Evlilik, hayattaki en büyük tuzak
(Cumartesi)
‘Aslında kocamın beni aldatmasına şaşırmadım. O kadar sıkıcıydım ki… Ben de olsam kendimi aldatırdım., o hayat dolu cıvıl cıvıl asistanıma aşık olurdum’
Adı ‘Bağdat Caddesi Güzeli’. Kocasını, sekreteriyle basan bir kadının boşandıktan sonraki yeni hayatını anlatan bir roman… Evlere şenlik. Eğlenceli, bol sevişmeli. Akıcı, kıvrak bir dil. Birkaç saatte bitiveriyor. Bir paket tuzlu ayçekirdeği gibi. Nefessiz okuyorsun. Edebi değeri var mı? Bence yok. Ama satar mı? Satar! Bence ‘Türk Grinin Elli Tonu’ olması için yola çıkılmış. Olmuş mu, olmamış mı, okuyun siz karar verin. Romanın yazarı Ender Aksu ilginç bir kadın. Bir kere yaşını başını almış biri. İnsan biraz şaşırıyor onu görünce, içinde bol seks olan bir kitabı, ancak cilveli, işveli biri yazabilirmiş gibi… Oysa, alakası yok. O da, tıpkı romandaki gibi, kocası tarafından aldatılmış ve depresyondan depresyona sürüklenmiş. Onu iyileştiren ‘yazmak’ olmuş. Ciddi görünen biri ama esprili, tatlı ve inanılmaz açık sözlü. Yıllarca yaratıcılık atölyelerine gitmiş,“Ama bir halta yaramadı!” diyor. “Kimsenin okumayacağı saçma sapan şeyler yazıyordum. Sonunda uzağa gitme Ender dedim, kendi yaşadıklarımı ve yaşayamadıklarımı yazdım…” Yarattığı kadın kahraman, olmak istediği ama hiçbir zaman olmadığı kadın. Kendi deyimiyle bir tür Madam Bovary. İçindeki iç gıcıklayıcı sevişme hikâyeleri bir yana, kitabın kadınlara vermek istediği bir mesaj var: Evlilik, hayattaki en büyük tuzak. Bir kadının kendisini evlilikten ibaret görmesi manyaklık! Bu satırları okurken gülümsedim. Çünkü ben hep tam tersini savundum, evliliğin beni özgürleştirdiğini söyledim. 30 yaşında evlenip, 35’inde anne olursan öyle oluyor. Ama ben de çok genç evlenseydim, kendimi olduramadan, hayallerimi gerçekleştiremeden, evlilik benim için de tuzak olabilirdi. Gerçekten‘biz’ olabilmek için, önce ‘ben’ olabilmen gerekiyor, 20’lerinde kucağında bir çocukla da bu zor! Ama bu benim fikrim. Kızımın da erken yaşta evlenmesini istemem, bir sürü güzel aşk yaşasın, sonra evlensin, aile olsun, ‘biz’ olsun… Çünkü acısı çıkıyor sonradan… Ama tabii gittikçe muhafazakârlaşan bir ülkede, kızlara pompalanan en önemli şey, okuyup eğitim alsalar da, bir an önce iyi bir izdivaç yapmaları, anne olmaları… Evlilik ve koca müthiş bir şey gibi sunuluyor. Doğru değil. Müthiş olan biz kadınlarız ve kendi gücümüzün farkına varmalıyız!
Bu roman nereden çıktı ?
-Bin yıllık kocam, hayatı ondan ibaret sandığım, sevgisinden yüzde 100 emin olduğum adam, çocuğumun babası, günün birinde bir başkasına âşık oldu… Ve benim altımdaki halı kaydı! İnanamadım. O kadar beklemediğim bir şeydi ki, çok sarsıldım! Ama gitmek isteyeni de durduramıyorsun, ayrıldık. Tabii ki feci bir depresyona girdim. O depresyondan da işte bu yazdığım romanla çıktım.
Tekrar bir araya gelmeyi düşündünüz mü?
-Kocamla mı? Tabii, tabii. Önce senden sonsuza kadar gittiğini kabul etmek istemiyorsun, bir umut, bekliyorsun. “Bir hata olmuştur, ruhsal bir dengesizlik yaşıyordur, yine bana gelecek, yine bana dönecek, evliliğim bitmeyecek” diyorsun. Ama ben bekleyemedim, ondan önce davrandım, barışmak için ofisine sürpriz bir ziyaret yapayım dedim. Yapmaz olaydım! O gün, kocamın kiminle aşk yaşadığını öğrendim.
Kimmiş?
