SÜHA DERBENT, MUSTAFA SEVEN VE BEN
Indiana Ayşe oldum
Ruanda’ya gittim, altı gün kaldım. Dünyada 800 dağ gorili kalmış, burası 600’ünün yaşadığı yer. Bebeklerini gördüm, inanılmazdı. Pigmelerle tanıştım. Yağmur Ormanları müthişti. Gökyüzünü göremediğiniz bir ormanda yürüdüğünüzü düşünün. Evet, bildiniz; Yağmur Ormanları’na da gittim. Lafı daha fazla uzatmayacağım. Hazır mısınız? Sizi Ruanda ‘ya götürüyorum.
Neeeeeeee?
Ruanda mı? Yağmur Ormanları mı? Goriller mi?
Dalga mı geçiyorsuuun?
Ölürüm de gelirim Süha!!!!
Bugüne kadar bir sürü cazip teklif aldım.
Hiçbiri beni bu kadar baştan çıkarmadı!
Sarı humma aşım da tamam…
Uçarak geliyoooooooorum…
Ben yay burcuyum, seyahat manyağıyım, fakat ayıptır söylemesi bu yaşıma kadar o çok yere gittim ki, artık gideceğim yerin gerçekten aklımı uçurması gerekiyor ki, altı gün kızımdan ayrı kalayım.
Ama Ruanda’yı duyunca kalbim küt küt atmaya başladı.
Bir heyecan, bir heyecan. Birden ‘Indiana Ayşe’ oldum!
Gözüm, Afrika Afrika bakmaya başladı.
Hemen kargo pantolonlarımı çıkardım, bir de şapkamı… Şapkam olmadan asla! Benim için seyahatin sembolü o. Bir de selfie sopam!!!
6 gün Ruanda
Ve gittik. Süha Derbent, Mustafa Seven ve ben.
İkisi de çok sevdiğim insanlar. Enerjisi tutan, iyi anlaşan ve birlikte çok gülen bir üçlüyüz.
6 gün Ruanda yaptık, maceradan maceraya koştuk, Allah sizi inandırsın, ülkenin altını üstüne getirdik.
Mustafa Seven müthiş bir sokak fotoğrafçısı, portrelerde üzerine yok.
Süha Derbent ise bu ülkenin en deneyimli vahşi hayat fotoğrafçısı. Uzmanlık alanı da vahşi kediler. Ama şimdilerde gorillerle aşk yaşıyor…
Dünyada 800 goril kalmış
Dünyada 800 dağ gorili kalmış, 600’ü de Ruanda’da…
Hayır, goriller vahşi hayvan değil.
Asıl vahşi olan biz insanlarız. Seneler içinde, bebeklerini kaçırıp hayvanat bahçelerine satmışız. O bebek gorilleri çalabilmek için de anne-babaları öldürmüşüz. Yetmemiş, babaların ellerini kesip, kül tablası yapmışız! Böyle bir iğrençlik! O yüzden nesilleri tükenmiş, şimdi var olan gorillere de Ruanda hükümeti gözü gibi bakıyor.
Süha, Ruanda’ya 100 kere filan gitmiş, avcunun içi gibi biliyor, artık neredeyse gorilce konuşabiliyor! Geçen sene ‘Ruanda Development Board’ tarafından Ruanda’nın görsel arşivini oluşturmak üzere görevlendirilmiş. Ruanda için bütün ülkeyi fotoğraflamış. Bir nevi devlet fotoğrafçısı. Duruma o kadar hâkim yani.
Et koparan karıncalar
İtiraf ediyorum.
Ben uçaklardan, özellikle de küçük olanlarından tırsıyorum. Süha, “Başkent Kigali’ye THY’yle uçacağız, Yağmur Ormanları’na ve gorillere gidebilmek için iki kere helikoptere bineceğiz!” diyor.
Ekliyor: “Korkmana gerek yok, fotoğraf çekebilmek için helikopterin kapılarını sökebiliriz o kadar!”
İşte o an kanım çekiliyor!
