Hande Fırat… Cesur, dürüst, gözükara bir haberci. Deneyimli ve soğukkanlı. Ve ayıptır söylemesi Sophia Loren kadar güzel. Bu mesleğe de âşık. Gece muhabirliğiyle başladı, 20 yıl boyunca televizyon haberciliğinin her alanında çalıştı. Sağlık muhabirliği, polis muhabirliği, milli eğitim muhabirliği, son olarak da uzun yıllar başbakanlık muhabirliği yaptı. Şimdi CNN Türk Ankara ondan soruluyor. 15 Temmuz darbe girişiminde muhteşem bir gazetecilik yaptı, Cumhurbaşkanı’yla FaceTime…
CNN Türk’ün Ankara temsilcisisin. Darbe girişiminde öne çıkan kadınsın. Seni tebrik ediyorum, bence harika bir habercilik yaptın…
– Teşekkür ederim. Ben sadece sorumlu gazetecilik ne gerektiriyorsa, onu yaptım.
Hadi o kâbus gecesine dönelim. Ne oldu? Nasıl oldu?
– Aslında normal, sakin bir gündü. İş bitti. Çıktım kanaldan, ailemle, kızım Nehir’le yemeğe gittik. Günaydın’a. Yemekten sonra eve geçtik, telefonum çaldı. Haber müdürüm Dicle aradı, “Tuhaf bir hareketlilik var. Haberin olsun!” dedi.
Sen n’aptın?
– Her habercinin yapacağını! Tek tek haber kaynaklarımı aramaya başladım. MİT’ten, emniyetten, askerden… “Evet, bir tuhaflık var. Biz de algılamaya çalışıyoruz” dediler. Ben sağı solu ararken, İstanbul’dan Erdoğan Aktaş aradı, “Hande” dedi, “Boğaz Köprüsü’nde askerler görülmüş!” Ben tekrar haber kaynaklarıma döndüm. Ve kanala geçmeye karar verdim. O sırada yoldan sürekli siyasetçileri arıyorum. Kimsenin bir şeyden haberi yok…
Senin daha önce bir darbe tecrüben var mı?
– Ben 1974’lüyüm. 12 Eylül’de 6 yaşındaydım. Esat’ta oturuyorduk, lastikler mastikler bizim kapının önünde yakılırdı. Çatışma olduğunda, anneannemin, kardeşimle beni ellerimizden tutarak kaçırdığını, dükkânların içinde saklandığımızı bilirim. Darbe tecrübem bu kadar. Ama yaptığım iş sebebiyle okuyan bir kadınım…
Kanala doğru gidiyorsun, ne geçiyor içinden?
– Haber konusunda hastalıklı biriyim ben! Ne olduğunu öğrenmeye kilitlendim. Bu arada CNN ekranında, ufak ufak “Asker sokakta” lafları dönmeye başladı. İlk anlar. Köprünün üstü…
O görüntüyü görünce ne hissettin?
– Şok geçirdim! “Anormal bir durum var. İşin aslı nedir? Öğren!” İçimdeki ses bunu söylüyor. Türkiye genelinde tanıdığım birtakım askeri yetkililer var, onları aramaya başladım. Çünkü Genelkurmay Karargâhı’ndaki haber kaynaklarım telefonumu açmıyor. Oysa iyidir diyaloğumuz. Türkiye genelindeki askeri yetkililerle konuştuğumda, “Hande, asker bir işe kalkıştı. Çok uzun bir gece olacak! Ama daha neyin ne olduğu belli değil. Komutanlar işin içinde olmayabilir” dediler. Başkalarını da aramaya başladım. Başbakanlık’ın hiçbir şeyden haberi yoktu. Bakanlarla konuşuyorum, onlar bana soruyor, “N’oluyor Hande?” diye. O arada ben Aydın Bey’i aradım, Aydın Doğan’ı. Dedim ki, “Ankara çok karışık. Askerler sokağa çıkıyor. Hatta, ‘Darbe oluyor!’ diyenler var. Bunların hiçbiri resmi değil. Ekrana da yansımış değil. Ama bir tuhaflık var. Çözmeye çalışıyoruz. Komutanlara ulaşamıyorum. Genelkurmay Karargâhı’ndaki yakın haber kaynaklarımın hiçbirine ulaşamıyorum. Siyasetçilerin de haberi yok.” Aydın Bey bana “Kızım” dedi, “hepinize güç diliyorum. İyi gazetecilik yapın ve kesinlikle demokrasinin içinde kalın. Demokrasinin yanından ayrılmayın.” Aynen böyle dedi. Bu, bana çok cesaret verdi. Sonuna kadar bizi destekleyen bir patronumuz var. Ve tavrı net: “Demokrasinin içinde kalın!”
