Evlendim çünkü…Ben çok yalnızdım Ayşe!
Onunki, insanın başını döndürecek, “Bu nasıl bir kafa?” dedirtecek bir hayal gücü.
Ucu bucağı yok çünkü. Durmayan bir zihin. Sansürsüz bir anlatım. Radyoda program yaparken de kitap yazarken de sohbet ederken de. Onun dürüstülüğü, tespitleri ve hazırcevaplığı karşısında, sonsuza kadar anıra anıra gülebilirsiniz. Biraz sinir gülmesidir bu. Biraz da hayret gülmesidir. Hem kendisiyle, hem başkalarıyla dalga geçmekte bir ‘maestro’ olan efsane radyocu, kendi gibi benzersiz bir roman yazdı: ‘Hayalet Ağrı’. Doğan Kitap’tan çıktı. 200 sayfalık, elinizden bırakmadan ‘cırt’ diye okuyacağınız bir roman. Gerçekten de fantezide sınır tanımıyor…
Nerede kalmıştık Ayça? Son röportaj üzerinden 12 yıl geçti. Bir sürü şahane iş yaptın, bir sürü yaratıcı kitap yayımladın, radyo programın tam gaz devam etti… Oğlun Kaptan Memo büyüdü… Sen evlendin… Memo’nun üç tane bedavadan kardeşi oldu! O günkü Ayça’dan bu yana ne kadar değiştin… Büyüdün mü?
– Senin 12 sene önceki röportajında Memo’ya hamileydim. Yani yine milattan önceye denk geliyor. O röportajı da duvar yazıtlarından okuyoruz değil mi… Şaka maka 12 yıl! Bir koca jenerasyon oluşuyor o 12 yılda. Aslında büyümedim de ergenlik sürecimi tamamladım diyelim. Benim ergenliğim biraz uzun sürdü. Böyle hissediyorum. Her ergen gibi öfkeliydim, o öfkem çok azaldı. Bu da süper güzel bir şeymiş. Kemiklerim rahat etti…
Ne değişti hayatında, hayata bakışında?
– Hâlâ hiperaktifim gerçi… Ama o eski dengesiz coşkularımı törpülemeyi biraz öğrendim. İçimdeki doyumsuz, kavgacı maymunu susturmak için eline kalem kâğıt tutuşturmayı da… Aslında kendimi kabullenmem gerektiğini öğrendim. Fakat kendimi kabullenebilmem için de kendini kabullenebileceğin bir insan olmak gerekiyor… Buna da ulaşmam epey uzun bir zaman alacak gibi görünüyor. Kısmetse daha vaktimiz var!
Hep karşıydın evliliğe… Hayrola nereden çıktı? Aşk, yine kamyon gibi çarptı mı?
– Aslında mükemmel evrende yine karşıyım evliliğe. Fakat nasıl desem… Ya, ben çok yalnızdım Ayşe. Bu, bir tek benim değil de genel olarak bütün kız arkadaşlarımın sorunu aslında. Neden olduğunu bilmiyorum ama ciddi bir kitle yalnız. İlişki kurmakta çok zorluk çekiliyor. Hele de komiksen, dalgacıysan, olduğun gibi olmanın dışında bir ‘sosyal rol’ bilmiyorsan, seni ‘erkeksi’, ‘arıza’, ‘zor’ filan diye etiketliyorlar ve aşırı yalnız kalıyorsun. Hatta, vebalı gibi olmaya başlıyorsun! Çocuk küçükken, çocuksuz arkadaşlarınla görüşmek bile çok zor oluyor. Sıkılıyorlar seni çocuğun peşinde cayır cayır koşarken, helak olurken gördükçe. Çocuk da birader, sürekli ilgi isteyen bir yaratık, sen de çok yoruluyorsun tek başına. Çocuklu yalnız kadınlar da karadul gibi sadece karadul arkadaşlarıyla görüşmeye başlıyor. Çocuklar odada oyun niyetine birbirlerinin boğazını sıkarken, yalnız kadınlar da içeride kahve içip, mutsuz mutsuz monolog yapıyorlar. Evli arkadaşlarınla görüşmek de ne bileyim bir yerden sonra o kadar rahat olmuyor, bir ton denge gerekiyor… İşte benim de bin yıl sonra bu yalnızlık canıma tak etti!
Ve hayatına Toni girdi… Nasıl tanıştınız peki?
– Toni’yle ortak bir arkadaşımıza, “Yeter laaan! Beni bir manitayla tanıştırın. Görmüyor musunuz yarışma programlarında herkes ‘Nasıl tanıştınız’ sorusuna ‘Ortak bir arkadaşımız tanıştırdı’ diyor, nerede sizin arkadaşlığınız!” diye isyan ettim. O da “Bir dakka, bir arkadaşım vardı” deyip, Toni’yi arayıp telefonu elime tutuşturdu…
Eeeee?
