Sevgili arkadaşlar! Maşallah sular, seller gibiyim!
Bana sayfalar yetmiyor! Sordukça soruyorum, e cevapları da veriyor haliyle karşımdakiler ama o zaman yer sorunu çıkıyor ortaya. Neyi, nereye, ne kadar sığdırabileceğim? Bu röportaj da onlardan biri. Eğitim bilimci Özgür Bolat’ın röportajının tamamın Hürriyet Pazar’a sığmadı, devamını buraya aldım…
Benim hikayem şöyle devam etti: Boğaziçi’ni birincilikle bitirdim. Bölüm ve fakülte birincisi oldum. Babam çok mutlu oldu. Tanıdıklara falan söylendi, “Birinci oldu yine Özgür!” diye. Sonra New York Üniversitesi’ne gittim psikoloji okudum. Sonra “Harvard’a da gireyim bari” dedim. Türk Eğitim Vakfı’ndan burs aldım, Harvard’a gittim. 4:00 ortalamayla bitirdim. Çünkü hedefe kilitlenmişim, birinci olmam lazımdı. Sonra Türkiye’ye döndüm ve Boğaziçi’nde öğretim üyeliği yaptım. Üstünzekalılar okulunda çalıştım. Sonra doktora için Cambridge Üniversitesi’ne gittim. Orada En Genç Araştırmacı ödülünü aldım. Sonra bir yıl da MIT’ye gittim. Orada da liderlik üzerine çalıştım. Tekrar Türkiye’ye döndüm. Ve bizdeki bu çocuk yetiştirme modelinin ne kadar yanlış olduğunu üzerine kafa yormaya başladım. Aslında Harvard’da başladı değişimim. Oradaki bilim dünyası beni değiştirdi. Şimdi de var gücümle bu mesele üzerine çalışıyorum, Türkiye’de ailedeki ve okullardaki çocuk yetiştirme modelini yanlış buluyorum ve değiştirmek için çabalıyorum!
AHKAM KESME, SENİN ÇOCUĞUN BİLE YOK!
“Ahkam kesme! Senin çocuğun bile yok, hangi akla hizmet anne babaları eğitmeye çalışıyorsun!” diyenlere cevabınız nedir?
-Çocuğum yok ama çocuk oldum! Bir de bu işin eğitimini aldım. Ayrıca, 7 yıldır Öğretmen Liderliği Projem var. Okullarda, öğrencilerle ve öğretmenlerle çalışıyorum. Deniyoruz, sonuç alıyoruz. Yazılar yazıyorum, her gün yüzlerce geri bildirim alıyorum. Yurt içinde ve yurt dışında konferanslar veriyorum. Tamam çocuğum yok ama şöyle de bir şey var: Bilimsel bilgi de, deneyimden kazanılan bilgi kadar değerlidir…
SEVGİ KOŞULSUZ OLMALI!
Çocuk, yerden çöp alıyor, anne, “Aferin oğlum!” diyor, oğlunun başını okşuyor. Çocuk diyor ki, “Annem beni seviyor ama davranışlarımdan dolayı! Bu davranışı bırakırsam annem beni sevmeyecek!” Oysa çocuk, “Annem beni yerden çöp alsam da sever, almasam da sever” diyebilmeli…
Çocuklarınız sizden gelmiştir ama sizin malınız değildir
Anne-baba, çocuğunun iyi not almasını istiyor. Neden? Kendi hırsından dolayı. Etrafta “Benim çocuğum birinci oldu… Derece aldı!” diyebilmek için. Çocuğu hep başarı odaklı yetiştiriyor. Neden? Çünkü kendi başarısını devam ettirmek istiyor. Çocuğunu kullanıyor aslında. Aslında olay, annenin babanın kendisiyle ilgili. Oysa tüm bunlar yanlış! Halil Cibran’ın unutmamamız gereken çok güzel bir lafı var, “Çocuklarınız sizden gelmiştir ama sizlerin malı değildir!”
Okullardaki not sistemi yanlış!
