığım kısımları çok önemsemiyorum. Zorlanmayı, hayatın vazgeçilmez bir parçası olarak kabul etmişim bir şekilde. Konfor alanında kalmak, beni daha çok yoruyor. Çok fazla insan tanıdım. Çok farklı kültürden insanla çalıştım. Bunlar bana çok şey kattı, insani olarak da…
“İşim yüzünden çocuklarımın yanında olamıyorum” diye suçluluk duydunuz mu?
-Duymaz olur muyum? Tabii ki duydum! Hem de nasıl. Amerika’dan son dönüşümde Deniz, Tayfun’un kucağındaydı, beni karşılamaya gelmişlerdi. Hamileyim zaten duygular tavan yapmış. Görür görmez kucağıma almak istedim. Kafasını, babasının boynuna gömdü ve oradan 2 gün boyunca çıkmadı. Benimle konuşmadı. Sonra sonra büyüdüğünde bir gün bana dedi ki: “Anne, sen hani bana bir köpek getirmiştin peluş Amerika’dan hatırlıyor musun? Ben hep onunla uyumak istiyordum. Çünkü sen kokuyordu.” Bunu itiraf ettiğinde 13 yaşındaydı. Kalbime bir bıçak saplandı.
Çocuklarınızın hangi “ilk”lerini kaçırmak durumda kaldınız mı?
-Ben onların pek çok “ilk”ini kaçırdım. İlk yürüme, ilk diş…
“Çocuk da yaparım, kariyer de…” söylemesi kolay ama aynı zamanda anne de olan bir kadın için, iş hayatında hırslı ve iddialı olmak zor oluyor değil mi?
-Ne yazık ki öyle! Kesinlikle sizi her yönden destekleyen biri olması lazım. Çocuklara tam olarak yetemeyeceğinizi de kabul etmek gerekiyor.
Siz, “İş hayatım yüzünden eşimden ve çocuklarımdan ayrı kaldım. Bunun hepimiz için en iyisi olduğuna inandım” diyorsunuz. Açın bu cümleyi…
-Kariyerinizde ilerledikçe, iyi de para kazanıyorsunuz. Daha iyi imkanlara sahip oluyorsunuz. Çocuklarınızı özel okullarda okutuyorsunuz. Bir süre sonra bu imkanlar vazgeçilmezmiş gibi geliyor. Ve sonunda, bunun, herkesin iyiliği için olduğuna kati şekilde inandırıyorsunuz kendinizi. Şimdi biliyorum ki, daha az parayla da gayet güzel bir hayat sürdürülebilir. Bir sürü kıyafetim var, son 3 yıldır yarısından çoğuna elimi bile sürmedim. Çocuklar devlet okuluna gidiyor şimdi, valla ölmediler bu sebeple henüz!
ÇOK YORMUŞUM KENDİMİ, SONUNDA KANSER OLDUM!
Şimdi geriye bakınca ne diyorsunuz?
– Yaptığım her işi sevdim. Birlikte çalıştığım pek çok insan var hala hayatımın en kıymetli yerindeler. Ama bugün görüyorum ki, çok yormuşum kendimi. Tüm o süreçteki stresin olumsuz etkilerini sağlığımı kaybederek yaşadım. Hastalandım sonunda. Meme kanseri oldum.
Hastalığınızı, tüm bu yorgunluklara, çok çalışmaya, strese, ülkeler arasında git gele mi bağlıyorsunuz?
-Muhtemelen. Ama ben en çok vücudumun bana, “Dur biraz dinlen, yoruldum” dediğini düşünüyorum. Kanser bütün hayatımı allak bullak etti tabii.
Nasıl fark ettiniz? Elinize kitle mi geldi?
-Evet. 2017’nin mayıs ayında check-up randevum için hazırlanırken, çok da yapmadığım bir şekilde, elle muayene ettim kendimi. Ve elime bir kitle geldiğini fark ettim. Doktoruma, sol mememdeki kitleden bahsettim. Biyopsi, testler ve tetkikler sonucunda ikinci evre, 5 cm boyutunda ve mix tip kanserli kitle olduğu anlaşıldı.
Doktor, “Meme kanserisiniz!” dediğinde aklınızdan geçen ilk şey neydi?