“Peki ormanda böcek, yılan mılan yok mu?” diyorum.
“Yok” diyor. Tam ben sevinirken, “Sadece kırmızı karıncalar var!” diyor: “Et koparıyorlar ama korkma, tozluk giyeceksin, bir şey olmayacak, pantolona giremeyecekler!”
Çünkü girerlerse bir saniye içinde kafana kadar çıkıyorlarmış!
Afrika’nın İsviçresi
6 saat sonra Kigali, Ruanda’dayız.
Diğer Afrika ülkelerinden farkı, el değmemiş olması. Tertemiz. Ve çok güvenli.
Orta Afrika’daki bu minik ülkeye, “Afrika’nın İsviçresi” diyorlar. Uganda ve Kongo ile komşu ama onlara göre çok daha gelişmiş.
Kafamızdaki Afrika imajı, hep çöl, sıcak filan ya, burası yemyeşil, hiç terlemiyorsun.
Bir de Afrika deyince aklımıza safari geliyor ama Ruanda’da Yağmur Ormanları’nı keşfediyorsun ve gorilla trekking yapıyorsun… Afrika’nın en büyük Yağmur Ormanları burada. Ruanda, bin tepeli bir ülke. Bizim gidip gördüğümüz yerler ise hep 2000 metrenin üzerindeydi, gorillerle ise 3000 metrede buluştuk…
1994’teki soykırım
Bu kadar gelişmeye açık bir ülke olmasının sebebi de o korkunç soykırım.
1994’te yaşandı biliyorsunuz.
O felaketten öyle bir ders alıyorlar ki, elbirliğiyle ülkelerini geliştirmek için uğraşıyorlar, şu an parlamentonun yüzde 64’ü kadın!
Şöyle diyeyim: Dünya üzerindeki en yüksek kadın parlamenter oranı!
Kadına şiddet de yok denecek kadar az.
‘Hotel Ruanda’ güzel filmdi ama soykırımı tüm açıklığıyla anlatan esas film ‘Sometimes in April’.
Ruanda’da evvel eski üç kabile birlikte yaşıyor: Hutu, Tutsi ve Twalar (yani Pigmeler).
Belçikalılar, Tutsi ve Hutuların ortak dil-gelenek ve kültürlerini yok sayarak, yapay bir ırksal ayrımcılığı körüklüyor.
Yüzde 9’luk bir azınlık olmalarına rağmen Tutsiler daha iyi yaşam şartlarına ve işlere kavuşuyor.
Ülkenin yüzde 90’ını oluşturan Hutular ise eğitim ve sosyal haklarından mahrum bırakılıyor.
Belçikalılar ülkeyi terk ettikten sonra da bu iki kabile arasında intikam amaçlı korkunç bir katliam yaşanıyor.
Önce Hutular Tutsileri, sonra da Tutsiler Hutuları kesiyor. Ve bütün dünya bu faciayı seyrediyor. Sebebi de bu ülkede rant yok. Ne altın var ne başka bir maden. Kısa bir sürede 1 milyonun üzerinde insan hayatını kaybediyor.
Hepimiz Ruandalıyız!
Soykırımın acısı Ruanda’da çok taze…
Ama artık Tutsi-Hutu ayrımı yok.
Hatta o kelimeler kullanılmıyor bile.
“Biz Ruandalıyız!” demeyi öğretmişler.
Eskiden nüfus cüzdanlarında Hutu, Tutsi yazıyormuş, şimdi böyle bir şey yok.
Birlikte yeni bir yaşam inşa etmişler. Acı çekmiş insanların bilgeliği var üzerlerinde.
İnanılmaz etkilendiğim şeylerden biri de, yolların temizliğiydi, meğer yasa çıkarmışlar, haftada bir gün herkes evinin önünü ve sokağını temizleyecek diye.
Sebep; soykırım sırasında her yer ceset dolu olduğu için sokaklarda yürümek ve araba kullanmak mümkün değilmiş. Daha da fenası sokak köpekleri, cesetleri yiyormuş. O felaket yüzünden, sokak temizliği bir yasal görev haline getirilmiş.
