Soma’dan… Ölüm şehrinden…
Sinirliyim ben. Önüme gelene bağırmak, çatmak istiyorum. Kızgınım, öfkeliyim.
Ölen insanlar için öfkeliyim. O fakirlik için öfkeliyim. Ezilen insanlar için öfkeliyim. Onlara göre tuzumuz kuru olduğu için öfkeliyim. Üç kuruşa bir ömür verdikleri için öfkeliyim. Her türlü bedeli onlar ödemek zorunda olduğu için öfkeliyim… Darma duman oldum ben Soma’da!
Soma deyince… Ne gördüğünüz görüntü ne okuduğunuz haber ne de duyduğunuz şeyler anlatıyor yaşanan felaketin büyüklüğünü… Kurulan cümleler, kullandığın kelimeler yetersiz kalıyor. Deprem yeri orası! Yerin altında ve insan ruhunda yaşanmış bir deprem. Ortada dolaşan ‘acı’, bir bulut gibi her şeyin üzerini örtüyor. Acayip çaresiz hissettim kendimi. Ülkemi seviyorum ben, güvenmek istiyorum, geleceğe güvenli bakabilmek istiyorum ama işte ne mümkün… Bunca insanın bir anda ölmesi, aslında hayatlarımızın ne kadar pamuk ipliğine bağlı olduğunun kanıtı. Neresinden tutsan, elinde kalan bir ülke burası! Böyle bir şey yaşadıktan sonra bir kere daha anlıyor insan: Yalan yani çağdaşlık, gelişmişlik, kalkınmışlık, ileri demokrasi! Gerçekten öyle bir ükede yaşıyorsak, Soma’da yaşananlar ne? Bizim gerçeğimiz Soma’da yaşadıklarımızsa, o zaman öyle büyük lafların yeri ne?
Soma’dan önceki durağımız Kırkağaç’tı. Ömrüm boyunca o ismi de o meydanı da unutmayacağım, unutamayacağım… “Önümüzden vızır vızır cenazeler geçiyor” diye yazdım diye kızanlar olmuş. Kızılması gereken; o anda, orada yaşanan gerçekti. Gerçekten korkunçtu. Mahşeri bir kalabalık vardı soğuk hava depolarının önünde… Orası cenazelerin gönderidildiği yerlerden biri. İnsanlar listelerin okunmasını bekliyordu ki, yakınları o listede var mı, yok mu öğrenebilsinler. Kelime bu: “Öğrenebilsinler.” Çünkü bilmiyorlardı, aşağıda kaç kişi var, yakınları, çocukları, babaları, abileri öldü mü, kurtuldu mu? Bedeni şu soğuk hava deposunda mı, yoksa başka bir yerde mi? Bilemiyorlardı. O insanların yaşadığı ne kadar büyük bir çaresizlikse, onlara bunu yaşatanların yaptığı da o kadar büyük bir kepazelik! Herhangi bir Avrupa ülkesinde böyle bir şey olabilir mi? İster kabul edin, ister etmeyin, bunlar ancak Ortadoğu ülkelerinde görülebilecek manzaralar. Ne sistem var ne düzen. Görüp görebileceğiniz en acılı manzaralardan biri: “Geceden beri bekliyorum. Yok, çıkmadı. N’olur söyleyin. Öldü mü, yaşıyor mu, oğlum burada mı? Nereye gideyim, kime sorayım?” diyen bir baba… Herkese verilen cevabın aynısını alıyor: “Bekleyeceksin!” Haliyle herkesin öfkesi burnunda, millet birbirini yatıştırmaya çalışıyor, bir parça sakinleşebilmek için. O kadar sert şeyler ki yaşananlar, kafanı duvara çarpmış gibi oluyorsun. Harp meydanı gibiydi. Gözyaşı akıyordu dün o topraklarda…
Soma… Yol boyu son derece yeşil, canlı, hayat fışkırıyor, madene yaklaştıkça doğanın şekli değişmeye başlıyor. Çorak, bitkisiz, boz bir dokuya dönüşüyor. Havada bir kömür kokusu. Bitmek bilmeyen ve üzerine sinen toz, toprak. Madenin görüntüsü de insanı şaşırtıyor, sanki gerçek değilmiş gibi, oraya bir film seti kurulmuş gibi. Her yerde ambulanslar, milletvekili arabaları. Belediye başkanları geçiyor, bakanlar, Başbakan gelip gidiyor. Yüzlerce gazeteci, televizyoncu, kameralar, kameralar… Ve turuncu kıyafetleri içinde kurtama ekipleri, artık umudu yitirmiş madencilerin akrabaları ve başka madenlerde çalışan arkadaşlarının akıbetini merak eden endişeli madenciler… Bir toplu bekleme ayini gibi. Ritüel şu: Önce bir siren sesi, sonra madenin içindeki bandın hareket ettiğini anlatan bir ses. Bu demektir ki, yeni ölüler geliyor. İşte o zaman kalabalık hareketleniyor, bir dalgalanma oluyor. Madenin ağzında bir sürü gönüllü maden işçisi. İçeri girmeyi bekliyor. Arkadaşlarına yardıma. Ne kadar sinirli oldukları yüzlerinden anlaşılıyor, sanki kendilerine kızıyorlar, “Neden ben hayattayım?” diye. Ne yazık ki, buranın gerçeği bu: Çaresizlik. Adam kurtulmuş yerin altından, sağ salim kurtulmuş, “Başka çarem mi var? Borcum harcım var, yarın gidip yine o madende çalışacağım” diyor. Türkiye üç gün yasta. Peki üç gün sonra ne olacak? Her şey normale dönecek. Peki onlara ne olacak? Aynı tas, aynı hamam, hayat devam edip gidecek…
Madenden sonra Soma Devlet Hastanesi… Burası da karambol. Bekleyenler, ağlayanlar, buruk da olsa sevinenler… O sırada Soma yollarında gençler slogan atıyor, öfkeliler. Bakanları, Başbakan’ı protesto ediyorlar. “Ölüm bu işin fıtratında var” açıklaması onları öfkeden deliye döndürüyor. Yüreklerini soğutmuyor… Bizimkini soğutuyor mu? Yandaş maden sahibini korumak yerine, ölen insanların acısını paylaşsaydı daha iyi olmaz mıydı? Unutulmasın ki, o madenciler aynı zamanda parti mitinglerine kalabalık olsun diye taşınan madenciler. Bunu da pek çok insanın ağzından duydum…
Madenden kurtulan biriyle röportaj yaptım, yarın okuyacaksınız… Ne acıdır ki, kurtulduğuna bile sevinemiyor, ne o ne ailesi. Çünkü yan apartmanındaki mesai arkadaşı kurtulamadı. O kadar ucuz ki orada insan hayatı… Yazıklar olsun, binlerce kez yazıklar olsun! Dün Soma nefes alsa da o kadar acılıydı ki… Ölüler şehriydi…