Siz, not sistemine de karşısınız…
-Evet, not sistemi yanlış! Çünkü not, kıyas sistemidir. Öğrenci, öğrenirken asla not verilmemelidir. Öğrenme sonunda verilmelidir. Not sistemi, insanın değerini gösteren bir sistem değildir, olamaz. Ama uzmanlık becerisini gösterirken kullanılabilir. Ben mesela, bir doktora teslim olacaksam, uzmanlık becerisi olup olmadığını bilmek isterim… Ama bizde, öğrenirken çocuğa not veriliyor. Gerçek hayatta öğrenirken asla not verilmez. Gerçek hayatta sadece “geri bildirim” verilir. Bir basketbol koçu, oyuncularına asla not vermez. Bir ressam, öğrencisine asla not vermez. Sadece geri bildirim…
Peki o zaman olimpiyatların, yarışmaların varlık sebebi ne…
-Evet, ben de buna kafa yordum. Neden insanlar yarışma ihtiyacı duyuyor dedim. Çünkü sürekli kendisini geliştiriyor ve bir noktadan sonra referans noktası arıyor kendisine. Ama şunu da unutmamak lazım: Spor dünyası ve bütün sporlar aslında kurgu. Biri demiş ki, “Netin üzerinden en fazla topu geçiren kazansın!”
İyi de, hayatın içinde de var bu. Rekabet duygusu olmadan siz mesela Harvard’ı 4:00 ile bitirebilir miydiniz?
-Tamam var. Rekabet duygusu olmasa bitirmezdim. Ama size şöyle bir örnek vereyim. Boğaziçi’nde çok iyi bir hoca vardı. Notu kıttı. Sadece notu kıt diye ondan ders almadım. Rekabette daha üste çıkabilmek için, ben hayatta bir öğrenme anını kaçırdım. Bu, iyi bir şey mi? Bizde ne oluyor biliyor musunuz, 16-17 yaşına kadar çocuklar rekabete giriyor, bütün madalyaları alıyor…
Sonra?
– Hedef, madalyaları almak olduğu için, aldıktan sonra sporu bırakıyor! E peki niye o kadar zaman spor yaptı, o basketbolu, futbolu oynadı? Yazık değil mi o emeğe? Biz bırakmasını istemiyoruz ki. Başka bir şey daha var: Rekabet şartlarında en altta kalanlar, “Nasıl olsa başaramayacağım!” diye çalışmayı, çabalamayı bırakıyor! Biz bunu da istemiyoruz. Biz, çocuk basketbolla hobi olarak ilgilensin, hayatı boyunca spor yapsın istiyoruz. Ama rekabete soktuğunuz zaman, çocuk biliyor ki, “Ben ilk 5’e giremeyeceğim! Ne diye uğraşıyorum” ve sporu bırakıyor. Yüzmeye gidiyor, “Ben birinci olamayacağım ki” diyor, yüzmeyi bırakıyor.
Peki doğrusu ne?
-Kendinle rekabet.Benim öğretmenim, benim koçum benim becerilerimi bana söyleyecek. Bana geri bildirim verecek. Ben becerilerimin farkında olacağım. Ve ben, kendimle yarışacağım. Kendimi, sürekli bir üst seviyeye çıkarmak için uğraşacağım. Benim seviyem 10 üzerinden 3 ise, hedefimi koyarım, hedefim kendimi 5’e çıkarmaktır mesela. Ama hoca ya da annem, babam, benim önüme 10’luk bir çocuk getirirse, o zaman ben de uğraşmayı bırakırım…
Okullarda tam olarak bunu oturtmak için ne yapıyorsunuz?
-Farklı bir sistem kuruyoruz. Konu, yazı mı mesela. Öğretmen çocuklara bir yazı yazdırıyor. Onların becerilerini keşfediyor ve herkes kendi becerisinin bir üstüne çıkmak için bir sürü çalışmalar yapıyor. Öğretmen ve diğer arkadaşlar birbirlerine sürekli geri bildirim veriyorlar. Öğretmen asla, “Bak Ali böyle yaptı, Mehmet yapamadı!” demiyor. “Kendi becerini böyle geliştirebilirsin!” diyor. Ben, dünyanın en iyi liselerini gezdim. Mezunlarının yüzde 54’ün dünyanın en iyi üniversitelerine girebildiği okullara gittim. Ve ne gördüm biliyor musunuz? Asla rekabet yok! Çocuklara sordum, “Niye rekabet etmiyorsunuz?” diye. “Ediyoruz” dediler, “Kendi kendimizle!” Dersleri, seviyelere ayırmışlar. Çocuk, sadece kendi seviyesinin üstüne çıkmak istiyor. Bunun için uğraşıyor. Rekabet olursa, bir de ne oluyor biliyor musunuz. En tepedeki sürekli stres içinde yaşıyor, birinciliğini kaptırmamak korkusuyla. Bir de şu var, o birinciler, kendi potansiyellerinin üzerine de çıkmak için uğraşmıyor. Neden mi? Zaten birinci! Anne soruyor. “Niye çalışmıyorsun?” “Zaten sınıf birincisiyim, çalışmama gerek yok ki!” diye cevap veriyor çocuk!
