Gezi’den nemalanıyorlar demesinler diye filmden çok sahne attık
Onu tanıyınca anladım ki, kendisi de öyle… Soramayacağınız soru yok, alamayacağınız cevap da… Rahat, özgür, cesur. İnsanın içi açılıyor onunla konuşunca. Ama ‘Behzat Ç. Ankara Yanıyor!’ filmi için aynı şeyi söyleyemeyeceğim, pek içinizi açmayacak, gerçekleri yüzünüze vuracak, biraz sarsacak! Bazıları çok sevecek, bazıları küfür edecek. Bazıları da filmdeki bir sürü ayrıntıya takılacak. Ben de tepkileri merak ediyorum. 1 Kasım’da vizyonda. İzleyin, kararınızı kendiniz verin…
Behzat Ç. Ankara Yanıyor’ ile bizi yine sarsacaksınız! Yanan, Ankara mı, Türkiye mi?
– Türkiye tabii! Ankara yanıyorsa, muhakkak Türkiye de yanıyordur…
Film çok etkileyici. Bir seri cinayeti anlatıyor. Fonda da yakın dönem Türkiye panoraması ve Gezi var. Senaryo, Gezi olaylarından sonra mı yazıldı?
-Hayır! Tam tersine iki ay önce yazıldı. Ama enteresan bir biçimde, Gezi’de yaşananlar bizim filmle örtüştü. Senaristimiz Ercan da (Mehmet Erdem), yönetmenimiz Serdar Abi de (Akar) böyledir, sezgileri çok kuvvetlidir, sinir uçları açıktır…
İyi de iki ay önce yazılan senaryonun Gezi’yle bu kadar örtüşmesi şaşırtıcı değil mi?
– Hem evet hem hayır. Eğer gelişmeleri doğru değerlendiriyorsan, yaşanacak olayları da kestirirsin. Yokuş aşağı son sürat koşuyorsan, düşersin! Serdar Abi’nin sıkıntısı şuydu: “Ulan biz bunu, önceden yazdık ama ‘Gezi’den nemalanmaya çalışıyorlar’ demesinler!” Düşünebiliyor musun o senaryoda, üç takımın forması yan yana eylemdeydi! Ercan’ın iki ay önce yazdığı satırlarda bu var. Gezi’de de aynı şeyi görünce, şok yaşadık! Bir sürü ayrıntıyı sırf ‘prim yapmaya çalışıyorlar’ demesinler diye filmden çıkarttık.
BİR DURUM TESPİTİ
Senaryoyu okuduğunda senin hissettiğin neydi?
– Çok heyecanlandım. Üç sene boyunca Behzat Ç.’de sormadığımız soru kalmadı. Bu filmde de böyle. Yine soru soruyoruz ve değerlendirmeyi seyirciye bırakıyoruz.
Sadece soru sormuyorsunuz, muhalefet de yapıyorsunuz!
– Yapıyoruz tabii. Fikirlerimiz farklı olabilir. Çatışabilir. Çatışsın. Zaten çatışma olmazsa, çözüm de bulunamaz!
Sana göre, “Cesur insanlar, taşın altına elini sokmazsa, çözüm yok” mu? Bu ‘yangın’ devam mı eder?
– Eder!
Filmdeki mesajlardan biri bu mu?
– Mesaj derdimiz olmadı. Yorumsuz bir şekilde, yalın olarak hikâyenin peşinden koştuk ve sorular sorduk.
