Şükür kavuşturana!!!
07 Nisan 2015
Çok çok özür dilerim, kavuşmamız zaman aldı, benim hatam, araya iş girdi, haber girdi, röportaj girdi, Bodrum’a gitmem gerekti, ardından Adana Karnaval…
Ama içimden bir ses hep, “Senin sözün var, yaşadıklarının devamı var. Sıra Mekke’de, sıra Kabe’de. Hadi yaz, yaz!” diyordu.
İşte şimdi o zaman…
Herkes uyudu.
Kendimle baş başayım.
Orada, Umre’de de öyle oluyor.
Grupla birliktesin, ama aslında kendinlesin.
Öyle derin bir iç yolculuk ki sormayın.
Zaten gidenler biliyor.
“Hissettiklerimi birebir aktarmışsın. Kalpten anlatmışsın” diyenler o kadar çok ki…
Hayatım boyunca bir sürü yazı yazdım, inanır mısınız bu kadar olumlu tepki aldığım başka bir yazım olmadı.
Üstelik Umre yazılarını, bu minicik bloğa yazdım.
Dalga dalga yayıldı.
Beni çok mutlu ettiniz, hepinize teşekkür ederim.
Nerede kalmıştık?
Umre ekibi bir aradayız, otobüste…
Hepimizin yüzüne nur indi sanki, mutluyuz, birbirimize gülümsüyoruz…
Medine bize iyi geldi.
Şimdi de heyecan içinde Kabe’ye ulaşmayı bekliyoruz.
Baştan beri istediğimiz ona kavuşmak.
Bir tür aşk bu.
Tanımı zor bir sarhoşluk hali.
İbadet sarhoşluğu.
Ve kavuşma isteği.
Aşk, hazırlık gerektirir.
Uhrevi aşk da, dünyevi aşk da.
Biz, burada da benzer bir şey yaşıyoruz.
Medine bir basamaktı.
Orada da güzel şeyler yaşıyorsun ama aklında hep Mekke var.
Medine, Kabe’ye bir hazırlık.
Çünkü diyorlar ya, “Bu yüzyılda, bu hızlı hayatta, bedenimiz önden gidiyor, ruhumuz yetişmeye çalışıyor…”
Doğru.
İşte ruhuna zaman tanıyor Medine.
Sindire sindire yaşıyorsun Umre’yi…
Adım adım, bütün ritüelleriyle, kurallarıyla…
Yavaş yavaş yükseliyorsun…
Aşk gibi…
Heyecanla kavuşmayı bekliyorsun.
Resmen henüz görmediğin Kabe’ye özlem duyuyorsun.
Bunlar, tamamen benim fikirlerim.
Ciddiye alabilirsiniz, “Hadi canım sen de!” diyebilirsiniz.
Bana beklemek, özlemek, sabırlı olmak iyi geldi.
Aşkımı pekiştirdi.
Kavuşmamı büyülü hale getirdi.
İhrama geçiş de beni etkiledi.
Medine’de girdik.
İhram, bir şeylerden yasaklı olmak demek.
İsteyerek yaptık.
Zorunlu olduğumuz için değil.
İhramlıyken bir sürü şeyi yapmaman gerekiyor, hayvan öldüremezsin, bedeninden bir tüy dahi çekemezsin, tırnak kesemezsin, deodorant kullanamazsın, makyaj yapamazsın…
Güzel olan şu:
Normalde her bir haltı sorgularım, ama orada yapmadım.
Kendimi akışa bıraktım.
Ve o dört gün boyunca akışta kaldım.
Hayatım direnmekle geçti, oysa teslim olmak da güzelmiş!
Ve inanır mısınız, yine teslim olmayı bekliyorum, ilk fırsatta yine soluğu orada alacağım!
Biz kadınların üzerinde normal ama en güzel kıyafetlerimiz vardı.
Ayak bileklerimize kadar kapalı.
Allahın evine, güzel bir şekilde gitmek istiyorsun.
Yıllar evvel, başımı örtüp İstanbul sokaklarında dolaştığımda,“Örtünün altında kendimi kadın gibi hissetmiyorum” diye yazmıştım, bu sefer öyle olmadı, bu sefer kapalıyken de iyi ve güzel hissettim kendimi.
Ben gibi hissettim.
