EBRU&AYDIN YILMAZ

Hayır efendim bu kaza değil, cinayet!


Kaptan, feribotun kapağını erken kaldırınca araba suya uçtu. Beş yaşındaki Ece Su ve 65 yaşındaki anneanne Şaziye Güleren hayatını kaybetti. Acılı anne-baba Ebru ve Aydın Yılmaz ilk kez anlattı.

Hayatım boyunca en çok ağladığım röportajlardan biriydi. O anneyi-babayı görmek, dinlemek, acılarını paylaşmak beni mahvetti. Allah, kimseye böyle bir acı yaşatmasın. O gün yeğeninizin doğum günü var. Kızınızı, annenizi, teyzenizi almış, güle oynaya karşıya geçiyorsunuz. Arabada pastalar, kekler, kurabiyeler, hediyeler… Bir kutlamaya gidiyorsunuz. Herkes, en güzel kıyafetlerini giymiş. Ece Su, iki yaşındaki yeğenini göreceği için çok heyecanlı. Feribota bineceksiniz, en son arabasınız, “Acelem yok, bir sonrakine bineyim!” diyorsunuz ama el birliğiyle, “Gel, gel… İlerle, ilerle” yapıyor görevliler. Ve ilerliyorsunuz. Ama kaptan, kapağı, daha arabanızın arka tekerlekleri havadayken kapatıveriyor, yani aracınız feribota tam girmemişken… Ve siz direkt, aşağı, suya kayıyorsunuz. 150 metre derine. Birkaç saniye içinde… Siz bir şekilde kurtuluyorsunuz, teyzeniz de… Ama anneniz ve arkada oturan beş yaşındaki yavrunuz arabada kalıyor, sulara gömülüyor, sizden sonsuza kadar koparılıyor. Bundan daha büyük bir acı var mı? Peki bunun bir cezası yok mu? Çünkü ağır hata var, ihmal var. “İstenmeden oldu!” diyerek işin içinden çıkılabilir mi? İki hayat söndü. Orada, öyle büyük bir iskelede balıkadam olmaması, yenilir yutulur bir şey mi? O feribotta ikinci kaptan neden yoktu? Birinci kaptan neden hâlâ görevde? Ve biz ne zaman ‘insanca’ yaşayabileceğiz bu ülkede?

FERIBOT-4

Hepimiz kahrolduk. En değerli iki varlığınızı, kızınızı ve annenizi, feribota binerken kaybettiniz. Acınızı derinden hissettik ama tabii ki anlamamız mümkün değil. Nasıl hissediyorsunuz?

-Tarifi imkânsız bir acı. Sanki ruhum kayboldu. Ben varım ama yokum aslında…

Beş yaşındaki kızınız Ece Su hâlâ var gibi geliyor mu size?

-Evet. Sanki annemle bir yere gitmişler de geri dönecekler gibi. Ben çok yoğun çalıştığım için onlar hep birlikteydi. Anneanne-torun, muhteşem ikiliydiler. Zaten o gittikleri yerde de birlikteler. Ancak böyle avutabiliyorum kendimi.

 

FERIBOT-5Hayata nasıl devam ediyorsunuz? Kazayı hatırlamamak ya da unutmak için özel bir şey yapıyor musunuz?

-Ölümüne çalışıyorum. Böyle bir savunma mekanizması geliştirdim. Karadayı dizisinin makyözüyüm. Dizi ekibi ailem gibi. Onlar da çok sarıp sarmaladılar beni. İşin yoğunluğuyla kendimi uyuşturuyorum. Bir de evde vakit geçirmemeye özellikle dikkat ediyorum. Kalabalıklarda kaybolmaya çalışıyorum.

En çok geceleri mi koyuyor?

-Hayır, kızım olmadan geçirdiğim her an koyuyor! Günde en az beş kere telefonda konuşurduk. Her telefon çalışında içim coşkuyla doluyor, “Bu o!” diyorum. Sonra hatırlıyorum: “Ece Su yok artık, o öldü… Arayamaz!” Bir başka içimi çok acıtan şey, iş dönüşü beni hep kapıda karşılardı ve sıkı sıkı sarılırdı. Artık o da yok…

FERIBOT-1

Evin içindeki düzen değişti mi?

– Ece Su’nun odasını kapadık. Kapıyı kapattığımız yetmiyormuş gibi, bir de çarşaf astık. Hayatımız,  yatak odamız ve mutfak arasında geçip gidiyor. Zaten eve yatmadan yatmaya gidiyoruz. Gün içinde orada hiç vakit geçirmiyoruz.

