İşim geleceği tasarlamak
(Cumartesi)
Nefes kesen bir kadın.
Yaptığı şeyleri sayarken takip edebilmek, hızına yetişebilmek bile zor. O hiperaktif değilse, hiç kimse değildir! Ayşegül İlsever. Türkiye’nin 30 süper işkadınından biri. İzmirli ama artık San Francisco’da Silikon Vadisi’nde yaşıyor. Intel’in, yeni teknolojiler bölümünün dünya başkan yardımcısı. Kimseyi durup dururken o göreve getirmiyorlar tabii. Bundan önceki 10 yıl boyunca, Türkiye-Ortadoğu-Afrika başkanıyken, 67 ülkeden sorumluydu. Adını bile duymadığımız Afrika ülkelerine yeni teknolojiler götüren kadın o. İnsan olarak da renkli. Dünyanın çok acayip yerlerine trekking’e gidiyor, arkeolojik kazılara katılıyor, adrenalin bağımlısı, ekstrem sporlar yapıyor, Bekaa Vadisi’ne tarihi bir mağarayı görebilmek için gidiyor. Her şeyi merak ediyor, sorguluyor, eski dilleri öğreniyor, dünyayı geziyor, insanları anlamaya çalışıyor, tarihle şimdiyi birleştiriyor. Zaten işi de, geleceği dizayn etmek…
Intel’in yeni kurulan yeni dünya teknolojileri bölümünün dünya başkan yardımcısısınız. Silikon Vadisi’nde yaşıyorsunuz. 30 süper Türk işkadını arasında yer alıyorsunuz. Bütün dünyayı dolaşıyorsunuz. Allah yardımcınız olsun! Böyle çılgın bir işin altından nasıl kalkıyorsunuz?
-(Gülüyor) Evet, çılgın bir iş! Ama dünyanın en güzel işi. Benim işim, geleceği dizayn etmek. Dünyanın en zeki insanlarıyla birlikte geleceğin teknolojilerini geliştiriyoruz. Bundan daha heyecan verici bir iş olabilir mi? Evet, sürekli seyahat ediyorum ama benim için yeni bir şey değil, bu görevimden önce de, Türkiye-Ortadoğu-Afrika başkanıyken, 67 ülkeden sorumluydum. Hepsine defalarca gittim…
En iyi insanları topladım Bu da acayip bir şey…
-Öyle. Ama az gelişmiş ülkelerde bir değişime yol açabilmenin hazzı hiçbir şey benzemiyor, insana müthiş enerji veriyor. Ben zaten enerjisi fazla bir insanım. Özel hayatımda da böyleyim. Yelken yapıyorum, motor yapıyorum, arkeolojiyle ilgileniyorum, eski dilleri çalışıyorum. Adrenalin bağımlısıyım. Dün de, Gobi Çölü’nden geldim mesela. 12 motor, bir de jip yollara düştük. Olağanüstüydü. Her şeyi bir arada yapabiliyorum.
Sizin amacınız hep kariyer kadını olmak mıydı?
-Farklılık yaratabilecek bir şey yapmak istiyordum. Boğaziçi’nde işletme ve politika okuduktan sonra, Amerika’da medya ve iletişim okudum. Sonra birdenbire kendimi teknolojinin içinde buldum. 90’ların başında Amerika’da tam da bu internet devriminin patladığı zamanlardı ve ben San Francisco’da yaşıyordum, master’ımı da internet üzerine yapmıştım. Teknoloji yoluna girdim. Ve hep o yolda kaldım.
Peki nasıl bu kadar yükseldiniz? Hangi özelliğinizle? -Bence sebebi Kaf Dağı’nın arkasını görebiliyor olmam. İngilizce ‘educated guess’ yani ‘akıllı tahmin’ diye bir kavram vardır ya, ben onu yapabiliyorum. Diyorum ki, “3 yıl içinde pazar, şu tarafa doğru dönecek!” “Bir ülkede şu kararlar alınırsa, piyasa böyle etkilenir. O zaman biz şuradan vazgeçip, buraya yatırım yapalım.” Sinir uçlarım açık, trendleri önceden kestirebiliyorum. İki yıl önce, gelişmekte olan ülkeler üzerine yönetim kurulu başkanımıza bir rapor sundum ve onun sonucu olarak da bir seri ürün geliştirdik, biri de Afrika için özel bir telefondu ve çok başarılı oldu. Onun üzerine yeni teknolojiler bölümü kurulduğunda beni başına getirdiler.
