Nasıl becerdiğimi şimdi hatırlayamıyorum ama kendimi Nalan’a şöyle bir şey anlatırken buldum.
– Onu çok özlemiştim, kapıdan içeri girer girmez, kaldır bakim kolunun altını, bir koklayayım dedim.
– Nasıl yani oldu, Nalan.
Birbirimize baktık ve gülmeye başladık.
‘‘Sen de mi! dedi.
Ve birden bire itiraf ediverdik:
Taa babamızın bizi, küçükken, sabahları ‘‘Neredeymiş benim küçük kızım’’ diyerek yatağa aldığı günlerden beri… Hani kuş gibi babanızın kolunun altına girersiniz ya… Biz hep sevdiğimiz adamların kollarının altını koklamıştık.
*
Yanılıyorsunuz, ter kokusu sevimsiz bir koku değildir. Asansördeki tanımadığınız adamların ter kokularından söz etmiyorum. Her insanın kendine özgü bir kokusu vardır, ona ne isim verirseniz verin, aslında ter kokusudur. Tanıdığınız, bildiğiniz o koku da insana güven verir.
*
Gerçi, ben Napolyon gibi değilim. Josephine’e söylediği gibi sevgilime ‘‘Hiç yıkanma üç hafta sonra oradayım’’ demiyorum. Ama temiz ter kokusu önemli. Vallahi sabun kokusuna benzemez. Hiç. Sevdiğim herkesi aynen bir kuçu kuçu gibi kokluyorum. Kimbilir, belki benim gibi başka kadınlar da vardır. Siz beni anlıyorsunuz değil mi? Ben burada seksten değil, şefkatten söz ediyorum.
*
Söyler misiniz, hanginiz babanızın sizi yatağa aldığı zamanları özlemiyorsunuz? Hanginiz kesif bir parfümün aldatıcı kokusunu gerçek ve temiz bir ter kokusuna tercih ediyorsunuz? Hanginiz konuşmalarınıza Avrupa Birliği’yle başlayıp, öyle bitiriyorsunuz? Birden deliler gibi gülmeye başlıyoruz. Biz ne yapıyoruz diye… Ne yani! Bundan sonra hayatımıza giren bütün adamların kollarının altını koklamamız mı gerekecek? Ya eskilerden birileri çıkıp ‘‘Beni sevmemişsin demek ki! Beni koklamadın’’ derse ne halt edeceğiz?
*
Nalan, bir süre sonra erkeklerin koltuk altından deprem korkusuna zıplayarak evine gidiyor, kapıdan çıkarken de şunu söylemeyi ihmal etmiyor:
– Bana bak, bizi pis zannetmezler değil mi?
– Ne alakası var, en fazla sapık zannederler diyorum.
Ama biliyor musunuz, umurumda değil. Nasıl olsa ölüp gideceğiz. Ben sevdiğim adamın kolunun altını özlüyorum. Gerisi palavra.
HAMİŞ: Nalan benim ablamın kocasının kız kardeşi. Tahmin etmenize gerek bile kalmayacak şekilde aileden! Bir yanlış olmasın diye ablamla bu kolaltı meselesini konuşurken, birden durdu: ‘‘Kızım bizim bütün aile böyle’’ dedi. ‘‘Annen, ablan, yeğenlerin, halan, hatta nenen…’’ Bir sevindim, bir sevindim. Yine de ‘‘Nasıl yani?’’ dedim. Meğer biz ailecek herşeyi önce koklarmışız. Yatağı, yorganı, kazağı, gömleği, masayı, bardağı, yemeği, ekmeği. Kısacası aklınıza gelebilecek her türlü abuk sabuk şeyi koklarmışız. Öpmeden, yemeden, sarılmadan, giymeden, dokunmadan, yutmadan, tatmadan önce… Eee öyleyse, erkekleri koklamışız çok mu?
HAMİŞ 2: Sayıkla – ma’ların inşaatı devam ediyor. Bu, eskilerden bir yazı, yenisini bekleyin geliyooooo!
HAMİŞ 3: Vallahi de billahi de fotoğraftaki arkadaşı tanımıyoruz… ama tanımak isteriz, o ayrı! Allah sahibine bağışlasın:)