Antidepresan?

-Yok, hiçbir şey kullanmıyorum. Ağlayarak, konuşarak, dua ederek, inanarak katlanmaya çalışıyorum. Bu acıya tahammül etmeye…

Bu olup biteni kendinize izah edebiliyor musunuz?

-Bu, çok büyük bir hata. İhmal. Kaza filan değil yani. Cinayet! Tam feribota binerken kapak kaldırıldı ve arabamız suya gömüldü. Kızım ve annem hayatını kaybetti. Ötesi var mı? Tabii ki adaletin yerine gelmesini ve suçluların ceza almasını istiyorum. Karı-koca bu işin takipçisi olacağız. Başka türlü kalbimiz soğumaz, ruhumuz da huzur bulmaz.

FERIBOT-2EBRU YILMAZ

Ece, sulara gömülürken “Anne, anneee” diye bağırıyordu

O güne nasıl başladınız? Nasıl uyandınız?

-Çok güzel uyandık. Yeğenimin doğum gününe gidiyorduk. Bir gün önce de evdeydim, kurabiyeler, kekler yapmıştım. Çok özendik o güne. Sabah da kalktık, Ece’ye banyosunu yaptırdım. Yeni giysiler almıştık, onları giydi. İki yaşındaki kuzeninin doğum gününe gidiyor diye çok mutluydu.

Nereden çıktınız yola?

-Atakent’te oturuyoruz biz. Kardeşim Üsküdar’da. Karşıya geçecektik. Trafik ve TEM’e giriş kapalıydı, “E5 de tıkalıdır” diye düşündüm, sahil yoluna döndüm. “Feribotla geçelim” dedik. Karşıda çalıştığım için, feribotu çok sık kullanan biriyim. Sırayla almaya başladılar. Son dört araba kaldık. En sonuncusu da bizdik. Bir huzursuz oldum. Görevliye, ilerlemek istemediğimi, acelemin olmadığını söyledim. Hatta iki defa. O da mahkemedeki ifadesinde bunu teyit etti.

Peki istemediyseniz niye bindiniz?

-Çünkü o esnada görevli memurun telsizine anons geldi. “Bir araba daha yollayın” dediler, o da bizi gemiye yönlendirdi. Geminin üzerinde duran görevli de sağdaki boş yeri gösterdi. Herkes bana el birliğiyle orayı işaret ediyordu.

Yanınızda kim oturuyor?

-Annem vardı. Arkada da kızım ve teyzem…

Emniyet kemerleri takılı mıydı?

-Benim ve anneminki takılıydı. Benim camım görevlilerle konuştuğum için tamamen açıktı. Kızımın camı ise yarı açıktı.

Sonra?

-Feribota binerken arkadaki tabaklar vurmaya başladı. Teyzem de “Hareket etti gemi!” dedi. Ben “Nasıl yani?” dedim. Ve sonra sadece Ece’nin “Anneee, anneee” diye bağırdığını duydum. O kadar. Ondan sonrasını hatırlamıyorum. Üç saniye falan sürdü batışımız. Geminin motorları da çalıştığı için büyük bir anafor vardı suyun içinde.

FERIBOT-7Kapak kalkınca direkt suya daldık

Feribotun kapağının üzerinde sallandığınız anı hatırlamıyor musunuz?

-Hayır, zaten sallanma filan olmadı. Gemilerin kapakları inip kalkmalı ve aşağı meyilli olduğu için direkt kaydık zaten. Çünkü arka tekerlerim boştaydı, ben daha feribota girememiştim.

Siz ne hatırlıyorsunuz?

-Hiçbir şey hatırlayamıyorum, çünkü her şey üç saniye sürdü. Düştük. Farkında olmadan kapıyı açmışım herhalde ya da basınçla kırılmış.

Suyun gelişini falan hatırlıyor musunuz?

-Hayır. Sadece çok su yuttuğumu hatırlıyorum. Çok karanlıktı, hiçbir şey görünmüyordu. Ben nasıl çıktığımı da hatırlamıyorum. Camdan mı, kapıdan mı? Emniyet kemerimi nasıl açtım? Kemerimin takılı olduğundan eminim. Refleksle açtım herhalde. Teyzem de refleksle, kapıya ve cama yönelmiş. Ama arka taraf suya çok çabuk girdi. Arkadan düştük çünkü…

İlk kendinizi hatırladığınızda neredesiniz?