Silikon Vadisi’nde, insanın hangi milliyetten olduğunun önemi var mı?
-Belli bir seviyeden sonra, hayır. 170 milletten insan var. Türk de olabilirsiniz, Kenyalı da, Amerikalı da. Hiyerarşi diye bir şey kalmıyor. Uluslararası farklılıklar ortadan kalkıyor. Herkesin tek bir derdi var: Teknolojiyi geliştirip, yeni bir ürün daha yaratmak!
Başka yerlerde yaşamaktan farkı ne?
-Silikon Vadisi’nde insanlar çok zeki. Her şey yapılabilir orada. Sınır yok. Herhangi bir fikri, gerçeğe çevirebiliyorlar. Mesela takımımla birlikte, 7-8 ürün yapıyoruz ve bunların hepsini bu yıl piyasaya süreceğiz. ‘Giyilebilir teknolojiler’ henüz yok ama 8 ay sonra olacak; biz geliştirdik. En iyi insanları topladık. Hepsi bir arada; birbirlerini besliyorlar. Sermaye de onları besliyor. Ve üniversitelerden hiç durmadan araştırma, geliştirme fikirleri alıyorlar. Yani çok ciddi bir etkileşimin olduğu ilginç bir yer Silikon Vadisi.
Gelecek bileğinizde Nedir bu ‘giyilebilir teknoloji’? 8 ay içinde piyasaya süreceğiniz ürünler neler?
-Şu anda pazardaki ‘giyilebilir teknoloji’lerin çoğu spor yapan insanlara hitap eden ve onların performansını ölçmeye yarayan şeyler. Bizimki spor yapmayan, derdi spor ya da performans olmayan, ya çocuğundan haber almak isteyen ya Facebook’unu ve diğer sosyal ağları kontrol etmek isteyen ya da toplantısının saat kaçta olduğunu öğrenmek isteyen kadınlara yönelik bir bilezik.
Telefon böyle bir şeyi halledebilecekken neden böyle bir bileziğe gerek duysun?
-Bunu biz de düşündük. Cep telefonu, biz kadınların hep çantasında bir yerde duruyor. Arayıp bulman gerekiyor. Oysa bu, kolunda. Her an gözünün önünde. Aynı anda, akıllı bir saat geliştiriyoruz. Ve bütün bunları Amerika’nın en ünlü tasarımcılarıyla paslaşarak yapıyoruz. Çünkü estetik de olmasını istiyoruz. Ve bunlar Barneys’de satılacak. Buradaki Beymen ya da Vakko’nun karşılığı olan mağazalarda. Dünyada ilk kez akıllı ürünler, teknoloji dükkânları dışında farklı bir şekilde satılıyor olacak.
Bir de şu bebeğin üzerindeki çip var…
-Evet, sensörlü zıbınlar bunlar. Boston’da bir şirket yapıyor; şu çip içindeki zekayı, biz onlara veriyoruz. Adını ‘Edison’ koyduk bu çipin; yine benim ekibim üretti.
Zıbına bağlı fincan Ne işe yarıyor? O çipin anneye ne faydası var?
-Anne babalar, o çip sayesinde, bebeğin her çeşit istatistiki bilgisini, yani kalp atışlarını, vücut ısısını, hareket edip etmediğini izleyebiliyor. Anne mutfakta mesela, kahve içiyor, kahve fincanı da bu zıbının üzerindeki çipe bağlı. Kahve fincanında çok basit yeşil, kırmızı ışıklar yanıyor ve bebeğine ne olduğunu oradan takip edebiliyor. Ya da cep telefonundan. Üstelik bebeğinin bir günlük bilgilerini değil, resmen istatistiğini tutabiliyor.
Tüm bunlar ‘giyilebilir teknoloji’, öyle mi?