Önemi yokmuş üzerinde ne olduğunun.
Bence ne olduğunun öneminin olmadığı kadar ne olmadığının da yok.
Ama bu evrelere gelmek zaman alıyormuş.
Neyse, dağıtmayalım konuyu.
Erkekler bildiğiniz gibi iki parça beyaz örtüye bürünüyorlar.
Yol üç, dört saat sürüyor.
Güzel bir yol.
Dediğim gibi ekip iyi.
Hocalarımız dua okuyorlar, ilahi okuyorlar.
Güzel okunduğunda ne harika bir şeymiş!
Bu da yanlış öğretilmiş, sanki sıkıcı, ürkütücü, baskıcı bir şeymiş gibi…
Oysa değil.
Hocalarımız okudukları şeylerin anlamlarını da anlatıyorlardı.
Var ya, hayatta, şu Umre seyahatinde olduğu kadar dua etmedim.
Bilmezdim ben!
Ne güzel bir şeymiş, bir başkası için dua etmek.
Benim için Umre’den sonra duanın anlamı da değişti.
Dua, aslında her şeyi oldurabilecek güçte bir şeymiş!
Çünkü kalpten yolladığın bir şeymiş.
Ben artık inanıyorum ki, birine uzaktan dua okuyayım, onda bir farklılık olur, bir ürperir, en azından içine bir huzur dolar…
O yüzden annelerin çocuklarını okula yollarken ettikleri dua artık çok önemli benim için, çok değerli…
Çocuklar gibi heyecanlıyız.
Herkes birbirine gösteriyor, “İşte orası!” diyor,
“Kabe, işte orada, o caminin içinde…”
Apar topar otele yerleşiyoruz, hiçbir şey umurumuzda değil, hemen dışarı fırlıyoruz.
Namaz vakti…
O caminin önünde namaz kılacağımız için seviniyoruz.
Nasıl bir his, anlatabilmeme imkan yok!
İbadet sarhoşluğu bu olsa gerek.
Milyonlarca kişi aynı anda Allahü Ekber diyor, ellerini önüne bağlıyor.
“Allahım sana geldim, huzurundayım, beni kulluğuna kabul et” diyor.
O da kabul ediyor.
Benim burada anlatmam ya da ne olduğunu tanımlamaya çalışmam saçma olur ama affınıza sığınıp yapmaya çalışacağım…
Namaz kılarken, ruhumuzun bize teslim edildiği makama bağlanıyoruz.
Her türlü nimeti veren Allah’a…
En azından ben öyle hissettim.
Bunun farklı yöntemleri olabilir ama namaz da kesinlikle bunlardan biri…
Ve o kalabalığın içinde erimek, müthiş bir his.
Orada tuhaf bir şey oldu, her şey o kadar ulvi geldi ki, farklı milletlerden insanların farklı halleri umurumda bile değildi.
Gözüm onu değil, başka şeyleri görüyordu.
Biçim önemini kaybediyor.
Öz önem kazanıyor.
Oraya gelenler iyi bir enerjiyle gelmişler.
Bunu hissediyordum.
Belki de bu yüzden bu kadar mutluydum.
Dünya hırsı yoktu.
Ama kafanı kaldırdığında bir sürü vinç görüyorsun, otel yapıyorlar, onu yapıyorlar, bunu yapıyorlar.
Fakat bir süre sonra, onu da görmez oluyorsun.
Neden orada olduğuna odaklanıyorsun.
Diğer her şey önemini kaybediyor.
Namaz bittiğinde büyük bir rahatlama hissettiğin de doğru…
Birazdan içeri gireceğiz…
Kabe’ye…
İnsanlar, insanlar, insanlar…
Selman Hoca’ya kulak veriyoruz, o, adım adım ne yapmamız gerektiğini söylüyor.
İçerisi mahşer yeri, ama kendi içinde bir düzeni var, sen ekibini kaybetmemeye çalışıyorsun.
İki rekat ihram namazı kılıyoruz, sonra dua ediyoruz.
Ve Kabe’ye kavuşmaya gidiyoruz.
Belli bir yere kadar kafamız eğik yürüyoruz.
Hocamız, “Kaldırın” deyince kaldırıyoruz…
Ve işte karşımda…
Bütün haşmetiyle…
Hem büyük ve çarpıcı, hem de sanki hassas ve kırılgan.
