EMİN BOZTEPE-TURKİŞ APAÇİ

Törkiş Apaçi

Sıfır kompleks.

 

Evet, Türk’e benziyor.

Ama içinde bir Alman yaşıyor.

Almanya’da büyümüş, orada eğitim görmüş, son 27 senedir de Amerika’da, Los Angeles’ta yaşıyor…

O, Emin Boztepe.

O, Turkish Apaçi!

Dünyaca ünlü dövüş sanatları uzmanı.

500 küsur okula adını vermiş biri.

‘Wing Tsun’ ustası ve yenilmezlik unvanına sahip bir sporcu.

Ama biz onu daha çok Jacqueline Bisset’nin sevgilisi olarak tanıdık, 13 yıl birlikte oldular.

Boztepe, FBI, US Marine, SWAT, DEA, Los Angeles Polis Teşkilatı gibi kurumlara dövüş teknikleri konusunda ders ve seminerler verdi.

EMIN-BOZTEPE-2

Halen dünyanın her tarafına bu sporun ruhunu, felsefesini anlatmak için gidiyor.

9 Mayıs’ta da Türkiye’yle birlikte Hollanda, Fransa, Avusturya, Almanya ve Belçika’da aynı anda vizyona girecek ‘Panzehir’ filminde başrol oynuyor.

Acımasız bir tetikçiyi canlandırıyor.

Filmde Cüneyt Arkın ve oğlu Murat Arkın da ilk defa sinemada birlikte oynuyorlar.

‘Panzehir’in Zincirlikuyu Mezarlığı önündeki çekimleri sırasında, Bülent Ersoy sahneyi gerçek zannediyor ve kavgayı ayırmak için arabasından iniyor.

Set görevlilerinin durumu açıklaması üzerine Ersoy, kahkahalarla gülmeye başlıyor.

Yeni ve sıradışı bir yönetmenin, Alper Çağlar’ın çektiği filmi, umarım beğenirsiniz…

EMIN-BOZTEPE-3

Dünya çapında bir dövüş sanatları uzmanı olduğunuzu biliyoruz ama aslında sizi pek tanımıyoruz. Hadi bize hikâyenizi anlatın. Kimsiniz, nesiniz?

-Yıllar önce Almanya’ya işçi olarak gitmiş, altı çocuklu bir ailenin oğluyum. 1964’te gidiyor bizimkiler, beni de iki yıl sonra yanlarına aldılar.

O zaman kaç yaşındasınız?

-Dört. Tam 21 sene Almanya’da yaşadım. Bütün eğitimimi orada aldım. Kalbim Türk ama kafam Alman. Disiplinli oluşumu da orada aldığım eğitime borçluyum. Sonra okul açmak için Amerika’ya taşındım, 27 senedir de Amerika’da yaşıyorum, vatandaşlık da aldım.

Hızlı bir özet geçtiniz. Ben baştan, teker teker sormak istiyorum. Daha çok Alman gibi mi hissediyorsunuz kendinizi, yoksa 27 yıldır Los Angeles’ta yaşadığınız için Amerikalı gibi mi?

-Kalbim Türk. Bu değişmiyor. Ama iş hayatımda bir Alman gibi çalışkanım, sosyal hayatımda da bir Amerikalı gibi rahatım. Komplekslerim yok. Kim ne demiş, çok da aldırmam. Kafama göre takılırım. Türk tarafıma gelince, tutkulu oluşum…

Almanya’da ne okudunuz?

-Liseden sonra teknik okula gittim. Ama spor, daha doğrusu dövüş sanatları, her zaman hayatımda oldu.

Neden?

-Çünkü Almanya’da, özellikle de benim yaşadığım dönemlerde Türklere karşı bir yabancı düşmanlığı vardı. Her fırsatta saldırıyorlardı. Ben de kendimi savunabilmek için dövüş sanatlarına başladım. Önce hobimdi, sonra tutkum oldu.

Aileniz peki?

-Desteklediler. Hatta, teşvik ettiler. Bizim kültürümüzde zaten vardır, çocukları küçükken ya güreşe ya karateye verirler. Kendine güven duysun diye. Bana da öyle yaptılar. Fakat ailemle ilgili başta bir sorun vardı.

Nedir?