-Bana bayağı uzun gelen bir sürede çıktım. Sanki su değildi, betondu ve biz betonu delip çıkmaya çalışıyorduk. Can simidi attılar. Derken teyzemin kafasını gördüm. Gözüm, gayri ihtiyari Ece Su ve annemi aradı. O arada atlayanlar oldu ama çok derin bir yermiş, direkt gömülmüş araba. Fakat orada dalgıçlar olsaydı, kızım ve annem şu an hayatta olacaktı. Çünkü dalgıçlar geldikten sonra onları çıkarmaları sadece üç dakikalarını aldı. İstanbul gibi bir yerde, bu kadar büyük bir iskelede bir dalgıç ekibinin olmaması vahim bir hata. Sonra öylesine bir vapurda, tek kaptan olması da hata. Bunların hepsi şirketin sorumluluğu. Böyle korkunç bir şeyin yaşanabilmesi için, peş peşe bir sürü hatanın olması gerekiyor, nitekim öyle de oldu. Düşününce çıldıracak gibi oluyorum.

Peki oradasınız ve kızınızın çıkarılmasını bekliyorsunuz. Nasıl büyük bir çaresizlik bu, ne yapıyorsunuz o anda?

-Sadece bağırıyordum. “Kurtarın, kurtarın!” Delirmiş gibiydim. Ama şöyle bir şey oluyor: Ölebileceklerini hiç düşünmüyorsun. “Mutlaka onları da birileri çıkarır!” diyorsun. Buna inanmak istiyorsun. Ben hiç umudumu kaybetmedim. Biraz önce, kanlı canlı olan birinin ölebileceğine inanmıyorsun. Hele o çocuğunsa… Zaten zaman duygumu da kaybetmişim. Sonradan öğrendiğimize göre 25 dakika sonra gelmiş dalgıçlar. Birkaç dakikada çıkarıp, ambulansa koymuşlar. Bana “İkisi de yaşıyor” dendi.

Ama 25-30 dakikadır suyun altındalar…

-O anda böyle bir mantık yürütemiyorsun. Birileri yaşadıklarını söyledi, yeterliydi, ben de inandım. Sonrası ayrı bir rezalet. Hepimizi farklı bir hastaneye götürmüşler. Kızımı ayrı, annemi ayrı, teyzem ve beni ayrı. Sebebi yok. Türkiye burası.

Siz, kızınızı görmek istemediniz mi?

-İstemez olur muyum? Ama beni yaklaştırmadılar, kollarımdan tutuyorlardı. Üç saniye içinde annemle kızımı alıp götürdüler, hiç göremedik. Teyzemle beni de Cerrahpaşa’ya götürdüler. O arada Aydın ve eniştemle konuştuk. “Bir kaza oldu!” dedim Aydın’a telefonda, “Ne diyorsun sen? Nasıl yani!” dedi. Ben o anda hâlâ yaşıyorlar diye biliyorum. Bir de eniştem, “Verilmiş sadakamız varmış!” diye bir şey söyledi telefonda. Bunu duyunca da teyzemle iyice sakinleştik, “Demek ki yaşıyorlar!” dedik. Sonra baktık, akın akın insan geliyor hastaneye. Ben her gelene “Ece nasıl?” diye soruyorum. Kimse cevap vermiyor. Bir arkadaşımın yüzünden anladım. Sonrası kopuk… İğne yapmışlar bana.

Kızınızı gördünüz mü?

-Hayır. Çünkü Ece çok neşeli ve güzel bir kızdı, onu o halde görmek istemedim. (Ağlıyor)

Bir sürü haber çıktı, lösemi bile dediler…

-Alakası yok! Ece sapasağlamdı. Hiçbir hastalığı yoktu. Acaba lösemi olsaydı böyle bir ölümü hak edecek gibi mi geldi insanlara? “Zaten ölecekti!” mi demek istediler? Bu laflar nasıl, nereden çıktı hiç bilmiyorum. “Beş yıl birlikte yaşadık. Bu beş yıl bizim için hediyeydi!” diye mi düşünüyor insan? -Aynen öyle! Bir tek şu konuda Aydın’ın da benim de içimiz çok rahat: Ece, beş yılı 20 yıl gibi yaşadı. Çok gezdi, istediği her şeyi yaptı. Baleyi çok seviyordu, baleye gitti. Karı çok seviyordu, en son kar tatiline gitti. Özellikle de babasıyla çok gezdi. Onlar birbirine çok yakındılar.