-Evet. ‘Bağlı olmak’ demek. Ben öyle tanımlıyorum. Bir lambayı düşünelim, siz o lambaya bağlıysanız ve sizin üzerinize giydiğiniz herhangi bir şey, saat de olabilir, gözlüğünüz de, tişört de, o lambayla iletişime geçerse, lamba bilir ki, siz loş ışıktan hoşlanıyorsunuz. Odaya girdiğinizde, ışığı sizin istediğiniz gibi ayarlar.
Lambalar da akıllı olacak yani!
-Elbette! Vizyon şu: 2025 yılında, 50 milyar akıllı nesne olacak dünyada. Biz 7 milyarız. Haydi, o zaman 10 milyar olduk diyelim. İnsan nüfusunun 5 katı kadar akıllı nesne olacak.
Başka neler var mesela…
-Oooo, say say bitmez!
Tacize karşı güvenlik Gözlüğüm, “Sen unuttun ama karşındaki insanın adı şu?” diye kulağıma mı fısıldayacak?
-Bugünkü teknoloji bunu zaten yapabiliyor. Küçük kameralar sayesinde, karşısındaki insanın fotoğrafını çekiyor, bir ‘bulut’a gönderiyor ve orada bir eşleme yapıp, sana o kişinin adını söylüyor. Biz, kod adı ‘Jarvis’ diye bir şey yaptık.
O nedir?
-Akıllı asistan. Kulağınızda küçük bluetooth kulaklık var, araba kullanıyorsunuz. Diyor ki “Gideceğin yere 45 dakika kaldı.” “Peki” diyorsunuz. Sonra devam ediyor Jarvis konuşmaya, “Bugün annenin yaş günü; 45 dakika içinde bilmem kaç km ilerideki çiçekçiye uğrayıp onun sevdiği lilyumlardan alabilirsin.” Çünkü sizin rutinlerinizi ve programınızı öğreniyor. Siz ona diyorsunuz ki, “Benim şu şu özelliklerimi öğren. Ben her arabaya bindiğimde ne yaptığımı bil, yakınlarımın doğum günlerini hatırlat.” O da bu komutlara uygun bir çerçeve geliştiriyor.
Bütün bunların altından kalkabilmek, Jarvis’le iletişim kurabilmek için teknolojiyi de bilmek gerekiyor, değil mi?
-Hayır, bütün espri orada! Eğer ona kalırsak yandık. Öyle komplike şeyleri kimse kullanamaz. Mesela şu kâsenin esprisi de bu. İçine koyuyorsunuz, telefonunuz şarj oluyor. Yapmaya çalıştığımız, siz konuşurken, onun sizi anlaması. Diyorsunuz ki “Annemin yaş günü”, o da size cevap veriyor: “En kötü, lilyum alırsın; en yakın şuradaki çiçekçide satılıyor. Ama annenin yürüyüş ayakkabısına da ihtiyacı vardı. Onu almayı tercih edebilirsin!”
Yok artık!
-Aynen böyle bir gelecek bekliyor bizi. 70’lerde, 80’lerde ‘Uzay Yolu’ vardı. Orada gördüğümüz her şey gerçek oldu. Zaman seyahati ve ışınlanma hariç. Otomatik kapıların açılması, saatimizle konuşuyor olmamız, ekranlarda birbirimizi görerek konuşabilmemiz, vücudunuzu uzaktan lazerle tarayıp problemleri görmeniz… Medikal aplikasyonlar çok önemli aslında. Şimdi biz keyifli şeylerden söz ediyoruz ama insanların hayatını gerçekten kurtarmaya başlayınca bu teknolojiler, çok özel şeyler olacak. Bir örnek vereyim size: Biliyorsunuz Hindistan’da çok ciddi bir kadın tacizi problemi var. Hindistan ekibiyle akıllı bir saat üzerinde çalışıyoruz. O saatin bir güvenlik alarmı var. Herhangi bir tacizde, tehlikede, tek bir düğmeyle, ya da belirli bir şey söylediğiniz zaman, anında hem polise hem ailenize haber gidiyor. Kenya ve Mısır’da çok ilginç bir uygulama geliştirmiştik. Kadınlar, telefonlarına bir aplikasyon indiriyordu. O aplikasyon da kadınları uyarıyordu: “Şu şu şu bölgelerde taciz var, oraya gitme, en azından yalnız gitme!” Benim en büyük takıntım gelişmekte olan ülkeler. Oradaki insanlar için bir şeyler yapmamız lazım…
2025’te her şey akıllı Bunlar hayatımıza girince, internet, bilgisayar onlar da eski mi kalacak?