-Asistanı. Çok uzağa bakmamak gerekiyor. Genellikle yakında birileri oluyor. Ama karşılaşmamız, romanımdaki kadar travmatik olmadı. Yani onları sevişirken basmadım! Ama evet, elimde bir şişe şampanya vardı, güzel iç çamaşırları da giymiştim. Hani belki orada, ofisinde sevişiriz diye. Ama onun buna ihtiyacı yokmuş, zaten bol bol sevişiyormuş o ofiste. Peki evliliğiniz, romanınızda anlattığınız gibi miydi? -Evet. Eskiden ‘Bağdat Caddesi Güzeli’ olduğum ve İstanbul dışına gelin gittiğim doğru. Bir tek şehri değiştirdim kitapta. Ama ben de romanımdaki kadın gibi, altımda cipim, kolumda Rolex saatim, kendimi yeni hayatımda buluverdim. Ve boşandık… Kocam asistanıyla evlendi. Ardından kansere yakalandı, vefat etti. Kimseyi yargılamıyorum. Ben olsam, ben de kendimi aldatır, o hayat dolu cıvıl cıvıl asistanıma âşık olurdum. Bir kadının kendisini evlilikten ibaret görmesi manyaklık! Sonra da oturdum kendimden yola çıkıp ilk romanımı yazdım. Zaten hep yazmak isterdim. Rahmetli eşim de beni desteklerdi. Hayat tuhaf. Birtakım kötü şeyler, iyiliğinize sebep olabiliyor. O, asistanına âşık olma cesaretini göstermeseydi ben halen o mutsuz, sıkıcı, alışveriş delisi kadın olarak kalacaktım!
EVLİLİĞİ ÇÖPE ATIN
Diş hekimliği okumuşsunuz. Ardından ilginizin edebiyata yöneldiğini fark etmişsiniz. Nasıl oldu bu?
-Valla, ne yalan söyleyeyim insanların küçük dillerini seyretmek hoşuma gitmedi. Şifa vermek, çare olmak, hekimlik yapmak müthiş bir şey ama bana uygun değildi.
Neden diş hekimliği okudunuz peki?
-Çünkü babam istedi! Adım da bir erkek ismi. Babam “Ender geliyor, oğlum geliyor” deyip durmuş. Ben kız olunca öyle bir yıkılmış ki,“Kız da olsa adı Ender olsun!” demiş. Evladının cinsiyetini bile böyle zapturapt altında tutan bir baba söz konusu olunca, babanız ne derse onu okumak mecburiyetinde kalıyorsunuz. Rahmetli babacığımın gönlünde benim tıp doktoru olmam vardı. Ama kafam, diş hekimliğine yetecek kadar bastı!
Peki sonra hayatınıza nasıl yön verdiniz?
-Evlenerek! Özgür olmanın tek koşulu evlenmekmiş gibi görünüyordu çünkü. Oysa ne kadar yanlış. Evlilik, hayattaki en büyük tuzak.
Tuzak diyorsunuz ama siz de, tıpkı romandaki gibi ikinci evliliğinizi yapmışsınız…
-Ama nelerden sonra. ‘Bağdat Caddesi Güzeli’nde anlattıklarımla birebir örtüşmese bile, ben de büyük badireler atlattım. İlk eşimden ayrıldım ve bunun neticesinde ikinci evliliğimi yaptım. Benden tavsiye isteyen olursa, “Evliliği çöpe atın kızlar!” derim. Benim gibi çöpe atamıyorsanız, kişiliğinize, kararlarınıza sahip çıkın, özgürlüğü elden bırakmayın.
Ardından Fransız dili ve edebiyatı okuyup yaratıcı yazarlık atölyelerine katılmışsınız…
-Evet. Buralar tamamen romanda anlattığım gibi. Baba evinden koca evine, yani bir başka köleliğe geçtiğimi idrak ettim aslında. Rahmetli babam vefat edince de, belki biraz tepki olarak Fransız dili ve edebiyatı okudum. Çünkü babam o bölümü okumamı istememişti. Ama tercüme yaptığım da söylenemez, zora gelemedim. Böylece çocuk büyüttüğüm, evlilik hayatı içinde kendimi körelttiğim, cemiyet hayatından bezdiğim bir süreç başlamış oldu. Oysa bir kadın için ekonomik özgürlük şart, bir iş şart.
Bütün bunlar mı, romanınız için ilham verdi?
-E tabii. Yazar olma sevdasıyla aptal aptal bütün yaratıcı yazarlık atölyelerini gezdim. Saçma sapan şeyler karaladım durdum. En sonunda kendi hayatımdan ilham alarak bir çıkış yaptım. Ancak okuyanlar görecekler ki, oradaki kadın benden epey farklı. Belki olmak istediğim kadın o.
ANTİDEPRESAN ROMAN
Dili çok genç ve kıvrak. Anlattığı hayat tarzı, ilişkiler çok dinamik. Nasıl kurdunuz bu yapıyı?
-Evlilik hayatı içimi çürütmüştü. Eşimin başka bir kadına ilgisi yüzünden ayrılmamız travmam oldu. Artık hiçbir antidepresan etki yapmıyordu bana. Bu romanı yazmak mucizem oldu, antidepresanım oldu. İstedim ki okuyanlar için de benzer bir etkisi olsun. Ben antidepresan bir roman yazmak istedim.
Kahramanınızı yaratırken kendinizden mi yola çıktınız?