Bir de ilginçtir, ülkede herkes soykırımı unutturmamak için uğraşıyor. Kigali’deki Soykırım Müzesi’ni gezmek tavsiye ediliyor.
Her yerde soykırım anlatıları var, sık sık anma günleri düzenleniyor.
İşte Yağmur Ormanları!
Heyyooooooo!
Başkentten, Yağmur Ormanları’na geçiyoruz.
Helikopterle. Bana acıdılar, kapıyı sökmediler!
Boşuna tırsmışım, korkacak bir şey yokmuş.
Bu arada, havaalanı müdürü kadın, helikopterlerden sorumlu kişi kadın, Süha’nın çalıştığı tur operatörü de kadın… Bayıldım bu ülkeye, kadınlar cumhuriyeti!
Helikopterin camına burnumu yapıştırdım, aşağıyı izliyorum. Üffff Allahım olağanüstü bir manzara…
Her yer ya orman, ya çay plantasyonu…
Çıplak toprak göremiyorsun. Bu kadar mı yeşilin her tonu olur… Biz 40 dakikada sonra Nyungwe’ye ulaşıyoruz.
Çok havalı, helikopter otele indi.
Bir çay tarlasının ortasındayız.
Otelimiz pek güzel.
Odamın neredeyse tamamı cam, her yerinden de yağmur ormanı fışkırıyor…
Sanki Tarzan filmindeyiz
“Hadi bakalım Canopy Walk’a” diyor Süha…
Yağmur Ormanları’nı keşfe çıkıyoruz.
Bildiğin ormana benzemiyor, ağaçlar dev, bütün bitkiler dev, muazzam doğayı bütün hücrelerimizde hissediyoruz.
Saatlerce yürüyoruz, sonra iki tepeyi birleştiren ve yerden 50 metre yükseklikte Boğaz Köprüsü kadar uzun, incecik, sallanan bir köprüden yürüyoruz.
Vay, vay, vay!
Adrenalinli ama güvenli.
Saçma sapan bir şey yapmazsan tabii!
Ertesi günkü şelale yürüyüşüne ise âşık oluyorum.
Gökyüzünü göremediğin bir ormanda yürüyorsun.
Sanki Tarzan filmindeyiz.
Tozluklar gerçekten işe yarıyormuş, kırmızı karıncalar ortalıkta ama biz umursamıyoruz.
Yılan, böcek möcek olmamasının sebebi de Yağmur Ormanları’nın gece soğuk olmasıymış.
Burada goriller de yok!
Gorillere gidiyoruz
Goriller, sadece Volcanoes National Park’ta var.
Volkanlar Milli Parkı’nda yani.
Tekrar helikoptere biniyoruz ve Virunga bölgesine, gorillere gidiyoruz.
Bölgenin ortasında bir düzlük var, etrafı volkanlarla çevrilmiş durumda.
İşte biz o volkanlardan birine tırmanarak dağ gorillerini ziyaret ettik.
Çünkü bu dağ gorili arkadaşlar sadece volkanik dağlarda yaşıyorlar.
Goriller içlerinde şiddet barınmayan canlılar.
Asla saldırgan değiller.
Süha anlatıyor, yüzlerce kez, goril göğsünü döverek üzerine koşmuş ama karşısına gelince durmuş.
Eğer sen onu ürkütmezsen, taciz etmezsen, bağırmazsan, koşmazsan, rahatsız etmezsen bir şey yapmıyor.
Alışmadığı şeye tepki veriyor.
Sen onun hayatına saygı gösterirsen, o da sana saygılı davranıyor.
Saati 750 dolar
Bu bölgede kaldığımız otel, dünyanın en güzel oteli, çünkü iki odalı.
Çok çok heyecanlıyız.
Süha bizi goril rehberimizle tanıştırıyor.
Dağlara onunla çıkacağız.