-Alman kızlarından uzak durayım, bir Türk kızıyla evleneyim diye ağır baskı yaptılar. Ama ne baskı! Başımın etini yediler. Yani sadece Almanlar Türklere düşmanlık yapmıyordu, biz de onları sevmiyorduk, düşman olarak görüyorduk. O kadar üzerime geldiler ki, 19 yaşında pes ettim. Sinop’tan getirdikleri bir kızla evlendim. Bence, ona da bana da yazık ettiler. İki yıl evli kaldık, sonra ayrıldık. Ne mutlu bana ki, dünya güzel iki çocuğum var o evlilikten, kızım 28, oğlum 30 yaşında. Kızım turizmci, oğlum yönetmen…

Eski eşiniz peki, ona ne oldu?

-Allah’tan tekrar evlendi, 12 yaşında bir çocuğu var. Çok mutlu… Şimdi düşünüyorum da iyi ki çocuklarım olmuş. Onlar olmasaydı, ben berduşun teki olabilirdim. İçki, uyuşturucu, aklınıza ne gelirse…

EMIN-BOZTEPE-4

50 ülkede 500 okul

Kendimi dövüş sanatlarına adadım. En büyük tutkum da ‘Wing Tsun’ oldu. Ne mutlu ki bana, dünya üzerindeki ‘Wing Tsun’ ustalarından biri olarak anılıyorum. 50 ülkede 500’ün üzerinde okul benim sistemimi kullanıyor. Hayatım uçaklarda geçiyor. Sürekli oradan oraya koşuşturuyorum, seminerler veriyorum, Uzakdoğu sporlarının, ruhunu felsefesini anlatıyorum.

Neredeyse her ülkede bir çocuğum varmış!

Sadece dövüş sanatında değil, aşk sanatında da adınız sıkça geçiyor… -Ya evet, neredeyse her ülkede bir çocuğum varmış! Güya böyle bir laf etmişim. Allah aşkına böyle bir lafın mantığı var mı? Bunlar sizi rahatsız ediyor mu? -Yok, gülüp geçiyorum…

İki kadının icat ettiği dövüş sanatı

Diyorsunuz ki, “Spor benim için sadece spor değil, zorunluluktu…” Nasıl bir zorunluluk bu?

-Okulda her taraf sarı kafa erkek doluydu. Bense esmerdim. Kızlar, esmerlerden de hoşlanırmış meğer. Bu tabii sarışın Alman erkeklerin hoşuna gitmedi. Her fırsatta arıza çıkarıyorlardı, başım beladan kurtulmuyordu. 1974’te kendimi savunmak için dövüş sporlarına başladım. Tabii Almanya’da sadece yumruk atmayı, tekme atmayı değil, bu işin felsefesini de öğretiyorlar. Ve bu hayat boyu süren bir şey. Türkiye’de biri gençken tekvando yapıyor, siyah kemerini alıyor, diplomasını duvara asıyor ve 35 yaşından sonra “Artık benden geçti!” deyip göbek yapıyor. Ben 50 küsur yaşındayım, hâlâ aynı tutkuyla spor yapıyorum, eğitim veriyorum…

Hangi sporla başladınız?

-Karate, eskrim ve güreş. Almanya’da ‘yabancı’ olmak kolay değildir, insana kendini ikinci sınıfmışsın gibi hissettirirler. O yüzden de yaptığım sporlarda hep en iyi olmaya çalıştım. Bitmez tükenmez bir hırs ve kendini ispat etme duygusu. Günde dört saat çalışıyordum. 18 yaşımdan sonra da günde 8-10 saate çıktı. Zaten ‘Wing Tsun’ hayatım olmuştu…

‘Wing Tsun’ şu an dünyada sizinle anılıyor. Sizin adınızı taşıyan okullarda öğretiliyor. Bu dövüş sporunun tarihi de yüzlerce yıl eskiye dayanıyor. Hikâyesini anlatır mısınız?

-Tabii. Budist kadınların icat ettiği bir spor. ‘Yim Wing Tsun’ isimli bir köylü kızı var. Sürekli onunla evlenmek isteyen bir erkek tarafından tehdit ediliyor, taciz ediliyor. O da dağlara kaçıp, ‘Wing Tsun’u yaratan Budist rahibe ‘Ng Mui’ye gidiyor ve ondan bu savaş sanatını öğreniyor. Köyüne geri döndüğünde artık kimse ona istemediği bir şeyi yaptıramıyor. Çünkü kendini savunma konusunda uzmanlaşıyor. Sonra da kendi istediği adamla evleniyor. ‘Wing Tsun’ böyle bir savaş sanatı. Güce güçle karşılık vermek yerine, açılar ve hisler yoluyla, agresif saldırıların üstesinden geliyor. Her yaştan insanın kendisini savunabilmesine, esneklik, ağırlık ve güç farkı gözetmeden olanak sağlıyor. Bütün Uzakdoğu sporlarında, ‘denge’ öğretilir. ‘Ying Yang’ öğretilir. Savunma ayrıdır, saldırı ayrıdır. Ben de eğitimlerimde tüm bunları anlatıyorum.

