Demokratik bir ülkede yaşıyoruz yaşamak istiyoruz!
‘İyi adam’ gözleri var. Mustafa Üstündağ, ‘Kurtlar Vadisi’ndeki ‘Muro’ neredeyse bütün Türkiye’nin tanıdığı bir oyuncuya dönüşüverdi. Şimdi de ‘Merhamet’te ‘Sermet’ olarak harikalar yaratıyor. Şu sıralarda, üç yıl önce evlendiği kendisi gibi oyuncu olan Ecem (Özkaya) Üstündağ’dan bebek beklemenin sevinciyle havalara uçuyor…
Mustafa Üstündağ… Aynı isimde eski bir Milli Eğitim bakanımız da var…
– Ya evet! Heyecanla, “Mustafa Üstündağ neyin oluyor?” diye soruyorlar. “Dedem olur!” diyorum. Yalan değil, dedemin adı da Mustafa’ydı. Küçük bir şaşkınlık geçiriyorlar. Sonra tabii gerçeği açıklıyorum, “Sadece isim benzerliği!” Havalimanında bilet, kolay rezervasyon falan… – Yok valla. Mustafa Bey’in o imkânlarını hiç kullanmadım! Dalavere yok bende…
Peki oyuncu Mustafa Üstündağ, nasıl bir çocukluk geçirdi?
– Mersin’de çocukluk kötü geçemez ki! Mutlu, eğlenceli, özgür bir çocuktum. Sokakta büyüdüm. Futbol, yakar top, yedi kule, beş taş, aklına ne gelirse…
Çocukluğunda nasıldı Mersin, şimdi nasıl?
– Ah ah! Çocukluğumda, sokaklar portakal kokardı, şimdi kebap kokuyor! Kebabı da severiz… Karşında bir Adanalı var, ona göre… – Ben de severim, şöyle bir de şalgam suyu olacak yanında. Ama bütün kentin kebap kokması da hoş değil. Daha güzeldi önceden…
Anne-baba?
– Annem ev kadını, babam da Anadolu Cam Sanayi fabrikalarında işçiydi. Benim tiyatroyla tanışmam da babam sayesinde oldu. Fabrikada işçiler tiyatro yaparlardı. Provalara gidip gelirdim. Girmiş kalpten içeri oyunculuk. Bir daha da hiç çıkmadı…
Çekingen birisin aslında. Nasıl oldu da “Sahne benim yerim, yaparım, ederim!” dedin?
– Çünkü sahnede, insanlara kendimi açmak zorunda kalmıyorum! Oynadığım karakteri açıyorum. “Oyun bu!” diyorum. Çocukken oyun oynarken de öyle olmaz mıydı? Kendini unutursun, kaptırırsın ve oynarsın. Öyle yapıyorum…
Kardeş?
– Ablam vardı. Üzücü bir hikâye. 10 aylıkken ateşleniyor. Yanlış tedavi uyguluyorlar, sekiz yıl bitkisel hayatta kalıyor, sonra rahmetli oluyor. Ben beş yaşındaymışım, hayal meyal hatırlıyorum. Ablama, daha çok ilgi gösterilmesine rağmen, ona hiç zarar vermemişim. Öyle bir kıskançlığım olmamış. Ablamın üzerine titremişler, beni ise sokağa attılar. Hani “Birinin üzerine titredik, böyle oldu, diğerine olmasın” hesabı… Ablamı kaybetmemize, büyük bir acı yaşamamıza rağmen, mutlu bir aileydik. Varlıklı değildik ama kimseye muhtaç da değildik. Hiçbir zaman bir şeyin fazlasını istemedik. İyilik, güzellik, huzur, kahkaha olsun yeter…
İyi adam gözleri
Bu komiklik, bu enerji nereden geliyor?
– Annem böyledir. Hatta, bütün anne tarafım. Gırgır, makara. Babam biraz daha ciddiydi…
Sende ‘iyi adam gözleri’ var. Kötü bir şey yapamazmış gibi temiz temiz bakıyorlar.
