Küçük Prens İstanbul’da
Şehre şahane bir sergi geldi. Kaçmaz!
Küçük Prens Sergisi. Ben sizin yerinizde olsam, çocuğumun elinden tutar, Capitol Alışveriş Merkezi’ne koşardım. 20 Ekim’e kadar gittiniz, gittiniz… Dünyadaki en kapsamlı Küçük Prens Sergisi… Evet, yanlış okumadınız! 276 dil ve lehçede Küçük Prens çevirilerini inceleyebileceksiniz. Ama bu sadece bir sergi değil, bir etkinlik aynı zamanda… Küçük Prens’in gezegenler arası yolculuğunu da deneyimleyebileceksiniz… Fil yutan yılanı, konuşan gülü, Baobab ağaçlarını, müzik çalan kuyuyu ve Küçük Prens’in yolculuk yaptığı tüm o gezegenleri göreceksiniz… Ah, ah, biz çocukken niye yoktu böyle şeyler! Ben Küçük Prens’i ilk okuduğumda büyülenmiştim. Hâlâ ara ara açar okurum. Çok özel bir kitap. Zaten o yüzden de dünyada en çok satan ve okunan kitaplardan biri. Hem çocuklar hem yetişkinler için kılavuz. Yazarın vârisi ve aynı zamanda Küçük Prens Vakfı Başkanı olan Olivier D’Agay da bir sergi dolayısıyla buradaydı, fırsatı kaçırmak istemedim, sordum…
Saint-Exupéry tam olarak neyiniz?
– Büyük büyük amcam. Biz öyle diyoruz. ‘Amca’lık ona, ‘dede’likten daha çok yakışıyor. Aslında büyükannemin abisi…
İnsanın, Küçük Prens’in yaratıcısıyla akraba olması nasıl bir şey?
– İnsanlığın geleceği için vizyon sahibi, dünya çapında bir edebiyat lideri, çok zeki ve güçlü bir adamla akraba olmak gibi… Çok heyecan verici bir şey!
Akrabanız olduğunu ne zaman öğrendiniz?
– 10 yaşımda. Küçük Prens’i ilk okuduğumda…
Ne hissettiniz?
– Önce pek bir şey anlamadım. Onun gerçekten kim olduğunu ve dünyadaki şöhretinin ne kadar büyük olduğunu kavramam epey zamanımı aldı…
Peki kavrayınca… Bu durum sizi gururlandırdı mı? “Ne müthiş bir aileye mensubum!” filan dediniz mi?
– Ne gururu, tam tersine korktum! Büyük amcam, aile tarafından müthiş saygı duyulan, mükemmel bir adamdı, yetenekliydi, yakışıklıydı, başardıkları da olağanüstüydü ki, onunla herhangi bir şeyi paylaşmaya hakkım olabileceğini düşünemiyordum. Aynı aileden olmak şaka gibiydi! Kimselere söylemek istemedim, çünkü onunla kıyaslanmak istemedim. Ama 30 yaşımdan sonra durum değişti, kendimi ona yakın hissettim. İşte o zaman gurur duydum. Ve onun tutkusunu paylaşmaya başladım.
Nasıl bir kişiliği varmış? Bize biraz aile dedikodusu verin…
– Antoine, kız kardeşinin ailesini, normal bir yaşam ve normal insanlarla buluşabildiği güvenli bir sığınak olarak görmüş. Onun kişiliğinden büyülenmiş yeğenlerinin neşeli karşılamaları, ona iki hava baskını, iki kitap, iki kaza ve iki eş arasında dinlenme imkânı sunmuş. Kendi uçağını Akdeniz’deki evlerinin tam önüne denize indirerek ya da kola içerek veya Bugatti gibi hızlı araba kullanarak yeğenlerini etkilemeyi seven, delidolu, çılgın bir adammış…
Kitabının başarısını görebilme imkânı oldu mu?
– Oldu. Fransa ve Amerika’da aldığı birçok ödülle başarıyı hayattayken yaşadı. Ama tabii uçakları ve arabalarının masrafları ve seçtiği lüks hayat biçimi yüzünden hep para peşinde koşmak zorunda kaldı! Gerçek bir centilmen ve şerefli bir adamdı…
Çok da genç ölüyor…
– Evet, ne yazık ki… 44 yaşındayken… 31 Temmuz 1944’te II. Dünya Savaşı sırasında Marsilya üzerinde keşif uçuşu yaparken bir Alman savaş uçağı tarafından düşürülüyor.
Küçük Prens ne anlatıyor?
-Küçük Prens, B612 Asteroidi’nde tek başına yaşıyor. Çok sevdiği bir gül var. Ona daha faydalı olabilmek için gezegenler arası yolculuğa çıkıyor. Altı gezegen ziyaret ediyor. Kralın gezegeni otorite tutkusunu, sanatçının gezegeni kendini beğenmişliği ve toplumdan kopukluğunu, sarhoşun gezegeni umutsuzluğu ve unutma isteğini, işadamının gezegeni sahip olma hırsını, fenercinin gezegeni sorgusuz sualsiz görev duygusunu, coğrafyacının gezegeni amacını unutan bilim anlayışını simgeler. Bütün bu gezegenlerden mutsuz ayrılan Küçük Prens’in son yolculuğu Dünya’ya olur. Dünya da onu mutsuz eder. Çünkü insanlar, kendi öz değerlerinden çok giysileriyle anlam ve değer kazanırlar. Biçim, özden önemlidir. Yani anlayacağınız, çocuk kitabı görünümündeki Küçük Prens, aslında bayağı bir felsefe kitabıdır.