-Çok tuhaf bir şekilde bana telefonda söylediler. İş yerindeydim. “Peki” deyip kapattım. Ağlamadım, sızlamadım. Dondum kaldım.
Öleceğini mi düşünüyor insan… “Çocuklarım bensiz ne yapar?” mı diyor… “Kocam ne olacak?” mı diyor… Ne diyor?
-Çok yakın bir arkadaşım var. Öğrendiğim gün, öğle yemeğinde buluştuk. Ona, “Bana bir şey olursa, çocuklarım ne yapar?” dedim. Ağladık beraber. Eşim Tayfun’a sordum bir de “Bana bir şey olursa çocuklarımıza bakarsın değil mi?” diye. “Meraklanma bakarım” dedi. Tayfun’un çocuklarımıza çok iyi bakacağını biliyorum. Gözüm kapalı emanet ederim ona. O ilk günlerdeki melankoli geçince, öleceğim aklıma bir daha gelmedi.
KEMOTERAPİYE BAŞLAMADAN ÖNCE GİTTİM SAÇLARIMI SIFIRA VURDURDUM
Sonra ne yaptınız?
-Mühendis gibi davrandım! Hastalığıma, analitik yaklaştım. Metastaz yapmamıştı, lenflerde tutulum olup olmadığı da ameliyat sonrası kesinlik kazanacaktı. Arama motorlarında meme kanseri tiplerini, evrelerini ve başarı oranları okudum. Özellikle de istatistiklere baktım. İki hafta böyle geçti. Sonra ameliyat günü geldi çattı!
Ameliyat sorunuz geçti mi?
-Evet, evet. Lenflerde tutulum yoktu. Meme, kitleden tamamen temizlenmişti. Patoloji sonucuna göre, 12 kür kemoterapi ve takiben 1 ay kadar sürecek radyoterapi almama karar verilmişti. Doktorum, beni kemoterapi sürecinde neler bekleyeceği konusunda bilgilendirdi. Saçlarım dökülecekti. Ağzımda yaralar çıkabilirdi. Kan değerlerim düşebilir, bağışıklığım darmaduman olabilirdi. Kızlarıma durumu anlatmam gerekiyordu. Büyük kızım 13, küçük kızım 11 yaşındaydı o zaman. Kemoterapi sonucu saçlarımın döküleceğini öğrenince, büyük kızım, “Sonunda iyi olacaksan, sorun yok!” dedi. Ama küçük kızım ağlayarak masayı terk etti. Galiba benim için en zor anlardan biriydi. İstiyordum ki, benim başıma gelen bir hastalık, onların minicik omuzlarına yük bindirmesin. O zamana kadar, her şeye, her zaman gücümün yeteceğine inanan ben, henüz kemoterapinin etkilerinden habersizdim. Kemoterapiye başlamadan önce gittim saçlarımı sıfıra vurdurdum. Dökülüp elime gelmesine dayanamayacağımı düşündüm. Bir de peruk aldım, ara ara kullansam da daha çok bandanayla dolaştım. Peruktan daha konforlu ve daha güzel olduğunu düşünüyorum.
KANSERDEN SONRA EŞİNDEN AYRILAN TANIDIKLARIM VAR. BİZDE ÖYLE OLMADI. TÜM YAŞADIKLARIMIZ BİZİ DAHA DA YAKINLAŞTIRDI…
Eşiniz bu süreçte size ne kadar destek oldu?
-Müthiş destek oldu. Ama çok soğukkanlı davrandı. Hani bazen, “Birlikte aşacağız bu zorluğu, yenilmeyeceğiz. Seni yaşatacağız!” gibi klişe şeyler duysam, iyi gelir miydi diye düşünmüyor değilim. Sessiz bir anlaşma yaptık onunla. Hiç konuşmadık. Ama ikimiz de ne yapmamız gerektiğini biliyorduk. O çocuklarla ilgilenecek, arka planı temiz tutacak, benim sadece kendime odaklanmam için yer açacaktı. Ben de iyi olmak için, ne gerekiyorsa onu yapacaktım. Öyle de oldu. Bu hikâyenin gizli kahramanı o.
Kanser, çiftler açısından bir test niteliği taşıyor mu? İlişki ya çakıyor ya geçiyor mu?
-Olabilir. Meme kanserinden sonra eşinden ayrılan tanıdıklarım var. Bizim ilişkimizde öyle olmadı. Olan biten her şey, bizi birbirimize daha çok yakınlaştırdı.