– Allah yaptırmasın! Güneyli olduğum için sıcağımdır. Hareketliyim, yerimde duramam, elim kolum fazla hareket eder. Bir de herkesi hemen içime alırım. Bizim oranın insanı öyledir…
‘Sermet’ rolü için ağzımın suyu aktı
Merhamet senin için ne ifade ediyor?
– Sermet’i okuduğum zaman -ki kitapta öyle bir rol yoktu- “Ya bu şahane!” dedim, ağzım sulandı filan. Rol hoşuma giderse inanılmaz heyecanlanıyorum.
Tabii ki siyasi kimliğim olacak!
Siyasi yanın nereden kaynaklanıyor?
– Yaşamın içindeyim. Yaşıyorum, etrafımda olup biten haksızlıklara şahit oluyorum. Susmak olmaz ki. Duyarsız da olamazsın. Tabii ki siyasi bir kimliğim olacak, aksi mümkün değil. Zaten kötü bir şey de söylemiyoruz. Demokratik bir ülkede yaşıyoruz. Yaşamak istiyoruz!
Müjdat Hoca’yı sırtımda hacca götürsem hakkını ödeyemem
Müjdat Gezen senin için ne ifade ediyor?
– Müjdat Hoca’yı sırtımda hacca götürsem hakkını ödeyemem! Beş para almadan bizi okuttu, kolumuza altın bilezik taktı, meslek sahibi yaptı. Büyük insandır! Müjdat hoca ön ayak oldu ama Savaş Dinçel, Mustafa Alabora, Engin Alkan, Erol Keskin, Güngör Dilmen, Şebnem Sönmez… Hepsi ayrı ayrı değerlerdir ve bize çok şey kattılar…
Hiçbir şeyi oyunculuk kadar sevmedim
Çocukluk hayalin?
– Tabii ki oyunculuk. Başka bir şeyin hayalini hiç kurmadım. Liseyi Mersin’de bitirdim, sonra ver elini İstanbul. İlk sene konservatuvarı kazanamadım, çünkü tam bir Mersinli gibi konuşuyordum. Diyalektim vardı. Yılmadım. Diyorum, başka hayalim yoktu. Bir sene sonra, tekrar sınava girdim, kazandım…
Oyunculuk mu, kadınlar mı daha önemliydi?
– Oyunculuk. Ben hiçbir şeyi oyunculuk kadar sevmedim!
Karın Ecem de dahil mi?
– Ecem’e duyduğum sevgi bambaşka. Şimdi çocuğumuz da oluyor. Ama oyunculuk benim hayatım. Çok güçlü bir duyguyla bağlıyım mesleğime… Konservatuvarda öğrenciyken, babam emekli oldu, sonra vefat etti. İstanbul’da yaşamak zordu. Ama o zaman bile, “Başka bir şey yapayım ve para kazanayım” diye düşünmedim. Hep sebat ettim. İyi de etmişim. İnsanın gerçekten aşkla bağlı olduğu bir şeyi yapması müthiş bir şey. Kendimi çok şanslı hissediyorum.
Dizi hayatına ne zaman başladın?
– Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde okurken. Bir iki bölüm küçük işlerdi. Sonrasında Cemal Şan beni ‘Köçek’ diye bir televizyon filminde oynattı. Kendisi ustam olur, buradan da saygılarımı iletirim. Sonra ‘Uy Başıma Gelenler.’ Ondan sonra, yavaş yavaş roller gelmeye başladı…
Herkes çok çok iyi oyuncu olduğunu söylüyor. Rüşvet mi veriyorsun insanlara, ne yapıyorsun?
– Ben bir şey yapmıyorum valla, iyi bir oyuncu olduğumun düşünülmesi beni çok mutlu eder.
Sen, iyi oyuncu olduğunu kendine ne zaman kanıtladın?