Yaptığım cahillikti!

Hong Kong’a gidip Bruce Lee’nin okulunda eğitim almışsınız. Hatta onu 28 saniye içinde dövmüşsünüz! Bu mucize nasıl gerçekleşti?

-Bu tamamen palavra! Türk medyasının uydurduğu bir şey. Ben Bruce Lee’yle hiçbir zaman tanışmadım. Yaşım tutmuyor! O öldüğünde, ben daha bu spora bile başlamamıştım. Ama eşi ve kızıyla tanıştım. Hong Kong’da eğitim alma meselesine gelince, bakın o doğru. Almanya’da iki tekvando hocam vardı. Biri Çinliydi, Bruce Lee’nin de sağ koluydu, zaten sonradan Hong Kong’daki okul ona kaldı. Hocam vasıtasıyla ben de bir süre orada eğitim aldım.

1988’de aldığınız en iyi dövüşçü unvanı da mı palavra?

-Yok, o doğru. Bir derginin düzenlediği bir yarışmaydı, okuyucular seçti. Van Damme filan da vardı listede, yüzde 66 oyla ben kazandım.

Öyle yazılıp çiziliyor, Van Damme da yakın arkadaşınız mı?

-Tanışıyoruz. Ama bir dönem aramız pek iyi değildi. Çünkü ben onu kıskandım. Ben gerçek dövüşçüyüm o değil ama dünya çapında ünlü olan o! Aksanı da benim kadar iyi değil fakat ben onun ulaştığı noktaya ulaşamadım. Bunu da hazmedemedim. Yüzüne karşı, “Seni sevmiyorum” dedim. O da beni her gördüğü yerde kaçmaya başladı. Büyüdükçe adam oluyorsun ve daha önce yaptığın şeyleri saçma buluyorsun. Yaptığım cahillikti…

Türk kadınları kıskanç

Türk kadınlarını nasıl buluyorsunuz?

Kıskançlık dozu yüksek. Kendine güven sorunu gibi geliyor. Erkeklerde de kadınlarda da var bu. Bir de Türk erkeklerinin içinde patronluk ve paşalık ruhu var. Centilmenlikleri de altı ay sürüyor. Sonra kapı açmak, iskemle tutmak hak getire..

Sıfırdan başladım 1990’da Los Angeles’da okul açıyorsunuz. Sebebi ne? Hangi rüzgâr sizi Almanya’dan Amerika’ya atıyor?

Beni yetiştiren Alman ve Çinli hocalarıma tam 22 yılımı verdim. Onlar da Amerika’da beni baş antrenör yaptılar. 110 okul açtım orada. Ama zaman içinde ‘star’ oldum. Bu hiç hoşlarına gitmedi. Ve bana kazık attılar. Bütün okulları elimden aldılar. Ben de sonradan, onlarsız her şeye sıfırdan başladım. Kendi adıma okullar açtım. Şu an dünyanın her tarafından 500 şubem var.

EMIN-BOZTEPE-5Jaqueline Bisset’yle âşıktık biz, ne jigolosu!

Gelelim Jaqueline Bisset’ye…

-13 yıl büyük aşk yaşadık. İkimiz için de yaşadığımız en uzun ilişkiydi. Gerçekti. Ama bir gün bitti. Şimdi hâlâ arkadaşız, ara sıra koşuyor ve yemeğe çıkıyoruz.

Yaş farkı ne kadardı?

-18. Ben 33’tüm. O 51.

Sizi hiç jigololukla suçlayan olmadı mı?

-Yok canım. Âşıktık biz, ne jigolosu! Ben de gayet iyi para kazanıyordum. Böyle düşünmek fesatlık ve kıskançlık. Çünkü benim yerimde olmak isteyen bir sürü erkek vardı. Anlıyorum onları. Ama ben takılmam, bozulmam, umurumda bile olmaz.

Sizce ne buldu sizde?

-“Senin içinde yaşlı bir ruh yaşıyor!” derdi. Ondan genç olmama rağmen hep olgundum ben. Çok okuduğum, gezdiğim, dünyayı tanıyan biri olduğum içindir belki.