Sonra?
– CNNTürk Ankara olarak bir WhatsApp grubumuz var, hemen bütün arkadaşlara yazdım, bütün muhabirlere görev dağılımı yapıldı. Bunların hepsi, 10-15 dakika içinde oluyor. “Serhat, Genelkurmay’a gitsin, Murat şuraya gitsin, öbürü buraya gitsin, teknik ekip gelsin, herkes yayına hazırlansın!”
Hep böyle hızlı mısın?
– Evet, çünkü ölesiye sevdiğim bir işim var. İş gibi gelmiyor. Biz, bütün ekip, o kanalda sadece çalışmıyoruz, orada yaşıyoruz! O yüzden hızlıyız ve işimize bağlıyız. Derken haberler akmaya başladı. Hepsi, “Ankara’dan son dakika” diye yayına gidiyordu. Fakat o da ne! Jetler havalandı. Bu arada, öğrendik ki bizim muhabirlerimizin oldukları yerlere de ateş açılıyor. Can güvenlikleri gittikçe yok olmaya başladı. Bir taraftan onları düşünüyorum. Kendini yere atanlar, çimlerde sürünenler, hastaneye sığınanlar. Hem onlarla haberleşiyorum hem yayın masasındaki telefonlarla konuşuyorum…
Cumhurbaşkanlığı’nı da arıyorsun…
– Tabii ki… Sonunda ulaştım Hasan’a. Cumhurbaşkanı’nın özel kalem müdürü Hasan Doğan’a. “İyi misiniz? Ne oluyor, ne bitiyor?” dedim. “Marmaris’teyiz, biz de anlamaya çalışıyoruz” dedi. İlk konuşma bu. “Karşılıklı haberleşelim” diye kapattık. Cumhurbaşkanı iyi, Marmaris’te ve dönmüyor. Bunlar da ekrana girdi. Fakat biz o sırada, Cumhurbaşkanı’na yönelik harekât için iki helikopterin havalandığını filan bilmiyoruz. Bir daha aradım. “Hasan ne yapacaksınız?” dedim. Henüz bombalar atılmıyordu ama taramalar vardı. “Hande açıklama yapacağız!” dedi. “Peki. Canlı yayın organize ediyorum o zaman!” dedim. Biz zannediyoruz ki, açıklama için oraya Doğan Haber Ajansı’ndan birilerini yollayabileceğiz. Marmaris’e saldırı olacağından haberimiz yok tabii…
Gecenin ilk saatleri bunlar…
– Evet. Hatta “Son dakika” yazdırdım, “Cumhurbaşkanı açıklama yapacak” diye. Elçin’e de “İstanbul’la konuşun, Doğan Haber Ajansı, Cumhurbaşkanı’nın bulunduğu yere, Marmaris’e geçsin!” dedim. Fakat bu arada hareketlenme artıyor. Yayındayız, birden fark ettim ki, bir saat geçmiş ama Cumhurbaşkanlığı’ndan ne bir açıklama var ne de başka bir şey. Abdulkadir’le yan yana oturuyoruz. İstanbul da kendi arasında konuşuyor. “Ya” dedim, “Cumhurbaşkanı açıklama yapacaktı, ne oldu acaba?” Ama biz o sırada hâlâ Cumhurbaşkanı’na saldırı olduğunu, onların Marmaris’teki otelden ayrılıp Dalaman’a geçtiklerini bilmiyoruz. Kimse bilmiyor…
Peki ne yaptınız?