Filmde, Türkiye’deki siyasi mekanizmanın da medyanın da hali anlatılıyor…
– Evet ama “Böyle olmaz!” ya da “Böyle olmamalı!” diye bir provokatif bir tavır almıyoruz. Bu film sadece bir durum tespiti. Behzat Ç., siyasi bir diziydi, bu da siyasi bir film. Ben siyasi film yapmayı seviyorum. ‘Abdullah Şamil’ diye bir filmde yer almıştım, orada da Çeçen Milis Komutanı’nı canlandırmıştım. Şamil Basayev’in izdüşümüydü. Öteki taraftan da ‘Köprü’de Vali Yazıcıoğlu’nu oynamıştım. O da çok ciddi siyasi altyapısı olan bir işti. Siyasi filmlerde, bir tartışma platformu yaratılıyor. En azından internette, Twitter’da insanlar birbirleriyle bu konuyu konuşuyor, tartışıyor. Bunu da yararlı buluyorum.
Nasıl bir sonuç bekliyorsun bu filmden?
– Ben sadece çok insana ulaşmasını istiyorum.
Kaldırımdan yürüme
Geçenlerde yine İstanbul’daydım. AKM’nin önünden yürümeye çalışırken, polis, “N’apıyorsun kardeşim?” dedi. “Yürüyorum!” dedim. “Kaldırımdan yürüyemezsin, caddeden yürü!” dedi. “Bak alkollüyüm, caddeden yürürsem, araba altında kalabilirim, birinin başına bela olabilirim. Benim buradan yürümem lazım!” dedim. Vatandaşın, kaldırımdan yürümesine izin verilmiyor! Kan beynime sıçradı! Daha sonra tehdit etmeye kadar vardı iş. “Sivilde karşıma çıkma!” deyince, durur muyum, “Ne zaman bitiyor senin nöbetin?” dedim. Bunun üzerine komiser geldi. O beni görünce, “Aaa Erdal Bey!” lafları girdi devreye, iş bir şekilde tatlıya bağlandı. Sonunda tabii ki yürüyerek geçtim o kaldırımdan. Bu, en basit örnek. Bunun gibi bir sürü, insanı zıvanadan çıkaran, saçma sapan iş oluyor bu memlekette. Çok acayip bir noktaya geldik…
Hepimiz egosu yüksek adamlarız
Behzat Ç.’yi özel kılan nedir?
– Bu, bir takım oyunu. Sen bir laf söylediğin zaman, sana doğru tonlamada bir cevap gelmezse, diyalog oluşmaz. O zaman, ezberlenmiş birtakım sözleri söyleyen adamlar olursun ki, şu anda zaten dizi piyasasında bu tür işlerden çok var. Dünyanın en güzel hikâyesi yazılsa bile, oyuncu, sadece kendi repliğini ezberleyip çıktığı zaman, bir değer ifade etmiyor. Biz öyle değiliz, gerçekten bütünüz. Herkes mevkiini çok iyi kavradı. Ne zaman gol atacağını çok iyi biliyor. Ona göre top oynuyoruz. Ortada başarı varsa, sebebi bu.
Bu ekipte kimsenin egosu yok mu?
– Olmaz mı? Hepimiz egosu en yüksek adamlarız! Çok acayip kavgalar ettik ama hiçbir zaman küsmedik. Çünkü hiçbir kavgamız, kişisel değildi. Yapılan işin daha iyi nasıl olabileceği üzerineydi…
İYİ OYUNCU KİMDİR?
Sen, sanki Behzat Ç.’nin eğitilmişi ve entelektüelisin! Ama özde, o komiserle çok benzer tarafların var…
– Rahmetli hocamız Cüneyt Gökçer, “İyi oyuncu ne demek?” diye sormuştu bir keresinde. Herkes atlamıştı: “İyi oyuncu rolü iyi oynayandır!” diye. “Hayır” demişti, “Kendine uygun rolü oynayan oyuncu, iyi oyuncudur!” Çünkü yaratacağınız karakteri, kendinizden bir şeyle örtüştüremezseniz, inandırıcı olmaz, yavan kalır. ‘Köprü’de de Vali’yi de oynadığım karakterler benimle örtüşüyordu. Haksızlığa karşı tahammül edemiyor olmam da Behzat’la örtüşüyor. Ama mesela ben fazla alkol kullanmam. “Evde oturup bir bira açayım” kafam yoktur hiçbir zaman…
Sen Behzat Ç.’nin bu kadar efsane olmasını nasıl açıklıyorsun?