– Henüz kanıtlamış değilim. Daha 40 fırın ekmek yemem lazım. Oyunculuk dipsiz bir kuyu. “Ben oldum” demek yok. Öğrenciyken oynadığım işlere bakınca, “Bugün daha değişik oynardım” diyorum. 50 yaşıma geldiğim zaman da muhtemelen şimdi oynadığım roller için aynısını söyleyeceğim. Teknik olarak hiç bitmeyecek bir yol gibi gözüküyor…
‘Kurtlar Vadisi’ senin hayatında ne ifade ediyor?
– Ülke nüfusunun herhalde yüzde 50’si seyrediyordur diziyi. Orada oynadığın zaman, performansın gözüküyor. Daha fazla insana ulaşabiliyorsun. Öyle iyi bir projenin içinde parlayınca, seyirci kabul etti. Bir de kontrast bir iş oldu. Herkesin “Çok sert adam” olduğu bir yerde, ben rolümü tersine yatırdım. Karakteri herkese sevdirdim. Tabii senaristler de buna izin verdiler…
“Rol üzerime yapıştı” diye ürktüğün oldu mu?
-Yooo. Diğer karakterleri de ‘Muro’yu da oynayan benim. Önce ‘Muro’ydum, şimdi ‘Sermet.’ Problem yok yani…
Evlen oğlum benimle
Ve evlilik… Ecem’le ne zaman tanıştın?
– ‘Cümbür Cemaat’ diye bir dizi çekiyorduk. Altıncı bölümde tanıştık. Gördüm ve bitti…
Dedin mi, “Bu, o kadın! Hayatımın kadını….”
– Gördüğüm an âşık oldum. Gerçekten durum bu. O kadar güzeldi ve tatlıydı ki, gözlerimi ayıramıyordum. Anlaşılmasın diye de bakmamaya çalışıyordum. Rahatsız olacak diye…
O, ne zaman anladı?
-(Gülüyor) Çok sürmedi! Demek ki o da ilgisiz değilmiş. Tanıştık, önce arkadaş, sonra sevgili olduk. Üç ay sonra da evlendik.
Amma hızlı davranmışsınız! “Önce birlikte yaşayalım” filan demediniz mi?
– Neyi tüketeceğiz ki? Yine birlikte yaşıyoruz.
O, sana evlenme teklif etmiş. Sen edemedin mi?
– Ya o da enteresan oldu. Konuşurken, “Evlen oğlum benimle!” dedi. Ben de kaldım öyle… Bir kere daha hayran kaldım. “Evet ya bu” dedim. Hemen kabul ettim, hiç ikiletmedim yani.
Dizlerinin üzerine çökmek, romantizm sana göre değil mi?
– Bana göre aslında. Ama o benden önce davrandı, o topa çıkamadım… Üç yıl bitti. Şimdi bebek geliyor, bir oğlumuz olacak…
Baba olmak nasıl bir heyecan?
– İlk defa yaşadığım bir duygu, adını koyamıyorum. Ama kuşlar kanat çırpıyor içimde. İnsanın sevdiği kadından çocuğunun olacağını bilmesi şahane. Gerçi bazen de “Ne yapacağız, ne edeceğiz?” diye stresleniyoruz. Ama dünyaya gelen de büyüyor işte…
Ecem, en güvendiğim insan
Oyuncu olmayan biriyle evlenebilir miydin?
– Zor olurdu. Her gelen işi, önce Ecem’e okuttururum. En güvendiğim, sırtımı yasladığım insan. Daha yakınım yok. Kalbinden geçen her şeyi söyleyeceğini bildiğim için karımın tavsiyelerini çok ciddiye alırım…
İdeal bir gün nasıl geçer ikiniz için?
– Ben Ecem’le ne yapsam keyifli oluyor! İyi bir de arkadaş grubumuz var, tamamdır. Kendi kendine yetebilen tipleriz.