Özlem mi daha fazla, öfke mi?

-Özlem. Kelimelerle ifade edemeyeceğim kadar çok özlüyorum. Ama öfke, kızgınlık duyamıyorum. Yapımda öfkelenmek yok. Tabii hazmedemiyorum. Canım çok acıyor. Kızımın ve annemin hayatını elinden aldılar. “Bir hata oldu, bir kaza oldu!” deyip çıkamazlar işin içinden. Can taşıyorsan, mesuliyeti ağır bir iş yapıyorsun, o zaman kuralların olsun. Onları uygula, kimsenin canını alma.

İhmal yüzünden iki kişi hayatını kaybetti. Dava ne durumda?

-Mahkeme yapıldı, kaptan tutuksuz yargılanıyor. İlk mahkemede herkes ifadesini verdi, o da verdi. Sanıyorum İDO’da hâlâ çalışıyor, geri hizmette. Bunu anlamak da mümkün değil.

Sorumlular hapse atılsa içiniz rahatlayacak mı?

-Elbette. Sorumlular cezalarını çekmeli. Çünkü “Düştü, yaralandı, kafası kanadı” değil ki bu, iki hayat söndü ve dünyamızı bitirdiler. Ben demiyorum ki “İsteyerek yaptı!” Kimse istemez ama işlerini adam gibi yapsalardı tüm bunlar yaşanmayacaktı.

Kaptan ne dedi?

-“Sinyal sesi duydum” dedi. ‘Neta’ diye bir kalkış sesi varmış, ona benzetmiş. Kalkışa hazır olduklarını belirten son anons. Tecrübeli bir kaptanmış, uzun yol kaptanı, uzun yıllardır bu meslekte ama bence tabii ki suçlu. Kaptanın bu kadar lakayt davranabilmesinin sorumlusu da şirket tabii.

FELAKETİMİZE DOĞRU ÇEKİLDİK

Ben o feribota binmek istemedim, “Bir sonrakine binelim” dedim. Acelemiz de yoktu. Ama bazen istememeniz yeterli olmuyor. Anons geldi, oraya doğru yönlendirildik. “Yer var. İlerle, ilerle” dediler. Göz göre göre, felaketimize doğru çekildik. Saniyeler içinde gerçekleşti her şey.

FERIBOT-6AYDIN YILMAZ

Akşamları kızımla dans etmeden uyuyamazdık

Ece’yle ilişkinizi nasıl tanımlarsınız?

-Âşıktım ben kızıma. Baba sevgisiyle büyümediğim için, ona hep çok sevgi vermeye çalıştım. Bir de hep saygılıydım. Kapısını vurmadan asla odasına girmezdim mesela. Onunla her şeyi konuşurdum. Onunla her yere giderdim. Bir kafeye gider otururduk, ben kahve içerdim, o da portakal suyu. Herkes bana, “Sen deli misin!” derdi, “İki yaşında çocukla kafeye gidiyorsun!” Aldırmazdım bile, hiç yanımdan ayırmazdım Ece’yi.

Baba-kız bir sürü tatile mi gittiniz?

-Evet. Annesinin hafta sonları da bazen işi olurdu, biz baba-kız birlikte takılırdık. Kayağa götürdüm onu, köyüme götürdüm, Bodrum’a götürdüm. Yurtdışından bir misafirim gelmesin de hafta sonunu Bebek Parkı’nda, sekiz saat onunla geçireyim diye dua ederdim. Asla sıkılmazdım. Arkadaşlarım, “Sen babaysan biz neyiz!” diyorlardı. O kadar düşkündüm kızıma.

Nasıl bir boşluk hissediyorsunuz?

-Güneşsiz bir hayat şu an benimki.

Odasına girebiliyor musunuz?

-Hayır. Görmeyelim diye perde çektik, çiviledik kapıya. Kafamı eğiyorum, öteki tarafa bakıyorum, odasını, eşyalarını, hatta fotoğraflarını bile görmeye dayanamıyorum. Telefonumda da yok. Bakınca kopuyorum, kendime gelemiyorum.

Size de sanki uzakta bir yerdeymiş ama bir gün geri dönecekmiş gibi mi geliyor?

