Anne-kız 72 saat Paris
(Cumartesi)
Süper eğlenceli bir 72 saatti.
Hiç bitmesin istedim. Hiç dönmeyelim. Paris… Anne-kız seyahati.
Miles & Smiles kredi kartıyla gerçekleştirdiğimiz bir Yarım Kalan Hayatlar projesiydi. Yakında hurriyet.com.tr/kelebek’te okuyabilirsiniz.
“9 yaşında bir çocukla 72 saat Paris”… Nerelere gittik, Alya en çok neleri sevdi, Mona Lisa’yla randevumuz nasıl geçti, Eyfel’in tepesinde n’aptı, Marie Antoinette’in giyotinle başının kesildiği Concorde Meydanı’yla ilgili yorumları neydi,Champs-Élysées’de onu en çok ne mest etti, Saint Germain’den nasıl etkilendi, Café de Flore’de soğan çorbası içmeye nasıl bir tepki verdi, üç katlı deniz ürünlerini görünce suratı ne hale geldi, Louvre’da en çok ne sevdi ve tabii Eurodisney maceraları… Bu projeyle bir üniversite öğrencisinin seyahat hayali gerçekleşecek. THY’nin uçtuğu bir yere seyahat masrafları karşılanacak.
Paris! Büyüleyici bir şehir. 9 yaşındakiler için de 90 yaşındakiler için de… Hele Alya gibi ilk kez görenler için… Allah sizi inandırsın başımın etini yedi. Gitmeden her şeyi ama her şeyi sordu. Eyfel’den etkilenecek miyim, çıkacağız di mi tepesine, Seine Nehri kenarında gezecek miyiz, köprülerde fotoğraf çekecek miyiz, selfie sopanı alacak mısın, Champs-Élysées’de (Şanzelize) dolaşacak mıyız, Notre Dame’a gidecek miyiz, Louvre’un içindeki Afrodit’i görecek miyiz, Afrodit’in neden kolları yok, orda bir de Hermafrodit varmış, o nasıl oluyor, Mona Lisa kocaman bir salonda asılı küçücük bir resimmiş öyle mi, her yerde kuyrukta mı bekleyeceğiz, Eurodisney’de kaç saat kalacağız, kaç roller coster’a bineceğiz, benimle bineceksin korkmayacaksın di mi, bana yırtık bir tayt alabilir miyiz, çok para harcamam söz, çek çek’lerle Paris’i dolaşabilir miyiz, sokak ressamlarına resmimi yaptırabilir miyim, Build’a Bear Shop’a gidecek miyiz, Sephora’dan da küçük bir şeyler alabilir miyim?
Baştan dedik ki… “Kasmayacağız kendimizi, şu üç gün istediğimizi yiyeceğiz…” Öyle de yaptık. Ben üç kilo alıp geri döndüm! Çok utanıyorum ama sabahları 4 kruvasan yiyordum. Müthiş güzel oluyor bu Fransızların kruvasanları, sanki çok lazımmış gibi bir de içine reçel de koymayayım mı? Gerçi yeme faaliyetimiz Türk Hava Yolları’nın CIP lounge’ında başladı. O pidelerin methini duymuştum ama bu kadar mı güzel olur birader! 12 dakikada bir tazesi çıkıyor. O kadar lezzetli ki, o 12 dakika geçmek bilmiyor! Ben kıymalılara bayıldım, yemin ederim şiir! Tabii sonra uçakta bir şey yiyemedik. İndiğimizde akşamdı. Alya, en hiperaktif haliyle, “Hemen uyumayacağız di mi?” diye tutturdu. Ona göre yaşlılar uyur.
En havalı şey de güneşin doğuşunu seyretmek! “Hemen uyumayız merak etme. Otelimiz Champs-Élysées’nin yan sokağında, artık bir gece turu atarız seninle!” Havaalanından şehre gelirken, baktım sürekli gökyüzüne bakınıyor, “Hayrola?” dedim, “Eyfel’i arıyorum” dedi.Güldüm. Hotel Athénée’deki odamıza gelince, Alya bir çığlık attı. Çünkü çift kişilik yatağın üzerinde kırmızı bir ‘teddy bear’ duruyordu. Hastasıdır. İstanbul’dan bavulunda üç tane ayıcıkla geldik buraya. Bu çocuk denilen varlığın her yaşı güzel. Öyle bir yaşta ki Alya, hem ayılarıyla uyuyor, yani bir yanı hâlâ bebek hem de makyaj malzemesi için deliriyor, kullanması yasak ama hepimizden eskileri topluyor, onlarla bir an önce büyüme hayalleri kuruyor.
Bana diyor ki, “4 ay sonra 10 olacağım. Yaşımı sorduklarında 10 diyebilir miyim?”
212 numaralı odamızın bir de minik balkonu vardı. Alya bir ara çıktı, “Annneeeee inanmıyorum!” diye bağırdı. “İşte Eyfel!” O sırada da ışıklandırmasınlar mı Eyfel’i, öyle şıkır şıkır görünce bir mutlu oldu anlatamam. “Hadi anne çıkalım” dedi, “İlk gecemiz Paris’te…” Attık kendimizi sokaklara.
Benim için Paris, beyaz şarap ve deniz ürünleri festivali demek. Gözüme kestirdiğim bir lokantaya girdik. İçinde istiridyelerin, pavuryaların, böceklerin, midyelerin, tarakların olduğu tepsi geldiğindeki yüz ifadesini görmeliydiniz…
Küçük çaplı bir şok yaşadı. “Bunları yiyecek misin gerçekten!” dedi. “Afiyetle!” dedim, “Sana da tavsiye ederim…” Ona da nasıl yiyeceğini gösterdim. Çok güldük. Çünkü elindeki penseye benzeyen kırıcıyla, kabukları kıramadı, deniz hayvanları yan masaya uçtu… Ana-kız çok eğlendik. Sonra tekrar vurduk kendimizi sokaklara. Dükkânlar kapanmaya başlamıştı. Sephora hariç! İçi gidiyor girmek için… “Hadi gel girelim” dedim. İşte o zaman, 9 yaşındaki çocuk bir mutluluk perisine dönüştü, içine bir genç kız kaçıverdi. Bana ojeler, parlatıcılar, simler, allıklar gösterdi. “Banyo köpüğü de alalım, otelde küvet yaparız!” dedi. İlgisi, bilgisi beni güldürdü. Ve el ele, otele döndük. Ertesi gün sabah kalkar kalkmaz balkona koştu, bir çığlık daha: “Anne Eyfel yok olmuş!” Baktım gerçekten de yoktu… Çünkü sabahın çok erken saatleriydi ve güzelim Paris sisler içindeydi…
Maceranın devamı Yarım Kalan Hayatlar’da…