———————
TÜRKİYE’DEKİ EĞİTİM SİSTEMİ TOPTAN YANLIŞ
———————
O zaman eğitim sistemindeki bütün o birincilikler, sınıf birinciliği, okul birinciliği, bölüm birinciliği hayatta bir işe yaramıyor, öyle mi?
-Evet, yaramıyor!
O zaman toptan eğitim sistemi mi yanlış Türkiye’de?
-Evet! Başarı değil, beceri odaklı bir eğitim sistemi olması lazım. Bence şu anda okulda olan öğrencilerin yüzde 50’sinin zaten okulda olmaması lazım.
Nasıl yani?
-Çünkü bu öğrencilerde gerekli olan bilişsel beceri yok. Kısacık adamlar, nasıl basketbol sahasında olamıyorsa, bilişsel becerisi olmayan çocukların da okullarda olmaması gerekiyor…
Nerede olmaları gerekiyor?
-Her çocuğa temel eğitim verilsin ama sonra yurtdışında bazı ülkelerde olduğu gibi, müzik yeteneği varsa müzik okuluna gitsin, neye yeteneği varsa ona yönlendirilsin. Senin ona fizik, kimya, biyoloji yüklemenin bir manası yok ki. Ya da yurtdışında olduğu gibi online dersler verilsin. Mesela bilişsel becerisi düşük olan ama atletik becerisi olan binlerce çocuk var. Biz, bu çocuklar kimler bilmiyoruz. Ama okulda onlara diyoruz ki, “Senin matematiğin kötü! Sen başarısızsın!” O zaman çocuk da diyor ki, “Ben başarısızımın tekiyim!” Biz çocukları, okulda başarısız bireyler olarak yetiştiriyoruz. Federer de Djokoviç’i düşünün, birisi dünyada teniste bir numara, diğeri iki numara. Ama ikisi de üniversite mezunu bile değil. Bu çocukların üniversiteye gitmesine gerek yok ki. Okulları, bilişsel beceriye dayalı bir sistemden kurtarmamız lazım. İnsanların kendi potansiyellerini keşfettikten sonra, potansiyellere özgü şeyler açmamız lazım. Herkesin okula gitmesine gerek yok!
———————
İnsanlar sevdikleri işi yapmazlar, iyi yaptıkları şeyi yaparlar!
Bu tam da böyledir. O yüzden benim, çocuğa yapabilme duygusu vermem lazım. Yapabilme duygusu da, övgüyle verilmez, geri bildirimle verilir. Notla da verilmez. Bir araştırmada, bir grup çocuğa not veriyorlar, bir grup çocuğa geri bildirim, diğer gruba da hem not hem geri bildirim. En fazla gelişen kim biliyor musunuz? Sadece geri bildirim alan. Not, bir yargı sistemi olduğu için çocuk geri bildirimi bile okumuyor…
———————
KARDEŞ KIYASLAMASI
Kardeş kıyaslaması olduğu zaman şöyle oluyor; ikinci çocuk, birincinin çok iyi olduğu bir alanı, çok istese de asla seçmiyor. Çünkü orada onunla kıyaslanmak istemiyor. Gidiyor kendisine bambaşka bir alan seçiyor.
ÖDÜL AMAÇ, ÖDEV ARAÇ OLMAMALI
Çocuğa ödülle bir iş yaptırdığın zaman, mesela “Ödevini yaparsan, bilgisayarla oynayabilirsin!” dediğin zaman amaç ne oluyor? O oyunu oynayabilme. Araç ne oluyor? Ödev! Çocuğu, biz ödevden soğutuyoruz. Ne oluyor? Çocukta iç motivasyon yerine, dış motivasyon oluşuyor. Çocuk diyor ki, “Tamam ödevi yaparım. Ama şimdi ne vereceksin bana?” Çocuğa, sorumsuzluk duygusu veriyoruz. “Ödev senin görevin, ben sana bir şey vermek zorunda değilim!” diyoruz. Ama çocuk artık ödevini yapmıyor. Bir çocuk, ödevini neden yapmaz biliyorsunuz? Ya seviyesinin üstündedir ya seviyesinin altındadır ya da anlamlı bulmuyordur, ilgisini çekmiyordur. Ama biz bunların hiç biriyle ilgilenmiyoruz? Neyle ilgileniyoruz? O ödev yapıldı mı, yapılmadı mı? Bu, kötü bir şey. Çocuk sürekli kontrol altında olduğunu hissediyor
60 İLDE ONLİNE EĞİTİM
60 ilde filan online eğitim veriyorum. Ondan sonra çocuklar sorular soruyorlar. Bu anlattıklarım hayatlarında o kadar karşılık buluyor ki. Gerçekten çocuklar Türkiye’de okullar yani, hapishane içi eğitim görüyorlar.