– Hasan’ı tekrar aradım, “Açıklama yapacaktınız ne oldu?” dedim. Sesi bir tuhaftı. “Pek öyle gelişmedi olaylar Hande” dedi. “Ne oldu?” dedim. “Açıklama yapacak durum yok, biz Periscope’tan yayın yaptık!” dedi. “Periscope’tan ne yayını ya? Hiçbirimizin haberi yok! Nereden alacağız biz o yayını?” dedim, “Cumhurbaşkanı konuştuysa mutlaka vermeniz lazım” dedim. “Periscope’un varsa Periscope’tan yayın yap!” dedi. Benim o beyaz telefonda da Periscope yok ama FaceTime var. Çünkü 11 yaşındaki kızım Nehir bir Facetime canavarı. Onunla öyle haberleşiyoruz. “Ya” dedim, “Bize konuşsun o zaman Cumhurbaşkanı!” O kadar ısrar ettim, o kadar ısrar ettim ki, “Dur” dedi Hasan, “Beyefendiye bir sorayım.”
Sonra?
– Sonra valla telefonum çaldı. Hasan, “Hande tamam, FaceTime yapalım” dedi.
Yani aklına o anda FaceTime, kızından dolayı mı geldi?
– Aynen öyle! 11 yaşında herkese, her şeye yetişen, çok akıllı bir kızım var. Haberci olduğum için de çalışma saatlerim anormal. Ben eşimle de ayrıyım. Hayatımızı Facetime kurtarıyor. O babasıyla bir yere gittiğinde de Facetime’dan haberleşiyoruz. Hayatımızın bir parçası. Bir de, biliyorsun, yeni nesil bu akıllı telefon kullanımına çok hâkim. İster istemez sen de öğreniyorsun. Hemen açtım FaceTime’ı önce ve işte karşımda…. Önde Hasan Doğan, arkada Cumhurbaşkanı. Ben bu arada da kimseye bir şey söylememiştim…
Stüdyonun içindesin, kimsenin haberi yok, elindeki telefondan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı görüyorsun, öyle mi?
– Evet öyle! Onlar da birazdan Cumhurbaşkanı’nın sesini duydular. Herkes küçük bir şaşkınlık geçirdi. Hatta büyük bir şaşkınlık. Sonra da hepinizin dinlediği o konuşma gerçekleşti.
Hep böyle pratik misin?
– Evet.
Peki sen şaşırmadın mı?
– Şaşırmaz olur muyum? “Yok ya bana da bağlanmaz herhalde” diye düşünüyordum. Ama bağlandı.
Sence neden sana konuştu?
– Hiçbir özel nedeni yok bence. Aramak ve ısrar etmekle ilgili… Ben sonra CNN International’da da dinledim Cumhurbaşkanı’nı. Galiba onların, ulusal kanallara çıkmakla ilgili birtakım girişimleri olmuş, ben öyle algıladım sözlerinden. Ama çıkamamışlar, bir sorun yaşanmış, ne olduğunu bilmiyorum. Benim o an, tek derdim Cumhurbaşkanı’nın o gece konuşmasıydı, dünyanın her yerinde büyük haberdir.
Ve sen hızlı, ısrarcı ve pratik davrandın. Öbürleri prosedüre takıldılar öyle mi?
– Muhtemelen öyle. Kimin ne yaşadığını bilmiyorum. O an, işin boyutunu da algılayamıyorduk. Haberci içgüdüsüyle o an, Cumhurbaşkanı’nın konuşmasına gecenin en büyük haberi diye bakıyordum. Amacım, haberi almak ve Cumhurbaşkanı’nı ilk konuşturan kanal olmaktı.
GÜYA DARBE KURGUYMUŞ, RÖPORTAJ DA KURGUYMUŞ!
Bu konuşma sence gidişatı nasıl etkiledi?