HER BİR KEMOTERAPİ SEANSIMA FARKLI BİR ARKADAŞIM GÖTÜRDÜ BENİ BU HASTALIĞIN BANA VERDİĞİ EN GÜZEL HEDİYE NE KADAR SEVİLDİĞİMİ GÖRMEM OLDU
Kemoterapiler nasıl geçti?
-Her bir kemo seansıma, farklı bir arkadaşım götürdü beni. Bu hastalığın bana verdiği en güzel hediye, ne kadar sevildiğimi görmem oldu sanırım. Kemoterapi odasından hep kahkahalar yükseldi, onların sayesinde. Her kemo sonrası, kebap yedirdiler bana, devam eden 1 haftada her şeyin zehir zıkkım olacağını bilerek. Açık hava konserlerine gittim, nasıl göründüğümü, bana nasıl bakacaklarını umursamadan. Çoğu zaman kanser olduğumu unuttum. Kemoterapinin vurmadığı zamanlarda daha önce yapamadığım şeyleri yaptım. Kızları okula bıraktım, okuldan aldım. Antrenmanlarına götürdüm, maçlarını seyrettim. Onlar büyürken, iş adına kaçırdığım ne varsa yapmaya gayret ettim. Düzenli yürüyüş yaptım. Hem fiziksel hem de psikolojik olarak dibe vurduğum günler de oldu elbet. Ama hep şunu hatırlattım kendime: “Geçecek! Böyle hissetmen normal, ama geçecek! Sonuçta dünya üzerinde her 8 kadından birinin başına gelen geldi başıma ve buna, bundan daha fazla anlam yüklemek gereksizdi!” Tedavinin bana öğrettiği bir başka şey ise, yardım istemenin büyüsü oldu. O güne kadar her işini kendi yapan ben, merdivenden aşağı inemeyecek kadar takatsiz kaldığım günlerde, kızlarımdan bana yardım etmelerini istedim. Bana kalırsa, onlar da annelerinin etten kemikten bir insan olduğunu gördü. Herkesin düşebileceğini ama sonunda kalkabileceğini de…
Müthiş şeyler öğretmiş kanseriniz size…
-Hem de nasıl! Hayata dair tüm bu dersleri aldığımı düşündüğüm günlerden birinde tam da kemoterapinin ortasındayken- çalıştığım şirketten bir telefon geldi. Demek ki alacağım dersler bitmemiş!
Nasıl yani? Ne dediler ki telefonda…
– Sene sonunda işime son verileceğini söylediler! Pozisyonumu kapatmaya karar vermişler…
Nasıl olur böyle bir şey?
-Oldu valla!
İnsanlık dışı değil mi bu?
-O kadar yıkıldım ki, insanlık dışı mı değil mi diye değerlendiremedim bile. Tek düşündüğüm, işsiz ne yapacağım paniğiydi. Çocuklar, özel okula gidiyordu. Eve giren paranın yarısını ben kazanıyordum. O halde nasıl iş bulacaktım? Üstelik daha kemoterapinin yarısındayım!
Hangi gerekçeyle işinize son vermek istediler?
-Amirime, “Ekibini, yüzde 30 azalt!” diye direktif verilmiş. 10 kişiydik, 3’ümüzü seçmesi gerekiyordu. Benim kabullenemediğim, bunu bana, ne durumda olduğumu kontrol etmeden telefonda söylemeleri oldu. İnanır mısınız, işten atıldığıma üzüldüğüm kadara kanser olduğuma üzülmedim. Bu, daha çok koydu. Çünkü kanser için planım hazırdı. İşe yarar yaramaz onu bilemem ama bir planım vardı. İşten atılmaya daha hazırlıksız yakalanmıştım. Tedavimin ortasında sırtımdan vurulmuş gibi hissettim. Süreci de baştan aşağı kötü yönettiler. Pozisyonumu kapattılar ama bir yıl boyunca, eften püften iki proje vererek süreci uzattılar. Verdikleri kararın diyetini böyle ödemeye çalıştıklarını düşünüyorum. Sonra yollarımız ayrıldı.
AMA YILMADIM, TEDAVİ OLDUM KÜLLERİMDEN DOĞDUM VE KENDİ İŞİMİ KURDUM
Tüm bu yaşadıklarınız size ne öğretti?