– Açıklayamıyorum.
Sen çok iyi bir oyuncu olduğun için mi, biz, seni ‘o’ zannediyoruz?
– Bunu bana söylettirme! Söylersem, o zaman başka bir işi kötü yapma şansımı benim elimden almış olursun!
POLİSLER SEVİYOR
“Bu Behzat Ç. üzerime yapışıp, kalır” korkun yok mu?
– Serdar Abi’yle Behzat’a başladığımız zaman, yemek yemeğe gittik. Arabayı bıraktık, geri alırken anahtarın üzerinde ‘Vali’ yazıyordu. Serdar Abi, buna çok güldü. Üç sene sonra yine aynı yere gittik, anahtarı verdik. Alırken bu sefer üzerinde ‘Behzat Ç.’ yazıyordu. Bakalım, bir daha gittiğimizde anahtarın üzerinde ne yazacak, ben de merak ediyorum…
Polisler, Behzat’ı seviyor mu?
– Emniyetteki arkadaşlarla hiçbir sıkıntımız yok. Aslında kimseyle yok. Sempatiyle bakan da vardır nefret eden de…
Onlar küfür değil, nida!
Çok küfür var filmde…
– Küfür yok, o küfür dediklerinin hepsi nida!
Nasıl yani?
– Çünkü karakter, onları refleks olarak söylüyor! Doğal ve sıradan bir biçimde. Ben küfür olarak değerlendirmiyorum. Küfür başka bir tonda, başka bir üslupta söylenir. Bizimkiler, nida kalıyor yanında. Hepimizin ağzındadır ya, hani bir şeyi yapamazsak, “Ha s*ktir!” deriz ya, onun gibi bir şey…
Sen normal hayatında da bu nidalarla mı konuşursun?
– Çok sinirlenince ya da trafikte sıkışıp kalınca, hepimiz o nidaları kullanırız. Ben de farklı değilim.
Uğraşmayın adamın içkisiyle…O bira şişesi bir metafor
Milletin dilindeki Behzat Ç.’nin alkol hikâyesi nedir?
– Behzat Ç.’nin alkolle ilişkisinin, yanlış anlaşıldığını düşünüyorum. Özendirici olduğu söyleniyor ama o karakter, yaşamak için hiçbir sebebi olmayan biri. Belki de kendini öldürmek için içiyor. Bunun nesi özendirici olabilir ki? Filmdeki bira şişesi bir metafor. Doğru anlamak, doğru deşifre etmek gerek. Oysa, bizim siyasilerimiz, magazin muhabiri gibi davranıyor. Tabii, metaforunun da ne anlama geldiğini bilmek lazım. Şimdiki siyasilere, “Metafor nedir?” diye sorsan, bir kısmı, boş boş bakar…
KİMSE YUTMUYOR
Peki, o bira şişesi neyin metaforu?
– Kendini yok etmeyi istemesinin olabilir. Ya da bir şeyleri unutmak istemesinin. Belki de geçmişidir Behzat Ç.’nin. Siyasilerin böyle şeylere takılmaması gerekiyor. Takıldıkları zaman, ‘siyasi rant’ sağlamaya çalışıyorlar gibi duruyor. Hoş olmuyor. Kimse de yutmuyor!
Filmde anlatılan, polis içindeki ayrışma ne kadar gerçekçi?