Ve acayip etkileyici!
Titretiyor insanı.
Ve aman Allahım etrafında binlerce insan…
Sanki bir plak takılmış dönüyor.
Ve nasıl bir şeyse, gözünü alamıyorsun, ona doğru çekiliyorsun.
Başlıyoruz dönmeye, her dönüşe “şaft” deniyor, 7 dönüş bittiğinde“tavaf” oluyor.
O kalabalıkta yürürken yine o sarhoşluk hissi oluyor, ibadet sarhoşluğu…
Yürüyor musun, bir halı üstünde uçuyor musun belli değil…
Nasıl 7 kere döndüğünü de anlamıyorsun.
Güzel bir his.
Çok çok güzel bir his.
Sabaha kadar dönebilirsin öyle…
İnsan kendi maneviyatıyla buluşuyor.
Kendi ruhunun derinliklerine iniyor.
Kendi içine yolculuk yapıyor.
Bir de saatin ters tarafına döndüğümüz için midir nedir, ben 45 yıllık hayatımda geriye gittim.
Her şeyi bir temize çektim.
Hayatıma girmiş bir sürü insana dua ettim.
Hızımı alamayıp, onların ölmüşlerine de dua ettim.
Zaman durdu orada.
Hiçbir şey umurumda değildi.
Ben kendi içime baktım orada.
Eleştirdiğim şeyler oldu kendimde, yok fena değilsin dediğim şeyler oldu.
Ama anladım ki, daha gelişmem lazım.
Bütün bu hesaplaşmayı dönerken yaptım.
Hem hocamızın söylediklerini yüksek sesle tekrarlıyordum, hem herkesle birlikteydim, hem içimde bir yerde yalnızdım.
Bitince biraz üzüldüm.
Öyle oluyor insan, bir boşluğa düşüyor.
İki rekat tavaf namazı kıldık, Hz. İbrahim’in makamının önünde.
Hemen sonra Hz. Hacer’in çocuğuna zemzem bulmak için koşuştuğu bir yer var, Safa ve Merve tepesi…
İkisinin arasında 4 gidiş, 3 geliş, 7 defa da orayı yürüyorsun, Sayyapıyorsun.
İşte orası tam mahşer yeri, hepimiz ölmüşüz de dirilmişiz ve sokaklara dökülmüşüz sanki.
Yürü, yürü, yürü…
Bazen hızlan, koş…
Tuhaf bir rahatlama hissi…
Bütün bu anlattıklarımı, kadınlarla erkeklerin birlikte yapabiliyor olması bence müthiş.
Bu da beni şaşırttı.
Bir tarafta kadınların araba bile kullanamadığı, öldürüldüğü, hiçbir bir haklarının olmadığı bir ülke…
Ama iş, Kabe’yi tavaf etmeye gelince kadın-erkek eşit, herkes birlikte…
Safa ve Merve tepesi arasındaki yürüyüşü de tamamlayınca, saçımızdan bir tutam kestik ve ihramdan çıktık…
Otele döndük.
Erkekler normal giysilerini giydi.
Ama tuhaf, sadece Kabe’yi konuşmak istiyorsunuz öyle bir hal geliyor üzerinize.
Orası sizi mıknatıs gibi çekiyor.
Ertesi gün bir kere daha tavaf ettik.
Onun dışında biz Tanla’yla çeşitli zamanlarda iki kere daha girdik ve namaz kıldık, vakit geçirdik, öylece durduk dua ettik.
İnsanlarla birlikte orada, o havayı soluduk.
Ben Umre arkadaşlarımla özel bir şey yaşadım.
Karmik Şifa Ve Gelişim Merkezi’ne de, Vizyon Tur’a da, değerli hocalarımız Selman Okumuş ve Recep Can’a da, bütün Umre ekibimize de çok teşekkür ederim.
2015’de bundan daha güzel bir şey olamaz.
Allah kısmet ederse bir daha yaşamak istiyorum.
Allah herkese nasip etsin!
Siz beni dinleyin, Perşembe-Pazar bir gidin.
Ben böyle hissettiysem, siz kim bilir neler hissedersiniz…
Bırakın kendinizi bir tahta parçası gibi o nehre…
Pişman olmayacaksınız!
Fotoğrafları Tanla çekti!