-Olabilir ya da daha da akıllı olacaklar. Bilgisayarın gücüne her zaman ihtiyaç var ama çok daha fazla şeyin bilgisini toplayıp onu işliyor olacaklar. Sadece kucağınızda duran bir şey olmaktan çıkacak. Benim eve girdiğimi bilecek, işyerinde ne yaptığımı bilecek. Üzerimdeki saatim ya da gözlüğümdeki bilgiyi küt diye aktaracak, onu işleyecek ve bana geri verecek onu. Ya da televizyonum benim eve girdiğimi, kiminle konuştuğumu, o gün ne yapmak istediğimi, ne izlemek istediğimi bilecek. Bunların hepsi de hayatımızı zenginleştirecek şeyler.
Ne zaman gerçekleşecek? 2025 mi?
-Yok canım, 2025’e kalmaz. 2-3 yıl içinde ‘giyilebilir teknoloji’ her yerde olacak. Bir sensör artışı yaşayacağız. 2025, her şeyin akıllı olacağı zaman!
8 ay sonra, ‘giyilebilir teknolojiler’ piyasada. Mesela akıllı zıbınlar. Üzerindeki çip sayesinde, anneler, bebeklerinin sağlık durumlarından haberdar olacak. Kadınlar artık çantalarında telefon aramayacak, akıllı bileziklerinden sosyal ağlara ulaşabilecekler. Ve akıllı asistanlar çıkacak. Sana annenin doğum gününü hatırlatacak, onun sevdiği şeyi nereden alabileceğini de…
TÜRK TEPE YÖNETİCİLERİ BATI’DA AVANTAJLI AYŞEGÜL İldeniz,
Intel Yeni Teknolojiler Dünya Başkan Yardımcısı.
Teknoloji, kadın ve gelecek konuştuk. TÜSİAD, OESD, Türkiye Bilişim Vakfı, KAGİDER… Hepsine üyesiniz. Ulaşmak istediğiniz hedef nedir?
-Benim birkaç takıntım var, onları hayata geçirmeye çalışıyorum. Birincisi, gelişmekte olan ülkelerde teknolojinin yaygınlaşması. Bunun için de elimden geleni yapıyorum. İkincisi de biz kadınların teknolojiyi daha çok kullanması. Ülkemizde mesela, kadınlar teknolojiyi erkeklerin üçte biri oranında kullanıyor. Oysa eğitim seviyemiz aynı ama istatistiklere göre, oran üçte bir…
Neden?
-Kültürel sebepler söz konusu. Kadınlara “Sen bilgisayara dokunma!” deniyor. 95’de Kadın ve Bilişim Platformu’nu kurduğumuz zaman, bir hanımefendi kalktı ve söz aldı, “Buraya gelmek için şu kadar otobüs değiştirdim, sonra yürüdüm, anlayacağınız inanılmaz yol teptim. Kocamın da haberi yok. Neden geldim biliyor musunuz? Evdeki bilgisayara dokunmama ne çocuklarım ne da kocam izin veriyor. “Bozarsın!” diyorlar. Ben teknoloji öğrenmek istiyorum. Benim böyle bir derdim var!” dedi. “Harika” dedim. Budur işte! “Benim de öğretmek gibi bir derdim var!” Aslında mesele onlara balık verip karınlarını doyurmak değil, balık tutmayı öğretmek. Nitekim Afrika’da 2.5 milyon öğretmene, 350 bin öğrenciye ulaştık. Teknolojiyle insanların hayatlarını dönüştürdük. Bu saydığınız forumların hepsi, Türkiye’nin inovasyon, teknoloji ve eğitim konusunda sıçraması için çabalayan yerler. Ben de çorbada tuzumun olmasını istiyorum, o yüzden çabalıyorum.
HEM DOĞULUYUZ HEM BATILIYIZ
Uluslararası şirketlerde Türk olmanın avantajları var mı?