– Çoook. Polisin de
ikiye bölündüğüne inanıyorsun yani…
– Tabii ki. Her devir, kendi içinde, kendi faşizmini doğurur. Başka bir hükümet geldiğinde de kendi yapılanmasını organize edecek. Ankara’da eylemler sırasında, bizim tiyatronun arkasındaki otoparka Çevik Kuvvet getirmişler. Çocuklar bitmişler ama… Kalkanları bırakmışlar, otobüsün gölgesine uzanmışlar. Önlerinden geçerken “N’oldu? Yoruldunuz mu?” dedim. “Yorulduk abi!” dediler. “İyi de bizi de çok yordunuz!” dedim. Ankara’nın yokuşlarında, ‘kaçma- kovalama’ şeklinde gelişen bir eylem söz konusuydu. Eylemin değeri de buradaydı: Eylemsizliğinde ve şiddetsizliğinde. Ne var ki sonradan, şekil değiştirdi ve hiç hoşuma gitmedi. Bizim güzelliğimiz, gerçekten de ‘eylemsizliğimiz’deydi…
Polisler, seninle karşılaştığında ne yapıyor? Sana Behzat Ç. muamelesi mi yapıyorlar yoksa Erdal Beşikçioğlu mu?
– İşte orada zaman duruyor! Bir süre birbirimize bakıyoruz. Ondan sonra, Erdal olarak arkadaşlarla sohbet ediyorum. Ben bir oyuncuyum. Bir işi yaparken, yeni bir söylem, yeni bir yorum getirebilirim. Bu söylemler de yeni cevaplar bulmamıza yardımcı olabilir. Ama benim asli işim, oyunculuk. Mesleğimle, anlatacağım hikâye ve söyleyeceğim sözle, devrim yapmak isterim. Yani ben, devrimci değilim. Eylem adamı değilim. Benim eylemim, “3-2-1 kamera” denildikten sonra başlar. Bunun ayrımını iyi yapmak gerekiyor…
ARNAVUT-LAZ KIRMASI
Filmde, polisliği bırakmış bir Behzat Ç. var. Neden kızmış teşkilata?
– Neden olacak, bu kadrolaşma yüzünden! Yaptığı işin değersizleştirilmesi yüzünden. Vicdani tarafının birtakım prosedürlerle ortadan kaldırılmaya çalışılmasına, polisin insanlığının yok edilmek istenmesine isyan ediyor…
Senin için Gezi ne ifade ediyor?
-Gezi, bir halk uyanışıydı. Devrim falan diyorlar ya, yok. “Yaşam alanlarına müdahaleye hayır!” ve “Haksızlıklara özgürlük!” mantığıyla gerçekleştirilen bir halk hareketiydi.
Sen ne kadar aktiftin?
– Sıradan bir vatandaş ne kadar aktifse, ben de o kadar aktiftim. Erdal Beşikçioğlu olarak kimliğimde seri numaramla oradaydım. İki çocuğu olan bir aile reisi olarak oradaydım. Behzat Ç. olarak değil…
Radikal’de, “Bütün sol tandanslı diziler kaldırılıyor” diye bir haber vardı…
– Ne önemi var ki! Behzat Ç. olmaz, başka bir iş olur! Yine söyleyecek sözümüz olur. Dizi olmazsa, sinema olur. Sinema olmazsa, tiyatro olur. Tiyatro olmazsa, sokak tiyatrosu yaparım, yine derdimi anlatırım. Çok fazla para kazanamam belki ama evime ekmek girer…
Peki ya sonunda hapishane varsa?
– Görülmesi gerekiyorsa, orası da görülecek! Haklı ya da haksız. Ana Arnavut, baba Laz olduğu için inatçıyım ben. Behzat Ç. ile örtüştüğümüz nokta da bu. Taviz vermek istemiyorum hayatta. O zaman kişiliğimden taviz vermiş gibi hissediyorum. Ve kendimle kavgam ortaya çıkıyor, bu da hoşuma gitmiyor…
Ben kıza, anne oğlana düşkün
İki çocuğun var, 12 yaşında bir kız, 11 aylık bir erkek…
– Evet, ben kızım Derin’le, Elvin 11 ay önce doğan oğlumuz Ömer’le aşk yaşıyor. Çok mutluyuz. Oğlanı iyi ki yapmış Elvin…
Tek başına mı yaptı!