-Geçen gün bir uğurböceği kondu omzuma. İkidir oluyor. “İşte Ece geldi!” dedim. Birdenbire karşıma bir kuş çıkınca da böyle hissediyorum. Ya da güneş batıyor kızıl renkte. “Ece göründü” diyorum. Böyle bir dünya kuruyorsun kendine. O kurduğun dünyada olanları bir tek Allah ve sen biliyorsun. “Ece her yerde!” diyorum, “Ben onun babasıyım. Kızım artık yaşamıyor olsa da babasıyım. O da benim biricik, prenses kızım…”

Size de birlikte yaşadığınız o beş yıl hediye gibi mi geliyor?

-Ben, çocuklarımızın bize emanet olduğunun hep bilincindeydim. Bir gün ayrılacaktık ama bu kadar erken beklemiyordum. Ona masallar anlatmayı, birlikte uyumayı çok seviyordum. Her akşam mutlaka dört-beş oyun oynardık. Gölge oyunu, saklambaç, kitap okumaca ve mutlaka dans ederdik. Her akşamımız dolu doluydu. Bu arada, anneannemiz de çok özeldi. Onu kendi annemden hiç ayırmadım, en çok onun emeği geçmiştir Ece’ye.

Peki siz nasıl izah ediyorsunuz bu olanları? “Neden benim ailem? Neden benim kızım?” diyor musunuz?

-Öyle dememeye çalışıyorum. Ben çok zor bir çocukluk geçirdim ama Allah bana çok güzel bir hayat sundu. Harika bir eşim, harika bir kızım oldu. İşimden memnunum. Hayatımız Allah’a şükür çok iyiydi. İnsanlar, doğum günlerinde pasta keserler, ihale kazanınca mutlu olurlar, kutlama yaparlar. Ama hayatta sadece ‘iyi gün’ yok, ‘kötü gün’ de var. Ben kötü günde de isyan etmemeyi, Allah’a teşekkür etmeyi öğrendim. Şimdi de isyan etmemeye çalışıyorum.

O kadar büyük bir acı ki, insan “Ben de öleyim” demez mi?

-Bunu eşime dahi söylemedim. Ama evet dedim. “O arabada ben olsaydım keşke!” dedim. Kesinlikle çıkmazdım, onunla birlikte, nereye gittiyse oraya giderdim. İlk gün zaten gitmeyi düşündüm yanına. Ama canıma kıyarsam Ecem’le asla buluşamayacağıma inandım, sırf o yüzden yapmadım. Üç yıl sonra, 30 yıl sonra, nasıl olsa buluşacağız. Birbirimize yeniden kavuşacağız. Bunlar insanı ayakta tutuyor.

 

FERIBOT-3Kapısı kapanmadan uçak kalkabilir mi?

Peki sizce bu olayın sorumluları kim? Ne yapıldı o günden beri?

-Biz, hukukun gereğini yapacağını düşündük. Ama öyle olmadı. Anneciğimin de vefatından sonra ihmale sebep olan kaptanın serbest bırakılmasına inanılmaz üzüldük. Sadece kaptan mı? Hayır. Şirketin de sorumluluğu var. Kaptanı hâlâ çalıştırıyor olmaları inanılır değil.

Manevi tazminat davası falan açmayı düşünüyor musunuz?

-Evet, yöneticiler hakkında suç duyurusunda bulunmayı düşünüyoruz.

Şirketten size başsağlığı ziyaretine geldiler mi?

-Evet ama bu, kızımı, annemi, mutlu ailemizi geri getirmiyor. Tüm duam ve çabam, o şirketin tüm tedbirleri alarak, dalgıcıyla, kaptanıyla, uluslararası standartlarda çalışması. Buna layık değil miyiz? Niye arabalarımız suya düşsün, niye ölsün çocuklarımız! Burada, bir kaptan hatası var. Kaptan da kabul etti zaten, “Benim hatam, duymadım” dedi. Tamam kaptan hatası ama aynı zamanda şirketin hatası. Her şeyi kaptanın üzerine atıp, kendini temize çıkarmak! Dünyanın hiçbir yerinde kapak kapanmadan hareket edilmez. Uçak, kapısı kapanmadan hareket edebilir mi? Şirket ve yöneticiler de sorumlu. Şirketin onlarca avukatı ne yapıyor? Kaptana yükleniyor, bu işten öyle çıkmaya çalışıyorlar.

