Mine Aydostlu, yazar Aslı Erdoğan‘ın annesi. Beni aradı, görüşmek istedi, seve seve kabul ettim. Aşağıda; kızı bölücülükle ve terör örgütü üyesi olmakla suçlanan, iki aydır da cezaevinde yatan dünya çapında bir Türk yazarın annesiyle yapılmış röportajı okuyacaksınız…
Kızınız Aslı Erdoğan içeride… Bir anne için bu ne demek?
Korkunç bir şey! Çok endişe verici. Önce inanamadım. Aslı da inanmadı. Gözaltına alındı, bir yanlışlık olduğunu anlayacaklar ve salıverecekler diye düşündük. Adliyede tutuklandı, yine öyle düşündük. Ama öyle olmadı. İki aydır içeride…
Nasıl duygularla boğuşuyorsunuz?
İnsanın evladı içeride olunca, sizin de bir kısmınız içeride oluyor. Hayat devam etmiyor, edemiyor. Duruyor… İlk günler yemek yiyemiyordum. Bayağı zayıfladım. Uyuyamıyordum. Gerçi hâlâ tam uyuyabildiğim söylenemez…
Nasıl bir çaresizlik?
İşte o çok tarif edebileceğim bir şey değil! 72 yaşındayım. Hâlâ gencim ama söz konusu çocuğum olunca, galiba değilim! Aslı’nın içeride olması beni çok sarstı. Gerçi o içeride, ben dışarıda, ana-kız idare etmeye çalışıyoruz…
Nasıl haber aldınız?
16 Ağustos’ta Aslı aradı, Altınoluk’taydım, hemen atladım geldim. 4.5 saatlik bir arama olmuş evinde. Arama bittiğinde, tek bir telefona müsaade etmişler, o da beni aramış. İyi ki o telefonu duydum, duymayabilirdim de ben çünkü biraz telefon özürlüyüm. “Anne, sakın merak etme, ben iyiyim!” dedi, “Kalbine bir şey olmasın!” dedi. Bende stent var da. Çok soğukkanlı anlattı her şeyi, “Beni götürüyorlar şu anda ama endişelenecek bir şey yok!” dedi. Ben de apar topar atladım otobüse, Altınoluk’tan İstanbul’a geldim…
Eliniz kolunuz bağlı gibi mi hissediyorsunuz?
Aynen öyle! Konjonktür de iyiye gitmiyor. Tutuklamalar, gözaltılar devam ediyor. Bir şey de yapılamıyor. Dirençli olmaya gayret ediyorum ama kendimi çok çaresiz hissediyorum. Ben bu olayın hukuki bir yanı olduğunu düşünmüyorum, tamamen siyasi. Önceden karar verildi ve kızım, muhalif olduğu için alındı. Yazılarla alakası yok yani. Siz de okumuşsunuzdur, daha önce yayınlanmış alıntılardan oluşan yazılar. Aslı barış yanlısı bir edebiyatçı, bir insan hakları savunucusu. Vicdanının sesini dinler ve yazar. Hep mağdurların yanındadır…
Haftada kaç kez ziyaret edebiliyorsunuz?
Haftada bir gün görüşme günümüz var. 40 dakika kadar kapalı görüş oluyor. Aramızda cam var ama olsun, telefonla konuşabiliyoruz, yine de güzel. Bayramda da açık görüş oldu, 40 dakika kadar görüşebildik. Sanıyorum, bir de yılbaşında olacak. Sonra açık görüşümüz yok…
Yani bir kere sarılabildiniz kızınıza ağustostan beri?…
Evet.
Sağlığı nasıl?
Çok iyi değil. Pankreas enzimlerinde sorun var. Sağlığı beni endişelendiriyor. Bir de çok zayıf. Yemek yiyemiyor. Moraline gelince, dik duruyor. Zaman zaman bozuluyordur ama belli etmiyor, ben de ona belli etmemeye çalışıyorum. Birbirimize cesaret veriyoruz.
Size kim destek veriyor?
Eşim, yeğenlerim, bütün arkadaşlarım… Neredeyse destek vermeyen olmadı. Hatta şöyle diyeyim, tanımadığım insanlar bile sokakta sarılıyor boynuma… “Yanınızdayız!” diyorlar.
Siz kızınızı bize nasıl anlatırsınız?
Bir kere nerede bir mağdur varsa, yanındadır. Onların acısını yüreğinde hisseder. Onları yazar zaten. Hep problemlerle uğraşır. İnsanların karanlık yanları onun derdidir; eğlenceli, güzel şeyler onu pek ilgilendirmiyor…
Üzülüyor musunuz, yoksa gurur mu duyuyorsunuz?