– Elvin, “Derin’e bir tane kardeş yapmamız gerekiyor” dedi. “Bu tempo içinde, benim bir bebeğe bakabilecek gücüm yok. Senin varsa yapalım, ben severim” dedim. “Tamam” dedi, oğlan onun üzerine oldu…
İki çocuk arasında çok yaş farkı var deyip tereddüt etmediniz mi?
– Ettik tabii ama sonra ne kadar da şahane bir şey olduğunu gördük. Çünkü biz Derin’i büyütürken çocuğun ne demek olduğunu anlayamamışız bile. Şimdi, her şeyi farkına vararak, tadını çıkararak yaşıyoruz.
Derin’in tepkisi ne oldu?
– Zaten kardeş isteyen oydu! Ama o, benim prensesim. Hep de öyle kalacak!
Neler yapıyorsunuz baba-kız birlikte?
– Ooo hikâye yazıyoruz, fotoğraf çekiyoruz, film yapıyoruz, bowling oynuyoruz. Okul yürüyüşlerimiz en keyiflisiydi. Sarmaş dolaş okula gidiyorduk. Şimdi gerçi servis olayına girdi. Hiç hoşuma gitmiyor ama yapacak bir şey yok…
Keşke kızım sanat tarihçisi, oğlum da siyasetçi olsa
Derin, haliyle okulda tiyatro grubunda. Ama ben onun Sorbonne’da sanat tarihi okumasını isterim. Bence sanat tarihi, kitleleri ve toplumu anlamanın en önemli yolu. Ama tabii ki seçim kendisinin. Oğlana gelince, keşke siyasetçi olsa! Cumhurbaşkan ya da başbakan olmasını isterim. Çok da desteklerim. Bakarsın, bizden daha mücadeleci çıkar ve siyasetçi olmaya karar verir. Hayat bu, belli mi olur…
Sağ omuzumdaki melek gibi
Behzat Ç’ye gıcık olanlar da var. Sence neden?
– Muhafazakâr kültürü yakından tanımadığım için sebebini bilmiyorum. Ben nasıl bazı televizyon kanallarını hiçbir şekilde izlemiyorsam, bizim diziyi ya da filmi asla izlemeyecekler de vardır. Onları da anlayışla karşılıyorum.
Bu ülkede pek çok muhalif oyuncuya bedel ödettiler. “Benzer şeyler benim de başıma gelebilir” diye bir tedirginliğin var mı?
– İnandığın bir şeyden vazgeçebilir misin? Hayır! Her şeyi göze almışsındır. Ben böyle bakıyorum meseleye. Evet, birtakım arkadaşlarımızı yordular. Onlara ceza kestiler. En son uyuşturucu operasyonundakiler mesela. Narkotik’in o operasyonuna anlam veremiyorum. Çoğu, Gezi’de yer alan arkadaşlardı. Bu, bir tesadüf mü? Senin derdin, içenleri deşifre etmek değil, buna sebep olanları yakalamak olmalı. 3 gram, 5 gramla ne ilgileniyorsun? Bunlara sebep olan koca tarlalar var, satıcılar var, git onlarla ilgilen. Niyet kötü…
Bu ülkede kadın olmak da zor. Kızının geleceği için endişeleniyor musun?
– Hayır. Ayaklarının üzerinde sağlam duran bir çocuk o. Büyüyecek ve o da kendi mücadelesini verecek. Hepimiz vereceğiz. Ama taşla, sopayla değil, zihinle fikirle…
Karın, senin hikâyenin neresinde?
– Elvin, sağ omuzumdaki melek gibi. “Bu, senin için iyi olmayabilir!” diye fısıldayan ses. Ama fenadır yani. Zamanında Devlet Tiyatrosunda çok soruşturma yemiştir!
Fotoğraf: Zeynel Abidin AĞGÜL