-Hayatta her şey mümkün… Bunu öğrendim. Her şey, insanlar için. Ama nasıl iyi şeyler başımıza geldiğinde, “Allah’ım neden bunlar benim başıma geldi?” diye sormuyorsak, hastalık gibi iyi olmayan şeyleri de bazen olduğu gibi kabul etmek, ‘Neden ben? Neden ben?’ dememek lazım. Herkesin başına her şey gelebilir. Ben, o son bir yılda, saçlarımı ve işimi kaybettim. Ama bambaşka bir bakış açısı kazandım. Tayfun’la bağımız, sevgimiz eskisinden güçlü. Ailemin bana olan sevgisi, desteğini bilmek, arkadaşlarımın her daim yanımda olduğunu hissetmek ve hayatın her zaman yaşamaya değer olduğunu kavramak gerçekten müthiş.
Sağlığınız?
-İyileştim. Saçlarım uzadı, tekrar boyamaya başladım. Kaşlarım çıktı, kaş kalemimi attım. Kortizon sebebiyle aldığım kiloları verdim. Düzenli yürümeye, sağlıklı beslenmeye devam ettim. Görünüşüm eskisinden bile canlı hale geldi, muhtemelen stresim ortadan kalktığı için. Bir nevi küllerimden doğdum. Kontrollerimi aksatmıyorum, doktorumun sözünden çıkmıyorum. Üzerime düşen ne varsa yapıyorum. Özgürleştim, hayatı kendim için de yaşamaya başladım. Ve 2019 yılında uzun zamandır cesaret edemediğim bir şeyi de yaptım.
Nedir o?
-Kendi işimi kurdum! Şu anda Belçikalı ortağımla birlikte uluslararası şirketlere danışmanlık veriyoruz. Online bir site kurduk. Amacımız şimdiye kadar edindiğimiz teknik bilgiyi makale, podcast, webinar, videolara dökmek ve paylaşmak. Çok da iyi gidiyor. Yine yoğun çalışıyorum ancak hiçbir şeyi kaçırmamaya özen göstererek. Kızlarımın özel zamanlarında hep yanlarındayım. Kısacası, işimi hayatımın bir parçası haline getirdim, hayatımı işimin bir parçası değil. Savrulup gitmiyorum artık işin peşinden. Kendim karar veriyorum, neyi, ne kadar, ne zamanda yapacağıma…
Hastalıktan önce ki Tülay ile şimdiki Tülay arasındaki temel farklar neler?
-Hani “anı yaşamak” “anda kalmak” diye bir şey var ya, onu tam olmasa da daha iyi yapabiliyorum artık. Çok daha stressizim ve bu şahane bir duygu. İhtiyacım olmayan şeylerin hem fiziksel hem de duygusal anlamda, neler olduğunu daha iyi tayin edebiliyorum. Geçmişimle hesaplaşıyorum ama kendimi örselemeden. Zaten çok kolay unutan bir yapım vardı, affedemediğim birkaç insanı da affedebildiğimi gördüm. Hayatımızı başımıza gelenlerle değil, başımıza gelenlere yüklediğimiz anlamlarla ilmek ilmek işliyoruz. O anlamları değiştirdiğimizde, tamamen farklı bir motif çıkacak ortaya. Olan şeyler aynı kalsa da. Bunu hep aklımda tutmaya çalışıyorum…
Sizin hikayenizi okuyanlara nasıl bir mesaj vermek istersiniz. Akıllarında en çok ne kalsın?
– Yarın ne olacağının garantisi yok. Öyle tahminler filan da işe yaramıyor. Beraber tedavi gördüğüm bir hasta vardı. Hayat dolu pırıl pırıl bir kadın. Meme kanseriyle başladı, sonra karaciğer, her ikisini de atlattı yine nüksetti. Cıvıltısından hiçbir şey kaybetmedi. Üçüncü kanser için savaşırken öldü. Ama kanserden değil, tedavi için hastaneye giderken trafik kazasında! Ölümlü yaratıklarız ve ne zaman nereden geleceği belli değil. Her şey geçici. Acı, sevinç, hüzün, aşk, nefret. Geçmesine izin verin. Başınıza gelenlerin yükü sizde çakılı kalmasın…