Rehberimiz Emanuel, ziyaret edeceğimiz goril ailesini tanıtıyor. Fotoğraflarını gösteriyor. Ne kadar yürüyeceğiz, neleri yapmalıyız, neleri yapmamalıyız anlatıyor…
Ruanda’da ziyarete açık 10 goril ailesi var.
Her aileyi, sadece 8 kişi ziyaret gidebiliyor ve sadece bir saat. Yani günde sadece toplam 80 kişi goril görebiliyor…
Ve işte o bir saatin ücreti, adam başı 750 dolar.
Kurallar çok net, bir saat sonra süre sona eriyor, bir daha mı görmek istiyorsun, ertesi gün bir 750 daha veriyorsun.
Elde edilen paranın hepsi de goriller için yapılan araştırma fonuna gidiyor.
İşte macera bu!
Gorilla trekking’in üç türü var.
Kolay, orta, zor.
Biz zoru tercin ediyoruz.
Gorillere ulaşmamız 5 saat sürecek!
Ama ailenin bir aylık ikizleri var, onca yorgunluğa değer!
Başlıyoruz tırmanmaya, köyleri geçiyoruz, 3000’lere geldiğimizde bir duvarla karşılaşıyoruz.
İşte orası, ormanın girişi…
Ülkenin tüm etrafında var, vahşi hayvanlar özellikle de bufalolar ekinlere zarar vermesinler diye yapmışlar.
Duvarı aştığın zaman yeni bir macera başlıyor.
Önce bir bambu ormanı var, onu geçiyorsun, sonra büyük, şahane bir orman başlıyor.
Yüzüklerin Efendisi’ndeki gibi…
Sürreel…
Dünyanın hiçbir yerinde görmediğim devasa bitkiler, ısırganotları. Macera işte bu!
Yabani doğanın göbeğindeyiz.
Bu arada, goriller bir yerde durup bizi beklemiyorlar.
Onlar da hareket halinde, biz de peşlerindeyiz.
Ve sonunda, gorillerin bulunduğu noktaya ulaşıyoruz.
Silverback’ten izin…
Şimdi arkadaşlar, öncelikle goril ailesinin reisi Silverback’ten izin almak gerekiyor.
“Biz geldik, ailenle görüşmek istiyoruz. İzin verir misin?”
O çünkü ailenin reisi olarak, radar gibi gözleriyle her yeri tarıyor, kontrol ediyor.
Dağ gorilleri ziyaretçilerle empati kurabilen canlılar.
Arkası dönüktü biz onu gördüğümüzde…
Yüreğim ağzımdan çıkacaktı!
240 kiloluk bir King Kong.
Sırtı da beyaz.
Birden döndü.
Zaman durdu sanki.
Şöyleeee bir süzdü bizi.
Yemin ederim, gözleriyle sanki röntgenimi çekti!
Bu goril sanki her şeyi biliyor, baba baba bakıyor. Çözmüş işi!
O zaman neden DNA’mızın yüzde 97’si aynı dendiğini anlıyorsun.
Çünkü tıpkı bizim gibiler, sadece biraz büyük tüylüler.
En önemli faaliyet cigi cigi
Şu andan itibaren Süha’dan öğrendiklerimi satıyorum size. Neden mi Silverback deniyor?
İnsanların saçının beyazlaması gibi, onların da sırt tüyleri beyazlaşıyor.
Her erkek goril Silverback oluyor ama lider olamıyor.
Bir dağ gorilinin Silverback olabilmesi için diğer Silverback’lerle kavga edip yenmesi gerekiyor.
Silverback olduğu zaman, o yaşlanıp daha genç Silverback’ler ondan güçlü olsa bile, onun yerine geçmiyorlar, böyle bir talepleri olmuyor.
O ölene kadar saygı var.
Bir kere Silverback’sen, hep öylesin!
Ailedeki dişi goriller, çiftleşmek için bazen genç gorilleri tercih ediyorlar ama bunu alınmasın diye, Silverback’ten gizli yapıyorlar.
Gorillerin sevişmesinin adı da ‘cigi cigi’, Ruandalılar öyle diyor.