– Valla, o gece bunun değerlendirmesini yapamazdım ama şu an görüyorum ki, gerçekten önemli. Bir defa şu: Evet, Türkiye’de acayip işler oluyor. 2016 yılında birileri darbe yapmaya kalkıyor. Silahlar, uçaklar, helikopterler havada. Herkes Cumhurbaşkanı’nın yaşayıp yaşamadığını, iyi olup olmadığını, görevinin başında olup olmadığını merak ediyor. Bir defa en kritiği buydu. Biz, onun görüntüsünü verebildik. Bu açıdan çok önemli. Yani Cumhurbaşkanı yaşıyor ve görevinin başında. Üstelik iyi. Ona bir saldırı gerçekleştiği halde. Artı mesajları da çok iyiydi. Bence Türk siyasi tarihinin en önemli devlet adamlarından biri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan. Ve o gece verdiği mesajlarla bütün bu felaketi bambaşka bir yöne çevirdi.
Neydi o mesajlar?
– “Demokrasiye sahip çıkın!” demesi. Bu mesaj, tamamen darbenin gidişatını değiştirdi. Şimdi şimdi öğreniyoruz ki biz, aslında bu iş sabah 03.00’te yapılacakmış. 03.00 ile 06.00 arasında memlekette herkesi paketleyeceklerdi, sabah 06.00’da da sıkıyönetim ilan edilmiş olacaktı.
Ama bunu MİT öğleden sonra 16.00’da öğreniyor di mi?
– Evet, o haberi de ilk veren benim. Saat 16.00’da bir istihbarat geliyor MİT’e. Ama bu istihbarat, “Darbe olacak, Genelkurmay’ı basacaklar” istihbaratı değil. Sadece “Kara Havacılık Okulu’nda bir hareketlilik var istihbaratı. Saat 16.30’da da MİT Müsteşarı’yla görüşülüyor. Bu bilgi, kendisine iletiliyor. 18.30’a kadar da Genelkurmay Karargâhı’nda kapsamlı bir toplantı yapılıyor. Genelkurmay Başkanı, İkinci Başkan, Kara Kuvvetleri Komutanı ve MİT Müsteşarı bu bilgiyi değerlendiriyorlar. Bu arada Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı’nı, o Kara Havacılık binasına gönderiyor ve diyor ki, “Git bakalım, oralarda bir dolan, var mı böyle bir şey?” Kara Kuvvetleri Komutanı gidiyor, bir süre orada kalıyor, oradaki komutandan bilgi alıyor. Genelkurmay Başkanı’nın yanına gidiyor, diyor ki, “Bir hareketlilik yok. Her şey sakin!” Buna rağmen birtakım kararlar ve tedbirler alıyorlar. “Askeri uçaklar havalanmasın. Zırhlı araçlar emirsiz çıkmasın” gibi. Bu emirleri de birliklere gönderiyorlar. Yani “Bir-iki istihbarat aldık. Hareketlilik var dendi. Kuvvet Komutanı’nı gönderdik bakmaya ama bir şey tespit edemedik, buna rağmen önlem aldık ama sonuç olarak, söylentileri somut bir şeye dönüştüremedik!” Ayrıca konuştuğum herkes şunu söylüyor: “Genelkurmay Karargâhı’nın içinde baskın yiyeceğimizi de öngöremedik!” Gerçekten acayip işler döndü o gece Türkiye’de, Ankara’da ve İstanbul’da…
Ne kadar heyecanlandın Cumhurbaşkanı’yla konuşurken?
– E çok. Bir de gergindim. Şunun için: Darbe dediğimiz şey, insanların ölmesi. Ateş açılıyor, tepemizden F-16 uçuyor, kızım telefon açıyor, “Korkuyorum, ne zaman işin bitecek, ne zaman geleceksin?” diyor. Korktum tabii. İşin çok kötü yerlere varabileceği ihtimali beni aşırı korkuttu.
Ama tereddüt ediyor gibi de durmuyordun. Bu güvenin sebebi ne? Tecrübe mi kişilik mi?
– İkisi de. Ama daha çok kişilik. Soğukkanlı bir insanım.