-Hayır, çünkü ben sıkıcı bir kadınım. Oysa romanın kahramanı Yasemin hayat dolu, canlı, fıkır fıkır. Yani ‘Bağdat Caddesi Güzeli’ olmayı hak ediyor. İddialı olacak ama, bu zamanın Emma Bovary’si o. Ben ayrıldıktan sonra, onun yaşadığı maceraların hiçbirini yaşamadım. Ama hayal etmek bana güç verdi. Okuyucular için de böyle olacaktır. Kim istemez kendisini tatlı aşk hikayelerinin içerisinde bulmayı? ‘Bağdat Caddesi Güzeli’ hepimizin namına bunu gerçekleştiriyor işte!
Kahramanınız Yasemin’in de evliliği de, sizinki gibi travmatik bir biçimde sona eriyor. O da kendini cipi, kolunda Rolex saati, parmağında pırlanta yüzüğüyle sokakta buluyor…
-Evet. Gururu yüzünden böyle oluyor. Ayrıca çok kızgın ve kırılmış tabii. Ömrünü kime, neye harcadığını görmek kolay değil. Kendisini evlilik hayatı boyunca parayla sahip olduğu şeylerle avuttuğundan bu da ona kaderin bir cilvesi oluyor açıkçası. Bunlar aynı zamanda benim de yaşadıklarım.
Peki kahramanınızın tekrar evlenmesinin gerekçesi sizinle aynı mı?
-Yasemin artık ruhunu teslim etmemeyi çoktan öğrenmiş olarak yeniden evleniyor. Roman kahramanım Yasemin gibi, ben de ikinci eşimi çok sevdim. Deniz otobüsünde adaya giderken tanıştık. Balıkçı olduğunu düşündüm. Acayip hırpani görünüşlüydü çünkü. Demek ki halen hayattan ders almamışım. Neredeyse önyargılarımın kurbanı oluyordum. Meğer İsviçre’de yaşayan çok kültürlü bir ortopedistmiş. Balık, deniz kokuyor, üstü başı dökülüyor diye kaçıracaktım adamı! Kaldı ki balıkçı olsa da onu sevemez miydim? Hayatta mutluluğumuzu engelleyen hep bu sınıfsal önyargılar…
‘Bağdat Caddesi Güzeli’nin romanda âşığı Simon’a karşı hissettiği şeyler gibi sanki…
-Doğru. Roman kahramanım bunları tatlı tatlı tecrübe etti. ‘Bağdat Caddesi Güzeli’ bunları aşarak mutlu oldu.
İkinci eşiniz, romandaki ‘balıkçı âşık’ için size ilham vermiş olmalı, öyle değil mi?
-O da doğru. Bu yüzden Yasemin’in son âşığını balıkçı yapmış olabilirim. Bu romanı okuyanlar hayat hep güzelliklerle devam ediyor diye düşünsün istedim.
Yazmaya devam edecek misiniz?
-Valla ben posta kutusundan çıkan bir yazarım, romanı bitirdim yayınevine yolladım. Filmlerdeki gibi. Beğendiler. Ama sonra bana dönüp zarifçe “bir çiçekle baharın gelmeyeceğini” hatırlattılar ve“İkincisini de yazın, basalım” dediler. Oturdum ikinci romanımı da yazdım. Hayat kime, neyi ne zaman vereceğini bizden daha iyi biliyor. Bence biz kadınlar biricikliğimize inanmalı, kendimizi çok sevmeliyiz. Çünkü biricik olan sizsiniz. Gerisi boş. Evliliğinizi kurtarmak için kendinizi heba etmeyin. Bitmiş şey bitmiştir. Ayrılmayı, hayata yeniden başlamayı bilin. Hayatı yaşayın. Tıpkı ‘Bağdat Caddesi Güzeli’ gibi…
AYŞE KULİN VE CANAN TAN’DAN DAHA CÜRETKÂRIM
Kendinizi bir yazar olarak nereye koyuyorsunuz?
-Öncelikle henüz yazar olduğuma inanamıyorum. Ama kızım romanı okuyunca, “Anne çok eğlenceli yazmışsın Sophie Kinsella gibi” dedi. Bir dostum da Philippa Gregory’nin verdiği lezzeti verdiğimi söyledi. Anlaşılır, tatlı, akıcı bir dilim olduğunu söylüyorlar. Türk edebiyatında Canan Tan, Ayşe Kulin gibi isimlerden biraz daha cüretkârım. Aynı kuşak olmamıza rağmen, sanki daha genç bir şey yazdım. Ama tabii ki takdir okurun. Hayalim sevdiğim yazarlar gibi çok okunmak ve sevilmek. Hayat yakın zamana kadar öyle çok canımı sıktı ki, ben çareyi yazmakta buldum. Umarım, okurlarım da çareyi beni okumakta bulurlar…
‘Türk Grinin Elli Tonu’ mu bu kitap?
-Valla, ben bir roman yazdım. Benden çıktı, artık sizin. Değerlendirme de sizin. Ama kadın olarak ne düşündüğünüz benim için önemli. Okurken iyi vakit geçirmeniz de. Ben, herkese iyi vakit geçirmeyi vaat eden bir kitap yazdığımı düşünüyorum.