Tabii ki gurur duyuyorum! Ama işte böyle bir insan olunca da bedel ödetiyorlar. İyi şeylerin bedelinin bu kadar ağır olmaması gerekiyor…
Peki insan şöyle diyor mu: “Keşke hayatın gülen tarafıyla, eğlenceli tarafıyla ilgilenseydi, bu kadar duyarlı olmasaydı…”
Çok kısa anlar için evet, ama Aslı bu! Başka türlü olamaz. Onun yapısı, naturası bu. Hep insanların acılarıyla meşgul, onları da yazılarına aksettiriyor. Çok da güzel yazıyor. Herhalde öyle olmasaydı, böyle bir edebiyatçı olamazdı…
Sizce bir örgüt mensubu olabilecek yapıda biri mi?
Kesinlikle hayır! Belki övünüyor gibi olacağım ama gerçek bu, tüm dünyanın tanıdığı bir edebiyatçı Aslı Erdoğan… Gülünç bir suçlama bu!
‘BARIŞ YANLISI BİRİ ÖRGÜT ÜYELİĞİNDEN İÇERİDE OLACAK ŞEY DEĞİL!’
Devlet büyüklerine diyeceğiniz bir şey var mı?
Aslı, barış yanlısıdır. Sürekli barışı yazar. Şiddeti yazdığı zaman bile, barışı savunur. Zaten şiddet onun yazılarında görünmez. Onun yazılarında savaş da yoktur. Ne vardır? Acı çeken bir çocuk vardır. Öldürülen bir kadın vardır. Bunu yazarken, okuruna da darbe indirir, serttir ama yazılarında sertlik yoktur. Herkes sanki bir sisin arkasında gibidir. Mesela işkence yazar ama işkence yoktur orada. Ama Aslı, o acıyı çok güzel hissettirir. Kızım bu kadar barış yanlısı, bu kadar insancılken, onu örgüt üyesi olmakla suçluyorlar, akıl alacak gibi değil! Ama zaten dünyada hiç kimse buna inanmıyor. Fakat ne yazık ki hâlâ içeride. Bir an evvel bu yanlışlığın düzeltilmesini ve kızımın özgürlüğüne kavuşmasını diliyorum…
‘ASLI HEP ÖZEL HEP FARKLIYDI’
Kızınızın yazma kabiliyeti sizi şaşırtıyor mu?
Evet. Başta çok şaşırdım, hatta inanamadım. İlk yazdığı öyküyle Nadir Nadi İkincilik Ödülü’nü aldı. Ondaki yazma kabiliyetini ben keşfedemedim. Birçok şeyi keşfedemedim aslında. Aslı, üstün zekâlıdır mesela. Bana bunu yuva öğretmeni de söyledi, ilkokul öğretmeni de başka öğretmenleri de. “Bu çocuğun çok üstün özellikleri var. Onu özel bir okula vermeniz gerekiyor!” dediler. Ama ben bir şey yapamadım. Bir de vaktim yoktu, hep çalışıyordum. Çünkü ben Aslı’nın babasıyla gençken evlendim ve Aslı yuvadayken, o askerdeydi, ben ise tek başımaydım. Sonra zaten ayrıldık. Ve zaman içinde Aslı’nın yeteneklerine de zekâsına da alıştık. Hep özeldi, farklıydı…
Siz ne iş yapıyordunuz?
Sosyal Sigortalar Kurumu’nda müfettiştim, 22 yıl çalıştım, sonra da emekli oldum.
İnsan bu kadar özel bir çocuğu olunca, “Kabiliyetin kökeni nereden?” diye düşünüyor mu?… Sanat genlerini sizden mi almış?
Zannetmiyorum, benim öyle kabiliyetlerim yok. Ben daha vasat bir insanım. Okumasını severim, edebiyatla haşır neşirim ama öyle yazamam…
Babası?
Babasının zekâsı farklıydı. Bence zekâsını babasından aldı. Babası, elektrik yüksek mühendisi. Ama o da yazıp çizemez. Aslı’nın ise hayatı kitaplarla geçti. Çocukken hiç oyuncakla oynamadı mesela. Bebeği olmadı, istemedi. Sadece kitapların sayfalarını çevirirdi. Sürekli onlarla meşguldü. Eline kitap verirdim ya da kâğıt-kalem, iki saat kendi başına oyalanırdı. Değişik bir çocuktu. Ama işte değişik olunca da zor oluyor, bedel ödetiyorlar…