Cumhurbaşkanı konuşmaya başladığı anda, Türkiye’de farklı bir tarih yazıldı. Sen bunun farkında mıydın?
– Evet farkındaydım. Şunu söyleyeyim, muhtemelen beni çok eleştirenler de var ama doğru bildiğimi yaptım. Tamam gazetecilik yaptım, insanlığımı da es geçemeyeceğim. Bugünlerde her yerden telefon alıyorum. Muhalefetten, iktidardan, işadamlarından, normal vatandaştan. Çiçek yollayanlar bile çıkıyor. “İmza: Vatandaş” diye. Tehdit edip, hakaret edenler de yok değil. Bir bakan aradı. “Hande” dedi, “Seni yıllardır tanıyoruz. Bütün röportajlarında Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın başbakan, Sayın Bakan ifadesini kullanırsın. Hayatında ilk kez, ‘Sayın Cumhurbaşkanımız’ dedin”. Doğru. Bunu yaptım Ayşe. “Sayın Cumhurbaşkanımız” diye hitap ettim…
İçinden mi geldi o anda?
– Evet, çünkü 2016’dayız. Ve ben gerçekten, Suriye olmak istemiyorum. Hiçbir koşulda. Benim bir kızım var, hepimizin çocukları var. Şöyle düşün, iki gün önce hepimiz Pokemon Go konuşuyorduk. Çoğumuz İngilizce biliyoruz, Almanca, Fransızca öğreniyoruz. Yabancı dizileri, Türk dizilerini takip ediyoruz, dünyayı izliyoruz. Tatil planlarımız var. Hayallerimiz var. Deli gibi kitap okuyoruz. Dünyanın her yeriyle görüntülü konuşuyoruz. Teknolojiye ayak uyduruyoruz. Çağdaş insanlarız. Biz Afrika’da açlık çeken bir ülke değiliz. Ya da bombaların altında bir ülke değildik. Demokrasi büyük bir güzellik ve biz ona sahip çıkmalıyız. Benim çocuğum başka türlü yaşamamalı. Benim derken, senin çocuğun, öbürünün çocuğu. Sen de böyle yaşamamalısın, ben de böyle yaşamamalıyım. O yüzden Sayın Cumhurbaşkanımız dedim.
Dediğin gibi, sevenlerin kadar sevmeyenlerin de var. Ekşi Sözlük’te mesela, “Hükümet yanlısı. Ödülünü alır mutlaka!” diye yazdılar. Buna cevabın ne?
– Valla, beni hiç ilgilendirmiyor. Yanıt verme gereği bile hissetmedim. Düşünsene şunu bile dediler: Güya beraber planlamışız. Bu darbe bir kurguymuş, röportaj da bir kurguymuş. E yok artık! Kimseye bunun aksini ispat etmek zorunda değilim. Yaşadıklarımı ben biliyorum, Ankara’daki bütün haberciler biliyor. Herkesin gözü önünde yaşandı zaten…
250 BİN DOLARLIK ÖZGÜRLÜK TELEFONU
O telefona Suudi bir işadamı, 250 bin dolar vermiş ve adını ‘Özgürlük Telefonu’ koymuş. Telefonun da meşhur oldu. Ne diyorsun?
– Ne diyeceğim, güldüm geçtim. Biz hiç uyumadık o gece. Çoğu zaman sığınaktaydık. Sabah Twitter’a bir gireyim bakayım dediğimde, inanılmaz bir şey oldu. Birdenbire takipçilerim artmaya başladı. Ve Arabistan’dan, Mısır’dan, Suriye’den, Lübnan’dan, Kuveyt’ten, İsrail ve Yunanistan’dan deli gibi mesajlar yağmaya başladı. “FaceTime’la demokrasiyi savundu! Tanklara, uçaklara rağmen gazetecilik yaptı” gibi mesajlar vardı. İlerleyen saatlerde İngilizce bir mesaj geldi. Ben Arapça bilmiyorum. “Hande Hanım okuyor musunuz, bir Suudi işadamı telefonunuza 250 bin dolar teklif ediyor. Adını ‘Özgürlük Telefonu’ koydu” diye.