Siz ne istiyorsunuz?

-Bir daha böyle acı şeyler yaşanmasın. Nasıl Soma’daki ihmal şirketle ilgili, burada da maalesef sistemden ve ihmalden kaynaklı dev bir sorun var. Bu yüzden benim ailem dağıldı. Bütün hayatını kızına adamış bir adamdım. Ne oldu? Kapak kapanmadı, araba suya düştü, kızım öldü. Neden? Kaptan unutmuş. İkinci kaptan nerede? Yok. Çünkü 4 bin lira maaş verecekler, şirket masrafa girmek istemiyor. İkinci kaptan yok. Kaptan kalp krizi geçirdi diyelim, ne olacak denizin ortasında. Böyle bir anlayıştan söz ediyoruz.

 

ECE’YLE BİRLİKTE ESKİ AYDIN DA ÖLDÜ

Tekrar baba olmak istiyor musunuz?

-Evet. Ama ben artık kazadan önceki Aydın olamam. O Aydın da Ece‘yle öldü. Fakat evet, Ebru’yla yeniden bebek yapmak istiyoruz. O 40 yaşında, ben 44. Kendimize yeni bir düzen ve yeni bir dünya kurmaya çalışacağız. Ama tabii ki Ece’nin yeri asla dolmaz, o da hep bizimle yaşayacak. Bir akşam olmasın ki, onun boynunu koklamadan, öpmeden uyuyayım. Yine de Allah’a, ona dolu dolu bir beş yıl yaşatabildiğimiz için şükrediyorum.

Annem dayanamadı torununun gidişine, peşinden gitti

Ece’yi o gün, orada kaybettiniz. Anneniz peki?

-Annemi, Haseki’ye götürmüşler. Yoğun bakımda yer olmadığı için başka bir hastaneye sevk edilmiş. Altı gün yoğun bakımda kaldı ama kalbi dayanamadı. Üç kere durdu, üçünde de tekrar çalıştırdılar. Ama yaşasaydı da denizin altında bütün beyin hücreleri hasar görmüş. Ece’ye doğduğundan beri annem bakıyordu. Aralarında farklı bir bağ vardı. Annem bence dayanamadı torununun gidişine. Onu, oralarda da yalnız bırakmamak için gitti yanına, öyle hissediyorum.

 

Son zamanlarda yüzüne çok güzel bir ışık gelmişti

Ece’nin en önemli özelliği neydi? Nesi, kimselere benzemezdi?

-Yaşı beşti ama sanki büyük birinin ruhunu taşıyordu. Onunla her şeyi konuşabilirdiniz. Ve şaşırtırdı yorumları. Sanata meraklıydı. En sevdiği şey de dans etmekti. Bir yaşından itibaren hep dans etti. Babasıyla dans etmeden uyumazdı. Böyle bir rutinleri vardı.

Keşke onlar değil de ben ölseydim

Hayatta en büyük korkunuz onu kaybetmek miydi? Böyle şeyler geçer miydi aklınızdan?

-Evet. En korktuğum şeydi. Ece fotoğraf çektirmeyi çok severdi. Öyle fotoğrafları vardı ki görmeniz lazım. Son zamanlarda inanılmaz bir ışık vardı Ece’nin gözlerinde. Oysa doğduğunda çirkin bir bebekti fakat sonradan çok değişik bir güzelliğe erişti. Yüzüne nur inmiş gibiydi. Ece’ye bakarken, çok bakmamaya, ne kadar güzelleştiği hakkında çok konuşmamaya çalışıyordum.

Bu kadar büyük bir travma yaşayınca, genellikle evlilikler bu acının altında kalıyor. Ama siz aksine birbirinize daha çok bağlanmış duruyorsunuz…

-Ben aslında hiçbir hatam olmamasına rağmen müthiş bir vicdan azabı duydum. Çünkü ben kullanıyordum arabayı. Hatta, orada da söylemişim Aydın’ın beni sorumlu tutacağını ve beni görmek bile istemeyeceğini. Ama sağ olsun, bununla ilgili hiçbir şey söylemedi bana. Beni suçlamadı.

Siz kendinizi suçlu hissediyor musunuz?

-Hayır ama ben hayatta kaldım, kızım ve annem öldü. Bundan daha beter bir şey olabilir mi? Keşke ben ölseydim de onlar hayatta olsaydı…

 

Fotoğraf: Emre YUNUSOĞLU

Yorum Bırak