-Olmaz mı? Bir kere biz krizlere çok alışığız. Hem Doğulu hem Batılıyız. İkisinin kombinasyonu şahane bir şey. İnsan gerektiğinde iş bitirici olmalı, “Bir şey olmaz! Hallederiz” diyebilmeli, bizde o var, diyebiliyoruz. Demekle kalmayıp, gerçekten iş bitiriyoruz. Bu daha çok Doğulu bir davranış biçimi. Buna ek olarak Batı’nın disiplini ve analitik yaklaşımına da sahipsek, tamamdır. Bizim Türk tepe yöneticilerinde bu ikisi birden var, o yüzden bu kadar yükselebiliyorlar. Yani hem IQ’ları hem EQ’ları yüksek.
KOLEKTİF ZEKÂNIN DURDURULABİLME OLASILIĞI YOK!
10 yıl sonra nüfusun 5 katı kadar “akıllı nesne” olacak diyorsunuz. Neden olması gerekiyor? Şirketler para kazansın diye mi?
-Hayır hayır! Hiçbir şeyin olması gerekmiyor. Ama teknolojinin gelişimi o kadar hızlı ki, biz istesek de istemesek de olacak. Şu an 7 milyar farklı zekâ var dünyada. Ve 7 milyar insan farklı bakış açılarıyla bir şeyler yapmaya çalışıyor. Muhteşem bir şey aslında bu! Bu “kolektif zekâ”nın durdurulabilme olasılığı yok. Ama tabii ilerleyen teknolojiyle çok iyi şeyler yapabiliriz, berbat şeyler de! İnsanların her ikisini de yapabildiğini görüyoruz. Teknoloji özel hayat konusunda başa dert olabiliyor. İnsanların birbirlerine nasıl davrandıkları ve bilgileri birbirlerinin aleyhinde kullanıp kullanmayacakları. Ya da devletlerin bu bilgileri ne yönde kullanacağı. Çok bilinmeyen var…
Tabii hukuk da ona göre şekillenecek…
-Evet. Amerika’da en sıcak tartışma bugün bu. “Çok yasa yaparsak kısıtlayıcı olur. Hiç yasa yapmazsak, insanların haklarına tecavüz edilme olanağı var. Denge neresi?” Gözlük gibi, saat gibi, zıbın gibi nesneler piyasaya sürüldüğünde, bu bilgiler nereye gitmeli, kime gitmeli, kimler sahip olmalı? Bunların her birini yavaş yavaş çözmemiz gerekiyor.
Bunlara tepki olarak bir gün “sadeliğe dönüş” olmayacak mı?
-Tarihte böyle akımlar başarılı olamamış. Şu an dünya “global bir köy”. 7 milyarın sofistikasyonu aynı seviyeye geldi, bir geri dönüşün olabileceğini zannetmiyorum. Örnek vereyim, iki yıl önce Etiyopya’ya trekking’e gittim, kuş uçmaz kervan geçmez dağlara çıktım. Yanıma da 17 yaşında rehber bir çocuk aldım. Etiyopya’da 3G yok, 2G üzerinde bağlanıyorlar. Çocuğun birinci cümlesi, “Benim adı Joe, memnun oldum. Facebook’tan arkadaş olabilir miyiz?” Dedim ki “İnternet yok ki burada.” Elinde çok eski Nokia vardı ya, 15 dakikada 2G ile bağlanıp arkadaş oldu. Bunu görünce dedim ki, “İnsanlık olarak artık belli bir noktayı artık çoktan geçmişiz…”
22 YAŞINDA AMA BENDEN 5 KAT İLERDE!
Her şey sürekli değişiyor. Sizin de, “Aman Allah’ım ‘update’ olmam lazım” dediğiniz oluyor mu? Yetişemediğiniz, kendinizi geri hissettiğiniz…
– Tabii, elbette. Her gün. Bir örnek vereceğim size. İstanbul’daki elemanlarımdan birkaç tanesini yanımda götürdüm. Biri de henüz 22 yaşında. Robert’li ve Boğaziçili bir bızdık. Neden onu da götürdüm? Benden 5 kat daha ileride olduğu için. Her şeyi biliyor. Çünkü o bir genç ve arkadaşlarının neler yaptığını biliyor, internette en cool şeyin ne olduğunu biliyor. İşte benim böyle küçük kanallarım var. Beni onlar besliyorlar. Gözeneklerimi açık tutmak için böyle şahane insanlar topluyorum etrafıma…