Bisset ile birlikte olmanız daha fazla tanınmanıza yol açtı mı?

-Elbette. O günden sonra adım ‘Jacqueline Bisset’nin sevgilisi’ olarak kaldı. Ama hiçbir zaman bundan şikâyetçi olmadım.

Mickey’nin hikâyesi

Bunca yıldır Amerika’dasınız, arkadaşlarınız arasında kimler var?

-Amerika’ya ilk geldiğimde uzun saçlıydım, Harley kullanıyordum. O da sporla haşir neşir olduğu için Mickey Rourke’la arkadaştım. Boks yaparken tanıştık. Onun evinde altı ay falan kaldım. Ben ünlüler peşinde koşan bir adam olmadım hiç. Ama bir sürü ünlü arkadaşım oldu. Burada paran yoksa ünlülerle arkadaş olamıyorsun ama orada öyle değil, ortak noktan varsa neden olmasın?

Neden çirkinleşti o dünya seksisi Mickey Rourke?

-Mickey ilginç bir adam. 9.5 haftayı çektiğinde, kariyerinin en parlak zamanlarıydı. James Dean, Marlon Brando olma yolundaydı. Fakat gençliğinde yaşadığı travmalar yüzünden, bir türlü yakışıklı ve başarılı olduğunu kabullenemedi. ‘Self destructive’ (kendini yok eden) bir yanı var. Bazı insanlar öyledir. Sürekli yaptığı iyi işlere dinamit atar, kendi kendine zarar verir. O seksi dediğimiz adam, gençliğinde kızlarla ilişki kuramayan biriymiş. Para ve ün gelince, kızlar da gelmeye başlıyor. Mickey’in bünyesi bunu asla kabul etmiyor. Ben ona boks çalıştırıyordum. Bir ara Avrupa’ya gitmek zorunda kaldım. Döndüğümde, “Ben ameliyat oldum. Alnıma metal koydular!” dedi. Sürekli yüzüyle oynadı. Dolgular, estetik ameliyatlar, elmacık kemiklerini büyütmeler, botokslar… Asıl sorun kafasında. Onun dışında çok iyi insandır.

Cüneyt Arkın bir efsane!

‘Panzehir’ macerası nasıl başladı?

– Los Angeles’tayken bana ulaştılar. Filmi anlattılar. Benden dövüş koreografilerini yapmamı istediler. Bir araya geldiğimizde de başrol teklif ettiler. Cüneyt Arkın’la aynı filmde olmamızı istediler.

Cüneyt Arkın sizin için ne ifade ediyor?

-O bir efsane! Üstelik hemşerim, o da Eskişehirli. Çok saygı duyuyorum. Hep çok yakışıklıydı, maşallah hâlâ öyle. Çekimlerde de ne kadar profesyonel olduğunu gördüm. Yağmurda, soğukta etkilenmiyor, işini yapmaya devam ediyor. Ben nasıl dövüş sanatlarına tutkuluysam, o da sinemaya tutkulu. Çok keyifliydi onunla çalışmak…

‘Panzehir’ ile diğer yer aldığınız Hollywood filmleri arasında ne fark var?

-Ben filmin yönetmeni Alper Çağlar’dan etkilendim. Robert Kolej mezunu, Amerika’da okumuş. Kafa yapılarımız aynı. Tipik bir Türk sinemacısı değil Alper. Karizması yüksek ve bir gıcık. Ara sıra dövmek istiyorum onu ama çok yetenekli. Bence Türk sinemasına damgasını vuracak.

‘Panzehir’de sizinle başrolü paylaşan oyuncu Alman Christina Gottschalk…

-Evet, New York’ta yaşayan bir model. Filmde onunla olan diyaloglarımda Almanca konuşuyorum. Zaten filmde beş ayrı ülkeden oyuncu var. Cast da senaryo da çekimler de çok etkileyici…

Sokak çekimleri sırasında polis seti basmış öyle mi?

-Evet. Sahneler o kadar gerçekti ki, tam 12 kişi, “Burada çatışma var!” diye ihbar etmiş. Sahne şu: Mafya bana kurşun yağdırıyor, ben de makineliyle onları tarıyorum. Sete polisler geldi. Allah’tan biri öğrencim çıktı. “Hocam ne oluyor burada? N’apıyorsunuz?” dedi, “Film çekiyoruz!” deyince, “Tamam o zaman!” deyip gittiler.

 

Yorum Bırak