Dün Türkiye Barolar Birliği başkanı Metin Feyzioğlu’na Tahir Elçi cinayetini sordum.
Bugün de sohbetimize Can Dündar ve Erdem Gül olayıyla devam ediyoruz…
Can Dündar ve Erdem Gül için Başbakan ve Numan Kurtulmuş, “Tutuksuz yargılanabilirlerdi” derken, öyle olmadı, apar topar hapse tıkıldılar. Bu acımasız tutum neden?
-Tutuksuzu bırakın, yargılanmaları bile akıl alır gibi değil! Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin çok yerleşik bir içtihadı var. Bu artık lisans düzeyinde bile bilinir. Böyle bir haberi yapan gazeteci, toplumun en azından bir kısmını ilgilendiren bir haber yaptığı için, hiçbir şekilde suçlanamaz. Çünkü “haber” değeri var. Haber değeri olan bir bilgiyi de yayınlamak zaten mesleğinin gereği, gazetecinin yükümlülüğü…
Devletin bir kademesi buna “devlet sırı” diyor…
-E o zaman, bu sırrın sızmasını önlemek zorundaydı. Evet, devletlerin sırları olur. Dünyanın her yerinde olur. Ama eğer siz bu sırrı muhafaza edemeyip sızdırmışsanız, o sır da gazetecinin önüne kadar gelmişse, siz o zincirin halkalarına ulaşırsınız ama gazeteciyi bu sebeple suçlayamazsınız! Ha gazeteci bunun için bir özel çaba gösterip, para verip veya birinin bilgisayarına girip gizlice bağlanıp aldıysa o ayrı bir olay. Ama bir haber kaynağıyla önüne geldiyse, gazeteci suçlanamaz. Bu sebeple soruşturma bile açılamaz.
Amaç basına gözdağı
Tüm bunlar basına da gözdağı vermek için mi?
-Elbette! Basına gözdağı verme ve yıldırma. Tek tip insanlardan oluşan bir toplum yaratma gayreti. İktidardaki hakim güç, neyin düşünülmesini istiyorsa, o düşünülecek.
Peki bu işin içinde çelişkiler yok mu?
-Olmaz olur mu? Akla zarar bir durum var. Kendilerine de zarar, Türkiye’ye de zarar. Bu haberin içerisinde bu silahların IŞİD’e gittiği yazıyor. Bu yüzden de çok öfkeliler. Peki n’aptılar. Önce “Haber yalan” dediler. Çelişki şu: Haber yalansa, ortada hakiki anlamda bir “sır” yok. Bir “yalan haber” var. Öyle değil mi? Ama eğer haber doğruysa, o zaman bu sırrın içeriği, fevkalade vahim bir uluslararası suçun işlendiğine işaret ediyor! Yani ben bunu görememelerini, dünyayı sadece Türkiye’den ve zamanı sadece iktidarda oldukları dilimle sınırladıkları bir akıl tutulmasına bağlıyorum…
Bir yayın yönetmeninden hapisteki yayın yönetmenine
YAYIN yönetmenimiz Sedat Ergin, Kelebek ödül töreninde anlamlı bir konuşma yaptı ödül verirken. Çok hoşuma gitti. Belki denk gelmemişsinizdir diye buraya almak istedim.
“Bu akşam, ben de Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni olarak bu törende ödül vermek üzere burada bulunduğum şu anda bir başka eski, köklü gazetemizin genel yayın yönetmeni, Türkiye’nin değerli bir gazetecisi, değerli bir yazarı, değerli dostum, arkadaşım Can Dündar ve Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Erdem Gül, şu anSilivri’de cezaevinde, demir parmaklıklar arasında bulunuyorlar. Temennimiz, her ikisinin de bir an önce, en kısa zamanda özgürlüklerine kavuşarak aramıza dönmeleridir. Bu dayanışma duygusuyla her ikisine de buradan en iyi dileklerimi, selam ve sevgilerimi gönderiyorum…”
Hamiş: Usta yazar Hasan Pulur’un vefatı beni de derinden üzdü. Onunla iki kere röportaj yapma şansı buldum. Önceleri bana önyargılıydı, çünkü “Ben” diye yazılar yazan ve kendini anlatan bir kuşaktan geldiğim için. Fakat beni tanıyınca sevdi. Komikti, tatlıydı, espriliydi ve iyi kalpliydi. Eşiyle ilişkilerini, birbirilerine yaslanmış iki çınar gibi anlatmıştı. Güzel bir aşktı onlarınki. Eşinden sonra evladını da toprağa verdi. Şimdi de o gitti. Mekânı cennet olsun.