12 milyon takipçimiz var
‘Küçük Prens’, sizin de kaderiniz miydi?
– Ben bir prens değilim. Ailenin prensi olmaya da çalışmadım. Ama evet, benim kaderim de, amcamızın eserine ve ailemizin mirasına sahip çıkmak ve korumak oldu. Bundan şikâyetçi değilim, işimi tutkuyla yapıyorum ve bu vakfın başında olmaktan gurur duyuyorum.
2008’de Saint-Exupéry Gençlik Vakfı’nı kuruyorsunuz. Bu vakfı kurmanızın nedeni neydi?
– Şansımız sayesinde elde ettiğimiz bu mirasın bir kısmını topluma geri vermeliydik. Bir de şu var: Sorumluluk ve sevgi değerlerine göre hareket eden amcamızı ve Küçük Prens’i dünya toplumlarıyla paylaşmak istedik. Bu vakıf, 20. yüzyılda yaşamış bir yazar için kurulmuş en büyük vakıftır. Zamana da ayak uydurmayı becerdik. Sadece Facebook’ta 12 milyon takipçimiz var!
Size göre bugüne kadar yaptığınız en önemli şey nedir?
– Küçük Prens’in değerini yeni nesillere aktarmak için olağanüstü bir film planlamak. Bir Mark Osborne filmi. Bu arada Küçük Prens’in felsefesini yeni nesillere aktarmak da benim en öncelikli görevlerimden biri. İnternet, televizyon ve sinema gibi yeni teknolojilerden de faydalanıyoruz.
Bütün dünya sizce Küçük Prens’e neden âşık?
– Çünkü Küçük Prens, tüm zamanların en şiirsel ve felsefi kitabı… Bu da, amcamızın başarısı. O bir dâhi! Nesiller ve kültürler vasıtasıyla tüm insanlıkla iletişim kurmanın bir yolunu bulmuş. İşin ilginç yanı, pek çok kitabı yeni nesillere sevdirmek zordur. Ama Küçük Prens, gün geçtikçe daha çok basılıyor ve daha çok okunuyor.
En çok çeviri Türkiye ve Kore’de
İstanbul’a daha önce gelmiş miydiniz?
– Hayır, ilk gelişim. Çok heyecanlıyım! Havaalanından direkt buraya geldim. Şehriniz çok güzel, köprünüz ve Boğaz’ınız çok etkileyici, insanlar çok kibar. Özellikle sergi harika, sergiye gelenler de… Burada Küçük Prens’in çok arkadaşı olduğunu gördüm!
Bu tür etkinlikler dünyanın her yerinde gerçekleştiriliyor mu?
– Evet! Brezilya, Çin, Amerika, Almanya… Ve inanın her yerde büyük ilgi görüyor.
“Telif hakkı 70 yıldan sonra geçerliliğini yitirdi.” Bu ne demek? Artık herkes Küçük Prens’i havlularına, tişörtlerine, tabak ya da bardaklarına basıp satabilecek mi?
– Hayır. Bunun anlamı, artık herkes orijinal Saint-Exupéry kitabını yazı ve illüstrasyonlar dahil -kesinlikle herhangi bir değişiklik yapmadan- basma ve satma hakkına sahip olabiliyor.
Peki bu sizi mutlu mu ediyor, mutsuz mu?
– İkisi de. Mutsuzuz! Çünkü para kaybediyoruz telif hakkından! Mutluyuz, çünkü bu Türkiye’de 40 yeni çeviri demek!!! Ve haliyle daha çok okuyucu!
İki Türk ‘Küçük Prens’ koleksiyoncusu; Mehmet Sobacı ve Yıldıray Lise’yle tanışma fırsatınız oldu mu?
– Hayır ama dünyanın en önemli koleksiyoneri arkadaşım Jean Marc Probst sayesinde tanışacağım Türk koleksiyonerlerle.
Türk olmaları sizi şaşırttı mı?
– Hayır. Türkiye ve Kore en çok Küçük Prens çevirisi yapılmış ülkeler. O yüzden şaşırmadım, mutlu oldum.
Eğer Küçük Prens bu çağda yaşasaydı bir Instagram hesabı olur muydu?
-Elbette! Bol bol kendisinin ve gezegeninin fotoğraflarını gönderirdi bize!
‘Vay be!’ dedirten sergi
Sergide, Küçük Prens’in birçok dil ve lehçedeki kitapları yer alıyor. İçlerinde Lazca ve Hopa Lazcası da var. Sergideki en ilginç kitaplardan biri şu an dünya üzerinde yaklaşık 300 kişinin konuştuğu ve tükenmekte olan İnari dilinde basılan Küçük Prens kitabı! İnari, Finlandiya yerel halkının konuştuğu Sami dillerinden biri. Küçük Prens’in gittiği her ülke ve coğrafyaya uyum sağladığını görüyoruz. Hindistan’daki Küçük Prens kitaplarında Küçük Prens siyah saçlı resmedilmiş. Afrika’daki Küçük Prens kitaplarındaysa siyahi olarak karşımıza çıkıyor. Serginin dikkat çeken eserleri arasında, aynanın üzerinden okunabilen, büyüteçle okunabilen ve görme engelliler için üretilen özel Küçük Prens’ler yer alıyor.
Fotoğraf: Emre YUNUSOĞLU