Şahane bebek goriller…
Silverback’in görevi sadece liderlik etmek değil, aileye en iyi besini sağlayacak bölgeyi de bulmak.
Çünkü gorillerin diğer vahşi hayvanlar gibi sabit bir bölgeleri yok, sürekli yer değiştiriyorlar.
Bizim Silverback’ten izin aldıktan sonra, eşini ziyarete gittik ve onun dünya güzel ikiz bebeklerini gördük.
Yanımızda çeyrek altın yoktu, takamadık!
Bir yaramazlar, bir meraklılar anlatamam.
Sürekli annenin üzerine tırmanıp bizi kesiyorlar.
Neredeyse kucağımıza atlayacaklar.
İnsan yavrusu ne kadar şekerse, goril yavrusu da öyle!
Anne ve babasına benzeyen tüysüz bir şey var karşılarında… Bakıyorlar, bakıyorlar…
Ama dokunmak tehlikeli…
Hastalık riski nedeniyle yakın temas yasak. Üst solunum yolu enfeksiyonu goriller için öldürücü mesela. Onlardan bize, bizden onlara hastalık geçebiliyor, dikkat etmemiz gerekiyor. Grip olunca biz ölmüyoruz, onlar ölüyor, Ebola olunca onlar ölmüyor, biz ölüyoruz.
Selfie sopasından ürktüler
Ooooo o da ne!
Bütün aile birleşti…
Sarılıp yatıyorlar.
Küçükler üstlerine tırmanıyor.
Onlar bize, biz onlara bakıyoruz.
Kameralara alışıklar, Süha ve Mustafa çekiyor.
Bense selfie canavarı olarak selfie yapayım istedim.
Meğer bizim Silverback de selfie sopasına alışık değilmiş.
Birden göğsünü yumruklamaya başladı.
Benim bir kaçasım geldi…
Allah’tan Süha tuttu.
“Dur, sakin ol!” dedi.
Biz sakin olunca Silverback da sakin oldu.
Sadece dik dik selfie sopama baktı.
Ben tabii acilen kaldırdım.
Ben de Hirwa’ydım
İstediklerinde o 240 kiloluk cüsseleriyle çok hızlı hareket edebiliyorlar, çok hızlı ağaca çıkıp inebiliyorlar mesela, bir yerden aşağı inmek istediklerinde yuvarlanmayı tercih ediyorlar.
Ama ne yazık ki, sadece 35 yıl yaşıyorlar.
Dişi gorillerin hamilelikleri de tıpkı bizimki gibi 9 ay fakat onlar 2 yıl emziriyor, tam bir anne şefkatiyle.
Ne var ki 9 yaşına gelince goril, artık büyümüş oluyor, isterse başka bir ailede yaşamayı seçebiliyor.
Anne-çocuk bağı onlarda hayat boyu sürmüyor.
Bir de şu ilgimi çekti:
Silverback öldüğünde, önce başında 6 saat yas tutuyorlar. Sonra direkt kavga ediyorlar, yeni lideri belirlemek için. Ama bu kavganın sonucunda dişilerin o erkek gorili kabul etmediği oluyor. Çünkü sadece kavgayı kazanması yetmiyor, güçlü ve sevişken olması da… Onları koruyacağını düşündükleri bir lider istiyorlar.
Böyle birini bulamadıkları zaman 6 ay lidersiz kaldıkları bile oluyor. Süha diyor ki, “Bir goril ailesi var. 6 ay reissiz yaşadı. Sonunda Uganda tarafından gelen bir Silverback’i reis kabul etti. O gorilin adı Hirwa. Ailenin adı da Hirwa oldu. Hirwa da şans demek!”
Ben de Hirwa idim bu seyahatte!
Unutamayacağım bir macera yaşadım.
Dünyanın en güzel ormanı ve dünyanın en güzel insanları ve dünyanın en güzel canlılarından biriyle tanıştım.
Darısı sizin de başınıza…
Fotoğraf : Suha Derbent