Ne yaptın?
– Ciddiye bile almadım. Yanıt da vermedim. Dünyanın pek çok yerinden televizyonlar, gazeteler konuşmak istediler. Bild’e, El Cezire’ye röportaj verdim. Yunan gazetelerine, İsrail ve Amerikan gazetelerine de… Acayip bir ilgi var.
ÇOCUKLARIMIZ TRAVMA YAŞADI
Nehir “Darbe ne demek?” diye sorduğunda nasıl açıkladın?
– Çok zorlandım. “Nehir” dedim, “bizim bütün askerimiz böyle değil. Askerin içinde bir grup yaptı bunu. O grup, yönetimi ele geçirmeye çalıştı. Ama insanları öldürdüler. Böyle insanlar her yerde çıkabilir. Ama herkes kötü demek değildir” diye anlatmaya ve güven vermeye çalıştım. Bu psikoloji eminim diğer çocuklarda da vardır. Uçak sesinden nefret ediyor artık. “Yine mi başladı anne?” diyor. “Hayır Nehir, bir şey yok!” diyorum. Yazık, çocuklarımızın hepsi ağır bir travma yaşadı.
ÖZGÜR YAYINCILIĞIN ÖNEMİ ANLAŞILDI
Doğan Grubu’nu Erdoğan’la barıştıran kadın oldun…
– O kadar büyük yakıştırmaları kendime asla yapmam. Öyle bir şey yok. Ama şunu düşünüyorum: Bu meselede, herkesin alması gereken dersler var. Hepimizin. Eminim siyaset de, siyasiler de, gerçekten özgür, doğru yollarla yapılan yayıncılığın ne kadar önemli olduğunu görmüştür. Her kurumda iyi ve kötü insanlar olabilir ama genel olarak baktığımızda, biz işimizi yapmak istiyoruz ve işimizi iyi yapıyoruz. Hep de öyle yaptık. İşimizi, her koşulda yapıyor olabilmek önemli. Çünkü biz, işimizi yaptığımız sürece evrensel değer demokrasiyse, demokrasinin yanında duruyoruz. İfade özgürlüğüyse, ifade özgürlüğünün yanında duruyoruz. Hep doğru olan kazanıyor ve insanlara doğruyu vermek çok önemli.
NEHİR: ANNE, YAŞIYOR MUSUN?
Kendini nasıl hissediyorsun? “Darbeye karşı onurlu davranışta bulundum” diye mi, “Ben bir haberciyim, haber verdim” mi?
– İkisi bir arada. Geldiğim noktada, evet haberi verdim. İkinci olarak da şunu düşünüyorum: Ben darbeye karşı tavrımı da zaten belli ettim. Tavrım demokrasiden yana, seçilmiş bir cumhurbaşkanı ve seçilmiş bir hükümetten yana.
Ekşi Sözlük’te olay sırasında “Sanki Türkiye’yi zombiler işgal etti gibi anlattı” yazdılar senin için… Öyle bir ruh halinde miydin?
– Allah aşkına! Bazen dehşete düşüyorum. Zombiler tanımlamasını mı kullanmak isterler, başka bir şey kullanmak mı isterler bilmiyorum ama ben o gece arkadaşlarımı bu binadan tahliye ettim. Ağlayan insanlar vardı burada. Ateş altında kalan muhabirler vardı. Ve dedim ki, “Arabaya 3’er kişi binin ve gidin. Tek tek çıkın bu binadan!” Biz, burada üç kadın, iki erkek kaldık biliyor musun. Geri kalan herkesi gönderdim. Burası saraya çok yakın. Şöyleydi halimiz: Bombalar atılıyor, biz sığınağa iniyoruz. Ara ara çıkıp yine yayın yapıyoruz. Sürekli eksi üç ile dördüncü kat arasında bir hayatımız vardı. Sığınakta çok dua ettim. Kızım da ağlayarak, “Anne yaşıyor musun? Anne ne zaman bitecek bu bombalar?” deyip duruyordu. İki gün boyunca kustu Nehir…