———————
EVE 5’DE GELEN ÇOCUK
NE ZAMAN PRATİK YAPACAK?
Bizim müfredatımız çok yoğun. Çocuğun yeteneğini geliştiremeyeceği kadar yoğun. 5’de eve gelen çocuk ne zaman pratik yapacak? Oysa bir alanda iyi olabilmen için pratik yapman lazım. Bizde, her hangi bir alanda çok üst seviyede kişiler çıkmaz. Çünkü pratik yapacağı zaman yok!
———————
ÇOCUKLAR GÖRE GÖRE ÖĞRENİR
Çocuk aslında kulaktan değil, gözden eğitilir! Bu laf çok doğru. Amerika’da bir araştırma var. Obama başkan seçildiği zaman siyahi öğrencilerin notları artıyor, daha başarılı oluyorlar. Çünkü onu rol model alıyorlar. “O yapabiliyorsa, ben de yapabiliyorum!” diyorlar. Model almak çok önemli…
———————
GERÇEK SEVGİ ÇOCUĞUN KENDİSİYLE İLGİLENİR
Çocuklarımızı koşullu sevmeyelim. Mesela çocuk evden geliyor, anne soruyor: “Günün nasıl geçti? Okul nasıldı? Öğretmenle aran nasıldı?” Bunların hepsi yanlış sorular! Çünkü bu sorduğunuzda çocuğa verilen mesaj şu: “Beni ilgilendiren sen değilsin, davranışların!” Doğru sorular, “Hoş geldin. Nasılsın? İyi misin? Aç mısın?” olmalı. Gerçek sevgi, bireyin kendisiyle ilgilenir, yapay sevgi ise çocuğun davranışlarıyla…
———————
Çocuklarınızı yargılamayın!
Yine araştırmalar var. Bazı aileler, çocuklarını izlemeye geliyor. Çocuklar, tiyatro yapıyor mesela. Bazı çocuklar, ailesi tarafından izlendiğinde iyi oluyor, bazısı kötü oluyor. Kimler kötü oluyor biliyor musunuz? Yargılayan ailelerin çocuklarının performansı daha kötü oluyor. Çünkü “Kötü yaparsam, annem babam beni yargılayacak!” diye korkuyor, iyice eli ayağı tutuluyor!
Duygu Uzun
( Pazar, Ocak 21, 2018 )
Merhaba Ayşe Hanım;
Özgür Bey ‘in düşünceleri ve araştırmaları saygı duyulması. Emeğini görmezden gelmek sadece aptallık olur.
Bir tek buradaki soru işaretim eleştirdiği sistemin içinde olan iyi örneklerden olması. Tatmin olmadığını söylüyor doğrudur da ama Maslow ihtiyaçlar hiyerarşisine gore de mesela insan alt 4 basamağı tamamladıktan sonra zaten kendini gerçekleştirip gerçekleştiremediğini sorgulayabilir.
Eger eleştirdiği sistem ve kendi ebeveynlerinden gördüğü anne babalık olmasaydı şu an geldiği noktaya gelebilir miydi acaba? Su an geldigi noktaya gelemeseydi daha kötü bir eğitim, gelir kaygısı yaşadığı bir hayat, ay sonuna gelmeden biten maaş, borçlar ve kaygılar icinde de mutsuz olacaktı o zaman da böyle mi düşünecekti? Yoksa paralel evrendeki Özgür Bolat’ın annesine ve babasına bakip “bak ne kadar ilgili ebeveynlerdi çocukların her başarısını takdir ettiler çocuk da sürekli daha başarılı oldu” mu diyecekti?
Eğer bir daha röportaj yaparsanız bu konuları da konuşursanız çok sevinirim… Iç güdüsel ebeveynlikle kitap ebeveynligi arasında bir yerde gidip geliyoruz… illa ki mükemmel olmak gibi bir şey yok ama körü körüne de ödül cezadır demek icime sinmiyor…
Bir de bilime inansam da çocuk büyütürken kişisel deneyimlerin de çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ebeveyn olmayınca fazlaca hariçten gazel okumak oluyor
cialis price
( Pazar, Mart 25, 2018 )
Hey very nice blog!