– Sesi, trankilizan gibi gelmişti. Issız bir adada 20 yıl yalnız kalıp kendine bir sistem kurmak zorunda kalmış birinin, telsizin ucundan gelen bir sesle aniden iletişim kurması gibi çok özel bir duyguydu. Ne olursa olsun, sanki ilk kez sesimi biri duymuştu. Onca radyocu olduğum halde, ne acayip değil mi? Maalesef işte benim dönemin kızlarına git sor, çoğu üç aşağı beş yukarı bu kadar yalnızdır. Ben Toni’yle yırttım, gayet mutlu bir evliliğimiz var…
Altıma bir kot çektim gelinlik niyetine de beyaz gömlek giydim
Ben zaten evlenmeyi kafaya koymuştum. Birlikte seyahat etmek, dedikodu yapmak, yürüyüş yapmak, yemek yapmak filan istiyordum. Oğlum Memo da istedi aynı evde oturmamızı, oyunlar oynuyorlardı, birlikte parka gidiyorlardı. Okul toplantılarına filan birlikte gidelim istedim, sosyal ilişkilerde kurumsal bir durum olsun istedim. Yani hayatı herkesleştirince, kolaylık olduğunu ve daha az yorulunduğunu görmüştüm bir yerlerden! Haksız da değillermiş… Kotumu çektim ve gelinlik niyetine giydiğim beyaz gömleğimle, bilmem nere belediyesinde evlendim. Fakat şart değildi, birlikte yaşamak da olabilirdi yani. Ama ben bunu bir Zetina dikiş makinesine bağlamak istedim işte, ne bileyim…
Bizim kuşağın en büyük defolarından biri: SEKS
Biz, seks varsa, aşk da orada sandık. Neredeyse, bizim bütün kuşak böyle. Takılamıyoruz biz, ille âşık olmamız lazım. Oysa aşk, ender başına gelir insanın. Bizim kuşaksa ille her seksi, aşk kılıfına uydurmaya çalışıyor. 40 yaşını devirdikten sonra bunun öyle olmadığına uyanıyorsun. Bu bir kuşaksal özeleştiri aslında: Biz, seksi, kafamızda hem çok büyütmüşüz hem de bayağı ihmal etmişiz! Özgürlüğün peşinden koşarken kendi özgürlüğümüzün tutsağı olmuş ve ezberlerimizi manifestolar sanmışız. Dolayısıyla bir yolunu bulup biraz da kendimiz için yaşamalıyız. Oksijensiz yaşanmaz!
Fantezide sınır tanımayan roman
Bu yeni romanının, ‘Hayalet Ağrı’nın özelliği ne?
– Fantezide sınır tanımaması!
İnanılmaz bir dili var, hınzır, sevimli, yaratıcı, hızlı, dalgacı… Kahramanı hem toplumla hem kendisiyle dalga geçen biri… Senin gibi… Eğlendin mi yazarken?
-“Yazarken katıla katıla güldüm, hüngür hüngür ağladım” laflarından hiç hoşlanmıyorum. Beni mecbur etmeyin Ayşe Hanım! Ama şu doğru: yazarken imge üretimimde hakikaten çok özgürdüm. Bu kitabın en temel özelliği tam da bu. Aslında galiba benim en büyük özelliğim bu: Resim yaparken de, kitap yazarken de tepe tepe kullanıyorum kendimi.
Sebebi bilinmeyen ağrıyla doktora giden, kitabın kahramanı Aslı, sen misin?
– Ya Ayşe, ben mi Aslı’ya benziyorum, Aslı mı bana benziyor, ben de bilmiyorum!
Otobiyografik bölümler var mı? Ne kadarı kurgu, ne kadarı gerçek?
– Tabii ki var. Sonuçta, Aslı radyocu. Aslı da ‘hayatın anlamı’nı yazarak kovalıyor. Aslı da radyodan kovuluyor. Bütün bunları ben de yaşadım, buraları gerçek. Yani aslında hikâyenin esası gerçek, esas kızı da bana benziyor. Aslı’na bakarsan, hepimiz biraz Aslı’yız!
ORGANİK VİNTAGE RADYOCULUK
Sen genel olarak sansürsüz yaşayan, konuşan bir insansın… Hâlâ bu özelliğini koruyabiliyor musun?
– Koruyabilmem için hayat da bana yardım ediyor! Radyolar, aniden son beş senede hızlı bir kapitalist değişime uğradı ve ben gencecik, en üretken yaşımda, en top noktasındayken işimin, bir anda eski bir anlayışın temsilcisiymişim gibi büyük, kurumsal radyolar tarafından dışlandım. Ama ben büyük bir iyimserim. Bu ülkede böyle olmayı da herkese tavsiye ediyorum, hele de bir anneyseniz. Yani beni dışlayan anlayışın yakında terk edileceğini, organik ‘vintage’ radyoculuğun dönmesinin an meselesi olduğunu düşünüyorum. Bunu da dijital devrim sağ olsun, dört dörtlük sağladı. Yani bir kez daha: İnternetime dokunma!
‘Organik vintage radyoculuk’ derken…
– Yani Standart.FM’de şu an yaptığımız gibi: İnternet radyosu. Dilin kemiği olmadan, sansür inisiyatifini sana vererek, patronların ve büyük şirketlerin müdahalelerine maruz kalmadan, özgür, bağımsız, severek takılmak yani. Zevk için yapmak. Sizi de bekleriz, pazartesi, perşembe, cuma geceleri akşam 21.00’de www.standart.fm’de.
GÜLMEK İNSANIN EN SAF HALİ
Romanda bazı yerler çok komik, insan, “Yok artık bu da nasıl gelmiş aklına!” diyor, anıra anıra gülüyor…
– Ben hayatım boyunca güldürmeyi sevdim! Neden biliyor musun? Çünkü gülmeyi çok seviyorum. Kahkaha kadar bu dünyada beni motive eden bir şey yok. Irk, din, dil, hiçbir şey tanımayan bir hal gülmek. Gerçekten güldüğümüzde en saf halimizde oluyoruz, bir çocuk gibi…
Bu roman, yaşadığın ve kapattığın bir dönemin romanı mı?
– Dönemler birbirlerinden etkileşirler. Ama genel olarak evet, kapattığım bir dönemin romanı…
Fotoğraf: Fethi KARADUMAN